11200

KÖŞE YAZISI

Son on yılda resmi rakamlara göre Türkiye’de vefat eden işçi sayısı 11200’den fazla. Yıllık ortalama yaklaşık 1100, günlük ise 4.  

Günde ortalama olarak 4 işçi ölümü demek,  4 ailenin hayatının kararması demek. Yakın çevremde o tür ailelerden tanıdıklarım var. Muhakkak sizin de var. O aileler için maalesef hiçbir şey eskisi gibi olamıyor.  İşin daha dikkat çekici tarafı bunlar arasında çocuklar da var. 2013 yılında tespit edilmiş çocuk ölümü sayısı 59’dur.

Başta inşaat olmak üzere maden, yol yapımı, tarım, makine, kimya gibi iş kollarında çeşitli kazalarda ekmek parası için koşturan insanlarımız ölebiliyor, engelli olarak hayatına devam edebiliyor.  Bunlar arasında Karadon kömür madeninde yıllardır çıkarılamayan iki işçi de var, “Arkadaşlarımız güzel öldü” gibi bir bakan iltifatına(!) mazhar olmuş arkadaşları da var. İstanbul’daki selde panelvanda boğulan ve patronları beraat alan yedi kadın da var. Bir ara seri cinayet gibi karşılanan tersane ölümleri de var. Depolarda metan gazı zehirlenmesi zaten bir Türkiye klasiği…

Bu işçilerin geride bıraktıkları insanlar bağlanan maaşla, tazminatla geçinmeye çalışır. Eğer sigorta kaydı varsa. Yok, eğer yoksa? -Özellikle Güneydoğu’da- vefat eden kayıt dışı işçilerin ailesine belli bir süre işveren bakar, sonra yük akraba ve yakın çevrenin omuzlarında olur. “Emr-é xwedé” diye geçiştiriliyor ama vebali nasıl geçiştirilecek bilemiyorum. Hem bu kayıt dışılıktan dolayı işçiler ömürlerinin sonuna kadar çalışmak zorunda oluyorlar çalışmayınca da çocuklarının eline bakıyorlar. Çünkü onlar için emeklilik yok.

Sadece bu ölümler ve kayıt dışılıktan dolayı doğan mağduriyetler değildir, sorunlar.

Kıdem tazminatı verilmemek için yıllardır çalıştıkları işyerinden kapı dışarı edilenler. Ayda milyonlarca lira kazanan patronun yanında asgari ücrete talim edenler.  Ciddi hastalığı olup da ilacı karşılanmayanlar. Gurbette çalışıp da ırkçı muamelelere maruz kalanlar. Başında, işi bilmediği halde bilmem kaç vicdansız duranlar. Kamuda mobbingle illallah ettirilenler. Her dönem gelen milletvekilin insafına endekslenen taşeron işçiler. İş-Kur tarafından dönemsel çalıştırılıp ve iş çıkışı malum partinin ilçe başkanlığına gitmeye zorlananlar. Bayram tatili bile doğru dürüst olmayanlar…

Liste uzar gider.

Bu kronik sorunlar ancak halis bir vicdanla çözülebilir. İşveren işçisini kendi çocuğu, kardeşi, abisi yerine koyacak ki aynı mukabeleyi işçiden görebilsin. İşçinin gerçekten insan olduğunun farkına devlet de işveren de hatta hizmet alan da varmalıdır. Bir insanın sağlıklı ve onurlu yaşama hakkı için gerekli olan ne varsa ekonomi teorileri göz ardı edilmeden sağlanmalıdır.

Yoksa en az yirmi yıldır şahit oluyoruz ki “ille de Taksim”, “uyanış”, “yumruk havaya” kaldırım taşları, plastik mermiler, coplar, gazlar, kırılan camlar bir çözüm üretmedi ve üretecek gibi de hiç durmuyor. “Ben de işçilikten geldim” naraları da milyonlarca avronun arasında hiç inandırıcı olmuyor.

Empati ve vicdan. Bunlar iş’lemedikçe iş’çinin iş’i zor.

Hepinizin kandili mübarek olsun.