diorex

Yoldaki Adam - Bekir Büyükarkın Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Yoldaki Adam kimin eseri? Yoldaki Adam kitabının yazarı kimdir? Yoldaki Adam konusu ve anafikri nedir? Yoldaki Adam kitabı ne anlatıyor? Yoldaki Adam PDF indirme linki var mı? Yoldaki Adam kitabının yazarı Bekir Büyükarkın kimdir? İşte Yoldaki Adam kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 18.03.2022 22:00
Yoldaki Adam - Bekir Büyükarkın Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Bekir Büyükarkın

Yayın Evi: Ötüken Neşriyat

İSBN: 9789754377729

Sayfa Sayısı: 368

Yoldaki Adam Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Dışarıda düşman devletlerin entrika ve istilaları... İçerde Meşrutiyet, anayasa ve hürriyet tartışmaları... Bir yandan devleti ele geçirip kuvvetlendirme yolunda taşınan niyetler, yapılan gösteriler, atılan sloganlar... Öte yandan devleti yıkıcı, otoriteyi etkisizleştirmeğe yönelik gayretler, teşkilatlar, komiteler... Bunlara karşı Yıldız’dan yönetilen sevimsiz, baskıcı politikalar, zekice manevralar, alınan jurnaller... İhanetler, gafletler, maddî ve manevî sıkıntılar, tükenmişlikler... Çatırdayan bir imparatorluk... Şaşkın kahramanlar, korkak devletliler, ihanete sürüklenen azınlıklar, şeytanca hırslar...

“Yoldaki Adam”da Bekir Büyükarkın, işte böylesine karma-şık bir dönemi toplumun içinden bir bakışla ele alıp irdeliyor... Roman kurgusu içinde okuyucu bu kaos dö-nemini bütün dehşetiyle yaşıyor. Yazar, kimilerinin kara, kimilerinin ak olarak görmek ve göstermek istedikleri bir devrin (1876-1909) âdeta röntgenini çekiyor ki, bunların tamamı indî hükümlere değil, tarihî gerçeklere dayandırılarak ortaya konulmuştur.

