diorex
ARTUKBEY

Veba - Albert Camus Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Veba kimin eseri? Veba kitabının yazarı kimdir? Veba konusu ve anafikri nedir? Veba kitabı ne anlatıyor? Veba kitabının yazarı Albert Camus kimdir? İşte Veba kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 02.03.2022 20:00
Veba - Albert Camus Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Albert Camus

Çevirmen: Nedret Tanyolaç Öztokat

Orijinal Adı: La Peste

Yayın Evi: Can Yayınları

İSBN: 9789750728273

Sayfa Sayısı: 303

Veba Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Camus adı çoğu okur için Yabancı romanıyla özdeşleşir. Ancak yazarın en önemli yapıtı aslında "Veba"dır. Keskin bir gözlem gücünün desteklediği arı bir bilinçle Veba, yalnızca çağımızın değil, tüm insanlık tarihinin ortak bir sorununa değinir: Felaketin yazgıya dönüşmesi. Camus'nün hiçbir yapıtında böyle acı bir yazgı, böylesine şiirsel bir dille ele alınmamıştır. "Veba", insanın ve ışığın şiiridir. Bu şiirde renkler alabildiğine koyu, ancak yazarın sesi o denli umut doludur. Beklenmedik bir boyuta ulaşan veba salgını tüm Oranlıları ilkin umutsuzluğa boğar, ardından Doktor Rieux, Tarron ve Grand'ın gösterdikleri dayanışma örneği, başta yetkililer olmak üzere herkese bir güç ve umut kaynağı olur...

Veba Alıntıları - Sözleri

  • 'Beni ilgilendiren tek şey,' dedim, 'iç huzuru bulmak.'
  • Seni sevdim, ama artık yoruldum... Gitmekten mutlu değilim, ama yeniden başlamak için mutlu olmak gerek.
  • “Ah doktor," diyordu, "kendimi dile getirmeyi nasıl da öğrenmek isterdim!"
  • “insanın umutsuzluğa alışması, umutsuzluktan da beterdir.”
  • "kendimi dile getirmeyi nasıl da öğrenmek isterdim!"
  • "Tamam! Hepimiz delireceğiz, orası kesin."
  • İnsanın umutsuzluğa alışması, umutsuzluktan da beterdir.
  • "Seni sevdim,ama artık yoruldum... Gitmekten mutlu değilim, Ama yeniden başlamak için mutlu olmak gerek."
  • Ve ölünceye kadar çocukların işkenceden geçtiği şu yaradılışı reddedeceğim.
  • “Katlanamadığım bazı düșünceler var.”

