akademi
Turkcella

Uzun Hikâye - Mustafa Kutlu Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Uzun Hikâye kimin eseri? Uzun Hikâye kitabının yazarı kimdir? Uzun Hikâye konusu ve anafikri nedir? Uzun Hikâye kitabı ne anlatıyor? Uzun Hikâye kitabının yazarı Mustafa Kutlu kimdir? İşte Uzun Hikâye kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 01.03.2022 12:00
Uzun Hikâye - Mustafa Kutlu Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Mustafa Kutlu

Yayın Evi: Dergâh Yayınları

İSBN: 9789759953331

Sayfa Sayısı: 115

Uzun Hikâye Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Ben o zamanlar on altı yaşındaydım, lise birde. İnce uzun bir oğlan. Saçlarım kirpi gibi dik duruyor; ne yana, ne geriye taranmıyor, beni deli ediyordu. Babam "inatsın inat... İnatçı adamın saçı yatmaz. Dedeme çekmişsin besbelli. Keşke annene benzeseydin" diyordu. Keşke...

Annemin lepiska gibi yumuşacık, sarı saçları vardı. En çok o mavi gözlerini özlüyorum. "Benim oğlum okuyacak yüksek bir memur olacak" der, sonra da göz ucuyla babama bakardı.... Devamı kitapta.

Uzun Hikâye Alıntıları - Sözleri

  • -Nereye gideceksin? +Bilmiyorum. -İyi... Bilmemek en iyisi.
  • Ancak hayat dediğin nedir ki? Anlaşılmaz bir sır...
  • "Hayat kitapla güzel."
  • "Hayat dediğin nedir ki? Anlaşılmaz bir sır."
  • Dünyada ne adamlar var, yüzü insan, içi odun.
  • ...yoruldum. Yoruldum, genç yaşta bu hayattan yoruldum..
  • Dünyada ne adamlar var, yüzü insan, içi odun.
  • "Onun bıraktığı boşluğu bir başkasının asla dolduramayacağını adım gibi biliyordum."
  • "...yoruldum. Yoruldum, genç yaşta bu hayattan yoruldum..."
  • Hayat dediğin nedir ki? Anlaşılmaz bir sır.
  • . Ayakkabılar eskir be Ali’m. Her şey eskir.  Bak sen hâlâ sevdiğim adamsın, sen eskime. .
  • "Ancak hayat dediğin nedir ki? Anlaşılmaz bir sır."
  • “Dünyada ne adamlar var, yüzü insan, içi odun. Neyse.”

Uzun Hikâye İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Hayat kitapla güzel!: Hayat dediğimiz nedir ki? Kimimize göre kısa, kimimize göre uzun bir hikâye. İçinde acıların, umutların, sevdaların, haksızlıkların, düşmelerin, kalkmaların ve nihayetinde yaşama tutunma çabalarımızın olduğu bir hikâye. Kendimizin yanında, dünyaya geldiğimiz aileden yetiştiğimiz sosyal çevreye; aldığımız eğitimlerden yetiştiğimiz şehirlere kadar birçok yazarı olan bir hikâye. O nedenle herkes, ama kısa ama uzun bir hikâyenin oyuncusu sadece.               • • • İşte yazar/mustafa-kutlu da “kitap/uzun-hikaye--1182”de Bulgaristan göçmeni Ali’nin hikâyesini oğlunun ağzından anlatıyor bizlere. Onun sevdasını, okuma ve yazma aşkını, dürüstlüğünü, haksızlıklar ve insanların acımasızlığı karşısındaki tavrını, kasabadan kasabaya kaçışını ve yaşama tutunma çabalarını bir bir ortaya koyuyor. Öyle ki Ali Bey ve oğlunun hikâyesi üzerinden bir dönemin, kasabalardaki yaşamın, toplumun zihniyet dünyasının, kadın erkek ilişkilerinin, adaletsizliklerin, sosyal ve siyasi yaşamın adeta resmini çekiyor. • • • yazar/mustafa-kutlu, yalnızca bununla kalmıyor. Aynı zamanda Ali Bey ve oğlunun hikâyesi üzerinden okuru, kendi hikâyesine doğru bir yolculuğa çıkarıyor. Bunu öyle nahif ve ince bir üslupla yapıyor ki kitabı okurken zaman zaman geçmişinize doğru dalıp gidiyorsunuz. Yetiştiğiniz aile, yaşadığınız mahalle, şehir, arkadaş çevreniz, düşmeleriniz, kalkmalarınız ve yaşama tutunma çabalarınız bir sinema şeridi gibi gözünüzün önünden geçiyor. • • • Doğrusu “kitap/uzun-hikaye--1182” dili çok sade, betimleme ve tasvirleri çok etkileyici, karakterleri günlük yaşamın içinden, duygusal derinliği ve anlatımındaki yoğunluğu çok yüksek bir eser. O nedenle tatlı tatlı akan bir nehir gibi insanı kendine çekiyor. Okurken yorulmuyor ve bitirene kadar da elinizden bırakmak istemiyorsunuz. Velhasıl, “Uzun hikâye” deyiminin anlamında olduğu gibi, “Pek çok ayrıntıları bulunan, anlatması uzun sürecek, anlatmadan da anlaşılmayacak” bir öykü. Keyifle okuduğum bu eseri tüm okurlara mutlaka okumalarını tavsiye ederim. Aynı eserden uyarlanan filmini de kitabı okuduktan sonra izlemelerini öneririm.       Kitapta da ifade edildiği gibi, “Solunan hava, yüzülen su, oturup kalktığımız insanlar, yürüdüğümüz yollar bizi değiştirir.” Bir de okuduğumuz kitaplar. “Hayat kitapla güzel!” diyor… Herkese keyifli okumalar diliyorum!  (nalkan)