Yoldaki Adam Alıntıları - Sözleri

  • "Sen kuyuya düşmüş bir adamsın. Etrafındaki daracık dört duvardan başka bir şey de gördüğün yok, imdat istemeyi bile düşünemiyorsun! Çırpınmayı aklına getirdiğin anda da boğulacaksın. Yazık, kandırdın beni..."
  • Ayazda dolaşan üstüne birşey giymezse üşür be evlat!..
  • Vatan vatandı, buna bir diyeceği yoktu, ama bu vatanın bekçisi padişah değil miydi? Millete de ne olmuştu? O da nereden çıkmıştı? Vakıa ortalıkta açlık çoğalmış, hırsızlık artmıştı. Dilenciler alabildiğine İstanbul kaldırımlarına yayılmıştı. Eskiden aldığı malın yerine yenisini korken daha fazla para vermek zorunda kalıyordu. Bu kadarının farkındaydı. Ama yine de kendisi bal gibi geçiniyordu, üstelik köyüne de bir şeyler gönderebiliyordu. Öte tarafı Halifenin işiydi, Allahın yeryüzündeki vekiline karışmak doğru muydu?
  • "Bana kitap bul usta dedi, okumak istiyorum!"
  • "Hala farkında değil misiniz? Kokuşmuşuz biz! Kim diriltecek bizi! Yine biz! Ama bu bizin içinde sizin gibiler yok! Burada bir Rus konsolosu vardı, elinde kamçısıyla göğsünü şişire şişire sokaklarda dolaşırdı. Bu yetmiyormuş gibi karşılaştığı Türk askerine iğrenerek bakar, alay ederdi. Bir gün kendisine selam vermedi diye Türk askerini dövdü. Asker de ikinci kamçı darbesinden sonra tetiğini çekip herifi devirdi. O eri hemen divan-ı harbe verdiler; idam ettiler! Saray, Rusya`dan af üzerine af diledi. Kim yaşayıp, kim ölüyormuş; anlıyor musun bunu sen baba? Bu kadar zavallı mıyız biz?"
  • Yargıç ayağa kalktı. Hoca: -Otur, dedi. -Bana mı? -Sana!... -Ben insanı ne yaparım bilir misin? -Bilirim! Yapacağını yap, yine dinle. Bir daha böyle bir fırsat eline geçmez! Elbet günün birinde bir şeyler olacak; bunun hiçbir güç önüne geçemeyerek. Ama o olacaklar bu millete ne sağlayacak? Beni düşündüren bu! -Hangi millet o? Şu yanında sıralananlar mı? -Onlar! Göçmen, "Toprağım" diyor. Berber, "Sen de gelsen git diyemem" diyor. Adamın öylesine gırtlağını sıkmışlar ki, "Burun, yıldız, vatan" diye bağırmakla rahatlayacağını sanıyor. Suç nerede; hakim olarak araştır bunu. Hele adalet yangın yerine dönmüşse, önüne gelen çiğneyip geçiyorsa, işin sonunu bir düşün! Mahmut Çavuş'u konuştursaydın, sana "Öğrenmek istiyorum!" derdi. Öğrenmek! Ben bugüne kadar, "sinmiş ve unutulmuşlardan uzak olarak çalışmanın yetersizliğini" duyurmak istedim. "Sinmiş ve unutulmuşların yanında onlarla bereber çalışmanın gerektiğini" anlatmak için uğraştım. Nedense benim bu düşüncemi benimsemediler. Hep birincisini yapmaya kalkıştılar, kalkışıyorlar da. Belki de daha kolaylarına geliyor! Ötekisi çok güç iş! Ama bal gibi iş! Zulme karşı gelenin, zulmü kaldırdığını sananın zulüm yapmayacağını, ezip sindirmeyeceğini kim iddia edebilir? Hadi, söyle de assınlar beni...
  • "Edirne'nin taşları, Şükrü Paşa başları Edirne'yi vermeyiz, Türk yazıyor destanı..." Sıkışınca herkes "Türk" diyordu. Sonra unutup "Osmanlı, oluveriyorlardı.
  • - Kimse kimseye ekmeğini vermez. Hele padişah hiç! Millet kendisi kazanır, kendisi yer. Bunu aklından çıkarma Mahmut Efendi.
  • Farkında değil misin? Padişah durmadan keyfince yaşıyor. Saraylar yapılıp paralar boş yere harcanıyor!.. Başka devletler iç işlerimize karışıyor. Devletin uçan kuşa bile borcu var.
  • Vatan vatandı, buna bir diyeceği yoktu, ama bu vatanın bekçisi padişah değil miydi? Millete de ne olmuştu? O da nereden çıkmıştı? Vakıa ortalıkta açlık çoğalmış, hırsızlık artmıştı. Dilenciler alabildiğine İstanbul kaldırımlarına yayılmıştı. Eskiden aldığı malın yerine yenisini korken daha fazla para vermek zorunda kalıyordu. Bu kadarının farkındaydı. Ama yine de kendisi bal gibi geçiniyordu, üstelik köyüne de bir şeyler gönderebiliyordu. Öte tarafı Halifenin işiydi, Allahın yeryüzündeki vekiline karışmak doğru muydu?
  • Bir de meşrutiyet lafı aldı yürüdü. Ulan hangi meşrutiyet? Halk kendi kendini yönetecekmiş!.. Hangi halk? Sen mi, sokaktaki o serseriler mi, hayvan pisliği yakan köydeki baban mı? Kargadan çoban gördün mü sen hiç? Kılavuzu karga olanın burnu nereye saplanır bilir misin?
  • Babalık gururu onu endişe ve üzüntülerinden uzaklaştırıyordu. Galiba mutluydu, o sevinçlerini gerektiği gibi tadamayan insanlardandı..
  • Duygulan ve Vatanım de. Sen ancak dışarıdan gelenleri körü körüne kabul etmediğin sürece yaşarsın..
  • - Milletin hayrına çalışacağını söyleyen bir padişahın ilk işi Mithat Paşa gibi ulu bir veziri sürgüne göndermek midir? Kanun-u Esasi ilân edilmişse ne olmuştur? Onu yürütecek ehil kişiler bulunmadıkça ne işe yaramıştır?
  • Yine de yalnız olduğunu acı acı hissetti, gidecek, sığınacak başka bir yeri yoktu. Yorgunluktan bitmiş, çökmüştü..

