diorex
sampiyon

Yeraltında Uçan Kuş - Osman Şahin Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Yeraltında Uçan Kuş kimin eseri? Yeraltında Uçan Kuş kitabının yazarı kimdir? Yeraltında Uçan Kuş konusu ve anafikri nedir? Yeraltında Uçan Kuş kitabı ne anlatıyor? Yeraltında Uçan Kuş PDF indirme linki var mı? Yeraltında Uçan Kuş kitabının yazarı Osman Şahin kimdir? İşte Yeraltında Uçan Kuş kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 12.06.2022 05:00
Yeraltında Uçan Kuş - Osman Şahin Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Osman Şahin

Yayın Evi: Kaynak Yayınları

İSBN: 9789753432290

Sayfa Sayısı: 203

Yeraltında Uçan Kuş Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Hapishaneler bir tür suç kışlalarıdır. Suçluyu daha suçlu yapan "suçlu imal atölyeleri"dir. Binlerce insandan oluşan bir "mahkumlar ulusu"nun yaratıldığı yerlerdir. Disiplin adına insan sağlığının, insan akllının kalın taş duvarlar içine atıldığı hücreler, dipkapalılar, zincirler, kelepçeler, demir kapılar bilincidir. Hapse düşen insanın kişiliği aşınır, parçalanır, sağlığı bozulur, giderek kendi tabutunun ucundan tutmaya zorlanır.

Yeraltında Uçan Kuş" romanı, daha önce Kaynak Yayınları'nca yayımlanan ve geniş ilgi gören Fırat'ın Sırtındaki Kan Bucaklar'ın devamı gibi görünse de, apayrı, özgün bir romandır. 1968-1974 yılları arasında Tekirdağ ve Bursa kapalı cezaevleri ile İmroz Yarıaçık Cezaevi'nde hapis yatan Adnan Bucak'ın anılarından oluşturduğum bu belgesel romanda, Bursa Hapishanesi'ndeki akıl almaz işkenceleri, kahramanımızın Deniz Gezmiş ile olan arkadaşlığını, bize ait birbirinden ilginç karakterleri, firarları ve bilinmeyen hapishane dünyasını akıcı, duru, yalın bir Türkçe ile okuyacak, kolay kolay unutamayacaksınız.

Yeraltında Uçan Kuş Alıntıları - Sözleri

  • Ey barış, ne güzelsin sen...
  • Yine de yalnızlığın gizil bir sesi vardı. Kulak çınlamasına benzer bir sesti bu.
  • Deniz'in o sakallı, yorgun, ciddi resmine bakınca anladım, Deniz'in yüzüne dağların hiç eğilmeyen gururunun sindiğini. Dağlar, insanı öyle mağrur ve özgür yapardı. Yakası kürklü bir de parkası vardı sırtında Deniz'in.
  • Görünüş olarak özgürdüm, ama aslında içimi basan sıkıntının tutsağıydım.
  • Aşkın kuralı, kuralsız oluşu galiba.
  • Her insanın kendine ait bir dünyası vardı; iyiliğini de, kötülüğünü de içinde taşıyan bir dünya. Bu dünya, asıl dünyanın bir parçasıydı. Herkes kendi dünyasını başının üstünde tutmaya çalışmalı, kimse onu ayaklar altına düşürmemeliydi. Yaşam törem buydu benim.
  • İnsanlıktan büyük akrabalık olur mu?
  • İçim bütün renklerden uzaklaşmıştı çünkü. Her şey kül rengiydi, her şey solmuştu, puslu, soğuk, uzaktı bana karşı.
  • Toprak dediğin kara kan değil miydi? Toprak canlıydı. Canlı bir emanete niçin hainlik yapılıyordu?
  • "Hayır bu benim yaşamımın gerçeğidir. Sizi sevdiğim için yalan söyleyemem"
  • Onların suya sabuna dokunmayan, ot gibi hareketsiz yaşamlarına kızıyor, bir yandan da onların bu yaşamına imreniyordum nedense.
  • Üstelik ağırbaşlı, saygın bir kişi olmanın ağalıkla, marabalıkla hiçbir ilgisi yoktu, olamazdı da. Benim bildiğim, kişi, kendi saygınlığını yine kendisi yaratırdı.
  • Görünüş olarak özgürdüm, ama aslında içimi basan sıkıntının tutsağıydım.
  • Ne Maria'nın dini benim di­nime uyardı, ne milliyeti milliyetime uyardı, ne de yetişme koşullarımız. Ben Fırat'ın çocuğuydum, Maria ise, mavi Ege'nin kış yaz ak köpüklü sularıyla kıyılarını dövdüğü küçücük İmroz'un çocuğuydu. O bir papazın kızıydı, ben ise Güneydoğulu bir toprak ağasının oğluydum. O özgürdü, ben ise cinayet suçundan hükümlü, daha da yıllarca hükümlü kalacak olan bir insandım. Koşullarımız çok farklıydı. Ama ikimiz de insandık; insanlıktan büyük ne olabilirdi?

