Yalnızlar - Zaven Biberyan Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Yalnızlar kimin eseri? Yalnızlar kitabının yazarı kimdir? Yalnızlar konusu ve anafikri nedir? Yalnızlar kitabı ne anlatıyor? Yalnızlar PDF indirme linki var mı? Yalnızlar kitabının yazarı Zaven Biberyan kimdir? İşte Yalnızlar kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Zaven Biberyan
Orijinal Adı: Lıgırdadzı
Yayın Evi: Aras Yayıncılık
İSBN: 9789757265276
Sayfa Sayısı: 240
Yalnızlar Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Zaven Biberyan, Türkiye'nin yakın tarihine farklı bir açıdan baktığı Yanlızlar adlı bu romanında, siyasi iktidarın el değiştirmesiyle toplumun da hızlı bir dönüşüm geçirmeye başladığı 1950'li yılların başlarında, İstanbul'un Anadolu yakasında bir sayfiye yerinde, Erenköy'de, bir yaz hafta sonunda yaşananları anlatıyor. Yazar, bu iki günde yaşananlarla, toplumsal sınıfların ve beraberinde çeşitli statülerden bireylerin iç dünyalarının derin bir psikolojik tahliline girişirken, başta insanlar, sonra da Türk, Ermeni, Yahudi, Rum toplulukları arasında iletişimsizliği, ruhların derinliklerinde gizli şiddet eğilimlerini ve bunların sonucunda kişisel-toplumsal davranış kalıplarında oluşan tahribatın getirdiği yalnızlaşmayı konu ediniyor.
Marjinalliğe zorlanmışların içeriden bakışına sahip, Ermenice 'Lıgırdadzı' kitabının Türkçe versiyonu olan Yalnızlar, toplumsal yalnızlığa itilenlerin öfkesiyle bireysel gerçekliklerin kesiştiği noktaya götürüyor bizleri.
Yalnızlar Alıntıları - Sözleri
- Hayat bilir misin neye benzer, Madam Yeranik? Rüyanda denizi görürsün, sana olmuş mudur hiç? Yüzmek istersin. Tam yüzeceğin anda kurur, kendini yerde yatmış bulursun . İstanbul'un karına da benzer. Şehri örter, sevinirsin. Kalkayım gezeyim, kartopu oynayayım dersin. Bir de bakarsın, erimeye başlamış, sokaklar çorbaya dönmüş. Çamura batarsın.
- Hiç kimseye, hiçbir yere bağlı olmamak, hür olmak, harikulade bir şey olsa gerekti. Kimse sormasın: Nerede kaldın? Kimse emretmesin: Uzat saçlarını! Kimse azarlamasın: Niye geciktin! Kimse karışmasın: Niye onu giydin?
- -Kinle karışık bir şehvet. Hem sahip olma, hem tahrip etme arzusu. Şiddetli bir arzu.
- -Alacakaranlıkta, akşamın nice vaatlerle yüklü uğultusu sardı Gülgün'ü.
- Gezmek buna mı diyorlar? Sokaktan sokağa saatlerce dolanıp durmak. Tek başına oturup bir dondurma yemek. Başkalarını seyretmek. Eve dönmek. Yapayalnız.
- "Hayat bilir misin neye benzer, Madam Yeranik? Rüyanda denizi görürsün, sana olmuş mudur hiç? Yüzmek istersin. Tam yüzeceğin anda kurur, kendini yerde yatmış bulursun. İstanbul'un karına da benzer. Şehri örter, sevinirsin. Kalkayım gezeyim, kartopu oynayayım dersin. Bir de bakarsın, erimeye başlamış, sokaklar çorbaya dönmüş. Çamura batarsın."
- Kimin yüzüne baksan, bizim köy, bizim tarla, bizim inekler, bizim eşekler... Kimse demez, bizim sefalet, bizim çektiğimiz...
- Sen kimse için adım atmazsan, başkası senin için yerinden kıpırdar mı hiç?
- Vatanseverlik adına ölüme gönderilen askerin, işin içyüzünü öğrenince, vatandan nefret etmesi gibi...
- -Gerçek, bütün işlerde, hayal ettiği romantik olaylardan farklı, adi, hayal kırıcı olurdu. Hayat gibi.