Veba İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Camus’un Evreni: “Bir hapsedilmişliği başka bir hapsedilmişlikle göstermek, gerçekte var olan herhangi bir şeyler göstermek kadar mantığa uygundur.” Daniel Defoe Camus’un romanının girişi için seçtiği bu alıntı kendi varoluşundaki labirentten çıkış yolu arayan insanın içinde bulunduğu haleti ruhiyeyi, tam bir nokta atışıyla şapka çıkartacak ustalıkla tasvir ediyor; ”Hapsedilmişlik.” Kendi ülkesine, kendi hayatına, sorumluluklarına, zayıflıklarına hatta kısa süre öncesine kadar küresel bir pandemi sürecinde kendi evlerine hapsedilen insanlarız hepimiz.Yaşanların ağırlığı, kendi bunalımlarımız, hepimizin malumu.Bütün bunlara katlanmak için dayanak olabilecek sağlam bir sebep ararken bir meçhule “Neden?” sorusunu yöneltmeden edemiyor iç sesimiz. İşte tam bu sorunun akabinde kendi hapsedilmişliğimizi, çığlık çığlığa kan kusarak ölen farelerin habercisi olduğu bir salgınla mücadele eden Oran’ın hapsedilmişliğinde göstererek bahsi geçen alıntıya bir selam gönderiyor sevgili Camus.Denize sırtını dönmüş, alışkanlıklar şekillenmiş hayatların yeknesak süregeldiği bu dingin ve çirkin şehir, insanlık tarihi kadar eski bir tragedyanın provasına ev sahipliği yapıyor. Jean Tarrou; Kızıl Baykuş’un Avukatı Henüz on yedi yaşındayken savcı yardımcısı babasının isteğiyle katıldığı bir davada, babası tarafından idama mahkum edilen yoksul, talihsiz bir adamın hatırasını kalbinde yaşatan karakterdir kendisi.Hayata karşı boyun eğmeye yazgılı, tüyleri diken diken kızıl bir baykuşa benzeyen bu idam mahkumu, onun hayatındaki kolektif kötülüğün karşısında durmasını sağlayan kişisel aydınlanmanın temelini atmıştır.Toplum nezdinde yalnızlaşmasana sebep olan bu süreç, onu ailesinden gönüllü olarak ayırmış ve gerçek hayatla tanışmasına vesile olmuştur.Hayatı boyunca devam eden bu yüksek ahlaki tutum salgınla mücadelesinde de devam etmiş, Kızıl Baykuş’la olan bitmeyen hesabını kendi canı pahasına kapatmıştır.Özellikle ölüm cezasını sorgulamaya açtığı bölüm, kalıcı bir yer açıyor kendine bellekte. Yarım Kalan Cümleler; Mösyö Grande Duygusal yönümüz, bitmeyen cümlelerimiz, incindiğini halde sevmekten vazgeçmeyen vefalı tarafımız.Oldukça mütevazi bir maaşla hayatını idame ettiren, kalbinde kırık bir aşk hikayesiyle avunan münzevi adam.Öyle naif bir karakter can bulmuş ki Camus sayesinde onu terk eden eşine karşı öfkeli tek bir cümle duyamıyoruz onun ağzından.Zira kendisi içindeki suçluluk duygusuyla yarım kalmış cümlelerinden kendini sorumlu tutmaktadır.Özellikle de eşi Jeanne’e karşı olanlardan.Ona adayacağı tek bir cümleyi bir türlü kuramaz.Hayatı boyunca yarım kalmışlıklarla kuşatılmış bir yürekten bunu beklemek ne kadar adildir?Kendini hiçbir zaman ifade etmeyi bilemeyen bu silik, mahçup ihtiyar, benim için romanın tek ve gerçek kahramanıdır.Ben hayatta kaybeden insanların önünde saygıyla eğilmeyi, başarı hikayelerine yeğ tutarım. Camus’un Sisifos’u; Doktor Bernard Rieux Sabırsız insanların doluştuğu sıkıcı bir bekleme salonunu andıran Oran’daki en müstesna isimdir Doktor Rieux.Bana kalırsa kendisi aynı zamanda Camus’un bütün felsefi algoritmasını yansıtan bir karakter. Salgının başlangıcındaki üst düzey yetkililerin saç baş yolduran başarısız kriz yönetimlerinden tutun da, maddi manevi her türlü olanaksızlığa rağmen hastalık karşısında gardını bir an bir düşürmemiş,üstün ahlaki nitelikleri içinse hiçbir tebrik veya karşılık beklentisine girmeyen dürüst bir insandır her şeyden önce, kendi deyimiyle ‘sadece işini yapar.’ Sonu yıkım olan bir felaketin mahiyetini kabullendiği halde umutsuzluğa asla düşmez.O benim için kayayı her gün tepenin en yüksek noktasına yuvarlayan Sisifos’tur, Camus’un Sisifos’u. Kitap yukarda bahsettiğim üç karakterden ibaret değil asla.Bahsedilenler benim kendinimi uzun süre sorgulamama sebep olanlar, benzer duygular, müşterek acılar.Çok daha zengin, bir kerede anlaşılamayacak kadar da derin bir eser.Üstelik felsefi alt metni de oldukça sağlam, ama tabii bu başka bir incelemenin konusu olacak. Sırtımızdaki kayayı yüksek tepeye taşımaya devam ederken salgınla mücadele eden farklı karakterlerin oluşturduğu bu topluluğu getirelim gözlerimizin önüne. Belki o kadar ağır değildir hayat, durumu kabullendiğimizde. Teşekkürler Albert, (Bertha Mason)