Yoldaki Adam İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Süper sürükleyici bir kitap. Tavsiye ederim. Osmanlı zamanı entrika yı bir kişin ailenin gözünden anlatmaktadır. O dönemi güzel anlatan güzel bir kitap. (Ahmet Uyar)

I. Meşrutiyet'in öncesinden, II. Meşrutiyet'in sonrasına kadar uzanan bir zaman dilimi romanın arka planını oluşturuyor. Arka plan diyorum çünkü romanın odak noktası Mahmut Çavuş ve yaşadıkları. Mahmut Çavuş'un hayatı paşa konaklarından, Plevne Müdafaası'ndan, İstanbul'un fakir semtlerinden geçiyor. Yeşilçam filmine benzettiğim olaylar ve bir aşk yaşanıyor ki kitabın beğenmediğim kısımlarını oluşturuyor. Özellikle karakterlerin psikolojilerinin çok tutarlı olmadığını ve diyalogların biraz senaryovari yazıldığını hissettim. Belki bunda yazarın ayrıca bir tiyatro yazarı olması da etkilidir. Yalnız arka planda anlatılanlar ve yaşanılanlar etkileyiciydi. İyice fakirleşmiş bir halk, halktan uzakta yaşayan yöneticiler ve işleri çözelim diyenlerin bir türlü çözüm sunamaması. İstibdat yönetiminin sorunlarını da sopalı seçime giden yolu da bunların halkta oluşturduğu etkileri de gayet güzel anlatmıs yazar. Ana eksen tarihtir diye beklerken II. Abdülhamit, Binbaşı Enver, Resneli Niyazi gibi tarihi şahsiyetlerin ve hikayelerinin arka planda olduğu tarih çeşnili bir roman okudum diyebilirim. Yine de tavsiye ederim. (Fatih)

Dönem okumalarına kaldığımız yerden devam ediyoruz.Öncelikle Bekir Büyükarkın'dan bahsetmek istiyorum bir kaç cümleyle.Türk tarihinden beslenen romanlarında eleştirel bakışını kişisel duyguları ile harmanlayarak sunuyor.Ayrıca bugünün ipuçlarını dünde arayan bir yazar.Sade ve akıcı bir anlatımı var. Yoldaki adam onun en önemli romanlarından biri belki de baş yapıtı.Abdülaziz dönemi sonlarından başlayıp, Abdülhamit dönemi, meşrutiyetin sonları, tanzimatın ilanı derken Enver Paşadan Prens Sebahaddin'e, ittihat ve terakki'den Halaskar Zabitleri- Hürriyet ve itilaf partisine ve nihayet Ağabali baskınına kadar olan süreç inanılmaz güzel bir kurguyla sunulmuş. Plevne ve Gazi Osman Paşa, kaynayan balkanlar ve Edirne savunması, içerde sürekli değişen güç dengeleri ve cinayetler, istibdat ve ittihatçılar Anadolunun bağrından kopup İstanbul'a gelen Alyanak lakablı Mahmut efend'inin hikayesi üzerinden öyle güzel anlatılmış ki bayılırsınız. Bu döneme yön veren insanlar, onların toplumla ilişkileri çok güzel ve özel gözlemlerle gözler önüne serilmiş. İtiraf etmeliyim Abdülhamit dönemi için objektiflikten uzak ve çokça önyargıları olduğunu düşündüğüm Büyükarkın'ı, İttihatçılar ve Hürriyetçiler yönüyle oldukça objektif ve tarafsız buldum.Öyleki bir ittihatçımı, hürriyetçi mi? şüphesiyle gitgeller yaşadım. Alyanak ve Saraylı karısına dair bölümler ise kitaptan çıkarılıp ayrıca derlense muazzam bir roman daha çıkar içinden. Hülasa okunur, hem de keyifle okunur ve şablon koyulmuşçasına bu güne bakan yönleri ile ders çıkarılabir.Tabii ki nasibi olanlara... (ayhan özköroğlu)

Yoldaki Adam PDF indirme linki var mı?

Bekir Büyükarkın - Yoldaki Adam kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Yoldaki Adam PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Bekir Büyükarkın Kimdir?