Bu kitabı en son bir kez daha lise 1'de iken okumuştum. O zamanlar, doğrusunu söylemek gerekirse bu kısa görünen Uzun Hikaye'den hiçbir şey anlamamıştım. O dönemde kitap hakkındaki düşüncem: Bu Nasıl bir kitap?Bir yerden bir yere atlıyor, parça parça konular, farklı yerler, farklı karakterler vs. Kısacası kitabın adını satırlarda bulamadım ve 2 yıl sonra tekrar okuma kararı aldım. başlayalım.... Aşk, dram, trajedi içerisinde birçok konu edinen Uzun Hikaye'de pek çok yaşantı yer almakta. Kara Sevdalar, ayrılıklar, Aşk acıları... Sevinç çok az vardı diyebilirim. Ali Munise'ye vurulur fakat duygularını dile getirdiğinde Munise'nin abi korkusundan Ali'ye ilkin Evet diyemez munise'nin abileri de yaman çocuklar tabii ama Ali bunu hiç düşünmez gün gelir munise'yi de İkna edince kaçar giderler. Ailesine izlerini kaybettirirler. Zaman sonra Ali'nin adı artık "sinemayı yakıp münire'yi kaçıran Bulgaryalı Ali'nin Destanı" olarak geçer Ali Yol yordam bilmez, kalacak yerleri yok. Bir vagonda iyimser bir karakter onlara vagonda kalmalarını söyler ve orada yaşamları başlar. Çocukları dünyaya gelir ve ardından Munise ikinci çocuklarına hamile kalır. Zamanın birinde doktora gittiklerinde Munise'yi kaybederler. Baba-oğul hayata tutunmaya çalışırlar ve hayat çarkları burada dönmeye başlar. Daha fazla ayrıntıya girmeden Şuna da değinmek istiyorum: (sayfa 78 )de :kasabalardan kaçanların serüvenleri ne kadar birbirine benzer ve niçin sonu hep hüsranla biter?"satırlarını okurken aklıma Çalıkuşu'ndaki Feride geldi O da yabancıların Mesken tuttuğu uzak kasabaya gitmiş ve sevdiğini kavuşamadan Fani Dünyadan göçüp gitmişti. İlerleyen sayfalarda Ali'nin oğlu da Suna'ya Çalıkuşu kitabını hediye etmesi benim için ikinci Çalıkuşu olmuştu doğrusu... (Sayfa 96) "Bu defa önceden hazırladığın bir kitabı verdim. İçine küçük bir kağıt koymuş, 'Hep seni düşünüyorum' diye yazmıştım. kitabı geri getirdiğinde baktım benim verdiğim kağıda, o cümlenin altına 'Ben de seni' diye yazmış." Aşkın, sevginin, mutluluğun en saf hali olarak yorumladım. Çok güzel ve acıklı değil mi? Ben çok duygulandım. Ali'nin oğlunun sevdiği kız da tıpkı Munise gibiydi. Adı çıkmasın diye aşkını kalbinin en derinlerine gömmüş kavuşamamış oğul bunun acısına dayanamayıp babasından izni isteyerek İstanbul'a gitmiş, ortalardan kaybolmuştur. Çok çok derin hikayeler vardı kitabın içerisinde. Okuyup saçma diyen varsa tekrar okumalı çünkü içerisinde hayatımızdan hep bir parça vardır. Yüreğinize dokunan Satırlar olacaktır. (İlayda BİLGİN)