Yeraltında Uçan Kuş İncelemesi - Şahsi Yorumlar

"Ey barış, ne güzelsin sen...": Merhaba Dostlar! Toplumcu Gerçekçi bir yazar olan yazar/osman-sahin'in ilk okuduğum kitabı ile sizlerleyim. Osman Şahin'in ismini okuma etkinliği sayesinde duymayan kalmadı sanırım. Bizleri bu değerli yazarla tanıştıran BilgeSevgi 'ye, etkinliği hazırlayan black 'ye ne kadar teşekkür etsek azdır. Beni etkinliğe davet eden annefrank 'e de özellikle teşekkür etmek isterim. Beni unutmadığın için çok teşekkür ederim annefrank . Kimdir bu Osman Şahin? BilgeSevgi 'nin incelemesini (gonderi/82931392) okuduğum ilk anda beni bir merak sardı. Adını hiç duymadığım bir yazardı çünkü. Üstelik romanları en çok filme çekilen yazar. Hem de bildiğimiz bir çok filmin yazarı. yazar/osman-sahin Osman Şahin 1940 yılında Mersin'in Arslanköy kasabasında yoksul bir ailenin 13 çocuğundan biri olarak dünyaya gelmiş. Ayakkabısız olarak köyünden çıkıp, girdiği sınavı kazanarak Dicle Köy Enstitüsü'ne okumaya gitmiş. İlk ayakkabısını da orada giyinmiş. İlk defa ayakkabı giyeceğinin heyecanı ile 35 numara olan ayağına 48 numara bir ayakkabı alır. Çocukluk işte.' Ayak numarası nedir bilmiyordum ki' derken öyle tatlı konuşuyor ki, onu dinlerken duygulanmamak elde değil (Sunay Akın ile İşte O Çocuk) https://youtu.be/Cw229k4uEpE (izlemenizi tavsiye ederim) Ayak numarasının ne demek olduğunu bile bilmeyerek girdiği Dicle Köy Enstitüsü'nde öğretmen olarak mezun olmuş. Mezun olduktan sonra Siverek'e bağlı, Kalemli Köyü'nün öğretmenliğine atanmış. 18 yaşındaki bu genç öğretmen büyük aşiret kavgalarının içinde bulmuş kendini. Görev yaptığı sırada notlar almış. Sonraları ise bu notlardan kitaplar yazmış. yazar/osman-sahin daha sonra Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Beden Eğitimi bölümüne girmiş. Mezun olduğunda Malatya Lisesi'ne beden eğitimi öğretmeni olarak tayin olmuş (memleketim). Malatya, Elazığ, Tunceli, Maraş dolaylarında 14 yıl görev yapmış. Buralarda bulunduğu sırada 33 köy hakkında alan araştırması yapmış. Daha sonra bu araştırmalarını da kitaplaştırmış. '1967-1974 yılları arasında İzmit'e spor öğretmeni olarak atanır. Türkiye Öğretmenler Sendikası'nda (TÖS) çalışır. 1970'te yayımlanan ilk kitabı “Kırmızı Yel” TRT Öykü Ödülü'nü kazanır. Daha sonra Türk sinemasında filme çekilen Kibar Feyzo, Adak ve Fırat'ın Cinleri hikayeleri bu kitabında yer alır.' yazar/osman-sahin'in ilk öyküsünü yazar/yilmaz-guney satın almış. 'O parayla İstanbul'da bir ev alır ve öğretmenliğe Suadiye Lisesi'nde devam eder. Daha sonra Trabzon'un Arşın ilçesine tayini çıkar. Buradan emekli oldu.' '1978 yılında Aydınlık gazetesinde yayımlanan bir kitap tanıtım yazısı yüzünden 1,5 yıl hapis cezasına mahkûm olur. 1983'te Şile ve Yalova cezaevlerinde yatar. Cezaevinde iken “Firar” filminin öyküsünü yazar. Ayrıca daha sonra cezaevinde gördüğü, duyduğu, yaşadığı olayları 1996 yılında kitap/kollari-bagli-dogan--13970 adlı kitabında hikâyeleştirir.' Gördüğünüz gibi Osman Şahin nereye gitmişse hep çevreyi gözlemlemiş, alan araştırmaları yapmış, notlar almış. Araştırmalarını ise bir süre sonra kitap haline getirmiş. Herkes köyde görev yapar ama Osman Şahin gibi çevreyi gözlemleyip, alan araştırması yapıp sonra da kitap haline getirmek her babayiğidin harcı değildir. kitap/yeraltinda-ucan-kus--142095 Gelelim kitabımıza. kitap/yeraltinda-ucan-kus--142095, her ne kadar devamı değildir başlı başına bir romandır dense de kitap/bucaklar--204964'ın