Varlık ve Hiçlik - Jean-Paul Sartre Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap

Varlık ve Hiçlik kimin eseri? Varlık ve Hiçlik kitabının yazarı kimdir? Varlık ve Hiçlik konusu ve anafikri nedir? Varlık ve Hiçlik kitabı ne anlatıyor? Varlık ve Hiçlik kitabının yazarı Jean-Paul Sartre kimdir? İşte Varlık ve Hiçlik kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi

Yazar: Jean-Paul Sartre

Çevirmen: Turhan Ilgaz

Çevirmen: Gaye Çankaya Eksen

Orijinal Adı: L'être Et Le Néant / Essai D'ontologie Phénoménologique

Yayın Evi: İthaki Yayınları

İSBN: 9789752732957

Sayfa Sayısı: 773

Varlık ve Hiçlik Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Varlık ve Hiçlik, hiç şüphesiz Jean-Paul Sartre'ın "başyapıtı"dır. Sadece Fransız felsefesi açısından değil genel olarak felsefe tarihi açısından da son büyük ontoloji denemesini temsil eder. Dolayısıyla önemini ve güncelliğini hâlâ korumaktadır ve hiç şüphesiz daha uzun yıllar korumaya devam edecektir. Çünkü, insan, ilk defa bu yapıtta, özgür olmaya "mahkum" edilmiştir...

İyi okumalar!

(Tanıtım Bülteninden)

Varlık ve Hiçlik Alıntıları - Sözleri

  • İnsan et parçası olarak geldiği şu dünyadan mezarlık gübresi olarak mı gidecek? Bütün sevinçler ve üzüntüler birer abartı mıydı? Hiç manevra kabiliyeti yok mudur insanın? Şu morgda yatan zavallı mesela.Doğmayi o seçmemişti.Ölmeyi de istemedi.
  • Uyursan gece biter, uyumazsan sen…
  • İnsan bazen özgür, bazen de köle olamaz; insan, her zaman ya tam özgürdür, ya da değildir.
  • "Uyursan gece biter, uyumazsan sen."
  • "Aslında, istemek yetmez, istemeyi istemek gerekir."
  • Daha önceyi daha sonradan ayıran şey tastamam hiçbir şeydir.Ve bu hiçbir şey mutlak bir biçimde aşılamazdır.
  • Değil demenin mümkün olması için zorunlu koşul, varlık-olmayanın, içimizde ve dışımızda sürekli bir mevcudiyeti olmasıdır, hiçliğin varlığa musallat olmasıdır.
  • "bilincin bilinci, bilinci olduğu bilinçle bir ve aynıdır."
  • Özgür olmaya mahkumum..

