diorex
sampiyon

Söyleşiler - Nurullah Ataç Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Söyleşiler kimin eseri? Söyleşiler kitabının yazarı kimdir? Söyleşiler konusu ve anafikri nedir? Söyleşiler kitabı ne anlatıyor? Söyleşiler PDF indirme linki var mı? Söyleşiler kitabının yazarı Nurullah Ataç kimdir? İşte Söyleşiler kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 09.08.2022 03:00
Söyleşiler - Nurullah Ataç Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Nurullah Ataç

Yayın Evi: Yapı Kredi Yayınları

İSBN: 9789753637718

Sayfa Sayısı: 390

Söyleşiler Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Edebiyatımızın huysuz olduğu kadar "öğreten" kalemi Nurullah Ataç'ın 1941'den 1953'e kadar gazetelerde yazdığı doksan yazısı bir arada. Hayatını Türk dilinin yabancı sözcüklerden arınmasına ve gelişmesine adayan Ataç, bu kitapta toplanan yazılarında yine sözünü sakınmadan sivri mi sivri diliyle bazen kendi kendine, bazen de yarattığı düşsel kişilerle konuşuyor.

Edebiyatın ve hayatın her alanında basma kalıp düşüncelere, tekdüzeliğe, mantıktan yoksun düşünme biçimine karşı çıkan Ataç, bu tavrını Söyleşiler'de de sürdürüyor.

"Bence halk da, yarı-aydınlar gibi, ancak öteden beri bellediği güzellikleri, yani eski bir güzelin taklitlerini anlar. Bunların büsbütün değersiz şeyler olduklarını söyliyemeyiz, onları ortaya koyanlar da bir ustalık gösterirler. Ama bunlar eskiden beri var olan güzelliklerdir, gerçek sanatın amacı ise baba-mirasına, geleneğe yeni değerler katmak, güzellik sınırlarını geliştirmektir. İşte bu türlü eserleri, yarı-aydınlar gibi, kalabalık kitleler, okurların çoğunluğu gibi, halk da hemen anlayıp alkışlıyamaz."

Ataç okumak, edebiyatımızın geçmişiyle yakından tanışmaktır.

Söyleşiler Alıntıları - Sözleri

  • Ağaçlarla, çiçeklerle konuşulmaz mı sanıyorsunuz?
  • Hem okuma sevgisi, yedikçe artan bir açlıktır sanki: ister, daha ister, ne görürse hepsini ister...
  • Hatırın bir sınırı vardır, onu geçmeye gelmez.
  • Şiirle hikayenin de doğrusu, yalanı vardır. Yalan şiir, yalan hikaye bir yazarın, zaruretini kendi içinde duymadan yazdığı şiirle hikayedir.
  • Nesir, şiir, bugünkü edebiyatımız yalanla dolu.
  • Dilini işleyemeyen adam, düşündüklerini de kimseye anlatamaz, daha doğrusu düşünemez.
  • Yazarlarımız Türk dilinin özelliklerini hiç hesaba katmıyorlar.
  • Sevmek için anlamayın!
  • Hiç şüphe etmeyin: Her aldığınız kitap iyi çıkacak..
  • Kendi dilimizi, kendi şiirimizi hor görmeyelim; Onları sevip öğrenelim, öğretelim.
  • Hatırın bir sınırı vardır, onu geçmeye gelmez.
  • Bır gün eczaneye keten tohumu almağa gidiyordum; yolda bir arkadaşı gördüm, o keten tohumundan lapa yapılacağını söyledim. “Hâlâ mı bu kocakarı ilâçları?” dedi. “Avrupalılarda da vardır, fransızcasına cataplasme derler” dedim. “A! dedi, cataplasme başka... O olur!”
  • Kendi içime, duygularıma, düşüncelerime uyarak değiştim, çıkarımı gözeterek değil.
  • Eskiden özgür bir okur olduğumu sanırdım. Çok okunan kitaplardan kaçınırdım... Sonradan anladım; Okuyanlar, okumak tutkusunu çekenler ister çokluk, ister azlığa katılsınlar, bir sürü olmaktan, başkalarının dediğine kapılmaktan kurtulamazlar.