devamı. Önce o kitabı okumak istedim ama hangi siteye baktıysam kitabın satışı ya yok diyor ya da tükendi diyor. Anlam veremedim. yazar/osman-sahin yazdığı belgesel romanında, ilk görev yeri olan Kaleli köyündeki öğrencisi Adnan Bucak'ın kan davası yüzünden 16 yaşında adam öldürmesi ve bunun devamında yaşadığı hapislik hayatını kaleme almış. Romanını çok sevdiği öğrencisi Adnan Bucak'ın ağzından anlatmış. Adnan küçük yaşta işlediği cinayetin vicdan azabını yıllarca çeker. "Ey Fırat, hayatımı dinle! Yüreğimin yükü yıllarca ağır geldi bana. Çocuk yaşımda elime silahı tutuşturdular. Kardeşlerimin, amcamın, sevgili babamın, yaşıtlarımın ölümlerine tanık oldum. Onları toprağa değil de, yüreğimin içine gömmüşler sanki. Körpe yüreğim yıllardır o güzel ölülerin ağırlığını taşıyor. İçim yıllardır kocaman bir mezarlık sanki." (s.139) Küçük yaşta girdiği cezaevinde gençliği tükenir. "Kolay değil, beş ay Siverek Cezaevi'nde, iki buçuk yıl Tekirdağ Ce­zaevi'nde, iki yıl Bursa Hapishanesi'nde, altı aydan beri de yarıaçık ce­zaevinde olmak üzere, beş buçuk yılı şutlamak ...Gençliğimin en gü­zel yılları dört duvar arasında, bin türlü sıkıntı içinde geçmişti." (s.138) Kolay değil gerçekten. Hele bir de üstüne ağır cezaevi koşulları insanlıktan çıkarıyor. En ağır koşulları ise Bursa Hapishanesinde yaşar. "Dayak faslı bittikten sonraki günlerde de işkence değişik biçimde sürer, giderdi. Direnen mahkuma görüş yasağı verilirdi. Sebze, meyve yemesi aylarca yasaklanırdı. O zaman da pis, havasız, kalabalık koğuş­larda sebzesi, meyvesi yasak edilen mahkumun saçları dökülürdü. Aynı mahkumun mektup yazma, gönderme, mektup alma özgürlüğü de kısıt­lanırdı. Gelen mektubu verilmez, yazdığı mektup gönderilmezdi. Bu mahkumlar havalandırmaya da çıkarılmazlardı hiç." (s.89) Adnan Bucak'ın hapislik yıllarında yanında hep kader ortağı olan Koçali vardır. "Koçali ile olan yazgımız da ayrı bir şeydi. Nereye gidersek gidelim, onunla yazgımız bağlanmış gibiydi. İkimiz birlikte öldürülen babaları­mızın öcünü almış, birlikte kaçmış, birlikte dağlarda, evlerde gizlen­miştik. Yine ikimiz birlikte teslim olmuş, birlikte aynı kelepçeyi taka­rak, hapse atılmış, yine birlikte yargıç önüne çıkarılmış, birlikte Sive­rek'ten Tekirdağ Hapishanesi'ne, Bursa'ya, Bursa'dan İmroz Yarıaçık Ce­zaevi'ne gönderilmiştik ve şimdi de yine aynı yerde yatıp kalkıyor, ye­meklerimizi birlikte yiyorduk. Bütün bunları insan öz kardeşiyle bile ya­pamazdı." (s.134) Bursa Hapishanesinin tek iyi yanı zengin bir kütüphanesinin olması sanırım. Çünkü Deniz Gezmiş ve arkadaşı Yusuf Aslan'la orada tanışır. "Cezaevinin zengin bir kütüphanesi vardı. Fırsat buldukça kütüp­haneye gider, kitap okumalarımı sürdürürdüm. Ne zaman kütüphaneye gitsem, Deniz Gezmiş ve arkadaşı Yusuf Aslan'la karşılaşırdım. (s.95) Hapislik hayatının en iyi koşullarını da İmroz Yarıaçık Ce­zaevi'nde geçirir. Hatta ilk aşkını da orada bulur. Maria adında bir Rum kızına aşık olur. "Maria bana "Fırat" derdi, ben de ona "Ege". Ege ile Fırat'ın ilişkisi, aynı yoğunlukta günlerce, haftalarca sürdü." (s.169) Okuyacağınız bu kitapta çok şey bulacaksınız. Kurgu değil, hepsi de gerçek. Hapislik hayatı zor. Hele bir de 16 yaşında girmişsen en güzel yıllarını kaybetmişsin demektir. yazar/osman-sahin çok yalın bir dille yazmış belgesel romanını. Okurken kelimeler adeta akıp gidiyor. Okuyan çok şey kazanır, benden söylemesi. Meraklısına şimdiden keyifli okumalar. (Sultannn)