Varlık ve Hiçlik İncelemesi - Şahsi Yorumlar

21 Haziran 1905 yılında Paris' te doğan düşünür Jean Paul Sartre, aynı zamanda döneminin en iyi yazar, anlatıcı ve denemecisi olarakta da kabul görmüş, entellektüel bir aydındı. Ama Sartre' ı , Sartre yapan Varoluşçuluk felsefesinin mihenk taşı olmasıdır. Peki, Varoluşçuluk nedir? Varoluşçuluk (Egzistansiyalizm); kökü İlk Çağ (Antik Yunan) a kadar uzanan bir felsefe sistemidir. 2. Dünya Savaşı ' nın sonlarına doğru bağımsız bir felsefe olarak ortaya çıkmıştır. Varoluşçuluk akımına göre insan; kendi özünü kendisi belirler. Bu görüşü şöyle özetleyebiliriz: Var olma özden önce gelir. Yani insan önce dünyaya gelir, var olur, ondan sonra olmak istediği gibi biri olur, özünü kendi belirler. Daha fazla açıklamak gerekirse, hepimiz bir şekilde yaratıldık, bu dünyaya geldik. Ama hiçbirimiz şartlanmış bir iyilik ya da kötülükle doğmadık. Zaman içinde özümüzü kendimiz var ettik. Kimimiz dürüst bir insan olmayı, kimimiz alçak bir hırsız, katil vs olmayı kendi seçti. Yani hiç kimse önceden belirlenmiş bir öze sahip değildi. Yaptığımız eylemler, verdiğimiz kararlar varoluşumuzu belirler. Sartre bu durum için; " İnsan kendi özgürlüğüne mahkum edilmiştir." der. Sartre ' a göre tercihlerimizle, yaptıklarımızla kendi varoluş özgürlüğümüzü gerçekleştirmek için özümüzü ortaya çıkarmak zorundayız hepimiz. Varoluşçuluk, hümanizm ve eşitliği en savunan felsefelerin başında gelir. Soren Kierkegaard' ın kitaplarını okumuş olanlar kadın - erkek eşitliğine ne denli önem verdiğini fark etmişlerdir. Egzistansiyalizm bizim bildiğimiz adıyla Varoluşçuluk, Hz İsa' dan itibaren görülen bir akımdır. Ancak 2. Dünya Savaşı ' nın sonlarına doğru adı konmuştur. Bu akım en çok Kierkegaard, Dostoyevski, Heidegger, Nietzsche, Andre Gide, Camus ve Kafka ile bütünleşmiş, eserlerinde görülmüştür. Buna rağmen kendini varoluşçu diye tanımlayan tek isim Sartre olmuştur. Kierkegaard bu terimi hiç kullanmamış olsa da ilk varoluşçu kabul edilir. Varlık ve Hiçlik, Jean Paul Sartre' ın en önemli eseri, başyapıtı. Yayımlandığı günden, günümüze kadar felsefe tarihi açısından en önemli fenomenolojik (görüngübilim) ontoloji (varlıkbilim) denemesi olarak kabul edilir. Sartre felsefeye yön veren bu dev eseri 2. Dünya Savaşı ' nın sonlarına doğru birkaç ay gibi kısa bir sürede yazmış. Ancak birkaç ayda yazılan bu kitap, Türkçeye 66 yılda çevirilmiş. Bunun sebebi varoluşçuluk felsefesinde düşünürlerin kendi kendilerine terimler üretmesi ve diğer dillerde bu terimlerin bir karşılığının bulunamaması. Bu yüzden Varlık ve Hiçlik yıllarca çevirmenlerin önüne gelip bir türlü Türkçeleştirilemeyip tekrar rafa kaldırılmış. Kitabı okurken de bu terimlere sık sık rastlayacaksınız. Çünkü çevirmenler ( Gaye Çankaya Eksen, Turhan Ilgaz) bu terimlerin Türkçe karşılığını bulamayıp genelde orjinal dilindeki (Fransızca) haliyle bırakmış ya da parantez içinde belirtmişler. Çok iyi bir çeviri değil, fakat uydurulmuş onlarca terimden dolayı bu kadarına da şükür. Çevirmenler de büyük ihtimalle çevirinin yeterince anlaşır olmadığını bildiğinden kitabın sonuna 6 sayfalık bir sözlük eklemişler. Sartre bu kitabı müthiş anlaşılmaz bir şekilde yazmış. Ama aynı zamanda iyi bir yazar, denemeci olmanın verdiği avantajla da aralara öyküleyici bir anlatım serpiştirmiş. Bu öyküleyici anlatım sayesinde savlarını daha iyi anlayabiliyorsunuz. Mesela " Kendini Aldatma Davranışları " bölümünde bahsettiği ilk randevusuna giden kadın gibi. Kadın, ilk randevusunda karşısındaki erkeğin niyetini gayet iyi bilir. Ama kendi kendini kandırıp bunları düşünmeyi red eder ve erkeğin nazik, saygılı tavırlarına tutunur. "Radyoda işittiğimiz sesin bir gramafondan yükselen şarkı değil de bir adamın sesi olması yalnızca tahmine dayalı değildir, muhtemeldir de ya da yoldan geçtiğini gördüğümüz kişinin mükemmel bir robot değil de bir adam olması sonsuzcasına muhtemeldir. Bu durumda radyodaki sesin de, sokaktaki adamın da bir "varlık" olduğu tartışmaya açık değil. Ama özgürlük bir "varlık" değil, insanın hiçliğidir. İnsan gerçekliği yeterince olmadığı için özgürdür, durmadan kendi kendisinden koparıldığı ve olmuş olduğu şey olduğu ve olacağı şeyden bir hiçlikle ayrıldığı için özgürdür. Şimdiki varlığımızın kendisi de “yansı-yansıtan” formunda hiçleyiş olduğu için özgürdür, insan özgürdür, çünkü kendi değildir ama kendine mevcudiyettir. Ne ise o olan varlık özgür olamaz. Özgürlük, tam da insanın yüreğinde oldurulan ve gerçekliğimizi olmak yerine kendini yapmaya zorlayan hiçliktir. İnsan gerçekliği için olmak kendini seçmektir. Alabileceği ya da kabul edebileceği hiçbir şey bize dışarıdan da içeriden de gelmez. Hiçbir türden yardım olmadan, en küçük ayrıntıya varana kadar kendimizi varlık kılmanın dayanılmaz zorunluluğuna bütünüyle terk edilmişizdir. Böylece özgürlük bir varlık değildir. İnsanın varlığıdır, yani insanın varlık hiçliğidir. Eğer insan önce bir doluluk gibi düşünülseydi, onda daha sonradan özgür olacağı bir takım anlar ya da psişik bölgeler aramak saçma olurdu. Tıpkı önceden ağzına kadar doldurduğumuz bir kapta boşluk aramak gibi." Sartre' a göre dünya bir saçmalıktan ibaret ve bizler de bu saçmalığa fırlatılmış birer varlığız. Sartre kitaptaki " KENDİNDE VE KENDİ-İÇİN: METAFİZİK YAKLAŞIMLAR" başlığı altında varlığı bilinçli ve bilinçsiz varlıklar diye ikiye ayırmış. "Kendi için varlık" dediği bilinçli, irade sahibi varlıklar kategorisine insanları ve "kendinde varlık" adını verdiği bilinçsiz varlıklar kategorisine de insanın dışındaki tüm varlıkları yerleştiren Sartre'a göre, aslında varlığın hiçbir anlamı yoktur. Yani varlık aslında hiçliktir. Varlık ve Hiçlik, okuduğum kitaplar içinde beni en çok zorlayan, en uzun süre elimde kalan, Allahım sana geliyorum dedirten kitap oldu. Kesinlikle ileri seviyede felsefe, psikoloji ve mitoloji birikimi olmayan arkadaşlara bu kitabı önermiyorum... (Elif Kimya S.)