Ne yazık ki kitap okumaya eskisi kadar vakit ayırmadığım bir dönemden geçtiğim için Albert Camus ile tanışma fırsatını elde edememiştim. Tanışma faslına "Veba" ile başladım. Kitabın dilini oldukça akıcı ve sürükleyici buldum. Yazarın betimlemelerine hayran kaldım açıkçası. Kitabı okuduğum her an Oran'da yürüyen bir sakinmişim de her şeye tanık oluyormuşum gibi hissettim. Kendimde -bir zamanlar- yazan bir insan olduğum ve betimlemeyi çokça kullanıp hikayelere çok yakıştırdığım için bu yönüyle benim beğenimi kazandı. (Can Yayınları - Nedret Tanyolaç çevirisiyle okudum.) Kitabın hikaye örgüsüne bakacak olursak ve bizim de bir salgın yaşadığımız şu dönemde; sanki salgının ilk zamanlarını değil de üzerinden çokça zaman geçmiş ve tıpkı bizim de şu an içinde bulunduğumuz dönem gibi, kanıksama dönemini okuyormuş gibi hissettim. Salgının en başındaki o korku, insanlardaki o önlem özeni, o telaş, o gelecek kaygısı bana geçmedi. Herkes sanki çok uzun zamandır vebayı yaşıyormuşcasına ve alışmış, çok sıradan bir olayı okuyor gibi hissettim. Spoiler: (Küçük çocuğun ölüm sahnesinden bile etkilenemedim.) Kitabın sonlarına doğru duygusal olarak beni de yakaladı. Doktor Rieux ve Tarrou'nun terasta yaptığı konuşma ve denize gittikleri andan itibaren insanların o yorgunluğunu, bıkkınlığını ve aradıkları bir tutam insanlığı buram buram hissettim. O dakikadan sonra kitap benim için çok başka bir boyut aldı. Çünkü tam olarak şu an ki ruh halimi bu kadar iyi anlatan başka ne okuyabilirdim diye düşündürdü. Sonuç olarak; veba içimizde, veba her yerde. Belki bir hastalık, belki de bir fikir hastalığı olarak... (Büşş)

Kitabın Yazarı Albert Camus Kimdir?

Varoluşçuluk ile ilgilenmiştir ve absürdizm akımının öncülerinden biri olarak tanınır; fakat Camus kendini herhangi bir akımın filozofu olarak görmediğinden, kendini bir "varoluşçu" ya da "absürdist" olarak tanımlamaz. 1957'de Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanarak, Rudyard Kipling'den sonra bu ödülü kazanan en genç yazar olmuştur.Ödülü aldıktan 3 yıl sonra bir trafik kazasında hayatını kaybetmiştir.

Hayatı

Çocukluğu ve gençliği

20. yüzyılın en güçlü Cezayirli yazarlarından biri olan Albert Camus, 1913'te Cezayir'in Mondovi kasabasında doğdu. Yoksul bir aileden gelen Camus'nün babası bir Alsaslı, annesi ise İspanyol'du. I. Dünya Savaşı sırasında, 1914'te babasını kaybetti. Annesi evlerde hizmetçilik yaparak oğlunu okutmaya çalıştı. Ancak Camus, daha bağımsız bir hayat sürebilmek için evinden ayrıldı. 1923'te liseye, ardından da Cezayir Üniversitesi'ne kabul edildi. Üniversite eğitimi sırasında sağlığı bozuldu ve 1930'da vereme yakalandı. Hastalığı yüzünden üniversite takımının kaleciliğini bırakmak zorunda kaldı. Bundan sonra çeşitli işlerde çalışmaya başlayan Camus, felsefe eğitimini ancak 1936'da tamamlayabildi.

1934'te Fransız Komünist Partisi'ne katıldı. Bu hareketinin kaynağı, Marksist-Leninist öğretisine (doktrinine) desteğinden ziyade, İspanya'da daha sonra iç savaşla sonuçlanacak politik duruma duyduğu kaygıydı. Ancak üç yıl sonra, Troçkist suçlamasıyla partiden atıldı. Camus 1934'te Simone Hie'yle evlendi. Simone bir morfin bağımlısıydı ve Camus'yle evlilikleri, Simone'nun sadakatsizliğine bağlı olarak son buldu. 1935'te "İşçinin Tiyatrosu"nu (Théâtre du Travail) kurdu fakat bu tiyatro 1939'da kapandı. Aynı yıl, verem hastası olduğundan Fransa ordusuna kabul edilmedi.