Söyleşiler İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Yazarın okuduğum ilk kitabı, deneme türünde ülkemizde nitelikli eserler vermiş bir isim. Bu kitap da yazarın gazetelere yazdığı denemelerden oluşuyor. Yazılarda sohbet havası var. Deneme türü gereği kendinden çok fazla bahsetmiş ancak inandığı doğrular dışında kalan şeyleri çok eleştirmiş. Bir de aşırı Türkçe takıntısı olan bir yazar desem yanılmam sanıyorum. Çoğu kelimenin asıl dilindeki halink veya eski Türkçedeki halini parantez içinde yazması duruluğu bozmuş. Dine inanmaması, "ve" kelimesini sevmemesi, dilimize giren yabancı sözcükleri sevmemesi gibi yazar hakkında birçok şey öğrenebileceğimiz bir eser. Yazarı tanımak, deneme türünde yerli eserler okumak isterseniz aradığınız kitap olabilir. Aynı yazarin "Diyelim" adlı deneme kitabı da aynı amaçlar doğrultusunda okunabilir. (Nur)

İnandığı davası için elinden geleni yapıyor.: Deneme kitaplarını sevdiğimi daha önce söylemiştim. Son zamanlarda bu türden kitapları okumaya ağırlık veriyorum. Mustafa Ulusoy’un Dünyanın Üç Yüzü, Ali Çolak’ın Bilmem Hatırlar mısın, Ali Ayçil’in Kovulmuşların Evi, Nazan Bekiroğlu’nun Mimoza Sürgünü kitapları bunlardan bazıları. Nurullah Ataç bu zamana kadar okuduğum yazarlardan dil bakımından ayrılıyor. Yazılarında kendince Öztürkçe kullanıyor. Bunun için belki Eski Türkçe metinlerine dönüyor. Arapça Farsça kelimelerin yerine oradan kelimeler bulup kullanıyor. Bulamadığı zaman kendisi uyduruyor. Bazen uydurduğu bir kelimeyi daha sonra beğenmiyor, onun yerine başka bir kelime uyduruyor. “Bu daha güzel durdu.” diyor. Önceleri kelime yerine “keleci”yi kullanırken sonraları “tilcik”i kullanıyor. Ve hatta “Belki “tilce” de diyebilirim.” diyor. Okuduğum yazılar kırklı yıllarda Ulus Gazetesi’nde haftalık olarak yayınlanmış. Yazıların konusu daha çok Öztürkçe olsa da, çeşitli dergilerde çıkan yazıların, şiirlerin; yazarların, şairlerin eleştirileri var. Bu eleştirilerde kullandığı dil öyle pek yenilir yutulur cinsten değil. Beğenmediği bir durum varsa ortada, direk yerin dibine batırabiliyor yazıyı ya da yazarını. Beğenilerinin de öznel olduğunu belirtiyor. Burada samimi. “Belki beğenenler de olabilir bu yazıyı.” ama “Benim parayla beş para etmez”e getirip yazıyı bağlayabiliyor. Nurullah Ataç eskiyi biliyor, hem de çok iyi biliyor. Eski edebiyatın kuralcı zihniyetine karşı çıkıyor. Bir pencere var ve siz hep o pencereden bakacaksınız. Farklı bakamazsınız. Konu aynı, uslup aynı, kelimeler aynı, söyleyiş de hemen hemen aynı. Bunda herhangi bir yenilik yok. “Edebiyat daha çok üst tabakada kalmış.” diyor. Nurullah Ataç devrimlere çokça bağlı. Dil devrimini sadece dille ilgili görmüyor, diğer devrimlerin de anası olarak görüyor. “Devrimler ancak dille anlatılacağına göre burada gösterilebilecek bir gevşeklikle diğer devrimlerin de akamete uğrayacağını” söylüyor. Devrimleri benimseyip, hâlâ Osmanlıca yazanlara çokça kızıyor. Onları ihanetle suçluyor. Devrimlere karşı çıkanlara bir sözüm yok dese de, yazılarının çoğunda onları aşağılıyor. Kırklı yılların başında yazdığı yazılarda daha az Öztürkçe kelimeler bulunurken, kırklı yılların sonunda bu kelimeleri kullanma konusunda çok daha gayretli gözüküyor. Bu durum, yazılarını anlamada bana zorluk çıkarmadı diyemem. “Ne diyor burada?” deyip dönüp dönüp okuduğum yerler çok oldu. Bu yazılarından çok da sıkıldım. Ama inat ettim işte, bitireceğim dedim kitabı. Kendisi gibi sıkıldığı yerde kitabı bırakmadım. Ama ellili yıllara geldiğimizde bu ısrarından vazgeçiyor. Artık şiir yerine “yır”ı kullanmıyor. Sanat yerine “dörüt”, çirkine “yımızık” demiyor. Bu durum kendisine sorulduğunda, artık yorulduğunu belirtiyor. Bu alanda çok yalnız bırakıldığından yakınıyor. Nurullah Ataç inandığı bir dava için elinden geleni yapıyor. Gayret ediyor. Çalışıyor. Bugün bu çalışmalarının neticesini aldığını da görüyoruz. Israrla kitabında kullandığı, “yanıt, olanak, yapıt, oturum, olasılık, sorun, örneğin vb.” kelimeleri “kanıksamışız.” Bunları günlük hayatımızda artık sorgulamadan kullanıyoruz. O zamanki azmin zaferidir bu. Kutlamak gerek Nurullah Ataç’ı. Tabi uydurup da bugün kullanmadığımız çok kelime de var: İşte onlardan bazıları: "Durul (devlet), Uzabilim (tarih), netek (nasıl), nen (şey), enezlik (zayıflık), dörüt, (sanat), öyüm, (zaman), assı (menfeat), esizlik, (fenalık), açınlamak (keşfetmek), yımızık (çirkin), baylıklarımız (zenginliklerimiz)" Öztürkçe kullanımını bir tarafa bırakacak olursak denemelerini oldukça kendinden buldum. Nurullah Ataç bu yönüyle bende ufuklar açtı. Okuduğum bu kitap bundan böyle her daim elimin altında olacak. (Sait Köşk)