Öncelikle BilgeSevgi Hanım'a bu değerli yazarı keşfetmemize vesile olduğu için teşekkür etmek istiyorum. Sayesinde çok değerli bir yazarı okuma fırsatı buldum. Etkinlik kapsamına beni dahil ettikleri için @Sultanalp Hocama ve black Hanım'a da teşekkür etmek istiyorum.. Ömrümüz tüm güzel kitapları bulmaya da okumaya da yetmez. Böyle güzel insanlar sayesinde güzel yazarlarla ve kitaplarla tanışabilmek büyük ayrıcalık. Hepsine çok teşekkür ediyor, kitabın bende bıraktığı etkiyi aktarmak istiyorum mümkün olduğunca. Yazarın anlatım tarzını çok beğendim. Anlatım şekli o kadar güzel ki olayın içine dahil olduğumu hissedebildim.. Siverek'li Adnan Bucak'ın hapishane anılarının anlatıldığı bu kitapta ders çıkarılması gereken o kadar çok nokta var ki. Küçük yaşta eline silah verilip hayatının büyük bir kısmını en tatlı anlarını dört duvar arasına sıkıştırmak bir insanın hangi insanlığa hangi vicdana sığar? Adnan Bucak ağa oğlu. Babasını,amcasını,abilerini kan davasında kaybetmiş. Sonra eline silahı vermişler. Ailenin şerefini,onurunu kurtarmak sana düşer diye Adnan'ın hayatını küçük yaşta mahvetmişler. Adnan'ın bir de kader ortağı var Koçali. Onun babası da ağanın marabası ama Adnan'la ikisi çok iyi anlaşıyorlar. Yıllarca sürecek cezayı beraber yatıyorlar. Önce Siverek'te,sonra Tekirdağ Cezaevi'ne gidiyorlar. Yaşları küçük olduğu için sübyan koğuşunda kalıyorlar. Adnan yaşının küçüklüğüne rağmen çok olgun bir insan gibi davranıyor. Küçük yaşta hem acı kayıplar yaşayıp hem de hapishanelere düşmek her insanın kaldırabileceği bir yük değil. Acı insanı olgunlaştırıyor. Hapishanenin kötü koşulları,işkenceler,kaypaklıklar zaten zor olan durumu iyice zor duruma sokuyor. İnsanların ne kadar aşağılık olabileceğini,bunun bir sınırının olmadığını hem içerde yatan mahkumlar hem de devletin gücünü arkasına alıp garibanları daha da ezenler çok net bir şekilde gösteriyor. Hapishanede Müslüm Hoca adında bir omurgasız var. O karakterlerden günümüzde fazlasıyla var ve biz onlarla bir arada yaşıyoruz. Dinden imandan bahsedip her türlü pisliği yapan, dinin arkasına gizlenip milleti satan bu hoca kılıklı şeytana Adnan Bucak insanlık dersi veriyor. Hangi şartta ve durumda olur olsun her yerde garibanlar eziliyor. Filler tepişiyor olan çimlere oluyor yine. Kendinden biraz güçsüz birini bulunca onu hemen ezmeye çalışıyor insanoğlu..içerisi ya da dışarı fark etmiyor. Kişiler gelip geçiyor sistem değişmiyor. Adnan Bucak 18 'e gelince yetişkinler koğuşuna alınıyor. Bu arada kitap okumaya devam ediyor Adnan. Yaptığı yanlışın farkında. Yaptıklarını sorguluyor. Kendi hayatını karartıp, ailesinin şerefini kurtardığını ama ailesinin onu unuttuğunu fark ediyor. Hapishane günlerinde çok düşünüyor. Gençlik çağının dört duvar arasında yok olmasına sitem ediyor. Tekirdağ cezaevinden sonra ,Bursa Cezaevine gönderiliyor. Orda Deniz Gezmiş ve arkadaşlarıyla tanışıyor. Adnan'ın insanlarla olan yakınlığı onlara olan dostluğu insanlar üzerinde derin bir etki bırakıyor. Onla tanışan kimse unutmuyor Adnan'ı. Deniz Gezmiş ve arkadaşları tahliye olduktan sonra karıştıkları olaylar sonra Ankara Cezaevi ve orada uzun yıllar yargılandıktan sonra idam edilmeleri Adnan 'ı derinden üzüyor. Bütün cezaevi üzülüyor görüşlerine katılmasalar bile. Hapishanenin sağlık koşulları, işkenceler, mahkumları yapılan haksızlıklar durmadan devam ediyor. Adnan olanlara dayanamayacak duruma geliyor. Ve hapishaneden firar etmeyi kafasına koyuyor. Sonra bir şekilde firar etmeyi başarıyor. Uzun uğraşlardan,yakalanma korkusundan sonra köyüne gidiyor. Kaçtığını öğrendikleri zaman Adnan 'ı ikna etmeye çalışıyorlar geri teslim olması için . Adnan eve gittiğinde tekrar soruyor ben ne için ömrümü o dört duvar arasında çürütüyorum diye. Herkes kendi yaşamına devam ederken bütün acıyı , rezilliği Adnan çekiyor. Kitap bu şekilde Adnan'ın anılarıyla devam ediyor. Güzel dostlukları da görüyorsunuz kahpelikleri de ... Kitabın özeti gibi olacak alıntıyı buraya bırakıyorum ve sonlandırıyorum. "Ey Fırat ,hayatımı dinle ! Yüreğimin yükü yıllarca ağır geldi bana. Çocuk yaşta elime silahı tutuşturdular. Kardeşlerimin,amcamın,sevgili babamın,yaşıtlarımın ölümlerine tanık oldum. Onları toprağa değil de,yüreğimin içine gömmüşler sanki. Körpe yüreğim yıllardır o güzel ölülerin ağırlığını taşıyor. İçim yıllardır kocaman bir mezarlık sanki." Kitaplarla ve sevgiyle kalın ! Diğer kitaplarında görüşmek üzere :) (Turan)

