diorex
sampiyon

Tanrı'nın Tarihi - Karen Armstrong Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Tanrı'nın Tarihi kimin eseri? Tanrı'nın Tarihi kitabının yazarı kimdir? Tanrı'nın Tarihi konusu ve anafikri nedir? Tanrı'nın Tarihi kitabı ne anlatıyor? Tanrı'nın Tarihi PDF indirme linki var mı? Tanrı'nın Tarihi kitabının yazarı Karen Armstrong kimdir? İşte Tanrı'nın Tarihi kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 25.07.2022 19:00
Tanrı'nın Tarihi - Karen Armstrong Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Karen Armstrong

Çevirmen: Kudret Emiroğlu

Çevirmen: Oktay Özel

Çevirmen: Hamide Koyukan

Orijinal Adı: A History Of God

Yayın Evi: Pegasus Yayınları

İSBN: 9786052990612

Sayfa Sayısı: 608

Tanrı'nın Tarihi Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Semavi Dinlerin 4000 Yıllık Tarihi

Tek bir Tanrı’nın varlığı inancı –Allah, Tanrı, Yahveh– 4000 yıldır sürüyor. Tanrı’nın tarihsel öyküsü, aynı zamanda insanoğlunun mücadele öyküsüne denk düşüyor. Musevilik, Hristiyanlık ve İslamiyet, Tanrı’nın iyi olduğunu iddia ederken, organize din şiddete ve kökü kazınamaz bir önyargıya sık sık katalizör oluyor. Bu müthiş, geniş çaplı ve orijinal inanç serüveninde, Karen Armstrong, toplumların tek Tanrı inancına olan mutlak sadakatini ve bunun yarattığı pek çok çelişkili görüşü inceliyor. Karşılaştırmalı, sıra dışı bir ibadet ve savaş öyküsü olan Tanrı’nın Tarihi bizi hayatımızın en temel gerçeğiyle yüzleştiriyor.Klasik felsefeden Orta Çağ Mistisizmi’ne, Reformasyon’dan Aydınlanma’ya ve modern çağın kuşkuculuğuna, Karen Armstrong’un tek tanrılı dinlerin entelektüel tarihini tek bir ciltte toplamış olması bir mucize gibidir.

“Binlerce meraklı okuru tatmin edip bilgilendirecek müthiş ve takdire şayan bir eser.”

-The Washington Post Book World-

“Üç büyük dinin karşılaştırmalı tarihini araştırmacı bir şekilde inceleyen bu kitap, dinî düşüncelerin kök saldığı, büyüdüğü ve yeşerdiği sosyopolitik zeminleri korkusuzca aydınlatıyor.”

-Publishers Weekly-

“Nüktedan, bilgilendirici ve düşündürücü: Armstrong karmaşık düşünceleri sadeleştiriyor ama basitleştirmiyor.”

-New York Times Book Review-

“Yalnızca her şeyi bildiğini sananlar Armstrong’un Tanrı arayışından etkilenmeyecektir.”

-Economist-

“Armstrong, üç büyük dinin değişken Tanrı algısının çok iyi yazılmış bir genel değerlendirmesini sunuyor. Ayrıca epey din tarihi bilgisi de vererek, bu dinlerle ilişkili çeşitli filozoflardan, mutasavvıflardan ve reformculardan bahsediyor.”

-Library Journal-

“Armstrong saygılı bir merak duygusu ve cömert bir ruhla bu eseri kaleme almış. Konu hakkında bilgi sahibi olanların hafızasını tazeliyor ve acemilere yol gösteriyor.”

-Daily Telegraph-

“Armstrong üç tek tanrılı dini tartışırken, aynı zamanda tasavvufa ve din felsefesine de değiniyor. Okunmaya değer ve provokatif olan bu kitap, dinî araştırmalara büyük bir katkıda bulunmakta.”

-Booklist-

“Armstrong, sıra dışı bir araştırmayla, Museviliğin, Hristiyanlığın ve İslamiyet’in, günümüz anlayışına varana kadar gelişimini inceliyor.”

-Kirkus Reviews-

“Armstrong her bir dinin birbirini nasıl etkilediğini ve her birinin nasıl felsefi, politik ve bilimsel gelişmelerden etkilendiğini anlatıyor. Armstrong’un tutkulu, neredeyse heyecan dolu üslubu, hem konunun önemine değiniyor hem de dengeli ve adil.”

-AudioFile-

“Son derece akıcı bir kitap… Bu soru çok önemli: Tanrı’nın bir geleceği var mı?”

(Tanıtım Bülteninden)

Tanrı'nın Tarihi Alıntıları - Sözleri

  • "Hakikatın peşinde olan kişi, hiçbir bilimden kaçınmamalı, hiçbir kitabı küçümsememeli, tek bir inanca da daha fanatik biçimde bağlanmamalı."
  • ''İnsanlar boşluğa ve yalnızlığa dayanamazlar. Yeni bir anlam odağı yaratmakla boşluğu dolduracaklardır.''
  • ''Din, yoksullara baskı yapmak ve onları güçsüzleştirmek için varlıklılarca kullanılmış bir araçtı.''
  • "Dostoyevski, tek bir çocuğun ölümü Tanrı’yı kabul edilemez kılabilir demişti."
  • Tanrı'nın suretinde yaratılmış olduğu için vücuda saygı gösterilmeliydi. Hatta şarap ve seks gibi zevklerden uzak durmak günah bile sayılırdı, çünkü Tanrı bunları insanın mutluluğu için yaratmıştı. Tanrı'ya ıstırap ve inzivayla ulaşılamazdı..
  • ''Sanat gibi din de, bedenin miras aldığı acıya karşın, yaşamda değer ve anlam bulma çabasının bir sonucu.''
  • İnancın bilgiye, bilime ve kesinliğe gereksinimi yoktur.
  • "Tanrı'yı gizem olarak görmek yerine, filozoflar onun aklın kendisi olduğuna inanmaktaydılar."
  • İnsanlar ancak bencil davranışlarını düzelttikleri takdirde kendi yazgılarını değiştirebilirler.
  • “Sonunda, hayal kırıklığı içinde din yaşamını terkettim; başarısızlık ve yetersizlik yükünden kurtulunca da Tanrı inancımın sessizce kayıp gittiğini hissettim. Elimden geleni yapmış olmama karşın, Tanrı, yaşamımda hiçbir gerçek iz bırakmamıştı.”
  • Dinler tarihini daha fazla öğrendikçe, daha önceki korkularım daha çok doğrulandı. Çocukken sormadan kabul ettiğim öğretiler, gerçekten uzun bir zaman içinde ortaya çıkmış insan işiydi.
  • Herkesin felsefi düşünce yeteneği yoktu ve felsefe ancak entelektüel seçkinler içindi.
  • Yaşamlarımızı eksik ve tamamlanmamış olarak yaşarız. Hayvanların tersine, asla yetinmeyip hep daha çok isteriz. Bu, yaşamımızın her noktasında kendimizi aşmak ve bir sonraki aşamaya geçmek zorunda olduğumuzdan bizi düşünmeye ve gelişmeye iter.
  • Din, yoksullara baskı yapmak ve onları güçsüzleştirmek için varlıklılarca kullanılmış bir araçtı.
  • Tanrılar yaratmak insanoğlunun oldum olası yaptığı bir şeydir.