Kitap elimde en uzun kalan ve bana bolca notlar aldıran bir kitap oldu. Bunu okumak için belli bir birikim lazım mı? Evet. Husserl, Heidegger, Hegel, Descartes gibi bazı filozoflara bolca atıfta bulunduğu için kıyaslama açısından bunların genel felsefelerine hakim olmak gerekir. Ayrıca varlık felsefesi alanını ve genel tartışmalarını bilmek gerekir. Kitap sakin kafa ile okunması gereken fazlaca ağır bir kitap. Bazı kelimelerin türkçe karşılığı tam olmasa da çevirmen bize anlatmak istediği şeyi dipnot olarak veriyor. Zaten bazı kelimeler için ise kitabın sonunda bir sözlük kısmı bulunmakta. Bundan sonra yazacaklarım kitabın mini bir özeti olacağı için, okuyacak arkadaşları şimdiden uyarma gereği görüyorum. Mini özet diyorum çünkü gerçekten kitabı hakkıyla özetlersem ortaya bir Stefan Zweig tarzında eser çıkabilir. Öncelikle Sartre varlığın ne olup olmadığı konusunu araştırarak bir giriş yapar. Fenomenin varlığı ve varlık fenomeni kısmını birbirinden ayırır. Fenomenin varlığına kendinde varlık ismini verir. Varlık fenomeni ise ona göre bir varlık çağrısıdır ve fenomen olarak, fenomen ötesi niteliği gerektirir. Bilinç ve bilgi arasında da bir ayrım yaparak bilinci bilgi düzeyine indirgemez. Ona göre bir şeyin bilincinde olmak illa ki onu bilmek anlamına gelmez. Varlığı tanımladığı giriş kısmından sonra “Hiçlik” sorunu üzerinde durur. Hiçlik onun için var olmamış veya yokluk, boşluk gibi anlamlara gelmez. Hiçlik aksine varlıktan gelir. Çünkü bir şeyin kendisini hiçleyebilmesi için önce var olması gerekir. Varlığın yok oluşu bu yüzden hiçliği doğurmaz aksine varlığın yok oluşuyla birlikte hiçlikte ortadan kaybolur. Dünyaya bu hiçliği getirenin ise insan olduğunu söyler. Çünkü insan kendi varlığını sorgulayandır ve ancak kendi varlığını sorgulayan kişi hiçliği varlığa getirebilir. Sartre’ın Varlık ve Hiçlik tanımlarından sonra en fazla yeri alan kavramı “kendi-için varlık” ve “kendinde varlık” dediği kavramlardır. Kendi-için varlık ile kastettiği şey bilinçtir. Kendinde varlık ile anlatmak istediği şey ise nesnelerin bizzat kendisidir. Kendinde varlık ne ise odur. Kendi kendisiyle özdeştir. Oysa kendi-için varlık ne ise o olmayan ve ne değilse o olandır. Bununla bize anlatmak istediğini zaman kavramı üzerinden şekillendirir. Geçmiş dünyaya bilinç aracılığıyla gelir. Bizim bir zamanlar olduğumuz kişi geçmişimizdedir. Geçmişe gidip onu değiştiremeyeceğimiz için geçmiş ne ise o olandır. Şimdiki zamanı ise varlık karşısında bir kaçış olarak görür. Kendi-için geçmişte ne ise şu an o değil; gelecekte de şu an ne değilse o olur. Geleceği bu yüzden insanın daha olacak olduğu şey olarak gördüğü için, gelecek ona göre kendini mümkünleştiren bir şeydir. Başka bir deyişle bireyin eksikliğini duyduğu yöne doğru gitmesidir. Özetlersem, Sartre için zamanı dünyaya getiren kendi-içindir. Yani bilinçtir. Sartre’ın bir diğer üzerinde durduğu kavram ise “başkası” kavramıdır. Biz başkasına ilk önce bir nesne gibi görünürüz. Aslında başkasının ortaya çıkışı bir tehdittir. Başkasıyla birlikte şunu anlarız ki; benim olan dünya aynı zamanda onun da dünyasıdır. Böylece evrenin merkezinde olmadığımızı anlarız. Bu dünyayı başkalarıyla paylaşmak zorundayızdır. Başkası karşısında ilk tavrımızı bir üstünlük yarışı olarak görür. Başkası beni bir nesne olarak görür ve üstünlük sağlar. Bu kez biz bir başkasına nesnelik kazandırmak için ona yöneliriz. Onu nesneleştirirsek kendi nesneliğimizden kurtulacağımızı varsayarız. Yine de kendi bedenimizi anlayabilmemiz için bir başkasına ihtiyacımız vardır. Ölümü bile bu noktada görür. Eğer başkası olmasaydı ölüm bize kendini keşfettirmeyecekti. Bir başkasının özgürlüğü aslında kendi varlığımızın temelidir. Ama başkasının özgürlüğü üzerinden var olma fikri bizi güvende hissettirmediğinden ortaya bir çatışma çıkar. Aşkı da bu çatışma üzerinden uzun uzun anlatır. Sevilen ve seven nedir, aşık ne ister gibi. Aşığın sevileni çok istemesi sonucu onun istediği şekle girmesine nesneleşme olarak bakar ve bu nesneleşme de mazoşizmi doğurur. Sartre için bütün davranışlarımız “sahip olmak”, “yapmak” ve “olmak” kategorileri altında toplanabilir. Eylemlerimizin ilk koşulu özgürlüktür. İnsan bu özgürlüğün bilincine vardığında ise bir iç daralması yaşar. Çünkü her şeyin kendi elinde olduğu, sorumluluk almak, seçimler kaçamayacağımız şeylerdir. Bizler seçen bir özgürlüğüz fakat özgür olmayı seçemeyiz. Bu durumu insan özgürlüğe mahkumdur şeklinde yorumlar. Başımıza gelen her şey bizim kendi seçimimizdir. Eğer sevmediğimiz bir hayatın içindeysek ve hala intihar etmiyorsak, kötü hayatı yaşamayı seçmişizdir. Hayatın her durumu bir seçimdir. Tek bir şey hariç: Doğum… İnsan doğmayı seçemez der. Dünyaya fırlatılmışızdır ve bu saatten sonra her şey seçimimiz ve sorumluluğumuz altındadır. İşte iç daraltan şey de tam olarak budur ve insanın bu iç daralmasından kaçınmak için yaptığı şeyleri ise kendini aldatma olarak görür. Kitabın son bölümünde ise bize varoluşsal psikanaliz dediği bir yöntemi tanıtır. Bu yöntem sadece sorunları çözmek değil, aynı zamanda sorgulamayı da gerektirir. Varoluşsal psikanaliz; her kişinin kendini kişi kıldığı yani ne olduğunu kendi kendisine duyurduğu öznel seçimi nesnel bir form altında gün ışığına çıkartmaya yönelik bir yöntemdir. Bu yöntemi seçmesi insanın asla tamamlanmamış olmasından gelmektedir. İnsan ne değilse o olan, ne ise o olmayan olduğu için diğer yöntemler Sartre’a göre insan daha var olmadan verilen kararlardan yola çıkar. Oysa insan Sartre’a göre önce var olur, sonra özünü oluşturur. Yani varoluş özden önce gelir. Herkese keyifli okumalar. (ilgen)