Yalnızlar İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Osman Beyler ve Yeranik Hanımlar aynı sokağın ayrı aileleri. Biri aniden zenginleşirken diğer aile ellerindekiler birden gider korkusu taşıyor. Bu iki aile sadece hanedekilerden de ibaret değil; Hayalperest Gülgün de var tanış Aret de filmlere vurgun Madam Verjin de. Birbirlerini bilip; yine de yalnız kalanlar her biri. . Zaven Biberyan ellilere götürüyor bizi, Kore Savaşı devam ediyor, yeni zenginler meydana çıkıyor, kutuplaşmalar derinleşiyor. Temelde oldukça basit bir hikâyeye öyle çok detay sığdırıyor ki Biberyan. Örneğin bir rüyadan karakterin bastırılmış korkularını anlıyoruz, tek bir kelimeden doğan nefreti duyumsuyoruz. Hem de bunu uzun uzun anlatmadan yapıyor yazar. Yaraları açıyor ama kanatmıyor, ses veriyor ama bağırmıyor. Her karakterin insanlığını önce kendi anlıyor. Severek ve biraz da içlenerek okudum. . Zaven Biberyan ile bu kitap aracılığıyla tanıştım, kitaplığımda yer alan bir diğer kitabı Karıncaların Günbatımı’nı (Babam Aşkale’ye Hiç Gitmedi ismiyle de bilinir) merakla ve çok bekletmeden okuyacağım. . Kapakta yer alan şiir misali fotoğraf ise Ara Güler’den (Hülya Açılan)
Sakin göründüklerine bakmayın, yolunda olmayan bir şeyler var!: Zaven Biberyan İstanbul’da doğmuş, yaşamış, Saint Joseph’de ve İstanbul Ticari İlimler Akademisi’nde okumuş bir gazeteci/yazarımız. Sol görüşlü olduğu için malumunuz, tüm benzer aydınlarımız gibi değişik takibatlara uğrayan, hatta hapis de yatan Biberyan bir dönem TİP İstanbul Belediye Meclis Üyeliği de yapmış. Geçmişinde varlık vergisinden dolayı kendisi de büyük acılar yaşayan Biberyan değişen toplumu, çürüyen ve yiten değerleri, bir daha yerine gelmeyecek kayıpları yalın ve etkileyici dili ile eserlerine aktarmayı başarmış. Okuduğum ilk kitabı “Yalnızlar” oldu, ama tek kelimeyle bayıldım. Bu topraklarda yaşananları anlamaya, yaşanan acıların altında ezilen insanları tanımaya çalışan benim bu zamana kendisini okumamış olmam affedilemez, büyük bir kayıpmış. “Yalnızlar”, 1950lerin İstanbul’unda, Erenköy’ün gerçekten de bir sayfiye köyü olduğu o yıllardan 2 günlük bir kesit sunuyor bize. Yazar bunu 2 ailenin yaşantısını, birbirine paralel ilerleyen 2 hikaye eşliğinde aktararak yapıyor. Dili o kadar akıcı ve kimi zaman karakterlerin iç sesleri o kadar ortada ve baskın ki, bende, 1950’li yıllarda çok da moda olan, bir fotoroman okuyormuşum izlenimi yarattı. Yaşananları sahneler halinde kurgulaması ve her sahnede yaşananları renkleri, kokuları, ortamı ile sanki gözümüzle görüyormuşuz gibi ortaya serebilmesi, Biberyan’ın büyük başarısı. Dönem, Cem Yılmaz’ın “Pek Yakında” filminde de gördüğümüz yeni ve ani (!) Türk zenginlerinin, biraz da görgüsüzlükleri ile ortaya serildiği dönem. Batı müzikleri dinleyip batı dansları yapınca daha uygar olduğunu zanneden, Anadolu’dan ve hele köyden gelenleri küçümseyen, erkeklerin puro ve paraya, kadınların kıyafet ve dedikoduya pek düşkün oldukları dönem. Aynı zamanda tek partili iktidarın sona erdiği, azınlıklara baskının arttığı, Varlık Vergisi, “Türkçe konuş kardeşim”, Türklüğe hakaret kanunu, vs… gibi söylem ve uygulamalarla azınlıkların köşeye sıkıştırılıp dövüldüğü dönem aynı zamanda. Hikayemizdeki ailelerden ilki Türk. İş hayatında yükselmeye çalışan ve bu doğrultuda devletle ilişkisini sağlam tutmaya çalışan Osman Bey, görgüsüz karısı, baldızı, bir baltaya sap