Tanrı'nın Tarihi İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Bu tarz kitaplarda spoiler uyarısı bana göre gereksiz olsa da, sitede yaşanan sıkıntılar mevcut galiba. O yüzden en baştan uyarayım. Spoiler vardır. Bir zamanlar Katolik bir rahibe olan Karen Armstrong’un, Tanrı inancını nasıl bıraktığı ile ilgili bir önsözle başlıyor kitap. Manastırdan ayrıldıktan sonra intiharı da düşünmüş burada bahsetmese bile. Önsöz biraz daha uzun olsa ve detaya girseydi daha sevindirici olurdu benim açımdan. Ama konumuz birinin ya da birilerinin inanç tarihi değil tabii ki. Konumuz insanlık tarihi boyunca kimilerine göre en büyük soru işaretlerini doğuran ve çoğunluğa göre de en kesin ve tek cevap olan Tanrı’nın tarihi. İlk durak doğal olarak Sümerler. İnanç tarihine merakınız varsa eğer, diğer birçok konuda olduğu gibi inanç tarihinde de en önemli durak Sümerlerdir. İbrahim ve onun soyundan gelenlere şöyle bir göz gezdirdikten sonra Paganizm, Buddha, Aristoteles ve Platon’un Tanrı görüşleri kısaca inceleniyor giriş bölümünde. Eğer bu konuya merakınız varsa bir diğer tavsiyem de Paganizm. Yazıya ihtiyaç duymayan Pagan inançlarındaki ritüellerin, diğer dinlere etkilerini görmek açısından oldukça faydalıdır. Tek Tanrıcılığa giriş bölümünde Yahudilerin Yehova’sı karşılıyor bizi doğal olarak. Nerede ortaya çıktığı tam olarak bilinmese bile, başlarda Firavun’un üstüne afetler, lanetler gönderen, sevdiği kulları hariç herkese gaddar ve acımasız olan bir kabile savaş tanrısından, çağlar geçtikçe doğan yeni ihtiyaçlar nedeniyle, çoğunlukla çeşitli peygamber ve din adamlarının yorumlarıyla beraber daha merhametli ve tüm dünyayı kapsayan bir Tanrı’ya evrilmesi anlatılıyor. Sina dağı ve on emir olayları sırasında Yehova’nın (ya da diğer insanların desek daha uygun olur tabii ki), diğer Tanrı ve Tanrıçaları da kabul ettiğini görürüz. Tarihler kaçı gösterirse göstersin ana, baba ve ataların inancı öyle kolay kolay terk edilemiyor. Zaman geçtikçe Yehova’nın diğer Tanrıları nasıl bir bir ortadan kaldırdığı anlatılırken, Yehova, Tanrıçaları da es geçmiyor tabii ki. Kadına toplumsal anlamda vurulan en büyük darbelerden biri burada başlıyor. “İlk başlarda kadınlar güçlüydü ve kendilerini kocalarıyla eşit görmekteydiler. Hatta, Deberah gibi bazıları savaşlarda ordulara bile komuta etmişlerdi. İsrailliler Yudit ve Ester gibi kimi kadın kahramanları saygıyla anmaya devam etmişler, ancak, Yahova'nın, Filistin'in ve Ortadoğu'nun diğer tanrı ve tanrıçalarını başarılı bir şekilde ortadan kaldırıp, tek Tanrı konumuna gelmesinden sonra, onun dini neredeyse tamamen erkeklerce sürdürülmüştür.” Tanrıların ve dinlerin ortalarda görülmediği avcı-toplayıcı zamanlarında, eşitlikten ziyade kadınların erkeklere göre daha üstün bir konumda olduğu düşünülüyor. Erkek av arkadaşları ile goygoy yapacak da, ayda bir mamut avlayıp türün devamını sağlacak da, ölme eşeğim ölme. Türün devamını kadın sağlarken, anaerkil ya da anaerkile yakın toplulukların daha fazla olduğu görüşünde birleşiliyor. Her ne kadar kadının geri plana atılıp, eve tıkılması ve çocuk sorumluluğunun sırtına yüklenmesi Tarım Devrimi ile başlasa bile bu konuda nihai darbe bu nokta sonrası iniyor. Öncesinde oldukça etkin, yaygın ve güçlü Tanrıça inançları varken (kitapta değinilmese bile bulunduğumuz topraklarda binlerce yıl hüküm süren Tanrıça Kybele (Kibele) inancı da buna güzel bir örnek), Yehova sonrası, yaratıcı ve her şeyin üzerindeki güç erillik kazanmıştır. Bu da Yahudiliğe ve ardından gelen tüm büyük dinlere yansıyıp, toplumsal bazda bir cinsiyet ayrımcılığına sebep olmuştur. Çünkü bazı ilkel ve kapalı toplumların inançları hariç, büyük dinlerin hepsi tamamen erkeklerin çıkarına olan inançlardır. “Philon'un İskenderiye'de kendi Platoncu Yahudilik anlayışını açıkladığı ve Hillel ile Şamay'ın Kudüs'de tartıştıkları sırada, Kuzey Filistin'de karizmatik bir kişilik olarak ortaya çıkan, sahip olduğu bazı insanüstü dinsel güçler yoluyla şifa dağıtan bir adam insanları İrşada başlamıştı. Adı İsa olan bu kişi hakkında çok az şey biliyoruz.” Nâsıra’lı İsa’nın hikayesi bu kitapta en merak ettiğim bölümdü. Eski bir rahibe olmasından dolayı Hristiyanlığa bakış açısı merak uyandırıcıydı benim için. Hem de doğal olarak konuya daha hâkim olmasını beklediğim için güzel bilgilerle karşılaşmayı bekliyordum. Paganist bir dünyadan, Yahudiliğin Yehova’sından ayrılma sancıları ile başlıyor Hristiyanlık inancı tarihine. Yazar Yahudiliğin Yehova’sını anlatırken, anlatımı biraz fantastik bir kitap okuyormuş gibi hissettirmişti. Hristiyanlık bölümünde ise bu yok. Hristiyan peygamberinin varlığı hakkında ne kadar az şey bildiğimizden bahsettikten sonra, asıl öğretilerin Pavlus’tan geldiği anlatılıyor. Mucizelerden ve olaylardan ziyade farklı teologların, İsa, Tanrı ve Teslis hakkındaki teolojileri üstünde durulmuş. Özellikle Yunan filozoflarının görüşleri ve Budist inancı ile Hristiyan teolojilerinin karşılaştırıldığı yerler oldukça iyiydi. Roma İmparatorluğunun inanç tarihi üstünde de duruyor yazar. Hristiyan inancının aştığı en büyük eşik Roma’nın bu inancı kabul etmesi iken bunun üstünde gerektirdiği kadar durmamış bana göre. İslam konusunda ise kitap beni düpedüz hayal kırıklığına uğrattı. Zaten bilmediğim hiçbir şey söylemezken, yanlış açıdan bakılan ya da üstünde gerektiği kadar durulmayan birçok konu mevcut. Birkaç tane de kaynağı nereden olduğu belirtilmeyen yanlış bilgiye rastladım. İlk olarak İslam öncesi Arap toplumuna hakim olan aşiret kültürüne eğilmiş yazar. İslam peygamberinin mensup olduğu Haşimi aşiretinin güç kaybından bahsediliyor. Din kültürü derslerinde ya da din eğitimi, sohbeti yapan yerlerde ve TV programlarında bahsedilmez bunlar. Genel olarak Müslümanların İslam öncesi Arap toplumuna dair bildiği tek şey “kız çocuklarını canlı canlı gömüyorlarmış” bilgisinden öteye gidemiyor. Ki bunun doğruluğu da oldukça tartışmalıdır bu arada. Teist biri kendi başına da bunu araştırma ihtiyacı duymuyor. Çünkü sistem buna izin vermiyor. Daha sonra İslam inancını yaymaya başlamasından itibaren İslam peygamberinin, Yahudilerle olan ilişkilerine değiniliyor genel olarak. İslam peygamberinin ölümü sonrası büyük sayıda dinden dönmeler hakkında sadece bahsedilip geçilmiş. Çıkan savaşların adı dâhi verilmemiş. Okuyup merak eden varsa “Ridde savaşları” olarak geçer. Güçlü bir siyasi birlik olduğundan, rahat bir şekilde bastırılmış gibi bahsedilmiş kitapta. Peygamberin ölümü sonrası güçlü bir siyasi birlik de yoktur, o kadar rahat ve kolay da bastırılamamıştır isyanlar. İlerleyen yıllarda ortaya çıkan iki anlayış ve kazananına da inanılmaz az yer ayrılmış. Dini akıl ile yorumlamak isteyen Mutezile ile katı geleneklere ve hadislere bağlı olan alimlere değinmiş, geçmiş hemen. Mutezilenin yenilmesi ve ortaya çıkan hadis derleyicilerin 1-2 tanesini söylemiş. Şu an İslam dünyasına %80 hâkim olan Ehl-i Sünnet ve bu anlayışın temelini oluşturan Kütüb-i Sitte isim olarak bile geçmiyor kitapta. “On beşinci yüzyılda Sünni ulema "içtihad kapısının kapandığını" açıkladı.” Bu ifade de komple yanlış. Kaynak belirtmemiş zaten. Burada bahsedilmese bile İslam aleminin en büyük alimlerinden Suyuti’nin 15. yüzyılda müctehidlik sevdası olmuştur. Sonrasında çok tepki görünce bu sevdadan vazgeçmiştir. Sonrasında müctehid sevdasına düşen de olmamıştır. Onu mu baz aldı acaba diye düşündürdü. Ama Sünni ulema bugün bile içtihad kapısı kapandı demez. Ama şartlar o kadar ağırdır ki, o kapı teoride kapanmadıysa bile pratikte sonsuza dek kapanmıştır. Sonrasında filozoflar ve feylesofların tanrı görüşlerini ve dini, akla ve mantığa oturtma girişimleri inceleniyor. Düşünce ve felsefeye savaş açan Gazali’den bahsedilse bile, çok üstünde durmamış yazar. Bir sonraki bölümde din, akla ve felsefeye uymayınca mistisizm’e yönelen tarih mercek altına alınıyor. Son bölümler ise özellikle 19. yüzyılda Tanrı’ya savaş açan felsefeciler ve bilim insanlarına ve Tanrı kavramının geleceğine dair incelemeler içeriyor. Güzel bilgiler bulabileceğiniz bir başlangıç kitabı olabilir ama sadece o kadar. Sadece bunu okuyup, tamam daha fazla bu konu hakkında okumayacağım, denirse yanılgılara düşürebilecek bir kitap. İyi okumalar. (Numan)

