“Unutursam kalbim kurusun”

KÖŞE YAZISI

48 gün geçti hayatlarını devam ettirmek için, katırlar üstünde yollarında ilerlerken öldürülmelerinin üzerinden. Ve hala katilleri bulunmadı. Bilindi ama bulunmadı!

Ve birbirlerine düştü ağalar paşalar...Başka ülkelere “siz öldürmeyi iyi bilirsiniz” diyen Başkanımız bir başsağlığını çok gördü, kendi topraklarında öldürülen insanlar için.

Bir anda ölenler ve yakınları suçlu konuma getirtildi. Herzamanki gibi medyamız birbiriyle yarıştı, amalı fakatlı bağlaçlarla vahşeti, kazadır, kaçakçıdırlar diyerek alelacele örttüler küf vicdanlarıyla.

Servisteyken kulağıma “kaçakçılarmış işte” diye bir söz geldi. Dikkat kesildim, butaraftaki insanlar herzamanki gibi nasılda sahiplenmişler gazetelerin miğde bulandırıcı söylemlerini.

Konuşmanın devamını buraya yazmak istemiyorum, çünkü tiksiniyorum insanlığımızdan.

Dün sosyal medyada Şırnak cezaevinde tutuklu 19 yaşındaki Faruk Encü’nün mektubu vardı. Mektubu hiç bir ulasal medyada görmedim!

İpekyolu gazetesi yazarı Reha Ruhavioğlu’nun paylaşımını buraya aktarıyorum. Roboskîli Encü ailesi diken üstünde: Faruk her an intihar edebilir!

Faruk’un intihar etmesi halinde, hepimiz suçluyuz..

Bu vebal ağırdır! Başbakanda, milletvekilleride, yani  ağaların ve paşaların cümlesi sorumludur.

Reha önceki yazısında “katır sırtında taşınan ölüler, unutursam kalbim kurusun” demişti.

Kalbimiz kurusun, taş olalım unutursak...

“Şırnak’ın Uludere (Qileban) ilçesinin Gülyazı (Bujeh) ve Ortasu (Roboskî) köylerinden 34 insanın havadan bombardıman ile öldürülmesinin ardından taziyeye giden kaymakama saldırı olmuş, bu saldırı ile ilgili köyden 5 kişi tutuklanmıştı.

Şırnak Kapalı Cezaevinde tutuklu bulunan beş kişiden 19 yaşındaki Faruk ENCÜ’nün yakınlarına gönderdiği mektup aileyi diken üstünde tutuyor. Mektubunda “katledilen kardeşlerim, abilerim ve dostlarım gözlerimin önüne geliyorlar ve uyandığımda kendimi çok yalnız hissediyorum. Bazen hapishanenin ışıkları kapanınca kendimi asmak istiyorum.” diyen Faruk’un yakınları hayatından her gün endişe ediyorlar.

Cezaevindeki diğer mahkumların psikolojik durumunun her geçen daha da kötüye gittiğini belirttikleri Faruk mektubun başka bir yerinde şöyle yazıyor: “Serhat kardeşim bana söz vermiştin asla birbirimizi bırakmayacaktık ve beraber gözlerimizi kapacaktık bu yalan dünyada. İkimiz de sözümüzde durmadık ama az kaldı sözümü tutacağım. Sizden isteğim eğer ölürsem 34 mezarın yanına benim mezarımı da kazın. (…) Öldüğümde belki onların yanına cennete giderim ve eski günlerimizdeki gibi halısahada top oynar. Eskisi gibi piknik yaparız ve serhat kardeşim beni yine suya atar ve Hamza kardeşimde yine gülerek sudan çıkmama yardım eder.”

Uludere’deki bombardımanda hayatını kaybedenlerden; Serhat Encü (16), Cemal Encü (18) ve Hamza Encü’nün (22) amcaoğlu ve Bedran Encü’nün (14) de halasının oğlu olan Faruk Encü mektubunu şöyle bitiriyor: “Size seslenmek istiyorum ey insanlığını kaybedenler ne hakkınız vardı benden bu hayallerimi aldınız. Bize bu acıyı çektirme hakkını nerden aldınız ne istediniz o gencecik insanlardan ve hayallerinden ey insanlığın katilleri. Bu ülkede hak, hukuk ve demokrasiden bahsedenler yaklaşık 50 gün geçmesine rağmen katilleri bulamadınız yoksa siz misiniz katiller ki ortaya çıkmıyorsunuz. Ey ben insanım diyenler adalet istiyorum. Adalet adalet adalet istiyorum.”

Reha Ruhavioğlu / reha.ruhavi@gmail.com”