Bekir Büyükarkın, (d. 1921 İstanbul ö. 7 Ağustos 1998) Yazar, şair.

İstanbul Vefa Lisesi'nden 1939 yılında mezun oldu. Daha sonra İstanbul Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'nden 1942 yılında mezun oldu. Türk Ticaret Bankası'nda devlet memuru ve serbest muhasebeci olarak çalıştı.

Yayımlanmış 2 adet şiir kitabı olmasına karşın; daha çok romanları ve oyunları ile bilinir. "Dökmeci" isimli oyunu CHP'nin tiyatro yarışmasını kazanmıştır(1947).

Bekir Büyükarkın Kitapları - Eserleri

  • Kutlu Dağ
  • Son Akın
  • Bozkırda Sabah
  • Tanyeri
  • Suların Gölgesinde
  • Bir Sel Gibi
  • Belki Bir Gün
  • Yoldaki Adam
  • Gün Batarken
  • Gece Yarısı İşgal Altında İstanbul
  • Kervansaray
  • Tarihten Hikayeler
  • Kutlu Dağ
  • Cadıların Kırbacı
  • Gece Yarısı İşgâl Altında İstanbul
  • Bozkırda Sabah
  • Gece Yarısı
  • Kutludağ
  • Yoldaki Adam
  • Belki Bir Gün
  • Son Akın
  • Kervansaray
  • Bir Sel Gibi
  • Son Akın
  • Suların Gölgesinde