Dinlə bağlı məlumatsızlığım səbəbilə oxumaqdan çəkinsəm də, nəhayət, oxumağa başladım. • Giriş hissədə yazıçı, Din və Tanrı ilə bağlı olan düşüncələrini necə formalaşdırması barədə yazıb. Bunu oxuyan zaman həqiqətən, daha öncə heç bilmədiyim terminlərlə qarşılaşdım, buna görə də, tez-tez dəftərə qeydlər və wikipedia'dan istifadə etdim (bunlar bir az zamanımı aldı). Və içimdə qorxu da yarandı ki, yəqin, kitabda sona qədər bilmədiyim terminlərdən istifadə olunub. Nəysə ki, belə deyilmiş. • Başlanğıcda. Kitabda dinlər yox, adından da məlum olduğu kimi, Tanrı, tanrı fikrinin yaranması, inkişafı, formalaşması, bir tanrının yeni bir tanrı ilə əvəz olunması, çox tanrıçılıq və həmçinin, müxtəlif bölgələrdə müxtəlif tanrılara ibadət edilməsi və s. barədə danışılır. Wilhelm Schmidt'in 1912-ci ildə yayımlanan “ Tanrı İdeyasının Mənşəyi” adlı kitabında qeyd etdiyinə görə, insanlar bir çox tanrıya ibadət etməməmişdən öncə, tək tanrıçılıq mövcud olmuşdur. Zaman keçdikcə isə insanlar müxtəlif tanrılara ibadət etməyə başlamışdır. Eyni zamanda ilk sivilizasiya mərkəzlərindən biri olan Mesopotamiyada yaranan Şümer, Akkad, Assur və Babil dövlətləri və Enuma-Eliş dastanından bəhs edilir. Hansı ki, bu dastanda üç tanrı müqəddəs bir palçıqdan peyda olur. Daha sonra bu tanrıların çoxalması, onların bir-biri ilə mübarizəsi, məşğuliyyətləri barədə danışılır. Ən sonda qalib gələn Günəş Tanrısı Marduk dünyamızı yaradır və mərkəzini və Babil edir. Sonra Kingu adlı bir tanrının qanının torpağa qarışmasından İlk İnsanı yaradır. Bu da onu göstərir ki, əslində, insanla tanrı arasında bir uçurum yoxdur, tanrısallıq insanda mövcuddur. Tək fərq tanrıların ölümsüz olmasıdır. Yazıçı daha sonra Kitab-i Müqəddəs'in ilk beş bölümü ilə bağlı fikirlər bildirir; İbrahim, Yaqub və Musa ilə bağlı yazılanlarla bağlı verilən məlumatları, onların hər üçünün də eyni mi, yoxsa fərqli-fərqli tanrılara mı ibadət etdiklərini müəyyən etməyə çalışır. Daha sonra həmin dövrdə Hindistandakı mövcud vəziyyətə, tanrı və insan münasibətlərinə qısa nəzər salır. Ki, burada görürük ki, bu münasibətlər daha inkişaf etmiş vəziyyətdədir. Mesopotamiya insanların tanrı ilə danışdıqları, tanrının insan sürətində insanlara görünməsi ilə bağlı olan fikirlərə Hindistanda rast gəlinmir. Son olaraq, Platonun ideaları, Aristotelin tanrı ilə bağlı olan fikirlər barədə məlumat verilir. • Tek Tanrı Sadəcə özünə ibadət edilməsi şərtilə, tanrı Yehova Musanın başçılığı ilə İsrailliləri Misirdən çıxarmış və yenidən Fələstin bölgəsinə yerləşmişlərdir. Ancaq İsraillilər pagan tanrılara ibadət edən əhalilər ilə sərhədləndiyi üçün, hər nə qədər Yehova'nın tək tanrıları olacağı sözünü versələr də, yenə müxtəlif tanrılara ibadət etməyə davam etmişlər. Ancaq bu tanrı ilə müqavilənin pozulması demək idi, onlar cəzalandırılacaqdırlar. Şimalda yaşayan on yəhudi qəbiləsi, İ. Ö. 722-ci ildə bölgəni Assurların işğalı nəticəsində assimilyasiyaya uğradı. Eyni zamanda Yehova peyğəmbərlər vasitəsilə insanları özünə ibadət etdirməyə çalışırdı. Müəyyən bir nailiyyətlər əldə edilsə də, yenə də digər tanrılara ibadət mövcud idi. Ancaq zaman keçdikcə bu tanrı mitosları təkmilləşməyə başladı. İkinci İşayanın zamanında artıq insanlar ilk dəfə Yehovanın yaradılışdakı rolu ilə maraqlanmağa başladı və beləcə tək tanrıçılıq yarandı. Bununla bağlı Kitab-i Müqəddəs'də müxtəlif dəyişikliklər və yeniliklər aparıldı. Daha sonra, Yunanların bu bölgələri işğal etməsi ilə yəhudilər bilgi, fəlsəfi baxımından həyatlarına yeniliklər gətirdilər, eyni ilə yunanlar da. Ancaq yunanlara olan münasibətlərində problemlər yaşanmışdır. Roma işğalı zamanında isə romalılar yəhudilərlə normal münasibətdə olmuşdur. Son olaraq isə, müxtəlif məzhəblərin yaranması, yəhudi həyatı və s. barədə məlumatlar verilir. • Putperestlere Bir Işık Şimali Fələstində insanlar arasında bir anda tanınmağa başlayan İsa və Xristianlığın bir din olaraq formalaşması ilə bağlı məlumatlar verilir. İsa'nın həyatı ilə bağlı məlumat çox az verilir, əsasən ölümündən sonra yazılmış olan İncillərdə yazılan müxtəlif fikirlər barədə məlumat verilir. Əziz Pavlus və bəzi insanlar onun “Tanrının Oğlu” olduğunu, bəziləri tanrısal güclərə sahib bir insan olduğunu düşünürdü. İlk olaraq yəhudiliyin bir qolu olduğu bilinsə də, sonradan sinaqoqdan qovulduqları üçün insanlar tərəfindən pis qarşılanmışdır. “Tanrının Oğlu”, Yəhudi tanrısından fərqli bir “tanrı” düşüncəsi ilə bağlı bəzi filosof və yepiskopların bu barədə fikirlərindən bəhs olunur. Yəhudi tanrısı insanlar tərəfindən vəhşi, pis bir tanrı olaraq görüldüyü üçün, insanlar o tanrıya tapmaq istəmirdilər. Həmçinin, Hindistanda Budda'nın ölümündən sonra baş verənlər və bunun İsa ilə əlaqələndirilməsi barədə də danışılır. Bir çox yəhudi və paganlar xristianlığı qəbul edir, bunun əsas səbəbi yəhudilikdə mövcud olan Sünnət və Qanun'lar kimi şeylərin xristianlıqda olmaması idi. Nəhayət, 312-ci ildə Konstantinin xristianlığı qəbul etməsi ilə imperiyanın rəsmi dini olmuşdur. • Teslis: Hristiyan Tanrısı 320-ci illərdə müxtəlif fikir ayrılıqları mövcud idi. Bu fikir ayrılıqları əsas Arius, Aleksandros və Athanasius arasında olsa da, adi xalq arasında da mövcud idi. Bu üç şəxs yeni bir fikir yaratmışdır: Tanrı dünyanı heçlikdən (ex nihilo) yaratmışdır. İsa başlanğıcdan bəri Tanrının yanında idimi? Tanrı İsanı özdən (özü ilə eyni maddədən), yoxsa buna bənzər bir şeydən mi yaratmışdır? Bunun kimi suallar yaranırdı ki, əsas fikir ayrılıqları da bunlar idi. Həmçinin, Tanrıyı anlamaq kimi bir fikir də mövcud idi ki, bəziləri düşünürdü ki, biz tanrını tam olaraq anlaya bilmərik, biz sadəcə onun bizə özünü göstərdiyi (teslis nəzərdə tutulur) qədər anlaya bilərik. Bəs Teslis nədir? Bir çoxumuza tanış olan «“Ata”, “Oğul” və “Müqəddəs Ruh”» üçlüsüdür. Bu Kapadokiyalılar üçün çox önəmli bir şeydir. Çünki Qərb Xristianları bu teslisi sevmədikləri üçün ondan imtina etmək