Mustafa Kutlu sen çok yaşa!: Yine Mustafa Kutlu, yine harika bir eser ! - Her Mustafa Kutlu eseri bitirdiğimde Mustafa Kutlu'yla bu denli geç tanışmış olmanın ince kederini yaşayıp büyüteceğim içimde. Her defasında dilinin o sıcaklığını, yalınlığını hissetmiş olduğum üstat bu eserinde de aynı minvalde devam etmekte. Hikayenin özgün oluşu, içinizi ısıtacak diyaloglar, eskinin çıkmazı, fakirliğin ve yoksulluğun ağırlığı hepsini bu eserde çok derin bir şekilde hissetmek mümkün. Ve hep olduğu gibi harika bir final. - Bir tren vagonundan İstanbul'a yolculuk. Senin hayalin ve ben o vagondayız. Aynı zorluğu çekiyor, üzülüyoruz,seviniyoruz. Belli mi olur bir gün biz de bir kitapçıda denk gelir, bakışırız. Ama ben sana Mustafa Kutludan bir kitap hediye ederim. Sonrası Allah Kerim. - Hararetle tavsiye ederim. - Mustafa Kutlu sen çok yaşa! (Ersin Akın)

Kitabın Yazarı Mustafa Kutlu Kimdir?

Mustafa Kutlu, 6 Mart 1947’de Erzincan’un Ilıç ilçesine bağlı Kuruçay nahiyesinde doğar. Babası Nurettin Bey, annesi Sulhiye Hanım’dır. Beş kardeştirler. Üç ablası ve bir de kız kardeşi vardır.

Mustafa Kutlu ‘nun ailesi ilmiye sınıfındandır. Babası Nurettin Bey rüştiye tahsillidir. Nahiye Müdürlüğü yapar. Anadolu’nun pek çok yerinde bu görevi yürütmüştür. Dedeleri de çeşitli memuriyetlerden gelmedir. Soylarına Hacıyakupoğulları denir. Ailenin bilinen bütün kökleri Erzincan’dadır. Babasının görevi sebebiyle bir yerde bir iki sene kalıp başka bir yere nakilleri gerçekleşir. Babası 1953 yılında emekli olduktan sonra Erzincan’a döner, kahvelerde arzuhalcilik yapar. Babasını 1959 yılında 12 yaşındayken kaybeder.

Babası ile pek fazla içli dışlı olamaz. Nurettin Bey tam bir Osmanlı Beyefendisidir. Eski harfleri çok iyi yazar. Kutlu’nun kendisi gibi Nurettin Bey de babasını 12 yaşında kaybeder. Babanne ikisi erkek, ikisi kız olan çocuklarını kendi başına yetiştirmek zorunda kalır.

Mustafa Kutlu ‘nun Annesi Sulhiye Hanım ve babannesi de tam bir Osmanlı Hanımefendisidirler. Eşlerinin yokluğunu çocuklarına hissettirmemek için ellerinden gelen gayreti gösterirler. Sulhiye Hanım’ın isminin kaynağı 1923’te ilan edilen Cumhuriyet’tir. “Sulh” olduğu için ismini Sulhiye koymuşlardır.