Kitabın Yazarı Jean-Paul Sartre Kimdir?

Jean-Paul Sartre (tam adı: Jean-Paul Charles Aymard Sartre) (21 Haziran 1905, Paris - 15 Nisan 1980, Paris), ünlü Fransız yazarve düşünür. Felsefi içerikli romanlarının yanı sıra her yönüyle kendine özgü olarak geliştirdiği Varoluşçu felsefesiyle de yer etmiş; bunların yanında varoluşçu Marksizm şekillendirmesi ve siyasetteki etkinlikleriyle 20. yüzyıl'a damgasını vuran düşünürlerden biri olmuştur. Sartre, bir anlatıcı, denemeci, romancı, filozof ve eylemci olarak yalnızca Fransız aydınlarının temsilcisi olmakla kalmamış, özgün bir entelektüel tanımlamasının da temsilcisi olmuştur.

Babasını ufak yaşta yitiren Sartre, annesinin ailesinin yanında büyüdü. Olgunluk sınavını Louis le Grand Lisesi'nde verdi. Daha sonraki eğitimini Ecole Normale Supérieure'de, İsviçre'deki Fribourg Üniversitesi'nde ve Berlin'deki Fransız Enstitüsü'nde sürdürdü. Çeşitli liselerde öğretmenlik yaptı ve 1928'de Simone de Beauvoir'la tanıştı.