olamamış -ve olma şansı da olmayan- oğlu Erol ve “evlatlık”ı Fatma ile Erenköy’de geniş bahçeli köşklerden ilkindedir. Ön planda fazla görmeyiz Osman Bey’i; ama biliriz ki ihale için torpil kovalayan, parayı bulunca metres yapan tipik bir sonradan görme zengin prototipidir. Yanlarında yaşayan “evlatlık” Fatma hikayemizin ana karakteridir. Kimbilir ne zaman, hangi acılar nedeniyle bir kara trene binip gitmiştir annesi, evladını ellere bırakarak -bize Ermeni mezalimi zamanında yaşanan kopuşları hissettirir acısı ile-; o, ellerde hizmetçi olmuştur… Adı “evlatlık” olsa da, evin hanımına “anne“ dese de o da bilir ki hizmetçiden bile kötüdür durumu; boğaz tokluğuna, bir kuruş almadan gece-gündüz-hafta sonu uzun saatler boyu çalıştırılan, aşağılanan, gururu kırılan, çöplerle giydirilen bir köledir o. Hayata karşı isyankardır; zira gençtir, o da giyip süslenmek ister, kurtuluşa dair bir ümit arar sürekli. Ama yoksulun hayalinin zenginin gözünde önemi yoktur. İkinci ailemiz bir Ermeni ailesi. Varlık vergisi nedeniyle servetlerini kaybeden ve köşkün bir kısmında kiracı durumuna düşen anne Yeronik, teyze Pupil ve evde kalmış bekar oğul Krikor’un korkudan ve endişeden beslenen günlük hayatlarını izleriz. Para biriktirmek dışında bir şey düşünmeyen Krikor bu endişeyi çok güzel yansıtır. Dışarıya olduğundan farklı görünmeyi hedefe koymuş, kimseleri beğenmeyen, dedikoducu anne-teyzenin yanında bir yaşam kurmuştur kendine Krikor; cinselliği yaşamak ister ama evinden çıkmaktan korkar. Hiçbir kızın annesi ile birlikte oturmayı kabul etmeyeceğini bilir; kendisinin de annesinden ayrılmaya niyeti yoktur. Rutin atışmaları, kavga dövüşleri ile hepsinin görünüşte şikayetçi, içten içe ise memnun olduğu bir hayat sürerler. Roman Ermenice’de “Sürtük” ismi ile basılmış. “Sürtük”, Ermeni ailemizin evlatlık Fatma’ya taktığı addır. Nitekim hikaye bu “sürtük” etrafında şekillenirken aslında diğer tüm karakterlerin, Fatma’dan çok daha “sürtük”, çok daha kötü olduğunu görürüz. Ne var ki güç konuşur, insanlar zayıflara karşı acımasızdır. Hikayemizdeki Ermeni aile de bilmez ki zayıf düştüklerinde, çok değil birkaç yıl sonra, kendileri de başkalarınca ezilecektir; arka planda duyulur bu ayak sesleri... Biberyan 1950lerin İstanbul’u ile, artan azınlık karşıtı söylemleri ile, yeni zenginlerin görgüsüzlüğü, sebepsiz zenginleşenlerin ortaya çıkışı ile son derece gerçekçi, nostaljik bir ortam yaratmış bize. Teyzemin anlattığı eskilerin Fatih’ini hatırlatı bana; komşularının yarısından fazlasının gayrimüslim olduğu, tüm dini bayramları hep birlikte kutladıklarını söylediği o dönemleri. Bu değerlerin hepsini kaybetmiş durumdayız şimdi. Eskiye dönme şansı yok, ama neyi yanlış yaptığımızı anlamak, bir daha aynı hataları yapmamak ve ayrıştırmadan, farklılaştırmadan daha güçlü olabileceğimizi anlamak için bu dönemleri iyi okumak ve öğrenmekte fayda var. İlgisini çeken herkese güçlü kalemi, bireyi ve acıları ön plana çıkaran üslubu ile Biberyan’ı tavsiye ederim. (AkilliBidik)
Yalnızlar PDF indirme linki var mı?
Zaven Biberyan - Yalnızlar kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Yalnızlar PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Zaven Biberyan Kimdir?
İlk eğitimini Kadıköy Aramyan-Uncuyan ve Dibar Gırtaran (Sultanyan) Ermeni ilkokullarında alan Biberyan, sırasıyla Saint Joseph Lisesi ve İstanbul Ticari İlimler Akademisi'nde eğitim gördü.