1940'ta piyanist ve matematikçi Francine Faure ile evlendi ve 5 Eylül 1945'te Catherine ve Jean adlarında ikiz çocukları oldu. Aynı yıl Paris-Soir dergisi için çalışmaya başladı. Daha henüz "Sahte Savaş" olarak adlandırılan II. Dünya Savaşı'nın ilk zamanlarında bir pasifist olarak kaldı. Ancak bu tutumu Paris'in Alman ordusu tarafından işgali ve 1941'de, komünist gazeteci Gabriel Péri'nin gözleri önünde idam edilmesiyle değişti ve onun da başkaldırmasına neden oldu. Paris-Soir ekibiyle Bordeaux'ya gitti ve aynı yıl ilk kitapları olan "Yabancı" ve "Sisifos Söylencesi"ni tamamladı. Camus, Bordeaux'yu 1942'de terkedip Cezayir'in Oran şehrine gitti ve ardından Paris'e döndü.

Edebiyat kariyeri

Camus II. Dünya Savaşı sırasında Naziler'e karşı oluşmuş Fransız Direnişi'ne katıldı ve bu direnişin bir parçası olarak "Combat" adında bir gazete yayımlamaya başladı. 1943'te gazetenin editörü oldu; fakat 1947'de "Combat" ticari bir gazete olunca buradan ayrıldı. Jean-Paul Sartre ile tanışması burada gerçekleşmiştir.

Savaştan sonra, Sartre ve Beauvoir gibi kişilerin buluştuğu Boulevard Saint-Germain'deki Café de Flore'u ziyaret etmeye başladı. Bu yıllarda, aynı zamanda Amerika'yı turlayarak Fransız varoluşçuluğu hakkında dersler verdi. Politik olarak sol görüşlere yatkın olmasına rağmen komünizme karşı çıkması, ona komünist partilerde arkadaş kazandırmadığı gibi Sartre'dan da uzaklaştırdı.

Camus, 1949'da vereminin tekrarlaması yüzünden iki yıl inzivaya çekildi ve "Başkaldıran İnsan"ı yayımladı. Bu kitap, Fransa'daki birçok sol görüşe sahip arkadaşı ve özellikle de Sartre tarafından hoş karşılanmadı ve Sartre'la bütünüyle yollarını ayırdı. Kitabının tatsız yorumlarla karşılanması Camus'yü kitap yazmaktan tiyatro oyunları çevirmeye itti.

Camus, 1950'lerde kendini insan haklarına adadı. 1952'de Birleşmiş Milletler, Francisco Franco diktatörlüğündeki İspanya'yı üye olarak kabul edince UNESCO'daki çalışmalarını durdurdu ve kurumdan ayrıldı. Ayaklanmalarda insandışı bir sertlik kullanan Sovyet metodlarını eleştirdi. Pasifistliğini koruyan Camus, İdam cezasına karşı savaşını sürdürdü.

Cezayir Bağımsızlık Savaşı 1954'te başladığında, Camus kendini ahlakî bir ikilem içinde buldu. Bunun nedeni, Cezayir doğumlu Fransızları tasvir ederken kullandığı sıfat olan "siyah ayak"tı. Ancak, sonunda, savaşta Fransa hükümetini savunuyordu. Kuzey Afrika'da başlayan isyanın, aslında Mısır önderliğindeki yeni-Arap emperyalizminin ve batıya saldıran Sovyetler Birliği'nin işleri olduğunu düşünüyordu. Cezayir'in özerk, hatta bir federasyon olmasını savunuyor; fakat bütünüyle bağımsızlığını desteklemiyordu. Öte yandan, Araplar'la "siyah ayak"ların beraber yaşayabileceğini düşünüyordu. Bu kriz sırasında ölüm cezasına çarptırılan Cezayirlilerin kurtulması için gizlice çalıştı.

Camus, 1955 ve 1956 yıllarında Fransız "L'Express" dergisinde yazdı. Bunların ardından 1957 yılında Camus Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazandı. Nobel ödülünü aldıktan sonra büsbütün genişleyen ünü, onu XX. yüzyıl dünya edebiyatının başköşesine yerleştirdi. Genel yaklaşım bu ödülün bir önceki yıl yayımlanan "Düşüş" için değil, idam cezasına karşı yazdığı "Réflexions Sur la Guillotine" makalesi için verildiğidir. Stockholm Üniversitesi'nde yaptığı bir konuşma esnasında Cezayir konusundaki hareketsizliğini savundu. Fakat daha sonra Cezayir'de yaşayan annesinin başına ne geleceği konusunda meraklandığını bildirdi. Çelişkili sayılan bu durum Fransız sol entelektüelleri tarafından tepkiyle karşılandı.