Çocukluğunda yazları annesinin köyüne gider. Eskiden şehir ve taşra hayatı birbirinden bugünkü kadar kopuk değildir. Erzincan’da mahallelerinin hemen yakınında bir köy uzun yıllar; ahırıyla, mereğiyle, davarı, nahırıyla varlığını korur.

Babasının tayin edildiği bir nahiyede ev bulamadıkları için istasyon yakınlarında bir binada kalırlar. Burası Kemah Beylerinden Sağıroğulları’nın Cebesoy İstasyonu’na yaptırdıkları bir dinlenme evidir. Kısa bir süre de karakol binasında kalmışlardır. Bu günlerin hatıralarını Kupa Maçı [Gİ] ve 5492 [AKY] isimli hikâyelerinde kullanır. Burada dumanlı trenler, istasyonlar, demiryolu çalışanları, ıssız tabiat ve hayvanlarla içli dışlı olur.

Beş altı yaşlarındayken okula giden ablalarının kitaplarından okuma yazmayı öğrenir. Bu kitaplardaki şiirleri ezberler. Okula gitmeden önce ikinci üçüncü sınıf talebesi kadar bir birikime sahip olur.

Babasının ölümü ile birlikte (orta ikinci sınıftadır) zor günler başlar. Annesine yardımcı olmak için birçok iş yapar. Sebze halinde arabadan karpuz indirir, kahvede garsonluk, çadırlarda puantörlük yapar. Yine bu yıllarda uğraştığı iki iş vardır. Biri resim yapmak diğeri futbol oynamak. Mahalli ligde futbol oynar.

Mustafa Kutlu – Tahsili

Mustafa Kutlu, İlkokulu, ortaokulu ve liseyi Erzincan’da okur. Ortaokula kadar oturdukları ev deprem sonrası yapılan prefabrik evlerdendir. Buraya elektrik gelmediğinden orta ikiye kadar petrol lambası kullanmışlardır.

İlkokuldan itibaren edindiği okuma alışkanlığı, ortaokul sıralarında edebî zevke dönüşür. Edebiyat okumayı düşünür; fakat edebiyatçı olmak gibi bir tasarısı yoktur. Lisede fen kolundan mezun olur. Fen koluna giriş sebebini şöyle açıklar: “Sıra arkadaşımla mahalli bir amatör kümede, aynı takımda top koşturuyoruz. Çocuk kütüphane müdürünün oğlu ve dersleri çok iyi. Ben haytayım, derslerim o kadar iyi değil. O arkadaşım babasının yönlendirmesiyle fen bölümüne giriyor. Fen, yani zor bölüm, ki üniversitede tıp kazansın, teknik üniversiteye falan gitsin. Ben de diyorum ki, “ulan orayı yapamayız oğlum, biz top oynuyoruz, edebiyata gidelim, edebiyat kolay.” O fen koluna gidince ben de onun peşi sıra fen bölümüne gittim. Yani arkadaş kurbanı oldum.” (Murat Menteş, “Göründüğü Gibi Olan Adam”, Gerçek Hayat, 16-21 Mart 2001, s.17)

Mustafa Kutlu on üç dersten bitirme imtihanına girerler. Yazılıyı vermeyeni sözlüye almamaktadırlar. Birçok öğrencinin tek dersten kalıp liseyi bıraktığı bir dönemde mezun olabilen iki öğrenciden biridir. (1963)

Mustafa Kutlu , Liseyi bitirdikten sonra resme olan hevesi yüzünden Güzel Sanatlar Akademisi imtihanına girmek ister. O güne kadar Erzincan sınırlarına çıkmamış bir taşra çocuğunu Güzel Sanatların “frapan havası” iter. Böylece on yıl uğraştığı resim defterini kapatır. Buraya girmeyişinin bir başka sebebi de taştada bir kılavuzu olmayan, belli bir eğitimden geçmemiş, kendi kendini yetiştiren bir ressam adayının pek bir yere varamayacağını hesap etmesidir.

Mustafa Kutlu Erzurum Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesine 1964’te kaydolur. Burada yeni ve değişik bir dünya ile karşılaşır. Orhan Okay, Kaya Bilgegil, Niyazi Akı, Selahattin Olcay gibi hocalarla tanışır.