Geçmişin bize güzeI görünmesine sebep, onun geIip geçmiş oImasıdır.: “Yeraltında Uçan Kuş” bir belgesel roman. Siverek’in büyük aşiretlerinden Bucak’ların -ki yine aşiretin tanınan isimlerinden milletvekili Sedat Bucak’ı Susurluk kazası ile ortaya çıkan aşiret-mafya-asker-istihbarat teşkilatı suç zincirinden iyi hatırlarız- 1960’larda patlak veren ve 24 kişinin ölümü ile sonuçlanan “Bucaklar Kan Davası”nı, eli kana bulanan gençlerinden Adnan’ın ağzından anlatıyor. Osman Şahin’in ifadesi ile “doktor olma düşleri kurduğu ilk gençlik çağında kendini birden acıların, ölümlerin ortasında bulan; ölüm ve kan anlamına dönüşen yaşamın acımasız bir bileği taşı gibi onu keskinleştirip, ölüm makinesine dönüştürdüğü Adnan Bucak’ın öyküsüdür!” bu. O yüzden siyasetçilerin, toplumbilimcilerin ve psikologların bu romanı okumasını, Türkiye’nin acılı gerçeği aşiret yapısının ve törenin çizdiği kadersizliği anlamalarını istemiştir Osman Şahin. 16 yaşına gelmeden amcasını öldürüp hapse giren, 13 yıl ceza alan, yaklaşan affı fırsat bilip 24 yaşında hapishaneden firar eden Adnan Bucak’ın dilinden hem hapishane yaşamını öğreniriz, hem de gencecik bir çocuğun töre bahanesi ile itildiği bu yoldaki kişisel gelişimini izleriz. Hapishanelerin, öyle kanunen varsaydığımız gibi, insanların sessizce oturup cezalarını çektiği ve “uslandığı” yerler olmadığını, silah-suç-uyuşturucunun içeride kol gezdiğini, gelecek umutlarını kaybeden insanların eskisinden bile daha tehlikeli hale geldiklerini, idarenin sadece zor kullanarak kontrol etme gücü ve şansının olmadığını görürüz. Doğduğu topraklarda çok değer verilen “töre” uğruna cana kıyan, bu cesaretinden de gurur duyan gencin dört duvar arasında hayatının en zor günlerini geçirirken, hayatlarına o yokmuş gibi devam eden kardeşleri ve akrabalarına önce şaşkınlığını, sonra kırgınlığını da yaşarız onunla birlikte. Çoğu kez durumunu sorgular Adnan Bucak; o gencecik yaşında hapislerde çürürken saçma kan davası bitmiş, akrabalar barışmıştır. Kendisi her şeyden mahrumken kardeşleri evlenmiş, eski kanlıları ile dost olmuş, çoluk-çocuğa karışmışlardır. Uğruna 24 kişinin can verdiği binlerce dönümlük tarlaları boş bırakılmış, kaderine terk edilmiştir. Peki, o ne için hapislerdedir? Kitap Adnan Bucak’ın dilinden bir günlük formatında aktarıldığından edebi anlamda pek beklentiniz olmasın. Rutin hapishane yaşantısının aktarımı tekrarlar nedeniyle benim için bir çok noktada sıkıcı ilerledi. Gerçi burada belki de yazarın bilinçli bir tercihi söz konusudur; birbirini birebir tekrarlayan günler aktarılan hapishane yaşantısının bir parçası olduğundan yazar, o iç sıkıntısını hissetmemizi istemiştir belki de. Yine de benim Osman Şahin’den beklentimin altında kaldı. Aşiret yapısı, aşiret kuralları ve yüceltilen “töre” ve “namus” kavramını hiçbir zaman anlamadım. Nitekim kitabı okuduktan sonra da gördüm ki, gencecik yaşında katil yapılan, hapishanede hayata dair büyük tecrübe kazanan ve yaşananların yanlışlığını anlayan Adnan Bucak dahi hapishaneden çıktıktan sonraki hayatını aşiretinin başında, geleneklerde büyük bir değişiklik yapmaksızın, aynı töreyi sürdürebilme hedefi ile devam ettirmiş. Bu, benim anlayabileceğim bir tercih değil. Kitabı okurken hissettiklerim farklı benim: 1. Nüfus ne kadar çok ise harcanabilecek can da o kadar ucuz oluyor. Acı ama gerçek bu maalesef. Ekonomide kuraldır, arz artar ise değer düşer; nüfus ne kadar çok ise insanın değeri de o kadar azalıyor. İster kardeş olsun, ister akraba… 2. Her erkeğin elinde çeşit çeşit silah, belli ki gururla sergiliyorlar, hatta “namus ve şeref” sayıyorlar. Halbuki elin ülkesinde yapılan silahı parası ile alıp cebine koymanın neresinde var akıl? Bir akıldan bahsedilecek ise ben silahı icat eden ve üretene verirdim o payeyi; böylesine kolay kandırabildikleri için “yiğit” erkekleri… 3. Bir aşiret birbirine töre ile bağlı binlerce insan demek; her aşiret bu binlerce insanı arasından bir çok katil çıkarmış. Ama teknoloji geliştirebilecek, o sayısız insanın kanına mal olan arazilerini verimli kullanabilecek ve tüm topluma değer yaratabilecek insanlar çıkaramamış. Yazık… Oscar Wilde’ın dediği gibi : “Geçmişin bize güzeI görünmesine sebep, onun geIip geçmiş oImasıdır.” Geleneklere körü körüne sarılmak yerine hatalardan ders alıp önümüze bakmak dileğiyle… (AkilliBidik)

