'' Gözlerimizin Yaşı Kurudu ...'' (1)
MİĞAİL KIRILMAZ'IN AĞITINDAN HALİL CİBRAN'IN MEKTUBUNA
Tarihsel hafızamızın yetersiz ve işlevsiz kaldığı bir çok olgunun üzeri saman sarısı gibi hamurlaşan sayfalardan gerçeklerin gün ışığına çıkarak yapılan yerel tepkilerimizden en acı olanı ''gidip de dönemeyenlerin anısına'' yakılan ağıtlarla söylenen şarkılar olmuştur sessizce,yürekleri dağlayarak:
''Ciyne dar nisel a'l hebeyib;véne dar nihki a'lel-ğeyib?
Ciyne dar neşşefu a'yneyne sar isnin vammaru a'leyne.''
Ozan : Miğail Kırılmaz
( Sevdiklerimizi soruyoruz eve gelirken;hangi evdeki kaybımızdan söz etmeliyiz?
Gözlerimizin yaşı kurudu eve gelirken,öylesine acılı yıllar oldu ki üzerimize çullandılar.)
Önemsenmeyen mektuplardan evrensel değerleri öne çıkararak kaybolmaya yüz tutmuş hafızamızı canlandırmaya çalışan şair,felsefeci,romancı sanatçı Halil Cibran'ın,Mary Haskell'e yazdığı mektupta:
'' .... .... Suriye'yi bir Türk eyaleti yapan kahpe feleğe lanet ediyorum! Padişahların nüfuzu yeni dünyanın dört bir yanına saçılmış,zavallı Suriyelilerin peşini bırakmıyor.Bu insan akbaba karışımı varlıkların kara gölgeleri buradan,New York'tan bile görünüyor.Türk büyük elçisi kasabada güçsüz ve beyinsiz bir adam ama bir Suriyelinin diğerinden nefret etmesini nasıl becereceğini iyi biliyor(...) Zavallı Suriye...'' ( 22-23 Mayıs 1922 Sevgili Ermiş:s.56/57 Mesut Küçükoğlu çevirisinden)
Yakın tarihte bile klasik sömürge anlayışı ve saldırgan güdülerinin beraberinde zehirli kara bulutları geri getirdiği/getireceğinin kuşkularını doksan bir yıl öncesinden Halil Cibran'ın Mary Haskell'e yazdığı mektupta Osmanlı Devleti'nden 'Türkiye' diye söz ederken Ortadoğu ve Arap coğrafyasında sahneye konulan senaryoları ve aktif rolleri günümüze uyarlamak çok da zor olmasa gerek.
18.yüzyılın başından beri yaklaşık iki asır süresince özgürlükleri için savaşan mücadele eden halkların bastırılması,sindirilip kıyılmasının arka planında elbette paydaş sömürgeci güçlerin, talancı,hayalperest taşeronlarının tarihte oynadıkları rollerde ortaya koydukları tortular ne yazık ki günümüzün gündemi geleceğimizin giderek ağırlaşan sorunları olmaya ve eşit şartlarda kalıcı barışa olan umutları yok etmeye çalışmışlardır.
Maden ve enerji kaynaklarının/rezervlerinin zengin olduğu hatırı sayılır coğrafyalara yapılan saldırılar karşısında örgütlenip öz savunma güçleriyle kalkışan halkların konumlarını korurken,direnç gösteremeyen,güçsüz kalan örgütsüz halkların yurtlarından ''tehcir ve tenkis'' (Göçe zorlanan/göç ettirilen-eksiltilen/azaltılan) yok edilmeye çalışılan yüz binlerce insan,milyonlarla ifade edilen ve esir kampların fırınlarında yakılan on binlerce yaşam/yüz binlerce geleceğin dallarında tomurcukken açmayıp kuruyan çiçeklerden yoksun kalarak günümüzün savaşan taraflarına adeta:
'' Sorunlarınızı görüşmeler aşamasından güven verici müzakerelere vakit kaybetmeden kalıcı/onurlu barışa taşımalısınız.''
Bu coğrafyada halklar kıyımlara ve her türlü adaletsizliklere karşı en değerli varlıklarını,dillerinin ve kültürel değerlerinin bir zerresinden vazgeçmeden yapılacak her türlü saldırı ve psikolojik baskıya hep ''şiddet'' diyecek;dayatmalara taviz vermeden Walter Benjamin'in tanımını düşünecektir:
''Şiddet tıpkı işlenmemiş maden gibi doğanın bir ürünüdür.Ve güç kötüye kullanılıp adil olmayan amaçlara hizmet etmediği sürece kullanımı hiçbir sorun doğurmaz. .... Eğer amaçların ölçütü adaletse araçların ölçütü de yasallık olacaktır.''
DEVAMINDA BULUŞMAK ÜZERE
Tarihsel hafızamızın yetersiz ve işlevsiz kaldığı bir çok olgunun üzeri saman sarısı gibi hamurlaşan sayfalardan gerçeklerin gün ışığına çıkarak yapılan yerel tepkilerimizden en acı olanı ''gidip de dönemeyenlerin anısına'' yakılan ağıtlarla söylenen şarkılar olmuştur sessizce,yürekleri dağlayarak:
''Ciyne dar nisel a'l hebeyib;véne dar nihki a'lel-ğeyib?