Söyleşiler PDF indirme linki var mı?

Nurullah Ataç - Söyleşiler kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Söyleşiler PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Nurullah Ataç Kimdir?

Nurullah Ataç (d. Nurullah Ataç, 21 Ağustos 1898 - 17 Mayıs 1957), Türk eleştirmen, denemeci, yazar, şair. Eleştiri ve deneme alanı dışında hemen hemen yapıt vermeyen sayılı yazar ve şairlerden biridir.

Hayatı

Nurullah Ataç, 21 Ağustos 1898'de Hammer'in Osmanlı Tarihi isimli kitabı Türkçeye çeviren Mehmet Ata Bey'in oğlu olarakİstanbul'da doğdu. Nurullah Ataç'ın babası Mehmet Ata başarılı bir bürokrat idi. İlkokuldan sonra Galatasaray Lisesi'nde 4 yıl okudu. Daha sonra eğitimini İsviçre'de sürdürdü. Babasının ölümünün ardından 1919'da İstanbul'a döndü.1922 yılına kadar İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ni sürdürdü tamamlayamadı. Fransızca öğretmenliği ve çevirmenlik yaptı. 1945'ten sonra Cumhurbaşkanlığı çevirmeni olarak görev yaptı.

1926 yılında Leman Ataç ile evlendi. Bu evlilikten 1926'da, daha sonra babasının yaşamından kesitler anlattığı kitabı "Babam Nurullah Ataç"ı yazacak olan Meral Ataç Tolluoğlu doğar.

TDK yayın kolu başkanı oldu. İlk şiirleri Dergâh'ta yayımlandı. Fransız, Latin ve Rus klasiklerinden çeviriler yaptı. Gazete ve dergilerde eleştiri ve deneme türünde yazılar yazdı. Eleştiri yazılarıyla Türk edebiyatında izlenimci eleştirinin ilk örneklerini verdi. Akşam'da tiyatro eleştirmenliği, Hakimiyeti Milliye, Ulus, Milliyet, Tan, Posta, Cumhuriyet, Son Havadis, Dünya gazetelerinde eleştiri yazıları çıktı. Denemeleri Türk Dili, Varlık, Yedi gün, Ülkü, Seçilmiş Hikayeler dergilerindedir.

Nurullah Ataç’ın pek çok kez kullandığı takma isimlerden bazıları Sabiha Yağızlar, Alkan, Ahfeş, Süha Kavafoğlu, Ali Gümrükçü olarak sıralanabilir.