Bekir Büyükarkın Alıntıları - Sözleri

  • Batan güneş elbet doğar. (Gece Yarısı İşgâl Altında İstanbul)
  • "Bey! Sen Alevileri ve Türkmenleri kötü göremezsin! Onları bu milletten ayrı bir parça imiş gibi gösteremezsin. Zaten senin gibi davrananlarla açlık, sefalet ve cahillik böyle ayaklanmalara, böyle ayrılıklara yol açar! Sonu gelmez bunun..." (Tanyeri)
  • Aczin yıkılan bir duvar gibi omuzlara çöktüğünü görmek ölümden de beterdi... (Belki Bir Gün)
  • Bir kere daha savaştan nefret ettiğini anladı. Kaybolan, ölen insanlar için, yüreği dağlı anne babalar için, çöken devletler, parçalanan vatanlar için savaştan tiksinmekte olduğunu derin derin hissetti. Hâlbuki kendisi savaşın içindeydi; vuruyor, hatta öldürüyordu. Bundan sonra da vuracak, öldürecekti. Bunu ancak kendi vatanı tehlikede olduğu için yapıyordu. Bir de devlete inanma inancı, yasalara duyduğu saygı, belki de emsalinden geri kalmama duygusu kendisini savaş içinde adam öldürmeye sevketmiş olabilirdi. Ayrıca bu davranışta ölmemek için öldürmek de gizliydi.. (Gün Batarken)
  • Saadet sık da gelse, ender de uğrasa, uzun müddet insanlarla beraber kalmıyordu. Hakiki saadet, onun geldiği anı görebilmekteydi. (Son Akın)
  • Yeter ki kafanın içindekileri, nereden gelip nereye gittiğini, ve bir de kendini unutma. Ayrıca herkese yol sorma; yanıltırlar, çıkmaza sokarlar, bataklığa gömerler. (Kutlu Dağ)
  • Eğer, yaralanmasaydım, eğer aylarca kendimi bilmeden yatmasaydım çökeni yakından takip edecektim, hiç değilse hemen duyacaktım. Bu ise beni büsbütün yıkacaktı; insan bir felâketin geleceğini önceden hisseder, hattâ sezebilir. Yine de içindeki bir ümit, bu geleceğin gerçekleşmemesi yönüne doğru iter o insanı. Bu hâl, insanın kendisini avutmasıdır! Ben de öyleydim. Aşı boyalı evde, Musa'ların bahçesinde, Feride'yle konuşurken Darülfünün'da okurken bu korkunç geleceği görüyor, yine de unutmaya çalışıyordum. Yavuz'la, Midilli'ye Türk Bayrakları çekildiği gün, düşüncelerimi ayaklarımın dibinde gördüm. İyiki Tiflis'te yakaladılar bizi; yoksa seninle şurada konuşacak gücüm bile kalmayacaktı. İstanbul'a sadece cesedimi götürürdün. Dinlenmek, hattâ düşünmek imkânını buldum. Şimdi anlıyorum ki, biz yeniden doğmalıyız. (Gün Batarken)
  • Hıristiyanlık telâş içindeydi... Avusturya İmparatoru Rudolf’un emriyle, bütün kiliselerde Türklerden intikam alınmasını hatırlatmak ve Allahın yardımını sağlamak için günde üç defa çanlar çalınıyor ve bunun adına (Türk çanı) deniyordu. (Son Akın)
  • Tarih 1496 yılının haziran ayı idi. Seneler geçmişti aradan... Kurdoğlunun altı parçalılık filosu Akdenizde ağır ağır seyrediyordu. Artık Müslihittin'in peşinde Rodos'un diğer harp gemileride vardı. Kurdoğlu adı Rodosluların rüyalarına bile girmeye başlamıştı. Kurdoğlu Müslihittini bütün gemiciler tanıyor, kurt başlı forsu etrafa dehşet saçıyordu. (Suların Gölgesinde)
  • Hüseyin Bey oturdu. Aklına nereden geldiyse belki de Ahmet'i unutabilmek için: "İttihatçılar vatanlarını severler!" dedi. Sonra ekledi, "Yalnız nasıl sevileceğini bilmezler. Bunun için de tırmalayıp dururlar." (Gün Batarken)
  • Her şey faydasızdı, ne yapsalar hakikati değiştiremezlerdi, belki de en iyisi gerçeği daha fazla kurcalamamak, derinliğine inmemekti... (Son Akın)
  • Yarın! Acaba dünden daha mı iyi olacaktı? (Son Akın)
  • Sonbahar yağmurlarının insana hüzün verdiği zamanlarda ben, daima mazimi hatırlarım. (Cadıların Kırbacı)
  • Giden gelmez, gelen bulmazdı. (Yoldaki Adam)
  • -Tankut Alp, diye tekrarladı. Ağlıyor musun hâlâ? -Hayır. -Ağla istersen. Sabretmek için belki de gerekli bu. (Kutlu Dağ)
  • Ne güzel şey sevmek, sevilmek. Bir arzuyu paylaşmak. İnsana güven verir. İnsana insan olduğunu hatırlatır. En koyu ihtiraslarda bile bir şeyler yapma, yenilenme, yeniden doğma isteği vardır. Çok düşündüm, çok tarttım, anladım ki ben bunlardan uzağım. Nasibimi almamışım, alamamışım... (Gün Batarken)
  • _Diyor ki , " Bir kimse herhangi bir huya alışıp, bunu nefsine iyice yerleştirirse ondan ayrılması son derece zor olur .Lakin zor olmak, olamaz demek değildir!" (Tanyeri)
  • Şeyh Edebalı tane tane söyledi ve talip eskisine nazaran daha sakin ve daha inançla tekrarladı: "Hırs kapısını bağlayıp cömertlik kapısını açacaksın. Kahır kapısını bağlayıp iyilik kapısını açacaksın. Kin kapısını kapatıp hoşgörülük kapısını açacaksın. Tokluk kapısını bağlayıp riyazet kapısını açacaksın. Halktan ümit kapısını kilitleyip Hak'tan rica kapısını aralayacaksın. Boş laf söyleme kapısını bağlayıp bilgi kapısını açacaksın. Şeytanlık kapısını kapatıp Tanrı'ya inanış kapısını açacaksın..." (Kutlu Dağ)
  • Takvimler, 20 Aralık 1522 cumartesi gününü gösteriyordu. Kuşatıldıktan beş ay, sefere çıkıştan yedi ay sonra Rodos alınmıştı... 2 Ocak 1523 cuma günü, Rodos kalesinde Türk bayrakları dalgalanırken, Kurdoğlu Muslihittin büyük bir gururla Sultan Süleyman'ı selamlıyordu! (Suların Gölgesinde)
  • — Ya, tanımadığına nasıl kefil olursun? — Anasını çok sever. Anasını seven, karısını, kısrağını, toprağını da sever. Hep böyle olmuştur... Ondan kötülük gelmez. (Son Akın)

Yorum Yaz