Mustafa Kutlu iki arkadaşı ile birlikte Erzurum Halkevi salonunda yağlıboya resimlerinden oluşan bir sergi açar. Burada 30-40 kadar resmi sergilenir. Üniversite üçüncü sınıfa kadar aklında yazı yazmak düşüncesi yoktur.

Mustafa Kutlu bir gün Orhan Okay Hoca’nın odasında Hareket Dergisi’nin sahibi Ezel Erverdi ile karşılaşır. Bu karşılaşma hayatında bir dönüm noktası olur. Çünkü Ezel Erverdi desensiz mesensiz diye eleştirdiği Kutlu’dan desen göndermesini ister. Gönderdiği ilk desenler Hareket’in 28. sayısının kapağını süsler. Sonra bu dergide hikâyeleri de yayımlanmaya başlar. İlk hikâyesi 29 Mayıs 1968’de yayımlanan “O…”dur, hikâye ile birlikte biri kapakta olmak üzere 6-7 deseni çıkar.

Üniversitenin son sınıfında Orhan Okay Hoca ile “Sait Faik’in hikâyelerinin resim ve perspektif açıdan incelenmesi” konulu tezini hazırlar. 1968’de okulu bitirir.

Mustafa Kutlu – Memuriyeti

1969’da Erzincan’da görücü usulü ile, hayatımın en güzel tevafuku dediği eşi Sevgi Hanım ile evlenir. (Bu evlilikten bir erkek bir kız çocukları olmuştur. ) Evliliği ile birlikte öğretmenliğe başlar. İlk tayini Tunceli’ye çıkar. Dört yıl Tunceli Lisesi’nde çalışır. 1972 yılında İstanbul’a tayin edilir. Küçükköy Vefa Poyraz Lisesi’nde iki yıl öğretmenlik yapar. 1974 yılında çok sevdiği mesleğinden istifa ederek ayrılır. Hareket Yayınları’nı genişletmek isterler. İstifa gerekçesini şöyle açıklar: “Öğretmenliği çok seviyordum; fakat yine de dergiye ağırlık vermemiz gerektiği için istifa ettim.” (Murat Menteş, “Göründüğü Gibi Olan Adam”, Gerçek Hayat, 16-21 Mart 2001, s.17)

Mustafa Kutlu – Yayın Hayatı

Mustafa Kutlu, 1968 yılında İstanbul’da çıkan Fikir ve Sanatta Hareket Dergisi’nde yayımladığı hikâyelerle yayın dünyasına girdi. Adımlar (Erzurum, 1970-72), Hisar, Türk Edebiyatı, Düşünce, Yönelişler gibi dergilerde yazdı.

“Üniversite yıllarında yazmaya başladım. İlk yazdığım “O” hikâyesinden itibaren bütün yazdıklarımı yayımladım. Bu işi şuurla yürüttüm. Bizim neslin bu sahada ağabey, hoca, arkadaş kabilinden mürebbisi yok sayılır. Kendimi yetiştirdim. Bu açıdan ilk hikâyelerimin yayınlanması, hatta kitap haline gelmesi hem bir şans, hem bir talihsizliktir. Okuyucunun karşısına olgun örneklerle çıkamadım, ancak zamanla kendi hikâyeme doğru yürümeye başladım. İlk iki kitabım hazırlık dönemidir.” (Yaşar Kaplan, “Mustafa Kutlu’yla Bir Söyleşi”, Aylık Dergi, Sayı 63-64-65, 1984, s:44)

Hikâyeleri, desenleri ve diğer yazıları Hareket dergisinde yayımlandı. Adımlar dergisinde şiirleri de vardır. Hikâyelerini bu dönemde kitaplaştırmaya başladı. İlk hikâye kitabı “Ortadaki Adam” (1970) Hareket Yayınları tarafından basıldı. Bunu “Gönül İşi” (1974) takip eder. Bu arada iki inceleme yayımlar. Bunlar Sabahattin Ali ve Sait Faik üzerinedir. Bunların yayımlanması ona göre hem bir şans hem de bir şanssızlıktır. “Talebelik sırasında yapmış olduğum iki çalışma hemen yayımlanma şansı buldu. Bunlar erken yayının bütün acemiliklerini taşıyan kitaplardı; ama benim için büyük bir şanstı.” (Adnan Tekşen, “Mustafa Kutlu ile Mülakat”, Zaman, 16 Temmuz 1987, s. 9.