Ataç yazı yaşamına tiyatro eleştirisi ile başlamıştır. İlk yazısı 1921’de Dergâh’ta yayımlanan “Türk Tiyatrosunda İlk Göz Ağrısı” adlı tiyatro eleştirisidir. Ataç, tiyatro eleştirisi ile ilgili yazılarını Dergâh ve Akşam dışında Hâkimiyet-i Milliye, Milliyet, Son Posta, Haber-Akşam Postası, Ulus, Son Havadis gazetelerinde ve Hayat, Darülbedayi (Türk Tiyatrosu), Yeni Adam, Ülkü dergilerinde yayımlamıştır. Bu gazete ve dergilerde 1921-1957 yılları arasında tiyatro hakkında yaklaşık 125 yazısı bulunmaktadır ve bu yazıları kitaplarına girmemiştir. Ataç, tiyatro eserleri için yazdığı eleştirilerle Türk tiyatrosu için bir yol gösterici olmuştur. Batılı tiyatroyu yakından tanıyan Ataç, Türk tiyatrosunun ve seyircisinin Batı’nın seçkin oyunlarını oynayacak ve izleyecek düzeye gelmesi için çok çaba harcamıştır. Ataç tiyatro hakkında yazmış olduğu eleştirilerle yalnızca tiyatro sanatı ile ilgili teorik görüşlerini ve Türk tiyatrosunun tarihî gelişimini gözler önüne sermekle kalmamış, aynı zamanda bu sanatın ülkemizde gelişimine de katkıda bulunmuştur.

Yazınsal Biçimi

Dilde yalınlaşma ve özleştirme deviniminin savunucularındandır. Türkçedeki yabancı sözcükleri kullanmamış, dille düşünce arasında dolaysız bir ilişki olduğunu, somut düşünme geleneğinin doğabilmesi için kavramların saydam, hangi kökten geldiklerinin anlaşılır olması gerektiğini vurgulamıştır. Bu yol da, Ataç'a göre, Latince, Grekçe, Farsça, İngilizce,Arapça gibi yabancı dillerin eğitimini zorunlu kılmak başarılamayacağına göre, bunlardan alınan sözcüklerin Türkçeleştirilmesinden geçer:

Uydurma dil dediler mi, bir şey söylediklerini sanıyorlar. Söyleyim ben size; Bu uydurma sözünü, Türkçecilik akımına karşı bir silah diye kullanmaya kalkanlardan ne dediğini bilen, şöyle gerçekten düşünerek konuşan bir tek kişi tanımıyorum. Evet, uyduracağız, bizim yaptığımız, uydurduğumuz kelimeler de yavaş yavaş halka işleyecek, eski Arapça, Farsça kelimelerin işlediği gibi. Onların yerini tutacak.

 

Bazı yazılarında arı Türkçe kullandığı için anlaşılmaz olarak eleştirilmiştir. Onu eleştirenler arasında Attilâ İlhan, Halit Fahri Ozansoy gibi isimler vardır.[3]Divan Edebiyatıgeleneğini iyi bildiği anlaşılır, kişisel olarak zevk aldığını da belirtir, fakat zamanını doldurmuş bir yazın olduğu görüşündedir. Yazı diliyle konuşma dili arasındaki uçurumu kapatma çabasının bir parçası olarak özgün Türkçeyi ve devrik tümceyi kullanmasıyla döneminin yazarlarını da, daha sonraki kuşakları da etkilemiştir.

Oysaki ben, öz Türkçe için nice kazançları teptim, rahatımı kaçırdım, üzdüm kendimi, adımı deliye çıkarttım. Hepsi de ne dediklerini bilmez, kafalarına düşüncenin gölgesi bile girmemiş birer alıktır bana deli diyenler. Öz Türkçeye özenişim de duygularımın etkisiyle değildir. Latince, Yunanca öğretilmeyen bir ülkede tek doğru yolun, tek usul (akla uygun) yolun öz dile gitmek olduğunu düşüncemle anladım da onun için o yolu buldum.