Ölümü

 Camus, 4 Ocak 1960'ta, Sens yakınlarındaki küçük Villeblevin kasabasında "Le Grand Fossard" isimli bir yerde geçirdiği trafik kazası sonucu hayatını kaybetti. Daha sonra mantosunun cebinde bir tren bileti bulunmuştur. Büyük bir olasılıkla, Camus gideceği yere trenle gitmeyi planlamıştı; fakat arkadaşıyla birlikte arabayla dönmeyi tercih etti. İronik biçimde, Camus daha önce en absürt ölüm şeklinin ne olduğu sorulduğunda, araba kazasında ölmeyi bunlardan biri olarak nitelendirmişti. Kazanın gerçekleştiği Facel Vega marka otomobilin sürücüsü ve yayımcı dostu da Camus'yle birlikte hayatını kaybetti. Camus Lourmarin Mezarlığı, Lourmarin, Vaucluse, Provence-Alpes-Côte d'Azur'de gömülmüştür.

 Camus'nün ölümünden sonra telif hakları Camus'nün çocukları olan, Catherine ve Jean Camus'ye devredildi. Ölümünden sonra 1970'te "Mutlu Ölüm", 1995'te de öldüğünde hala bitmemiş olan "İlk Adam" yayımlandı.

Camus'ye göre "saçma"

Camus'nün felsefeye en büyük katkısı, insanların ne berraklık ne de anlam sunan dünyada bunları aramalarının sonucu olarak oluşan "absürt" fikridir. Filozof bu felsefesini "Sisifos Söylencesi"nde açıklayıp "Yabancı" ve "Veba" gibi romanlarında da işlemiştir.

Genelde varoluşçulukla birlikte ele alınan "Absürdizm" (Saçma, uyumsuzluk felsefesi) ile birçok yazar ilgilenmiş ve bu felsefi düşünce akımını kendine göre yorumlamıştır, Camus "saçma"`nın kurucusu değildir fakat bu düşünce akımında önemli bir yer tutar.

Camus, makalelerinde okuyanı dualizmle tanıştırır. Mutluluk ve keder, yaşam ve ölüm, karanlık ve aydınlık.. Hayatın çeşitli biçimlerde geçtiğini ve insanın ölümlü olduğu gerçeği de budur. Sisifos Söyleni`de bu dualizm bir çelişki halini alır: Bir yanda yaşayarak hayatlarımıza değer vermekte öte yandan eninde sonunda yok olacağımız gerçeğini de bilmekteyiz. Bu çelişkiyle yaşamak "Absürt"`ün ta kendisidir. Eğer hayatımızın anlamsız ve boşuna olduğunu biliyorsak, kendimizi öldürmeli miyiz? Bu trajedik kısır döngü nasıl aşılabilir? Camus saçma kavramını burada kurar: yaşamın beyhudeliğinin bilincinde olan insan. Fakat Camus intihardan yana değildir, yaşamın anlamsızlığının yok edilemeyeceğinin bilincindedir fakat bununla savaşmaktan kaçınmaz.

Varoluşçuluk ve absürdizm hakkındaki görüşleri

Bazı eleştirmenler Camus`yü kategorize etmeye çalışarak onun bir varoluşçu ya da absürdist olduğunu söyler. Eleştirmenlerin mi ya da Camus`nün kendi ifadesinin mi doğru olup olmadığı tartışılmakla birlikte, Camus etiketlenmeyi sevmediğini belirterek varoluşçu olduğu tanımına karşı çıkar: "Hayır, ben bir varoluşçu değilim. Sartre ile isimlerimizin yan yana anılmasına hep şaştık. Sartre ve ben kitaplarımızı birbirimizle gerçekten tanışmadan önce yayımladık. Birbirimizi tanıdığımızda ise ne kadar farklı olduğumuzu anladık. Sartre bir varoluşçudur, benim yayımladığım tek fikir kitabı Sisifos Söylencesi`dir ve sözde varoluşçu filozoflara karşı doğrultulmuştur.Camus felsefesini en iyi anlatan sözlerinden biri de; 'hayat hiç bir şey değildir, itina ile yaşayınız.'dir. Hayatın bir anlam aramaya çalışmayacak kadar kısa olduğunu, nihayetinde bir anlamı olmadığı, anlamı olsa bile olmasının hiç bir şey değiştirmeyeceğidir. Bu yüzden insanın yapabileceği en iyi şey hayatını yaşamak olacaktır. Camus hayatın anlamsız olduğunu söylemiştir, fakat anlamsız bir şeyi anlamlı yaşamanın da bir sakıncası yoktur. Bu yüzden Camus'un felsefesi pesimizm veya aşırı bir melankoli değildir.