1939 yılında II. Dünya Savaşı başlayınca Fransız ordusuna meteorolog olarak hizmet vermeye başladı. 1940 yılında Almanlar tarafından yakalanıp 9 aylığına hapse atılmasının sonrasında Direniş hareketine katıldı. Sinekler adlı ünlü oyunu bu koşullarda yazıldı ve sahnelendi. Aynı sekilde, Varlık ve Hiçlik adlı kendi felsefesini açıkladığı ünlü yapıtı da bu sırada yazıldı (1943).

1945 yılında öğretmenliği bıraktı ve "Les Temps Modernes" adlı edebi-politik dergiyi çıkarmaya başladı. Kitaplarının neredeyse tümü edebi ve politik sorunları işleyen kuramsal metinler olarak şekillendi. Sartre, savaş sonrası dönemde ise özellikle politik etkinlikleriyle öne çıkmaya başladı. Soğuk savaş dönemi boyunca birçok eleştirisine rağmen Sovyetler Birliği'ni desteklemiş, Fransa'nın Cezayir'e karşı yürüttüğü savaşa karşı çıkmıştır. Çıkardığı dergi, bu bağlamda yoğun bir etkinlik göstermiştir.

Sartre, hep sol politik görüşe yakın olmuştur. 1956 yılında Macaristan'ın Sovyetler Birliği tarafından işgal edilmesine kadar Fransız Komünist Partisi'ni (PCF) desteklemiş, ardından desteğini çekmiştir. Ardından Fransız Komünist Partisi'nin Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nden daha bağımsız politikalar izleyebilmesine dolaylı katkısı olmuştur. 1960'ların sonlarında Sartre, kurulu komünist partileri reddettiği için Maocuları destekledi. Sartre daha sonra Maocularla ittifak halinde olduğunu reddetmiş ve Mayıs olaylarından sonra "Eger biri tüm kitaplarımı yeniden okursa, benim hiç değişmediğimi, hep anarşist olarak kaldığımı anlayacaktır." demiştir. Bundan sonra kendisinin anarşist olarak tanıtılmasını uygun karşılamıştır.

Sartre, 1964 yılında kendisine verilmek istenen Nobel Edebiyat Ödülünü geri çevirmiştir. Bunun hem yapıtlarına hem de politik konumuna zarar verecegini düşünmüştür. "121'ler Manifestosu" olarak bilinen bildirgeyi imzalamış ve 1961-1962 yılındaki büyük gösterilere katılmıştır. Ayrıca, 1966-67 yılları arasında Vietnam Savaşı'nda meydana gelen katliamları sorgulamak üzere kurulmuş olan Russell Mahkemesi'nin de başkanlığını yapmıştır. Politik etkinlikleri giderek yoğunlaşmış ve kendi iç-dönüşümleriyle birlikte şekillenmiştir. 1968olayları Sartre'ın kendi fikirlerini ve geleneksel entelektüel konumlarını da sorguladığı bir dönem olmuştur. Sovyetler'in Prag'a müdahalesinin ve Fransa'daki öğrenci hareketlerinin üzerine, teorik politik alanı yeniden değerlendirmeye başlamış, 1973'te Liberation'u kurmuştur.

1974 yılında Sartre'ın gözleri büyük oranda görmez oldu. Bu nedenle politik etkinlikleri yavaşladı, ancak her zaman yine de Batı'nın Doğu üzerindeki baskılarına karşı etkinliklerde bulundu ve insan hakları konusunda her zaman duyarlı oldu. Bu tutumuyla, Aydınların yeri ve rolükonusunda hem teorik hem de pratik bir örnek oluşturdu.

Öte yandan siyasal aktifliğinin onun edebi ve felsefi yönünü gölgelediği söylenemez. Sartre her şeyden önce kendisinden iyi bir edebiyatçı ve yetkin bir filozof olarak söz ettirmeyi başardı. 15 Nisan 1980'de Paris'te öldüğünde geride felsefe ve edebiyat açısından büyük değerde metinler bıraktı. Kendi varoluşçu felsefesini işlediği yapıtları başlıca; Özgürlügün Yolları, Bulantı, Gizli Oturum, Kirli Eller, Sözcükler, Duvarolarak belirtilebilir.

Sartre'ın Varoluşçuluğu:

Varoluşçuluk, esas olarak 17. yüzyıldan beri var olmakla birlikte, gerçek ününü Sartre ile birlikte kazanmıştır. 20.yüzyılda, Martin Heidegger gibi kendine özgü ve yetkin varoluşçu filozoflar söz konusu olmakla birlikte, bir felsefe olarak varoluşçuluk asıl etkisini Albert Camus ve özellikle de Sartre ile birlikte göstermiştir. Sartre, varoluşçu felsefenin hem felsefi hem de siyasal alandaki taşıyıcısı, uygulayıcısı olmakla bir entelektüel ve filozof olarak ayrı bir yer edinmiştir.