istədilər, Tanrını rasional olaraq qavramaq istəyirdilər, bu da sonralar XIX və XX əsrlərdə «Tanrının Ölümü»nə yol açmışdır. Ancaq teslis, xristiyanlara tanrını insan zəkası ilə qavraya bilməyəcəyimizi xatırladırdı. Teslisi Latın Kilsəsinə tanımlayan isə Augustinus olmuşdur. O öz daxilində tanrını kəşf etdikdən sonra, hər birimizin öz daxilində teslisinin (bilgi, özünü sevmə və sevgi) olduğunu demişdir. Bununla yanaşı, Dionysios (fikirləri) barədə məlumat verilir. • Birlik: İslam'ın Tanrısı Nəhayət, bu bölmədə İslam dininin yaranması barədə danışılır. Amma İslamdan öncə ilə bağlı da məlumat verilir. Ərəbistan yarımadasında Məkkə ticari mərkəzlərdən biri idi. Ümumiyyətlə ərəblər köhnə pagan tanrıları kimi müxtəlif bütlərə ibadət edirdilər, amma onlar, bu bütlərin Yəhudi və Xristian tanrıları olduğunu düşünürdülər, yəni onların tanrısına ibadət etsələr də, bütlərə ehtiyac duyurdular. Burada “mürüvvet” adında bir ideologiya yaratmışdılar ki, bu da bir növ “kan davası” kimi bir şey idi, bunun sayəsində ədalətli bir bərabərlik yaratdıqlarını düşünürdülər. Və ən əsası da, 610-cu ildə Məhəmmədə vəhy gəldi, ilk öncə qorxuya düşsə də, sonradan onun ərəb xalqı üçün seçilmiş peyğəmbər olduğunu anladı. Beləliklə, ona vəhy olunanlar nəticəsində Quran yazıldı. Ancaq Qurandakı surələrdən anladığımız kimi, bu kitab, insanları tək tanrıya ibadət etmək üçün yox, insanların onun yaratdıqlarına görə, ona şükür etmələri üçün göndərilmişdir. İlk öncə, zənginlər istisna olmaqla, bir çox insan yeni dini qəbul etdi, amma bununla yanaşı bütlərə ibadət edənlər də var idi, buna görə də, Məhəmməd bütlərə ibadət etməyi qadağan etdi və indi xristianlar kimi “ateizm”lə günahlandırıldılar. Eyni zamanda, Quranda müsəlmanların əvvəlki dinlərlə olan yaxınlığı da vurğulanır. Məkkədə olan tayfalar səbəbilə Məhəmməd və 70 müsəlman ailələri ilə birlikdə Mədinəyə getdilər. Burada 3 yəhudi tayfası da yaşayırdı. Və bunlardan bəziləri Məhəmmədə düşmən olaraq baxsa da, bəziləri onunla dostluq etmişlərdir. Həmçinin, Məhəmməd onlardan peyğəmbərlərin xroniki ardıcıl sırasını, İbrahim və İsmail ilə bağlı olan hekayəni, həmçinin, yəhudilər və xristianlar arasındakı fərqləri öyrənmişdir. Ancaq Məhəmməd, 624-cü ildə Allahın dini bağımsızlığını elan etdi və yəhudi və xristianlardan fərqli olaraq, müsəlmanlara, Qüdsə yox, Məkkəyə dönərək (qiblə) ibadət etmələrini söylədi. 632-ci ildə Məhəmmədin ölümü və ilk dörd Xəlifədən sonra, artıq siyasal bir ortam yaranmağa başladı, bir müsəlman imperiyası yaranırdı. İslamda bir neçə məzhəb yaranmağa başlamışdı. Bunların da ən başlıcası, Şiə və Sünnü məzhəbləri idi. Daha sonra Oniki İmamlar dövrü var idi ki, burada da sonuncu İmam 939-cu ildə qaçıb gizləndiyi üçün onun bir gün geri qayıdacağına inandılar. Bu da bir “məsihçi” anlayışı idi. • Filozofların Tanrısı. Bu bölmədə adını ən çox eşitdiyimiz Schopenhauer, Nietzsche və s. kimi filosofların fikirləri barədə yox, erkən və klassik orta əsr müsəlman, yəhudi və sonlara yaxın xristian filosoflarının fikirləri barədə danışılır. Bunlara da Farabi, Ebu Ali İbni Sina, Saadya bin Yusuf, Ebu Hamid el-Gazali, İbni Rüşd, İbn Meymun və s. aiddir. Bildiyimiz kimi, qərbdə baş verən yeniliklərin əsas səbəbi şərq idi, yəni Şərqə Xaç Yürüşlərindən sonra qərb onlardan çoxlu şey öyrəndi. Amma buradan öyrəndim ki, əslində, şərq də elə qərb sayəsində müəyyən mövzularda inkişaf etmişdir. İlk müsəlman filosofları qədim yunanlılar sayəsində fikirlərini formalaşdırmışdır, həm yeni elm sahələrini onlardan öyrənmiş, həm də bunları özləri inkişaf etdirmişdir. Daha sonra isə bunlardan xristianlar yararlanmışdır. Maraqlı bir bölmə olsa da, bir az sıxıcı gəldi. • Mistiklerin Tanrısı. Bu bölmədə, digər bölməyə nəzərən daha çox çətinlik çəkdim, digər bölmə ilə təqribən eyni idi, tək fərq, burada mistiklərin fikirlərindən danışılırdı. Ən azından bu bölməni oxumaq üçün müəyyən bir bazaya sahib olsam, daha yaxşı anlayardım. Bununla yanaşı, bu bölmədə çətinlik çəkmə səbəblərim arasında bölmənin sıxıcılığı və məni tətmin etməməsinin olduğunu düşünürəm, çünki, bəzi hissələr olurdu ki, mənə çox maraqlı gəlirdi və aydın şəkildə anlayırdım. Oxuyacaq olanlara 5-ci, yəni İslam'ın Tanrısı bölməsini diqqəqlə oxumaların tövsiyə edirəm, ya da ən azından məzhəblərlə bağlı məlumat sahibi olmaq yararlı olar. • Reformculara Göre Bir Tanrı. Bu bölmədə XV-XVI əsrlərdə baş verən reformasiyalar, reformasiyaçılar və onların etdiklərindən danışılır. Bu zaman Avropa katolik və protestant olaraq iki yerə bölünmüş və bunların mübarizəsi başlamışdır; Səfəvi və Osmanlı, Babur İmperiyaları yaranmış, elə bu zaman da Şiə və Sünnilər arasında düşmənçilik yaranmışdır. Həmçinin, bu zamanlarda İspaniyada olan son müsəlman istehkamları da qərb xristianları tərəfindən tutulmuş, ardından anti-semitizmin avropada güclənməsi ilə yəhudilər İspaniyadan sürgün edilmiş, bəziləri isə məcbur olduqları üçün xristianlığı qəbul etmişdir. Bu yəhudilər üçün dəhşətli bir hadisə idi və elə bunun üçün də Kabbalacılıq yaranıb inkişaf etməyə başlamışdır. Bir növ Kitab-i Müqəddəs kimi bir kitab yazılmış, adı da “Zohar” olmuşdur. Ancaq burada yazılanlar Kitab-i Müqəddəs'dən tamamilə fərqlənirdi. Bu sürgün edilmiş yəhudilərin mənəvi yüksəlmə yaşamasına çox böyük kömək göstərmiş və digər ərazilərdə olan yəhudilər tərəfindən də mənimsənilmişdir. Avropada yaranan Qara Vəba (1348), Konstantinopolun tutulması (1453), Avignon əsarəti insanların Kilsəyə və Tanrıya olan inamlarını azaltmışdır. Xristianlar artıq İsaya daha çox inanırdılar. Martin Luther, Huldreich Zwingli və John Calvin kimi reformasiyaçılar da bir çox dəyişiklik yaratmışdı. Hətta Kalvinizm beynəlxalq bir din olaraq meydana gəlmişdir. XVI əsrin sonlarında artıq “ateizm” sözü istifadə edilməyə başlamışdır. Amma bu, bizim günümüzdəki bildiyimiz ateistlikdən fərqli bir mənaya gəlirdi. Bu, daha öncələr çoxu tərəfindən qarşı mövqe, düşmən tərəf