Mustafa Kutlu , Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisinin (8 cilt 1976-1998) 2. ciltten itibaren yayın yönetimini üstlenir ve bu ansiklopediye geniş ölçüde madde yazar. 1974-75’ten itibaren 20 yılını verdiği bu ansiklopediyi 1973’te aldığı Smith Corona marka daktilosundan yazarak çıkarır. Ansiklopedi için şimdi profesör olan D. Mehmet Doğan ile çalışır.

Fikir ve Sanatta Hareket Dergisi 1982’de kapanınca kendi tabiri ile sudan çıkmış balığa dönerler; çünkü dergi ile yaşamaya alışmışlardır.

Mustafa Kutlu, 1980’lerin ortasından sonra sinemaya yönelir ve senaryolar yazmaya başlar. “TRT’de dramatik belgeseller yazdım: Divan-ı Lügati’t Türk’ün bulunuşu ile ilgili ‘Bir Kitabın Hikâyesi’; ‘Müzedeki Şiir’, Divan Edebiyatı Müzesi ile bağlantılı bir belgeseldi. Selim ileri ile beraber Pazartesi Hikâyeleri’ni hazırladık; birçoğu çekildi. Halit Refiğ’in yönettiği ‘Kurtar Beni’ ile Osman Sınav’ın çektiği ‘Kapıları Açmak’ görünür hale geldi; çünkü her ikisi de ödül aldı. TGRT’de yayınlanan Ufukta Bir Ağaç’ı yazmıştım…” (Murat Menteş, “Göründüğü Gibi Olan Adam”, Gerçek Hayat, 16-21 Mart 2001, s.17)

Ömer Seyfettin’in Yalnız Efe’sini senaryolaştırır. Diyanet İşleri’nin çocuk filmleri yapması ve bu filmlerin TRT’de gösterilmesi için Turgut Özal’ın girişimi ile bir proje hazırlar. Yusufçuk diye 8 bölümlük bir dizi yazar. “İnsanlar Yaşadıkça” isimli dizisi TRT engeline takılır. Son yazdığı senaryolardan birini TRT’ye teklif etmiş, ismi Mavi Kuş olan bu senaryo şu anda sinema filmi olarak düşünülmektedir.”

Mustafa Kutlu’nun Kapıları Açmak isimli senaryosunun Turizm ve Tanıtma Bakanlığı’nın açtığı yarışmada ikincilik derecesi vardır.

Mustafa Kutlu, dergiciliğe uzun bir ara verdikten sonra Dergâh (1990) ile bir dönüş yapar. İlk sayısı Mart ayında yayımlanır. Dergi edebiyat-sanat dergisidir. Dergâh’ın çıkışını Sultan Ahmet’teki Derviş çay bahçesinde İsmail Kara, Mustafa Kutlu ve Ezel Erverdi kararlaştırır.

Mustafa Kutlu derginin yanı sıra Kutlu, hâlen Dergâh Yayınevi’nin yönetimini de sürdürmektedir.

1986 yılından itibaren Zaman gazetesinde “Bir Demet İstanbul” başlığı altında şehir yazıları yayımlanır. Bu yazılar daha sonra Şehir Mektupları (1995) adı altında kitaplaşır. Halen Yeni Şafak’ta kültür-edebiyat yazıları yazmaya devam eden Kutlu, aynı gazetede spor yazıları yazmaktadır.

2012 yılında Osman Sınav’ın yönetmenliğinde ve Kenan İmirzalıoğlu’nun başrollüğünde “Uzun Hikâye” isimli eseri beyaz perdeye aktarılmıştır.