Yeraltında Uçan Kuş PDF indirme linki var mı?

Osman Şahin - Yeraltında Uçan Kuş kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Yeraltında Uçan Kuş PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Osman Şahin Kimdir?

Osman Şahin (d. 1940, Mersin) Türk yazar.

Osman Şahin, 1940'ta Mersin'in Aslanköy ilçesinde doğdu. Dicle Köy Enstitüsü ile Gazi Eğitim Enstitüsü Beden Eğitimi Bölümü’nü bitirdi. Güneydoğu, Malatya, İzmit, İstanbul liselerinde spor öğretmenliği yaptı. 12 Eylül darbesinden sonra sürgün edilerek zorla emekli edildi. Bir roman eleştiri yazısı yüzünden 18 ay hapis yattı. Kırmızı Yel ile TRT Öykü Büyük Ödülü’nü, Ağız İçinde Dil Gibi ile 1980 Nevzat Üstün Öykü Ödülü’nü, Selam Ateşleri ile 1992 Ömer Seyfettin Öykü Ödülü ve 1994 Sait Faik Hikâye Armağanı’nı, Mahşer ile 1998, Ölüm Oyunları ile 2003 Yunus Nadi Öykü Ödülünü aldı.

1997 Ankara Film Festivali’nde Aziz Nesin Emek Onur Ödülü, 1999 Antalya Film Festivali'nde Yaşam Boyu Altın Portakal Onur Ödülü, aynı yıl Truva Kültür ve Folklor Derneği Yılın Edebiyat Ödülü, 2007 Mersin Kraliçe Aba Ödülü, XI. Ankara Öykü Günleri Onur Ödülü, 2008 Söke Kültür Sanat Festivali Onur Ödülü, aynı yıl Mersin'de İz Bırakanlar Onur Ödülü, 2009 İzmir Dünya Öykü Günü Onur Ödülü ve Mersin Kenti Edebiyat Ödülü ile onurlandırıldı.