üçün istifadə olunmuşdur. Lucien Febvre, öz kitabında qeyd etmişdir ki, həmin dövrdə Tanrının varlığını inkar etmək çox çətin bir hal idi, çünki din hər yerdə (təhsil, iş və s.) mövcud idi. Eyni zamanda, anqlikan teoloq Richard Hooker, öz əsərində iki cür ateist olduğunu vurğulamışdır: Tanrıya inanmayan kiçik bir qrup və Tanrı yoxmuş kimi yaşayan çox sayda insan. Nikolay Kopernikin Günəşin kainatın mərkəzində olmasını deməsi, daha sonra 1613-cü ildə Qaliley Qalileonun yaratdığı teleskop ilə Kopernikin nəzəriyyəsinin doğruluğunu müəyyən etməsi katolik və protestantlar üçün problem idi. Bu problemin səbəbi Günəşin mərkəzdə olması deyildi, Kitab-i Müqəddəs'də yazılanlarla bunların arasında ziddiyyətlərin mövcud olması idi. Daha sonra isə elmin daha da inkişafı ilə artıq insanlar özlərinə bir dayaq tapdılar və Tanrını inkar etmək artıq geniş bir hal aldı. • Aydınlanma XVI əsrin sona çatması ilə Qərb, texnoloji inkişaf mərhələsinə keçdi, sənayeləşmə Avropanı digər bölgə ölkələrindən irəliyə apardı, elmin inkişafı ilə yeni-yeni sahələr meydana gəlir ki, bunlar bir-biri ilə sıx bağlı olur. İnsanlar, artıq keçmiş adət-ənənələrinə bağlı qalmaq yerinə, əvvəlki biliklərini artırmağa can atırdılar. Çoxalan bilgi nəticəsində, xristianlar, həqiqətlə bağlı ənənəvi fikirlərini yeni dövrə uyğunlaşdırma ehtiyacı duyurdular; Teslis və Diriliş doktrinaları insanları daha çox narahat etməyə başlamışdı. Blaise Pascal, Rene Descartes, Isaac Newton'un din və tanrı ilə bağlı fikirlərindən bəhs olunur, eyni zamanda XVIII əsrdə xristianlar, əldə edilən yeni elmi məlumatları xristianlıqla uyğunlaşdırmağa başladı, artıq Teslis və İsanın tanrısal olması ilə bağlı mənfi fikirlər səsləndirilməyə başladı. John Milton (‘Kayıp Cennet’ kitabı), Voltaire; Avropa yəhudilərindən Baruch Spinoza, Moses Mendelssohn kitabları və fikirləri ilə bağlı danışlır. “Ürək dini” adlandırılan bir dindarlıq inkişaf etməyə başladı. Buna görə, insanlar Tanrını zehinlərində axtarmaq yerinə, ürəklərində axtarmalıdırlar, bu da dinə bir duyğusallıq gətirdi. Daha sonra 1649-cu ildə Kral I Charles'ın edamından sonra inqilabçı məzhəblər - Quakerlar, Levellerlar, Renterlar yaranmışdır. Bunlar da əsas olaraq, İsa, günah və s. üstündə dayanmışdırlar. Daha sonra 1730-cu illərdə Jonathan Edwards'ın “Böyük Oyanış” dini dalğası barədə məlumat verilir. 1666-cı ildə Sabetay Sevinin özünü Yəhudi Məsih adlandırmışdır və bütün dünya yəhudilərinə bu hadisə məlum olmuşdur, sonda türklər tərəfindən həbsə atılsa da, sonradan islamı qəbul etməsi ilə azad edildi. Bunu çox pis qarşılayanlar da olsa, eyni zamanda bunun məsihlik vəzifəsi olduğunu və müsəlmanda olsa, gizlicə sinaqoqda ibadət etdiyini düşünənlər oldu ki, bu səbəbdən Türkiyədə yaşayan bir qrup yəhudi İslamı qəbul edib, gizlicə yəhudi ibadətlərini etməyə davam etmişlər. Jacob Frank adlı birisi də dirilən Tanrı olduğunu demişdir. Daha sonra, İslam dünyasında, Ərəbistanda bsş verən bir reformasiya hərəkatı ilə bağlı məlumat verilir. Avropada isə artıq bir neçə insan qürurla özlərinə “ateist” deməyə başlayırlar və bunların sayı da zaman keçdikcə çoxalır. • Tanrı Öldü mü? Artıq XIX və XX əsrin əvvəllərinə çatdıq. Bölmənin ilk on səhifəsi barədə danışmayacağam, çünki sıxıcı gəldi. Sonrakı səhifələrdə isə daha maraqlı idi, Hegel, Schopenhauer, Søren Kierkegaard, Lüdwig Andreas Feuerbach, Karl Marx Nietzsche, Freud və s. filozofların tanrı ilə bağlı olan fikirləri barədə məlumat verilir. Bunlar barədə daha çox məlumat verilsəydi, daha yaxşı olardı, - deyə düşünürəm. Eyni zamanda, artıq İslam (eyni zamanda Yəhudilər) Qərbin inkişafının fərqinə varır və bununla mübarizə aparmağa çalışır, amma sözsüz ki, Qərbə çata bilməyəcəyinin də fərqində idi. Və elə buna görə də, “yenilikçilər” ortaya çıxır, bunlar (Atatürk, İran şahı Rza Xan və s.), bir çox yeniliklər gətirir. Bu da bir növ artıq dinin arxa plana keçməsi və dövlətin “qərbləşdirilməsi” deməkdir ki, bu da sırf qərblə olan uçurumun ölçüsünü azaltmaq üçün idi. Eyni zamanda, yəhudilərə də nəzər salsaq, bu dövrdə Avropada anti-semitizmin güclənməsi ilə, bir sıra yəhudi bununla mübarizə aparmağa çalışmışdır, amma təəssüf ki, bunun qarşısını almayacaqlarını bilirdilər. Rusiya və Şərqi Avropada baş verən ilk yəhudi zülmlərindən sonra, yəhudilərin bir qismi Fələstinə qayıtdılar və burada İsrail dövləti qurmaq barədə düşündülər, həmçinin sionizm də yaranmışdır. Bölmənin son səhifələri, Almaniyada Auschwitz'də baş verən yəhudi qətliamları barədədir. Gestapo bir uşağı asma qərarı verdikdən və dar ağacından asılıdığı zaman, məhkumlardan birisi “Tanrı haradadır?”, - deyə soruşmuş, daha sonra Nobel Mükafatı verilən Elie Wesiel isə [iç səsi] “O, bu dar ağacından asılıdır”, - demişdir. • Tanrı'nın Bir Geleceği Var mı? Bu bölmə artıq XX əsrin II yarısından bəhs edir. Auschwitz'də yəhudilərin öldürülməsi və insanlığı yox edə biləcək silahların yaradılması, bu yeni düzən əvvəlkindən daha qorxunc görünür. Artıq ateistlərin sayı da çoxalıb. Ateist olmayanlar isə, ya yeni bir tanrı düşüncəsi yaratmağa, ya da mövcud olan tanrının üstündə bir tanrı yararmağa cəhd edirdilər. Tanrının olmaması insanların yararınadır, tanrısız həyat insanlar üçün azadlıq deməkdir. Yenə bu bölmədə də, filosofların fikirləri ilə bağlı məlumat verilir. Məsələn, adını bir neçə dəfə eşitdiyim Əli Şəriəti barədə məlumat əldə etdim; o, qərbləşdirmənin müsəlmanları mədəniyyət köklərinə yadlaşdırdığını düşünmüşdür və şah rejiminə qarşı idi. — Kitabı oxuyub bitirdiyimə görə çox sevinirəm, çünki 2020-cu ildə azərbaycan dilində almışdım, amma oxumamışdım, həm çətinlik çəkərəm, həm də bir az bəhanə edirdim, deyəsən. Kitabı oxumazdan öncə bu mövzu ilə bağlı (məsələn, dini kitablar, mifoloji kitablar və s.) səthi də olsa, məlumatım olsaydı, kitabdakıları daha yaxşı qavraya bilərdim, deyə düşünürəm. Amma ümumən, artıq bu mövzu ilə bağlı müəyyən bir məlumatım oldu. (Nurlan)