Bir absürdist olup olmadığı hakkında da şunları söyler:

"Absürt kelimesinin kötü bir geçmişi var ve bunun beni rahatsız ettiğini itiraf ediyorum. Absürt`ü Sisifos Söylencesi`de ele alırken, bir metod arıyordum doktrin değil. Sistemli bir şüphe pratiği yapıyordum. Daha sonra bir şeyler inşa edebileceği düşüncesiyle "tabula rasa" yöntemini kullanmaya çalışıyordum. Eğer hiçbir şeyin bir anlamı olmadığı varsayarsak, dünyanın absürt olduğu sonucuna ulaşmalıyız. Fakat gerçekten hiçbir şeyin hiçbir anlamı yok muydu? Bu noktada kalabileceğimize hiçbir zaman inanmadım."

Camus ve futbol

Camus`yle birlikte anılan ve sık sık gönderme yapılan konulardan biri de kaleciliğidir. Bir süre Cezayir Üniversitesi genç takım kaleciliği yapmıştır ve maç raporlarına göre tutkuyla oynayan cesur bir kalecidir. Bir seferinde arkadaşı Charles Poncet "tiyatroyu mu yoksa futbolu mu" tercih edeceğini sorduğunda, "Tereddütsüz futbol" cevabını vermiştir. Tüberküloza yakalanınca futbolu bırakmak zorunda kalmıştır. 1950'li yıllarda bir spor dergisine futbol hakkında bir yazı yazması rica edilince şöyle demiştir:

 « Ahlak ve insanın yükümlülükleri hakkında güvenebileceğim ne biliyorsam onu futbola borçluyum.»

 

Camus, dini ve politik insanların aklımızı karışık ahlaki sistemlerle karıştırmaya çalıştığını böylece aslında basit olan şeylerin olduğundan daha komplike göründüğünü söyler. İnsanlar, politikacılar ve filozofların alanı yerine futbolun basit ahlakına bakmakla daha iyi edebilir.

 

Albert Camus Kitapları - Eserleri

  • Veba
  • Düşüş
  • Yabancı
  • Yaz
  • Sürgün ve Krallık
  • Başkaldıran İnsan

  • Sisifos Söyleni
  • Mutlu Ölüm
  • Tersi ve Yüzü
  • Yolculuk Günlükleri
  • Düğün - Bir Alman Dosta Mektuplar
  • İlk Adam
  • Defterler 3

  • Defterler 2
  • Defterler 1
  • Denemeler
  • Yanlışlık
  • Sıkıyönetim
  • Caligula
  • Asturya'da İsyan

  • Adiller
  • Ecinniler
  • Sanatçı ve Çağı
  • Yabancı (Çizgi Roman)
  • Büyüyen Taş
  • Hə ilə Yox Arasında
  • Yazışmalar 1946 - 1959

  • Ölüm Cezası Üstüne Düşünceler
  • Sartre Camus Çatışması
  • Düğün ve Yaz
  • Seçilmiş Əsərləri
  • Bir Alman Dosta Mektuplar
  • İlk Adam
  • The Guest