Kırmızı Yel, 1984'te İsveç'te, pek çok öyküsü Polonya, Macaristan, Almanya, Fransa, Hollanda, ve Slovenya'da yayımlandı. 13 seçme öyküsü, Tales from the Taurus adıyla İngilizce ve Çince, üç öyküsü Kore dilinde yayımlandı. Bugüne dek 23 öyküsü filme alındı. Filmler, yurtiçi ve yurtdışı film festivallerinde Türk Sinemasına 35'ten fazla ödül kazandırdı.

Osman Şahin Kitapları - Eserleri

  • Kolları Bağlı Doğan
  • Köprü Kitaplar 5 - Katuna'da Dokuz Ay
  • Darağacı Avı
  • Ölümün Süt Dişleri
  • Kırmızı Yel - Acenta Mirza
  • Selam Ateşleri - Ay Bazen Mavidir
  • Eşkıya Kuza
  • Yeraltında Uçan Kuş
  • Ölüm Oyunları
  • Mor Cepken
  • Başaklar Gece Doğar
  • Sonuncu İz
  • Kanatları Yamalı Kuş
  • Güney Arısı
  • Ağız İçinde Dil Gibi - Acı Duman
  • Mahşer
  • Kırmızı Yel
  • Kan Köpüklü Meşe Seliyim
  • Fırat'ın Sırtındaki Kan
  • Son Yörük
  • Ay Bazen Mavidir
  • Acenta Mirza
  • Kan
  • Kıraleli
  • Ağız İçinde Dil Gibi
  • Acı Duman
  • Güneş Harfleri
  • Ses
  • Selam Ateşleri
  • Geniş Bir Nehrin Akışı: Yaşar Kemal
  • Bucaklar
  • Geloş Dağı Efsanesi
  • Ateş Yukarı Doğru Yanar
  • Bucaklar
  • Kanatları Yamalı Kuş
  • Sarı Sessizlik