Tanrılarla Sohbet: Bizler inançsız yaşayamayan küçük şeytanlarız ve dünyamız da tarih öncesinden bugüne müşterisi hiç eksik olmayan bir inanç pazarı. Hal böyleyken, dört bir yandan ruhumuzu ve eylemlerimizi kuşatan bir imanın içine doğan biz aciz kullar, nasıl düşünebilirdik ilahsız bir kozmos’u. Payımıza düşen neydi? Ya komşuların mabuduna inanacaktık kati suretle ve bilemediğimiz bir cennetimiz olacaktı ya da üzerine düşünecektik sorgulanmaz kesinliklerin ve hakikati keşfetmek uğruna indirecektik putların zil çalan eteğini. Bu koşullar altında, kaçınılmaz olarak zatıma düşen Nietzsche’nin delisi olmaktı; pazar yerinin mahşerliğinde haykırarak koşmak: “Tanrı’yı arıyorum! Tanrı’yı arıyorum!” “Gökte ve yerde olan var mı hala?” Sonsuz bir hiçlikte mi yuvarlanıyorduk yoksa? Tanrı’nın tarihi, ne kadar merhametten dem vurulsa da ilahi olduğu kadar hastalıklı bir öyküdür. Diyelim ki, yeni yetme insan zihninin ilk vakitlerinde doğsun gün ışığımız, antik homo sapiens de moderni kadar hayalperest galiba, çocukluk düşleri görüyor yeryüzünün her bucağında ve büyütüyor her kavim kendi beşiğinde yavru kültünü. Daha çok ufak, pek sevimli ve gözleri âmâ, her yerde minik minik “pagan”cıklar, henüz kimse bilemez gelecekte dönüşecekleri sözde merhametli zalimi… Hayatı anlamlandırma gayesi, Yüce Varlık’ın kutsal hammaddesidir. İçinden çıkıp geldiği mitoslar, her biri gülünç serüvenler içerir. Bunu görememek gariptir. Dinin kökenleri, mitoslarda saklambaç oynar. Ve yazarın dediği gibi “İnsanoğlunun gerçekle arası pek iyi değildir.s.81” Ve zihin kendi ateşinden yaratır tapacağı tanrısını. “Öyle görünüyor ki tanrılar yaratmak insanoğlunun oldum olası yaptığı bir şeydir. s.26” Enuma Eliş’in Marduk’u nasıl da dönüşür Yehova’ya… “İnşası tamamlandığında, tanrıların hep bir ağızdan haykırışları eşliğinde Marduk tapınağın zirvesindeki tahta oturdu: “Burası Babil, Tanrı’nın aziz kenti, senin sevgili evin! S.33” “Benzer şekilde, Tapınak’ta oturan da ancak “Yehova’nın ihtişamı” olabilirdi. “Şüphesiz Enuma Eliş’e dayanan Tekvin’in ilk bölümündeki yaratılış öyküsü.. s.111 “Enuma Eliş’teki gibi yaratılışın altı gününü, yedinci günde bir dinlenme anı takip etmişti.s.112” vesaire.. Komşunun tanrısını allayıp pullayıp yeni bir tanrı haline getirilmenin dramatik sahnelenişlerinden biridir bu aslında. Sıkıntı yoktur başlangıçta, tanrılar kendi aralarında savaşsa da insanlar genellikle kardeş kardeş yaşarlar. Ta ki Yehova Tek Tanrı olma iddiasıyla diğerlerine gözdağı verene kadar. Aziz Pavlus, Yahudilikten Hristiyanlığı sancılı bir doğumla nasıl dünyaya getirdiyse, Hristiyanlık da zaman içinde, insan eliyle işlene işlene, bizzat akla zarar bir sancı haline gelmiştir. Baba, oğul ve kutsal ruh üçlemesi insan hayal gücü saçmalamasının doruk noktalarından biridir ve aradaki nüansların haklılığı için meydana gelen katliamlar hurafelerin insanı nasıl bir caniye dönüştürebileceğinin kanıtıdır. İslam’ın bu tek tanrı inancından evrilmiş olmasını pek kabul etmek istemeyiz. Aslında bir tüccarın sıklıkla ticarette karşılaştığı popüler inançlardan esinlenmesini ve bizzat kendilerinden soruşturarak İbrahim’in dinine yeni bir rol biçmesini duymaya tahammül bile edemeyiz. Yahudilerin takdirini yitirince kıbleyi onların Kudüs’ünden Arapların panteonuna geri almak sıkı bir rest doğrusu. Sonra merhametli tanrının buyruğu olduğu üzere gelsin bir yanda cihatlar bir yanda haçlı seferleri… İnsanın kendi köleliğini kutsaması ve bununla övünmesi şaşılacak şeydir. Tapınma kısaca budur. Dedim ki öyleyse, gelin masama Ey Tanrılar, bu işi konuşarak çözebiliriz. Gel dedim Mistiklerin Tanrısı, gel Filozofların Tanrısı, gel Reformcuların tanrısı ve sen de gel akıl çağının Aydınlanma Tanrısı.. Tüm kozlarınızı oynayın, ne varsa eteklerinizde dökülün. Filozofların Tanrısı bağırıyordu ağzından tükürükler saçarak “İnancınız olmadıkça anlamayacaksınız.” Dedim ki anlat o halde inancı ve anlamayı. Heybetliydi. “Çevremizdeki çokluk birincil bir tekliğe işaret eder ey gafil! Evrende akıl vardır ve akılcı bir evrende Koşulsuz Varlık’ın sanatsal izleri vardır. Varoluş hiyerarşisinin tepesinde bir İlk Hareket ettirici olmak zorundadır! ‘Bir şey, neden sonuç ilişkisi zincirini başlatmış olmalıdır.s.275,’ Yoksa yaşam, anlamını yitirir.” Hüzünlenir… Mistiklerin Tanrısı içmeden sarhoştur, sakince konuşur. Yanılıyorsunuz bay filozof, Tanrı’ya giden yol yalnızca akla bağlı değildir. Bizim diyarımız imgelemler diyarıdır. ‘İnsan bulunmayan veya henüz mevcut olmayan ama yalnızca olası olanı öngörme yeteneğine sahip tek hayvandır. Duygu ve mantıklı kanıtlarla algılanamaz kalan Tanrı’yı kavramamızın tek yolu, imgelemci zihnin ana işlevinin yorumlanmaları olan simgelerin aracılığıyladır. S.342” Reformcuların tanrısı hiddetle yumruğunu masaya indirir. “İnancın bilgiye, bilime ve kesinliğe gereksinimi yoktur. O’nun hissedilmeyen, denenmeyen ve bilinmeyen iyiliğine serbestçe ve neşeyle teslimiyet yeter.s.400” Fakat sözlerinden kan damlıyordu. “Dinsel değişim kaçınılmaz olarak gelecektir. Günahkarların terk edilmiş ruhlarını kurtarmak için şiddet ve acı dolu dramayı yaşamak zorundayız.” Aydınlanmanın tanrısı kaşlarını kaldırıp konuşmaya dahil olur. “Tanrı’nın varlığını kanıtlamak olanaksızdır; ama aynı biçimde akılcı olarak varlığını reddetmek de olanaksızdır. Tanrının ne olduğunu ya da olup olmadığını bilmekte yetersiziz. Akıl bu soruya cevap veremez. Sonsuz kaoslar bizi ayırır. Bu sonsuz uzaklığın en uzak ucunda yazı ya da tura gelecek fırıl fırıl dönen madeni para var. Nasıl bahse tutuşacaksınız?” s.428. Nihayetinde, mucizelerle uğraşan bir Tanrı’nın çocuklarımızı korkuttuğumuz gulyabanilerden bir farkı yoktur.s.487, “sevgili dostlarım cehaletinizi kabul edin.” Der ve masadan kalkmaya davranır. Fakat Nietzsche’nin delisi koşarak masaya yaklaşır: “Tanrıyı arıyorum. Tanrıyı arıyorum.” Deli gözlerini kibirli Tanrılara diker “Tanrı nereye gider ki?” Tanrılar birbirlerine bakar. Deli bağırır: “İşte söylüyorum. Onu öldürdük, siz ve ben! Hepimiz onun katiliyiz.” S.505 Tanrının ölümüyle, kendisi “fosilleştirilmiş insan inançları ve modası geçmiş davranışlardan uzağa, dünyanın bir ucuna fırlatılmıştır.” S.502 Kierkegaard. Zihnimde cereyan eden yansımalar o kadar fazla ki, devam etsem bu kitaptan bir novella çıkartabilirdim. Evet, tektanrıcılığın gelişim süreçlerini içeren tartışmayı özü itibariyle düşünürlerin bakış açısıyla masaya getirdim. Çılgınca mı? Pek önemli değil. Sonuç itibariyle bizim için Mevla ölmüştür. Cümlemize keyifli okumalar olsun. (Odessa)