Varoluşçuluğun, geriye doğru gidildiğinde Blaise Pascal'a kadar uzayan bir geçmişe sahip olduğu görülür; bu elbette belli bir şekilde anlaşılan varoluşçuluk anlamında bir felsefe eğilimidir, bunun yanı sıra varoluşçuluğun argümanlarının bir kısmı, nüve halinde ya da perspektif düzleminde de olsa çok daha öncelerde, örneğin Sokrates felsefesinde, kutsal metinlerde vb. de bulunmaktadır. Ama felsefe tarihi incelemelerinde bir felsefe eğilimi olarak Varoluşçuluğu Pascal ile birlikte ele alıp değerlendirmek yaygın bir tutumdur.

Daha sonraları, Soren Kierkegaard varoluşçuluğun anlaşılmasına tam olarak belli bir şekil verir. Buna göre dünyadaki insanın varoluşu bir problematiktir ve felsefenin soruşturulması bunun üzerine yürütülmelidir. İsa, modern varoluşçuluğun kurucusu olarak kabul edilir. Varoluşçuluk öyle ki hem edebiyat alanında hem de felsefe alanında etkili olmuş ve çeşitli şekillerde temsilcilerini bulmuştur. Friedrich Nietzsche, Martin Heidegger, Albert Camus, Dostoyevski varoluşçuluk dendiğinde akla gelen ve modern varoluşçuluğun temsilcileri olarak incelenen isimlerdir.

Sartre'ın, varoluşçuluğunda ilk olarak görülen, insanın önceden-tanımlanmamış bir varlık olarak ele alınmasıdır. İnsan kendi yaşamını ya da tanımını kendi kararlarıyla verecektir. İnsanın içinde bulunduğu koşullar içinde yaptığı tercihleri onun kim olacağını ve ne olacağını belirler. Bu, "varoluş özden önce gelir" sözünün anlamıdır. İnsan önceden-zaten-belirlenmiş bir öze sahip değildir, daha çok o özünü kendi eyleyişleriyle gerçekleştirecek, yani varoluşunu şekillendirerek özünü ortaya koyacaktır. Kahraman ya da alçak olmak, insanın kendi yaptıklarıyla ilgili bir sonuçtur. Bu anlamda varoluşçu felsefede insanın etik bir varlık olarak şekillendirildiği, ama bunun da siyasalı yadsımayan bir etik olduğu görülür. İnsan belirli bir bütünlüğün içine doğmuştur, burada belirli bağımlılıkları vardır ve yaşamı boyunca bu bağımlılıklar içinde bazı kararlar vermek zorundadır. İşte bu kararlar insanın varoluşunun gerçekleştirilmesidir. Bu anlamda Sartre varoluşçuluğu genelde sanıldığının aksine ve varoluşçu edebi metinlerde görülen karamsarlığa rağmen iyimser bir felsefe olarak değerlendirir. Bu felsefede özgürlük ve bağımlılık arasında tuhaf bir ilişki kurulur, öyle ki, Sartre; insan kendi özgürlüğüne mahkum edilmiştir der. Sartre'a göre insan kendi kararlarıyla ve tercihleriyle özgürlügünü gerçekleştirmek zorundadır.

Öte yandan varoluşçuluk belirtildiği gibi iyimser bir felsefedir ve özünde hümanisttir. Hümanizm Sartre'ın felsefesinde önemli bir yöndür. 20. yüzyılın ikinci yarısı özellikle Hümanizmin kuramsal ve felsefi olarak reddedilmesi ve eleştirilmesi olarak ortaya çıkmış olmasına ve bunların çoğunluğunun Fransa kaynaklı olmalarına rağmen, Sartre ısrarla, kendi felsefi konumunu ifade etmek için özgül bir şekilde anladığı anlamda hümanizmi vurgular. Sartre Varoluşçuluk Hümanizmdir der ve bu isimde felsefi bir çalışması vardır.

Bulantı

Bulantı, Sartre'ın aynı adlı kitabı olmasının yanı sıra, terim olarak da Sarte'ın varoluşçu felsefesini ifade etmektedir. Dünyanın kendinde varlığı ("kendinde şey"), insana bulantı duygusu verir; çünkü gerçeklik, yani varlıklar ne iseler o olarak orada öylece ve anlamsız bir şekilde dururlar. Bilinç ise, "kendi-için-şey"dir, ve o hiçlikle ortaya konur. Sartre, felsefi olarak "Varlık ve Hiçlik" kitabında bu noktaları açıklar. Daha sonra da Bulantı romanında edebi bir metin olarak konuyu somut biçimde değerlendirir.

Bulantı romanının kahramanı Antoine Roquentin'dir. İlk kez yerde gördüğü bir taş parçasını eğilip almak istediğinde bunu yapamadığını fark eder; çünkü bu anda varoluşun saçmalığına karşı bir bulantı duymaya başlar, varlıkların varoluşuna, doluluğuna karşı duyulan bir bulantı. Bu dünyanın özündeki kendinde anlamsız varlığı karşısında duyulan bir bulantı'dır. Sartre'a göre hissedilen bu bulantı hissi, kişinin varlıkların kendiliğinden varoluşlarının doğurduğu anlamsızlıktan sıyrılmasını sağlar ve onu bilinçli bir varlık olma konumuna getirir.