Ciyne dar neşşefu a'yneyne sar isnin vammaru a'leyne.''
Ozan : Miğail Kırılmaz
( Sevdiklerimizi soruyoruz eve gelirken;hangi evdeki kaybımızdan söz etmeliyiz?
Gözlerimizin yaşı kurudu eve gelirken,öylesine acılı yıllar oldu ki üzerimize çullandılar.)
Önemsenmeyen mektuplardan evrensel değerleri öne çıkararak kaybolmaya yüz tutmuş hafızamızı canlandırmaya çalışan şair,felsefeci,romancı sanatçı Halil Cibran'ın,Mary Haskell'e yazdığı mektupta:
'' .... .... Suriye'yi bir Türk eyaleti yapan kahpe feleğe lanet ediyorum! Padişahların nüfuzu yeni dünyanın dört bir yanına saçılmış,zavallı Suriyelilerin peşini bırakmıyor.Bu insan akbaba karışımı varlıkların kara gölgeleri buradan,New York'tan bile görünüyor.Türk büyük elçisi kasabada güçsüz ve beyinsiz bir adam ama bir Suriyelinin diğerinden nefret etmesini nasıl becereceğini iyi biliyor(...) Zavallı Suriye...'' ( 22-23 Mayıs 1922 Sevgili Ermiş:s.56/57 Mesut Küçükoğlu çevirisinden)
Yakın tarihte bile klasik sömürge anlayışı ve saldırgan güdülerinin beraberinde zehirli kara bulutları geri getirdiği/getireceğinin kuşkularını doksan bir yıl öncesinden Halil Cibran'ın Mary Haskell'e yazdığı mektupta Osmanlı Devleti'nden 'Türkiye' diye söz ederken Ortadoğu ve Arap coğrafyasında sahneye konulan senaryoları ve aktif rolleri günümüze uyarlamak çok da zor olmasa gerek.
18.yüzyılın başından beri yaklaşık iki asır süresince özgürlükleri için savaşan mücadele eden halkların bastırılması,sindirilip kıyılmasının arka planında elbette paydaş sömürgeci güçlerin, talancı,hayalperest taşeronlarının tarihte oynadıkları rollerde ortaya koydukları tortular ne yazık ki günümüzün gündemi geleceğimizin giderek ağırlaşan sorunları olmaya ve eşit şartlarda kalıcı barışa olan umutları yok etmeye çalışmışlardır.
Maden ve enerji kaynaklarının/rezervlerinin zengin olduğu hatırı sayılır coğrafyalara yapılan saldırılar karşısında örgütlenip öz savunma güçleriyle kalkışan halkların konumlarını korurken,direnç gösteremeyen,güçsüz kalan örgütsüz halkların yurtlarından ''tehcir ve tenkis'' (Göçe zorlanan/göç ettirilen-eksiltilen/azaltılan) yok edilmeye çalışılan yüz binlerce insan,milyonlarla ifade edilen ve esir kampların fırınlarında yakılan on binlerce yaşam/yüz binlerce geleceğin dallarında tomurcukken açmayıp kuruyan çiçeklerden yoksun kalarak günümüzün savaşan taraflarına adeta:
'' Sorunlarınızı görüşmeler aşamasından güven verici müzakerelere vakit kaybetmeden kalıcı/onurlu barışa taşımalısınız.''
Bu coğrafyada halklar kıyımlara ve her türlü adaletsizliklere karşı en değerli varlıklarını,dillerinin ve kültürel değerlerinin bir zerresinden vazgeçmeden yapılacak her türlü saldırı ve psikolojik baskıya hep ''şiddet'' diyecek;dayatmalara taviz vermeden Walter Benjamin'in tanımını düşünecektir:
''Şiddet tıpkı işlenmemiş maden gibi doğanın bir ürünüdür.Ve güç kötüye kullanılıp adil olmayan amaçlara hizmet etmediği sürece kullanımı hiçbir sorun doğurmaz. .... Eğer amaçların ölçütü adaletse araçların ölçütü de yasallık olacaktır.''
DEVAMINDA BULUŞMAK ÜZERE
A.Vahap Omuzlar
09.02.2013 / 21:08Sana gelince Ahmet heval,beni şımartacak kadar dizdiğin incilerine teşekkür ederken kendine biçtiğin karşılaştırmayı uygun görmediğimi ifade etmek istedim.Araştırmalarında hiç kimseye dil,din,felsefi inanç ayrımı yapmadan ortaya koyduğun eseri unutturmaya mı çalışıyorsun?
A.Vahap Omuzlar
09.02.2013 / 21:04Ayaması(Rumuzu) mizgin kardeşimin beğenisine teşekkürler...
Ahmedbaki ( Ahmet ÇINARBAŞ )
04.02.2013 / 22:53Üstadım kalem elinizde resmen erimiş, çok güzel bir yazı, Derler ya " sana 40 fırın ekmek lazım " sizin yazdığınız 1 cümleyi yazmak için "bana Mardin'in fırınlarında pişen ekmeklerin tümü lazım" <br><br>Saygılarımla
mizgin
04.02.2013 / 22:17güzel bir yazıydı bekliyoruz