Tanrı'nın Tarihi PDF indirme linki var mı?

Karen Armstrong - Tanrı'nın Tarihi kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Tanrı'nın Tarihi PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Karen Armstrong Kimdir?

Katolik bir rahibe olarak yedi yıl geçirdikten sonra 1969'da ayrıldı ve Oxford Üniversitesi'nden edebiyat lisans diploması alıp Londra Üniversitesi'nde modern edebiyat dersleri vermeye başladı. Aynı zamanda bir kamu kız lisesinin de İngilizce bölüm başkanlığını yaptı. 1982'de serbest yazarlığa ve görsel yayıncılığa başladı ve 1983'te ortadoğuda St. Paul'ün eserleri ve hayatını konu alan altı bölümlük bir belgesel dizisi çekiminde görev aldı. Diğer televizyon çalışmaları Varieties of Religious Experience (Dini Tecrübenin Türleri, 1984) ve Tongues of Fire (Ateşten Diller, 1985) gibi yapıtları içermektedir ki ikinci yapıt dini ve şiirsel ifade ile ilgili aynı isimli bir antoloji oluşturması ile sonuçlanmıştır. 1988'de (ve 1991, 2001 sonraki baskılar) yayınladığı Holy War (Kutsal Çatışma) adlı eseri batıda sert eleştirilere hedef olmasına yol açmıştır.