 

Ölümü

1955 yılında gut ve şeker hastalığı ortaya çıktı. Eşinin 1955 yılında ölümünün ardından karaciğer ve böbrek rahatsızlıkları başladı. 17 Mayıs 1957 yılında İstanbul Numune Hastanesi'nde öldü.

Ölümünden sonra birçok yazın ve sanat dergisinde kendisi için özel sayı çıkartılmıştır ve hakkında 2 kitap hazırlanmıştır. Bunlardan ilki 1959'da Tahir Alangu'nun hazırladığıAtaç'a Saygı isimli, O'nun için yazılmış yazıların derlendiği bir kitaptır. İkincisi ise, Türk Dil Kurumunun 1962'de Ankara'da çıkardığı Ataç isimli kitaptır.

Nurullah Ataç Kitapları - Eserleri

  • Gene Yalnızlık
  • Karalama Defteri - Ararken
  • Günlerin Getirdiği - Sözden Söze
  • Diyelim - Söz Arasında
  • Okuruma Mektuplar - Prospero ile Caliban
  • Günce 1956-1957
  • Aisopos Masalları
  • Günlerin Getirdiği
  • Söyleşiler
  • Günce 1953-1955
  • Karalama Defteri
  • Karalama Defteri - Sözden Söze
  • Ataç Diyelim
  • Keziban’a Mektuplar
  • Prospero ile Caliban
  • Dergilerde
  • Ataç