Osman Şahin Alıntıları - Sözleri

  • "Ağlıyor olmam, içimin zayıf oluşundan değildi, işkence yapanları hâlâ insan soyundan sandığım içindi." (Kolları Bağlı Doğan)
  • Sümer ve Asur dönemlerinden kalma, merdivenle döne döne çıkılan, yapıldığı yıllarda yüzlerce metre yükseklikte olduğu sanılan, Tarih kitaplarında adı zigguratta olarak geçen dev tapınak bunlardan biridir. O zamanlar tapınağı yöneten rahipler, Zigurrat'ın en tepesindeki odada tanrının oturduğu inancını yayarlardı; ama kimseyi tepedeki odaya çıkarmazlardı. (Son Yörük)
  • Nerede olursanız olun söyleyecek bir sözünüz olsun, söz haysiyettir. !!! (Mahşer)
  • Hiçbir baskı, hiçbir duvar, zindan, kelepçe, zincir tomarları düşüncenin önüne geçemez. Okudukça, yüzümüze, ruhumuza kan gelen Nâzım Hikmet, aşağıdaki dizeleriyle en güzel örneğini vermiştir bunun: "Ben bir ceviz ağacıyım, Gülhane Parkı'nda / Ne sen bunun farkındasın, ne de polis farkında..." Yani "Ne yaparsanız yapın, ben ülkemin rüzgârıyım, bulutuyum, havasıyım, asla önüme geçmezsiniz" demek istiyor büyük şairimiz. (Kan Köpüklü Meşe Seliyim)
  • Ana kucağı cenettir... (Eşkıya Kuza)
  • Tükendim. Taş olsam erirdim, toprak oldum dayanmaya çalışıyorum. (Mor Cepken)
  • Çocuk doğuranın değil, onu besleyip büyütenindir. (Kanatları Yamalı Kuş)
  • “Barış düğümünü öyle sıkı, üst üste atalım ki, düğüm içine kimse parmağını sokamasın.” (Sonuncu İz)
  • "Koskoca bir yalnızlığın harmanıydı üstünde üğünen. Öylesine bir yalnızlık ki, o anda canını ayakta tutan kini dahi yoldaş çıkamadı kendine." (Kırmızı Yel - Acenta Mirza)
  • Kaynayan kazan kapak tutmazdı. (Ağız İçinde Dil Gibi)
  • Ne yaparsam yaparım; rakı da içerim , şarap da...Herkes kendi yediği haltının bokunu kendi altına dö­ker!.. (Başaklar Gece Doğar)
  • Şeyh, Livaze'yi meydanda oynarken görmüş beğenmiş. (..) "Onunla Allah emri olmak, onu beşinci karım yapmak isterim," demiş. Şeyhin yaşı altmış üç, Livaze'nin yaşı ise on beşti. Şeyh, Katuna'dan gittikten sonra, atlı adamlarını köye göndermiş, kızı babasından istetmiş. “Dördüncü karım hamiledir. Doğumuna iki ay vardır. İki ay da doğumdan sonrası vardır, etti dört ay. Dört ayda avradıma yaklaşmam günahtır. Gözüm dışarda kalmasın diye kızınız Livaze'yi karılığa almak isterim," demiş. (Köprü Kitaplar 5 - Katuna'da Dokuz Ay)
  • "Yenilmeleri kesin olan anılarım, şimdiki zamanla tutuştuğu kavgayı bir kez daha yitirdi. Ve sahibim olan şimdiki zaman, dünü bir kez daha yenerek çekip aldı beni onun elinden." (Ay Bazen Mavidir)
  • ... zulmedilen, insan kanı dökülen yerin suyu, havası bize acı geliyor. (Kan)
  • Söyleniyor, yazgısına kızıyor İdris: "Allah kahretsin. Her yer buradan daha iyi" (Ölüm Oyunları)
  • Yaşlılar Heyeti, sorguya çekecekleri erkekle kadını, eşit görmedikleri için onları karşılarına almaz, yan yana oturtmazdı. Erkek, dört adım önde, minder üstüne diz çökmüş olurdu. Kadın dört adım geride, hasırın üstüne oturur, yalnızca gözlerini açıkta bırakırdı. Soruları ortadaki kına sakallı sorardı. Kına sakallı sorgularken kadın ağzını asla açamaz, konuşamazdı. Konuşması yasaktı. Kına sakallılara göre, kadın günah sebebiydi. Havva Ana "elma şeytanı" ydı. Kadının sesi, gülüşü, şeytan yüklüydü. Kadın ağlarsa, erkeği günaha sokardı. Kadın mezarlığın yanından geçse, erkek isletler mezarlarından fırlar çıkarlardı. Kadının konuşması yasaktı. Konuşma yerine avuç içi büyüklüğünde yuvarlak bir dere taşı konulmuştu kadının elinin altına. Soru sorulunca kadın taşı eline alır, yanıt yerine "küt küt" vururdu yere. Kadının ne kadar şikayeti varsa taşı da o kadar yere vururdu. Taşın çıkardığı küt küt sesleri, konuşma yerine geçerdi. (Eşkıya Kuza)
  • "Ulan size teslim olmaktansa, kafama bir kurşun sıkarım daha iyi. Mezarı insan kazar ama içine kimin gireceği belli olmaz." (Ölüm Oyunları)
  • "Eğer biz namuslu kişilersek ve eğer Orhan Kemal'in sanatına şimdiye kadar bir ilgi duymamışsak, ödevimizi yapmamışız demektir. Yaşamının şunca yılını hapiste geçirmiş bu sessiz, patırtısız yazara toplumun bugüne kadar dayanak olmayışı, ancak toplumun kusuru olarak ortaya çıkar. Oysa yazar yalnız inancının adamı olmaktan öteye gitmeyi, çağımızın insanı olmayı çoktan, hattâ bizler uykudayken deneylerimizin ne denli kısır, renksiz olduğunu bilmek zorundayız. Bir ülkede insanları birbirine Orhan Kemal gibi yazarların varlığı yaklaştırır. Bütün bu göz çıkaran gerçeklere rağmen biz vurdum duymazlık rekorunu dünya çapında kırdık. Halkı tanıdı diye yadsımak, halkı sevdi diye, sevdirdi diye içeri tıktık onu. Biri çıkar da, "ben yoktum o işte, bana ne" derse, kendisine söylenecek iki laf vardır: "Bütün bu sanatçıları yalnız yargıçlar mahkûm etmez. Susanların hepsi de işin vebali altındadır. (Ateş Yukarı Doğru Yanar)
  • Bol biberli, sarım­saklı, sirkeli birer işkembe çorbası içtiler. (Başaklar Gece Doğar)
  • "Yirmi yıldan beri bu yolda gider gelirim, hiç böyle uğurlama görmedim. Allah aşkına, sizler bu insanlara ne yaptınız da, böylesine içten uğurladılar sizi?" "Basit," dedik. "Onları çok sevdik. Işık olmaya çalıştık onlara, ışık..." (Köprü Kitaplar 5 - Katuna'da Dokuz Ay)

Yorum Yaz