Ermenice yayın yapan birçok gazetede yazılar yazdı, yöneticiliğini yaptı. 1946'da Nor Lur adlı gazetedeki Al Gı Pave... (Artık Yeter) başlıklı yazısından dolayı hapis yattı. Bu yazısı Ermeniler aleyhinde tutuma ve Ermeni karşıtı yayınlara karşı yazılmıştı. Daha sonra bulunduğu işlerden de sosyalist düşüncelerinden ötürü baskılar görerek ayrılmak zorunda kalan Biberyan, 1949'da Beyrut'a yerleşti. Orada da gazeteciliğe devam etti ve Ermenice yayın yapan Zartonk ve Ararad 'ın yazı işlerinde görev aldı.
1953 yılında İstanbul'a dönerek, Osmanlı Bankası ve Meydan Larousse: Büyük Lugat ve Ansiklopedisi 'nin redaksiyon kurulunda görev aldı. Ayrıca 1968 yılında TİP'ten İstanbul Belediye Meclis üyeliğine seçildi.
Zaven Biberyan, 4 Ekim 1984'te vefat etti ve Şişli Ermeni Mezarlığı'nda toprağa verildi.
Yazar varlık vergisi mağdurlarındandır ve o dönemlerde çok acılar çekmiştir. Bu konuyla ilgili Mırçünneru Verçaluysı (Karıncaların Günbatımı) adlı romanı 1970 yılında Jamanak gazetesinde tefrika edilmiş ve ölümünden birkaç hafta önce Aras Yayıncılık tarafından yayınlanmıştır. Bu kitap, "Babam Aşkale'ye Gitmedi" adıyla, 1998'de Türkçe'ye çevrildi.
Bazı eserleri
- Lıgırdadzı (Arsız) - 1959
- Dzovı (Deniz) - 1961
- Angudi Siraharnerı (Meteliksiz Aşıklar) - 1962
- Mırçünneru Verçaluysı (Karıncaların Günbatımı) - 1984, 2007
Zaven Biberyan Kitapları - Eserleri
- Yalnızlar
- Karıncaların Günbatımı
- Meteliksiz Aşıklar
- Babam Aşkale'ye Gitmedi
- Car Vıvre, C’étaıt Se Battre Et Faıre L’amour
Zaven Biberyan Alıntıları - Sözleri
- Gezmek buna mı diyorlar? Sokaktan sokağa saatlerce dolanıp durmak. Tek başına oturup bir dondurma yemek. Başkalarını seyretmek. Eve dönmek. Yapayalnız. (Yalnızlar)
- "Ona göre mesele basitti. Her kadın gibi, o da evlenmeliydi, yaşı da zaten geçmek üzereydi. Eve bir erkek girecekti, Margos olmuş, Giragos olmuş ne fark eder? Gerçekten de ne fark edebileceğini anlayamıyordu. Bu yüzden, kendi kendine bile sormamıştı bunu. Annesi büyüklerin elini öpmeyi, iki büklüm durmayı bilen Kevork'u beğenmişti. 'Neticede bunlar taşralı, büyüğü sayarlar' diye övüyordu onu. Meline on yedi yaşındayken ve babası sağken, taşralıya kız vermek istemediğini unutmuştu." (Meteliksiz Aşıklar)
- "Hayat bilir misin neye benzer, Madam Yeranik? Rüyanda denizi görürsün, sana olmuş mudur hiç? Yüzmek istersin. Tam yüzeceğin anda kurur, kendini yerde yatmış bulursun. İstanbul'un karına da benzer. Şehri örter, sevinirsin. Kalkayım gezeyim, kartopu oynayayım dersin. Bir de bakarsın, erimeye başlamış, sokaklar çorbaya dönmüş. Çamura batarsın." (Yalnızlar)
- -Hayata yapışıp kalmak kötüdür, çirkindir. Bıkkın sevgililerine yapışan karılar gibi! İnsan değişmeli oğlum, eskimeli, yıpranmalı, bozulmalı, karmakarışık olmalı ki hayatın geçtiğini anlasın. Ölmeye razı olmalı. Yola çıkmaya hazırlanmalı. Bir yer gelir ki, içinde değişiklik hissetmediğin için korkarsın. (Karıncaların Günbatımı)
- Sen kimse için adım atmazsan, başkası senin için yerinden kıpırdar mı hiç? (Yalnızlar)
- Biz yaşamımızı çalışarak ve uyuyarak geçiriyoruz. Yaşamaya zaman kalmıyor. Güya yaşamak için çalışıyoruz. Nefes almayı yaşamak sanıyoruz. (Karıncaların Günbatımı)