Karen Armstrong Kitapları - Eserleri

  • Tanrı'nın Tarihi
  • Mitlerin Kısa Tarihi
  • Hz. Muhammed: Bir Batılının Gözünden Son Peygamber'in Hayatı
  • Tanrı Adına Savaş
  • İncil
  • Tanrı Savunusu
  • Hz. Muhammed
  • Büyük Dönüşüm
  • İslam
  • Buda
  • Kan Tarlaları
  • Kudüs Kutsal Şehir
  • Kudüs’ün Tarihi

Karen Armstrong Alıntıları - Sözleri

  • Kederler içindeki Orpheus,karısının kaybı yüzünden ömrü boyunca yaş tutmuş ve şiddet dolu,korkunç bir ölümle yüzleşmişti:Tekrar evlenmeyi reddederek Trakya kadınlarını öyle öfkelendirmişti ki kadınlar elleriyle onu parçalara ayırmışlardı. (Büyük Dönüşüm)
  • Buda yüzünde canlı bir gülümsemeyle, insan zihnini ormanda dolaşan bir maymuna benzetiyordu: 'Bir dalı kavrıyor, sonra onu bırakıp bir diğerine yöneliyor.' (Buda)
  • Herhangi bir mitin değerini ve doğruluğunu değerlendirmenin tek yolu ona uygun hareket etmekti. (Tanrı Savunusu)
  • Yahweh İsraillilere birbirlerine karşı nazik olmayı öğütlemiş olabilirdi ama yabancılara merhamet göstermemeleri gerekiyordu. (Büyük Dönüşüm)
  • "Hakikatın peşinde olan kişi, hiçbir bilimden kaçınmamalı, hiçbir kitabı küçümsememeli, tek bir inanca da daha fanatik biçimde bağlanmamalı." (Tanrı'nın Tarihi)
  • Kendi yüreğinize baktığınızda, neyin doğru olduğunu bildiğinizi göreceksiniz. (Buda)
  • “Allah’ım bana değiştiremeyeceğim şeyleri kabullenmek için kuvvet , degiştirebileceğim şeyler için cesaret ve bu ikisini birbirinden ayırmak için akıl ver.” (İslam)
  • Kur'an, Medine'deki Müslümanları cihada hazırlama­ ya başladı. Savaş ve kan kaçınılmazdı ama cihat kelimesinin temeli, aslında "kutsal savaş"tan fazlasını ifade etmektedir. Fiziksel, ahlaki, ruhsal ve entelektüel bir çaba anlamına gel­mektedir. Eğer Müslümanlar amaçlarını gerçekleştirmek için öncelikle savaş ve şiddeti kullanmayı düşünselerdi, silahlı ça­tışmaları ifade edebilecek çok farklı Arapça kelimeler de vardı; harb (savaş), sıra ' (çatışma), me 'rake (meydan savaşı) veya kital (öldürme) gibi. Ama bunun yerine daha belirsiz, geniş anlamlar ifade eden bir kelime seçmiştir. Öte yandan, cihat, İslam'ın beş şartından biri değildir ve Batı'da yaygın olan gö­rüşe rağmen, dinin merkezinde yer almamaktadır. Ama Müs­lümanlar yoksul ve zayıfın sömürülmediği saygın ve adil bir toplum yaratabilmek için her alanda - ahlaki, ruhsal ve politik - mücadele etmeye hazır olmalıydılar. Bazen savaşmak kaçı­nılmaz olabilirdi ama bu, cihadın bütününün sadece bir par­çasıydı. Hz. Muhammed'in bir meydan savaşından dönerken şöyle dediği bilinir: "Küçük cihattan daha büyük cihada dönü­yoruz." Çünkü kişinin kendi içindeki ve günlük hayatın tüm detaylarındaki kötülüğü yenmesi çok daha zor ve esastı. (Hz. Muhammed: Bir Batılının Gözünden Son Peygamber'in Hayatı)
  • İnancın bilgiye, bilime ve kesinliğe gereksinimi yoktur. (Tanrı'nın Tarihi)
  • Granada'nın işgaliyle tamamlanan İspanya'nın birleşmesi, etnik temizlikle başarıldı, Müslümanlar ve Yahudiler yurtlarını kaybettiler (Tanrı Adına Savaş)
  • Eski Müslüman toprağı Endülüs'ün İspanyollar tarafından alınması reconquista, İberya Yahudileri için bir felaketti. İslami devlette, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam üç yüz yıl boyunca göreli bir ahenkle beraber yaşayabilmişlerdi. (Tanrı Adına Savaş)
  • Demeter kızına kavuşunca,dünya yine çiçeklere büründü fakat kış aylarında kızı yeraltına inince yeryüzü de ölüyordu. (Büyük Dönüşüm)
  • Dionysos ilk asmayı Attikalı çiftçi İkarus'a vermiş ve üzümleri nasıl hasat edeceğini göstermişti.Çiftçinin arkadaşları şarabın tadına bakınca alkol doğrudan beyinlerine ulaşmış ve hepsi sarhoşlukla yere kapaklanmıştı.Daha önce hiç sarhoş olmadıkları için,köylüler İkarus'un onları öldürdüğünü sanmışlardı.Onu sopalarla ölümüne dövmüşler ve İkarus'un kanı şaraba bulaşmıştı.Trajik bir son olarak,çiftçinin kızı Erigone babasının kırıklar içindeki cesedini bulunca kendini asmıştı. (Büyük Dönüşüm)
  • Göreceğimiz gibi, en yaygın duygular, uç durumlarda, sert şekilde patlak veren acizlik ve yok olma korkusudur. (Tanrı Adına Savaş)
  • Mitoslarda Ana Tanrıça kurtarıcı değil, ölüm ve kederin sebebidir. (Mitlerin Kısa Tarihi)
  • Bir hayvan ayın eşliğinde tanrılara verildiğinde onun ruhu yok olmaz,evcil hayvanı temsil eden Geush Urvan'a (Boğa'nın Ruhu) dönerdi.Aryanların sığırlarıyla bağları çok sıkıydı.Bu şekilde kutsanmamış bir hayvanın etini yemek günahtı çünkü saygısızca öldürme fiili onu sonsuza dek mahveder ve dolayısıyla tüm yaratıkları akraba kılan kutsal yaşamı kirletirdi. (Büyük Dönüşüm)
  • Eğer bugün Müslüman kadınlar kendilerine sunduğumuz özgürlükleri reddediyor gibi görü­nüyorlarsa, bunun nedeni sapıklık değil, Batılıların kadınlar ve cinsiyetler arasındaki ilişki hakkındaki görüşünün bozul­muş olmasıdır. Eşitlik ve özgürlükten söz ediyoruz ama aynı zamanda reklamlarda, pornografide ve eğlence ortamlarında kadınları sömürüyor ve aşağılıyoruz; hem de Müslümanların son derece tuhaf ve sapıkça bulduğu bir şekilde. (Hz. Muhammed: Bir Batılının Gözünden Son Peygamber'in Hayatı)
  • "Tanrı'yı gizem olarak görmek yerine, filozoflar onun aklın kendisi olduğuna inanmaktaydılar." (Tanrı'nın Tarihi)
  • Kendi kendinizin adası, kendi kendinizin sığınağı olmalısınız ve bunları başka birinde aramamalısınız. (Buda)
  • Benliğini seven bir kişi diğerlerinin benliğine de zarar vermemeli. (Buda)

Yorum Yaz