Varoluşçu Marksizm

Sartre'a göre Marksizm esas itibariyle varoluşçu bir mantıkla değerlendirilebilir ve değerlendirilmelidir. Marksizm, yapısalcılık gibi kuramcı eğilimlerin iddialarının aksine özünde Hümanisttir; "Marksizm hümanizmdir", der Sartre.

Diyalektik Aklın Eleştirisi'nde Sartre, varoluşçulukla Marksizmi karşılaştırarak değerlendirir ve Marksizmin, "çağımızın aşılmaz bir felsefi ufku olduğu" saptamasını yapar. Sartre'a göre; bir Descartes ve Locke dönemi, bir Kant ve Hegel dönemi, ve son olarak bir Marx dönemi söz konusudur. Bu temsilcilerin hepsi, bütün bir kültürün tarihsel ufkunu temsil ederler ve Marx bunların en yetkinleşmiş halidir. Tarihsel bir perspektif olarak Marksizmi kesin bir şekilde önerir ve "insanlık tarihinin tek geçerli yorumu"nun Marksizm ya daDiyalektik Materyalizm olduğunu söyler. "Hiç olmazsa zamanımız için" der Sartre, "marksizm aşılamazdır".

Sartre ve Aydın tavrı:

Sartre, bir aydın ya da entelektüel olarak her zaman çok özel bir konumda durmuş, her zaman bu aydın konumu üzerinden tartışmalar yürütülemesine vesile olmuştur. Hem savunduğu hem de uyguladığı aydın tavrı, Sartre'ı entelektüeller arasında özel bir konumda tutar. Öyle ki, Sartre, hem tamamen özgürlükçü ve bağımsız bir konumda bulunup hem de sıkı bağlanımları gerektiren pek çok politik tavrı, tereddüte ya da çelişkilere düşmeksizin sergileyebilmiş ve zamanının bütün sorunları konusunda neredeyse aktif bir tavır sergileyebilmiştir.

Bu bakımdan Sartre için, "çağının tanığı ve vicdanı" diye söz edilmesi yanlış olmaz. Sartre'ı Sartre yapan yalnızca felsefi çalışmalarının yetkinliği ve özgül varoluşçu kuramının ilgi çekiciliği değil, aynı zamanda sergilediği aktif aydın tavrıdır. Sartre, bu noktada kuram ve eylem adamı niteliklerini birleştirmiş durumdadır.

Sartre'ın anladığı ve savunduğu anlamda aydın, ister eylem alanında ister yazı masasında olsun, esasta aydını aydın yapan nitelik, yaşadığı zamanın dünyasına sırt çevirmeyen, bu dönemin gerçekliklerinden ve çelişkilerinden kaçınmayan, aksine tutumunu ve eylemini bu gerçeklikler ve çıkmazlardan hareketle oluşturup belirleyen tavırdır.

Bu anlamda Sartre'ın bir bütün yaşam doğrultusu bu bakışın doğrulanmasıdır. Dolayısıyla da, Sartre'ın sergilediği aydın tavrı ve kişiliği, varoluşçuluğun edebiyattaki yetkin temsilcisi olarak kabul edilen Dostoyevski'nin sözünü onaylar niteliktedir; "Her insan herkes karşısında her şeyden sorumludur." Bu söz Sartre'ın anladığı ve örneğini sergilediği anlamda aydının tavrının da iyi bir açıklanmasıdır.

Jean-Paul Sartre Kitapları - Eserleri

  • Bulantı
  • Duvar
  • Akıl Çağı
  • Varoluşçuluk
  • Yıkılış
  • Yaşanmayan Zaman

  • Edebiyat Nedir?
  • Sözcükler
  • Aydınlar Üzerine
  • Varlık ve Hiçlik
  • İş İşten Geçti
  • Sartre Sartre'ı Anlatıyor
  • Baudelaire

  • İmgelem
  • Sanat, Felsefe ve Politika Üstüne Konuşmalar
  • Toplu Oyunlar
  • Toplu Oyunlar 2
  • Kirli Eller
  • Öznellik Nedir?
  • Ego'nun Aşkınlığı

  • Denemeler
  • Saygılı Yosma
  • Yöntem Araştırmaları
  • Hepimiz Katiliz
  • Materyalizm ve Devrim
  • Altona Mahpusları
  • Özgür Olmak

  • Şimdi Umut: 1980 Söyleşileri
  • Tuhaf Savaşın Güncesi
  • Çark
  • Gizli Oturum
  • Mezarsız Ölüler
  • Sinekler
  • Heyecanlar Üzerine Bir Kuram Taslağı