- -Karıncaları hep mükemmel örnek diye gösteriyorlar. İnsanı karıncaya dönüştürmek istiyorlar. Başarıyorlar da. Tüm sevimsiz ve çirkin şeyleri insanların yapacağı, hayranlık duyacağı araçlara dönüştürmekte gerçekten çok ustayız. Ben karıncadan nefret ediyorum. Hayatım boyunca ne karınca olmak istedim ne de olabildim. Çalış, çabala, taşı, depola, kışın ye, sonra yeniden çalış çabala, taşı, depola. Koca bir hayat. Sonra da öl. Piramitler yap, şehirler yap, binalar, fabrikalar, makineler, sanayi, uygarlık. Bütün bunlara hizmet et. Koca bir hayat. Sonra da öl. Kim için? Ne için? Kim yararlanıyor? Kim keyfini sürüyor? Dört kişi. Yani hiç kimse. (Karıncaların Günbatımı)
- Vatanseverlik adına ölüme gönderilen askerin, işin içyüzünü öğrenince, vatandan nefret etmesi gibi... (Yalnızlar)
- "Etrafında bir dostun olduğunu bilip korkmamak ne güzel şey." (Meteliksiz Aşıklar)
- "Bir kişi çalışmadan yaşasın diye, bin kişi yaşamadan çalışır. Okul kitaplarımız çalışmanın övgüsünü yapar. Enayiler çoğalsın diye. Çalışmadan yaşayanlar oldukça, çalışmak enayiliktir. Forsalık. Forsalar kürekleri çeker, gemi yol alır. Forsalar gökyüzünü görmez ama kaptan denizin karşısında keyif çatar. Eğer gemi batarsa kaptan canını kurtarır, forsalar da farelerle birlikte boğulur. Vay, vay, vay, sen gel bak Tanrı'ya ki, bu kadar aptal bir yaratığı güya kendine benzer yaratmış." (Karıncaların Günbatımı)
- -Serseri diyorsunuz, çünkü kıskanıyorsunuz. Siz haklı olduğunuzu kendinize ispatlamak zorundasınız. Karanlık bir delikte günlerinizi hareketsiz geçirmeye, yaşamak diyorsunuz. Geçiminizi kazanacaksınız. Peki ne zaman yaşayacaksınız? Çalışmak için çalıştığının farkına varmazsın. Hayatın amacı çalışmak değil ki! Ne demiş Tanrı? Çalış çabala diye bir şeyler zırvalanmış. Bir kişi çalışmadan yaşasın diye, bin kişi yaşamadan çalışır. Okul kitaplarımız çalışmanın övgüsünü yapar. Enayiler çoğalsın diye. Çalışmadan yaşayanlar oldukça, çalışmak enayiliktir. Forsalık. Forsalar kürekleri çeker, gemi yol alır. Forsalar gökyüzünü görmez ama kaptan denizin karşısında keyif çatar. Eğer gemi batarsa kaptan canını kurtarır, forsalar da farelerle birlikte boğulur. Vay, vay, vay, sen gel bak Tanrı'ya ki, bu kadar aptal bir yaratığı güya kendine benzer yaratmış. İyi iş dediğin nedir? Temiz bir ev, yeni giysiler. Dostun sana kravatını nereden aldığını sorduğunda sevinir ve gururlanırsın. Günün iki üç saati zaten yemek, yıkanmak ve tıraş olmaya gider. Ötede bir şey kalmaz. Ev sahibin için, bakkal için, kasap için, devlete vergi vermek için, polise, jandarmaya aylık vermek için çalışırsın, kafana vursunlar diye. Çamaşırcıya, terziye, ayakkabıcıya çalışırsın. Kazandığını verirsin. Sana ne kalır? Pazardan pazara bir yarım gün kalır sana hayatından. Eğer o yarım gün de yaşıyorum demek için yetiyorsa, işin iş. Sen yaşadığını sanırsın. Eğer yaşamak, senin için yemek, giyinmek, bir delikte başkası için çalışmaksa, eğer nefes almaksa, hazmetmek için ilaç, uyumak için ilaç, sevişmek için ilaç almaksa, yaşıyorsun tabii. Benim için yaşam bu değil. Ben tenimde, kanımda hissetmeliyim dünya yüzünde yaşadığımı. Her dakika, uykumda bile. Evrenin ortasında olduğumu, onun bir parçası olduğumu hissetmeliyim. (Karıncaların Günbatımı)