Mustafa Kutlu Kitapları - Eserleri

  • Uzun Hikâye
  • Ya Tahammül Ya Sefer
  • Mavi Kuş
  • Yoksulluk İçimizde
  • Sır
  • Beyhude Ömrüm

  • Bu Böyledir
  • İyiler Ölmez
  • Menekşeli Mektup
  • Hayat Güzeldir
  • Nur
  • Hüzün ve Tesadüf
  • Tirende Bir Keman

  • Rüzgarlı Pazar
  • Huzursuz Bacak
  • Yokuşa Akan Sular
  • Kapıları Açmak
  • Tahir Sami Bey'in Özel Hayatı
  • Tarla Kuşunun Sesi
  • Sevincini Bulmak

  • Hesap Günü
  • Chef
  • Zafer Yahut Hiç
  • İlmihal Yahut Arzuhal
  • Vatan Yahut İnternet
  • Tufandan Önce
  • Sıradışı Bir Ödül Töreni

  • Arkakapak Yazıları
  • Dem Bu Demdir
  • Fırtınayı Kucaklamak
  • Anadolu Yakası
  • Akasya ve Mandolin
  • Kalbin Sesi
  • Yoksulluk Kitabı

  • Vitrinde Olmak
  • Kalbin Sesi ile Toprağa Dönüş
  • Şehir Mektupları
  • Bir Demet İstanbul
  • Yıldız Tozu
  • Selâm Olsun
  • Akıntıya Karşı

  • Topkapı’dan Topkapı’ya
  • Sabahattin Ali
  • Gönül İşi
  • Ortadaki Adam
  • Sait Faik’in Hikaye Dünyası
  • Haliç İle Çepeçevre İstanbul

Mustafa Kutlu Alıntıları - Sözleri

  • İnsan dünyaya kendini kaptırınca zamanın nasıl geçtiğini bilemez. Bir akıntıya düşüp tüm ömrünü koşturarak geçiren çoktur. (Hesap Günü)
  • “Saçların tarumar gözlerinde nem Ateşe benzerdin küle dönmüşsün.” (Tirende Bir Keman)
  • “Giden gidiyor, geride solgun fotoğraflar kalıyor.” (Selâm Olsun)
  • Aramak vazifedir. “ Aramakla bulunmaz fakat bulanlar ancak arayanlardır.” (Kalbin Sesi ile Toprağa Dönüş)
  • “–Aslımızı yitirmezsek iyidir. – İyidir ya, mümkün mü?” (Yokuşa Akan Sular)
  • Baki olan sadece Cenab- ı Hakk ' tır. (Şehir Mektupları)

  • “Kendisini değil, artık hatırasını seviyordu.” (Tirende Bir Keman)
  • Tren gider, yol gider. Ömür biter, yol bitmez. (Kapıları Açmak)
  • Hayatımızı manevi zenginliklerle donatmak gibi köklü ve insani alışkanlıktan, hayatımızı maddi zenginlikler ile donatmak gibi boyutları belirsiz ve bize ait olmayan bir mutluluk anlayışına kaymamız olup bitenlerin kaynağına işaret eder. (Topkapı’dan Topkapı’ya)
  • Ne denilmiş: Sabır, sebat, murat. (Beyhude Ömrüm)
  • Ölülere sahip çıkamayanlar, dirilere sahip çıkabilir mi? (Haliç İle Çepeçevre İstanbul)
  • Önce zihnimiz kirlendi, sonra kendimizden şüpheye düştük, ardından inançlarımızı sorgulamaya başladık. Bu geleneği ve ahlakı yaraladı. Artık ortada bir 'güven bunalımı' vardı. (Vatan Yahut İnternet)
  • Herşey gelip inceliklerde düğümleniyor. (Bu Böyledir)

  • "Gönül yarası bu kızım, mutlaka izi kalır." (Zafer Yahut Hiç)
  • Eskiye ait ne varsa kıymete bindi. (Vatan Yahut İnternet)
  • Velhasıl dünya hayatı "İş" dediğimiz oyun ve eğlenceden ibarettir. (Hesap Günü)
  • Mahvıma sebep hilmimdir.. (Sevincini Bulmak)
  • Umut bu dağın ardında belki, ama bu dağın ardı meçhul. (Yoksulluk Kitabı)
  • “Dua etmeli derim içimden; hem giden, hem bizim gibi geride kalanlar için artık sadece dua etmeli.” (Selâm Olsun)
  • Giden gidiyor, geride solgun fotoğraflar kalıyor. (Selâm Olsun)

Yorum Yaz