  • Şeytan ve Yüce Tanrı
  • Bir Şefin Çocukluğu
  • Altona Men - Without Shadows - The Flies
  • Komünistler Devrimden Korkuyor
  • Çağımızın Gerçekleri
  • Jean Paul Sartre Küba'yı Anlatıyor
  • Yazınsal Denemeler

  • Yabancının Açıklaması
  • Estetik Üstüne Denemeler
  • In Camera and Other Plays
  • Briefe an Simone de Beauvoir 1
  • Sahibin uşaqlığı
  • Seçilmiş Əsərləri
  • The Age of Reason

  • Yöntem Araştırmaları

Jean-Paul Sartre Alıntıları - Sözleri

  • Emek, hayatın yeniden üretilmesi yoluyla nesnelleşmeyse, emek yoluyla nesnelleşen nedir? İhtiyaçla tehdit edilen nedir? Jouissance'la (haz, keyif) birlikte ihtiyacı ortadan kaldıran nedir? Cevap elbette ki pratik biyolojik organizmadır ya da diğer bir deyişle, bu terim bizi öznellik açısından ilgilendirdiği ölçüde, psikosomatik birliktir. Sonuç olarak, burada içselliğiyle dolaysız bilgiden kaçan bir birliği kavrıyoruz. (Öznellik Nedir?)
  • Özgürlük, metafizik değil, pratik özgürlük, proteinle koşullanmıştır. İnsanlar, açlıktan kurtulduğu, uğraşlarını ona yakışan koşullar altında yapabildikleri gün, yaşam insanca olacaktır. (Sanat, Felsefe ve Politika Üstüne Konuşmalar)
  • Dokunmayın bana. Birinin bana dokunmasından nef­ret ederim. Acımanızı da kendinize saklayın. Haydi! (Gizli Oturum)
  • Aşk, aşktan daha fazla bir şeydir. (Denemeler)
  • Ben de herkes gibi değiştim: bir sürerlilik içinde. (Sanat, Felsefe ve Politika Üstüne Konuşmalar)
  • Bize ihanet eden, kendi sözlerimiz, kendi eylemlerimiz, kendi alçaklıklarımızdır. (Altona Mahpusları)

  • Köksüzlerin ağırlığı olmaz. (Sinekler)
  • "O halde bu, proletaryanın hiçten yola çıkarak icat ettiği ya da 'yarattığı' bir şey değil, daha ziyade bütünlüğü içindeki evrim sürecinin zorunlu sonucudur; bu yeni öğe, ancak proletarya onu bilincine yükseltip pratik kıldığında somut bir gerçeklik halini almaya dair soyut bir imkân olmayı yine de bırakmaz. (Öznellik Nedir?)
  • İnsan dönüp kendi geçmişine bir anlam yakıştırarak onu bir çeşit değişikliğe uğratabilir. Yani kendi kişisel tasarısına göre, geçmişini farklı bir biçimde sahiplenir. Bir başka deyişle geçmiş, insanın özgürlük anlayışına göre kimlik kazanır.. (Ego'nun Aşkınlığı)
  • "Yeniden kendimi hissedebilmek istiyorum. İçten ve yoğun bir duygu beni kurtaracak." (Jean Paul Sartre Küba'yı Anlatıyor)
  • "Eskiden beklemek umurumda değildi. Şimdiyse ya­pamıyorum artık." (Kirli Eller)
  • Cehennem, başkalarıdır. (Toplu Oyunlar)
  • “Neden iki ayrı kişi olduğumuzu anlamıyorum. Kendim kalarak, sana dönüşmeyi isterdim.” (Toplu Oyunlar)

  • Gerçekten savaşsaydım, pek fena olmazdı. Fakat, savaşmıyorum işte. Silah altına alınmışım, o kadar. (Tuhaf Savaşın Güncesi)
  • "Bizi hiçbir zaman sevmediler!.." (Yıkılış)
  • Öncelikle en başında boşluk korkutmuştu sanatçıyı. Kuş uçmaz kervan geçmez, bu ıpıssız mekanda kendi boşluğunu kavramaya çalışırken, bir aşağı bir yukarı, aylarca gezinmişti. Sadece kendi korkunç yalnızlığı eşlik etmişti ona... (Estetik Üstüne Denemeler)
  • " Belli bir grubun emrindeki bilim, bir ideolojiye dönüşür. '' (Aydınlar Üzerine)
  • "İnsan özgür olmaya mahkûmdur." (Varoluşçuluk)
  • Söyleyebildiğim zaman söyleyeceğim. (Tuhaf Savaşın Güncesi)
  • Biz rüzgar ektik, o ise fırtınadır. Şiddetin çocuğu, şiddetten her an kendi insanlığını ya­ratıyor. Biz onun sırtından insandık, o da bizim sırtımızdan ken­disini insanlaştırıyor. Yeni bir insana doğru hem de daha ni­teliklisinden. (Hepimiz Katiliz)