  • Jonas
  • The Plague

Albert Camus Alıntıları - Sözleri

  • Mutlu muydu, yoksa içinden ağlamak mı gelirdi, bilemezdi o zaman. En azından, barışık olurdu böyle anlarda, neyi beklediğini pek bilmeden, usul usul beklemekten başka yapacağı yoktu. (Sürgün ve Krallık)
  • Nasıl mutlu ölünür? Yani bizzat ölümün bile mutlu olacağı ölçüde mutlu nasıl yaşanır? (Mutlu Ölüm)
  • Bundan böyle korkmak yok, kurtuluş korkmamakta! Gücü yeten ayağa! Neden eğersiniz başınızı? (Sıkıyönetim)
  • Kısas doğanın ve duyunun bir emridir, yasanın düzeni değildir. Yasa, tanımı dolayısıyla doğa ile aynı kurallara uya­maz. Eğer cinayet, insan öldürmek, insan yapısının bir parçasıysa, yasa bu doğayı taklit etmek veya kopya etmek için değil, onu düzeltmek için yapıl­mıştır. Oysa kısas, salt doğal bir itinin onaylanıp, yasal bir güce eriştirilmesidir. Hepimiz, çoğu zaman utanarak bu itiyi duymuşuzdur ve gücünü biliriz; o bize ilkel ormanların derinliklerinden gelmektedir. (Ölüm Cezası Üstüne Düşünceler)
  • "...içimden inanca sarılmak geliyor bazı geceler." (Yanlışlık)
  • Bir adam tanıdım, kafasız bir kadına yaşamının yirmi yılını verdi, her şeyi feda etti ona, dostlarını, emeğini, dürüstlüğünü bile, ama bir akşam, kadını hiç sevmemiş olduğunu anladı. (Düşüş)

  • Mutlu olmak değil artık dileğim, yalnızca bilinçli olmak. (Tersi ve Yüzü)
  • Axı bütün dərslərini hazırlayandan və böyüdüyünü boynuna alandan sonra irəlidə yalnız qocalıq qalır. Yaradıcılıq adına saxtakarlıqla məşğul olan istedadın özünü həyatda arsız və mahiyyətsiz kimi biruzə verməyə qadir olması gün kimi aydındır. İncəsənətin ali məqsədi hakimləri ifşa etmək, istənilən ittihamın üzərindən qalın bir xətt çəkmək və hər şeyə - insana və həyata haqq qazandırmaqdı. Bizim kimi qul cəmiyyətlərinə gerçəyi görməsi üçün iztirab və köləlik lazımdır, - günahları da elə bundadır, - halbuki həqiqət həm də xoşbəxtlikdir, yetər ki, ürək ona layiq olsun. ...istənilən halda qulun həqiqəti ağanın yalanından yaxşıdır. Biz, əlbəttə ki, faciəli dönəmdə yaşayırıq. Lakin çoxları faciəli olanı çarəsizliklə səhv salır. Faciəli olana, - Lourens söyləyirdi, - fəlakətin möhkəm təpiyi dəyməlidir. Hər şeyin öz zamanı var - yaşamaq və bu yaşamı təcəssüm etdirmək zamanı. (Hə ilə Yox Arasında)
  • Əsas məsələ dəqiq ifadə işlətməkdə deyil, düzgün danışıb fikir yaratmaqdadır. (Seçilmiş Əsərləri)
  • "Yalnızca sanatı, çocukları ve ölümü seviyorum." (Defterler 2)
  • Öyle yollar vardır ki, bağışlanamaz. Ben ülkemi aynı zamanda adaleti de severek sevebilmek isterim. (Düğün - Bir Alman Dosta Mektuplar)
  • Niye tasalanmalı şimdiden? Bekleyelim. Gittiği gibi dönecek belki de (Caligula)
  • Hepiniz o beş para etmez aşkınız uğruna yaptıklarınızı haklı çıkarmaya çalışıyorsunuz.. (Adiller)

  • Yaşamı öven her şey, aynı zamanda onun anlamsızlığını artırır (Düğün - Bir Alman Dosta Mektuplar)
  • Nefes almaya mahkûm oldum şu lanet yalnızlıkta, hatırlamak işkencedir artık bana. (Yanlışlık)
  • Çünkü insan yoksulluğu seçmez... Ama bir ömür boyu muhafaza eder... (İlk Adam)
  • Gerçekte, ben de sizin gibi düşündüğümü sanıyor, size nasıl karşı koyacağımı bilemiyordum. Yalnız içimde dayanılmaz bir doğruluk duygusu vardı ve bu duygu en beklenmedik tutkular kadar aklı aşıyordu. Nerde ayrılıyorduk? Siz umutsuzluğu rahatça kabul ediyordunuz, bense etmiyordum.. (Denemeler)
  • "Tecrübeyle öğreniyor insan, bakmaktan hiç fayda gelmiyor." (Yanlışlık)
  • Devrim yaparken yelpaze sallanmaz! (Asturya'da İsyan)
  • İnsan eninde sonunda her şeye alışır. (Yabancı)

Yorum Yaz