- Kalbi sıkışıyordu . Hayatı beğenmiyordu . Dünyadaki hiç bir şeyi beğenmiyordu . (Babam Aşkale'ye Gitmedi)
- Yarını düşünmekten yaşamayı unutuyoruz: "Yarın... Yarından sana ne? Yarın böyle olur mu? Hava böyle güzel olur mu? Bir hafta sonra ne olur, belli mi? Yaşıyor olur muyuz? Gelecek ay İstanbul yerinde olur mu? Dünya yerinde olur mu? Yarın... Hayatta yarın yok ki. Ve bugünü elinden kaçırdığında, ne kalır geriye?" (Meteliksiz Aşıklar)
- -Altı gün çalış, yarım gün yaşa! Yaşamak nedir? Hangisidir? Yaşasan ne olacak, yaşamasan ne olacak... (Karıncaların Günbatımı)
- Hiç kimseye, hiçbir yere bağlı olmamak, hür olmak, harikulade bir şey olsa gerekti. Kimse sormasın: Nerede kaldın? Kimse emretmesin: Uzat saçlarını! Kimse azarlamasın: Niye geciktin! Kimse karışmasın: Niye onu giydin? (Yalnızlar)
- "Kalpleri hızlı hızlı, deli gibi çarpan, ama bir şey belli etmeyen kızlar... Köşebaşında, bir çocukla el ele tutuşmaya can atan kızlar... Kızlardan biri, bir çocukla el ele tutuşamadan, yıldızları kucaklayıp bu dünyadan göçmüş. Öbür kız, 'sinir bir çocuk' gelip elini tutsun diye yaşamaya devam etmiş, ne var ki çocuk, bu basit jestin o kız için ne kadar uzun ve heyecanlı bir bekleyişi taçlandırdığından bihabermiş. Ve o kız hayatının en büyük heyecanını, buna değmeyen sinir bir çocuk için harcamış. Sonra başka bir çocuk gelmiş, o heyecanı duyurmaya ve duymaya layık bir çocuk, ama bu sefer de kızda o heyecandan eser yokmuş." (Meteliksiz Aşıklar)
- -Aklından hiç geçti mi hayatın ne rezil bir şey olduğu? Seni doğuranı gömeceksin, bazen senin hayat verdiğin kişiyi bile gömeceksin. Tüm sevdiklerini birer birer kaybedeceksin. Yalnız kalacaksın, yaşlanacaksın. Bir gün elin ayağın da tutmayacak. Bütün bunlar olacak. Her şeyi kaybedeceksin ama unutma ki, hatıralarını kaybedemezsin. Onlar canına okuyacak. Tam sabah olmuşken bir de bakacaksın ki akşam olmuş. Gözünü açıp kapamışsın akşam olmuş ama sabahtan akşama kadar neler görmüşsün. Sana en tatlı şeyleri göstermişler, sonra birden elinden almışlar. Bari güzel şeylerin tadını almamış olsan, dert değil. Tadını alırsın, bir daha da vermezler. Ne tarafa dönsen kaybetmek var, kazanmak yok. Kelebek bir gün yaşar ve ışığın sevdasına ölür. (Karıncaların Günbatımı)
- Kimin yüzüne baksan, bizim köy, bizim tarla, bizim inekler, bizim eşekler... Kimse demez, bizim sefalet, bizim çektiğimiz... (Yalnızlar)
- "Silva memnundu. 'Babamı mars ettin' demişti. Bunu söylemesi, onu gururlandırmak yerine, tam tersi, üzüntüsünü artırmıştı. Silva, babasını mars etmenin onu sevindirdiğini mi sanıyordu? Oysa o kendisini mars edecek bir baba istiyordu. Gururla arkadaşlarına gösterebileceği, işte bu benim babam diyebileceği bir baba. Ne zaman bir sıkıntısı, endişesi, korkusu olsa güçlü kanatları altına sığınabileceği bir baba... Çözümsüz sorunlarını emanet edebileceği, her şeyi sorabileceği ve cevaplarına yüzde yüz güvenebileceği bir baba. Yeter ki kendisini sevdiğini bilsin. Böyle bir babaya sahip olanlar kim bilir nasıl mutluydular..." (Meteliksiz Aşıklar)
- "Buydu arzusu .Oh demek . Canı gönülden bir oooh . (Babam Aşkale'ye Gitmedi)