Nurullah Ataç Alıntıları - Sözleri

  • Sevdiğim bir şiiri tanıdıklarıma okumadığım, yahut bir edebiyat sorusu üzerine tartışmaya girmediğim günler, yaşadım saymam kendimi. (Diyelim - Söz Arasında)
  • Ne diyor Sultan Süleyman "Aşkıma müstağrakım kılmam nazar hiçbir yana - Bilmezsem var mı cihanda sana benzer ya değil." (Okuruma Mektuplar - Prospero ile Caliban)
  • Öğretmenin kitaplığı kurulunca ilkokulu bitirmiş olanların kitaplığı da kurulur. (Gene Yalnızlık)
  • Günler geçtikçe şiir şudur, şiir budur demekten uzaklaşıyorum, şiir arıyorum, bana şiir zevkini verecek söz arıyorum. Divanları karıştırıp şiir arıyorum, halk türkülerini dinleyip şiir arıyorum. (Ataç Diyelim)
  • Yalancıları susturacağız diye ya doğrucuları da susturursanız? (Diyelim - Söz Arasında)
  • Hiç şüphe etmeyin: Her aldığınız kitap iyi çıkacak.. (Söyleşiler)
  • Av köpeğinin biri bir tavşan yakalamış, bir ısırır, bir ağzını burnunu yalarmış. Tavşan dayanamamış: "Ayol, ya ısırmayı, ya öpmeyi bırak da dostum musun, düşmanım mısın bir anlayayım" demiş. (Aisopos Masalları)
  • Anıların, geçmişi anmanın tadı, güzelliği de bir umut beslememize bağlıdır. Umutsuz kişiye anılar da bir avunma getiremez, onlar da gözlerini ışıklandıramaz. (Günce 1953-1955)
  • Aşk tehlikeli bir konudur, çocuklara açmaya gelmez. (Günce 1953-1955)
  • Ölümü düşünmeden, aklımıza getirmeden yaşamak elbette en iyi şey, ama elimizde mi? Ölüm düşüncesi bizi bir yol sardı mı, bir daha bırakmıyor, sevinçlerimiz gülmelerimiz içinde bile kendini duyuruveriyor. Yaşamak cömertliktedir: saatlar, günler, aylar, yıllar geçiversin ne çıkar?.. Ölüm korkusu Ölüm düşüncesi ise bizi cimri ediyor; aman bu saat geçmesin! sıkıntılar içindeyim, yarın belki bir genişliğe kavuşacağım, olsun gene de bu saat geçmesin! yarın, o güzel yarın benim ömrümü kısalmış bulacak… Ölüm düşüncesinin çağımızda çok yaygın olduğunu sanıyorum: bakın şairlerin çoğu, hemen hepsi yaşamanın güzelliğini anlatıyorlar. Yaşamanın geçici olduğunu, o nimeti çabucak yitireceğimizi duymasalar, düşünmeseler, hep onun güzelliğini anlatırlar mıydı? O sevincin altında bir acı var ki kendini gizliyemîyor. Öyle sanıyorum ki dünün acılan seven, ölümü istiyen, yeryüzünden yalanıp duran, bir an önce yerin dibine mi, göğe mi, neresi olursa olsun işte oraya göçmek için çırpınan, “Ey ölüm! koca kaptan, vakit erişti, demir al!  Bu ülkeden sıkıldık, ey ölüm! açılalım!” diyen romantik şairi, ölümün ne olduğunu, yaşamanın tutarsızlığını bizim kadar anlamamıştı. Ölümle oynuyordu o, biz ise onunla oynanamıyacağını anladık, bir yol gözlerimizi kapadık mı bir daha hiçbir güzelliği duyamıyacağımızı, göremiyeceğimizi, bu yeryüzünden başka bir acun olmadığını anladık, onun için ölümle sakal aşamıyoruz, çabucak kaçacağını bildiğimiz yaşamayı yudum yudum tatmak istiyoruz. (Karalama Defteri)
  • Hani şiir okumağı, hikâye okumağı boş bir iş sayıp da kendilerine yakıştıramayan kimseler vardır, siz onlar arasında başkalarını anlıyan, başkalarının dertlerine, kaygılarına ortak olan birini gördünüz mü hiç? (Günlerin Getirdiği - Sözden Söze)
  • Hadini de deli gönül hadini. Aramazlar gurbet ile gideni. Ak göğüs üstünde çakır dikeni Bitmeyince gönül yârdan ayrılmaz. Karacaoğlan (Okuruma Mektuplar - Prospero ile Caliban)
  • Kişi dilediğini başarırmış... Doğru mu? Doğruysa da ben o kişilerden değilim, bilirim kendimi. (Günce 1956-1957)
  • Adamın biri tahtadan bir Hermes (2) yontusu yapmış, pazara götürüp satılığa çıkarmış. Bakmış ki alan olmuyor, ille bir alıcı bulayım diye başlamış bağırmaya: "Bu benim sattığım tanrının insana çok iyiliği dokunur, her işinde kazancını artırır." Oradan biri geçiyormuş, durmuş: "Be adam! O kadar iyiliği dokunursa ne diye satarsın? Sakla da sana iyilik etsin" demiş. Putçu: "Beklemeye vaktim mi var benim? Ben hemen bir yardım istiyorum. Oysa ki bu, acele nedir, hiç bilmez: durur durur da ondan sonra eder edeceği yardımı!" demiş. (Aisopos Masalları)
  • Mutluluğa ermek için inanmayı öğütlemek de, bir iş görmeyi öğütlemek de kendi kendimizden kaçmayı öğütlemektir. Doğru değil bence. Ben mutluluğu anlamakta görenlerdenim, aldanmakta, avunmakta değil. Kendimizi anlayalım, elimizden ne gelir, ne gelmez, bilelim onu, yeter mutlu olmamıza. Üzüldüğümüz de olurmuş. Olsun. Üzülmenin de mutluluğa yardımı vardır. (Günce 1956-1957)
  • Doldururlar evlerine kitapları, bir yerde bir kitap gördüler mi, nedir diye bakmadan geçemezler, benim sokakta gördüğüm her kediyi okşamak istemem gibi. (Diyelim - Söz Arasında)
  • Siz sever misiniz boyuna gülümseyenleri? Hani sağlarına bakar gülümserler, sollarına bakar gülümserler. Doğrusu, ben iğrenirim öylelerinden. Yalandan gülümseye gülümseye yalan işler içlerine, bütün işlerine bir düzmecelik siner. Öylelerini gördüm mü, kaçarım. Çoğu alıktır, düşüncesizdir onların. Alık oldukları, düşüncesiz oldukları için de kötü olurlar. (Günce 1956-1957)
  • "Romanlardaki kişiler de bizleri yöneten yasalara uymak zorundadırlar, onlar da bizim gibi, ancak bizim gibi birer kişidir, gerçeğin çocuklarıdır." (Karalama Defteri)
  • Ben, şımarık gençleri günümüzün istediği o sünepe, köhne kafalı gençlere yeğlerim. (Günce 1953-1955)
  • Gül rengi yüzün benli de sinen niye bensiz? (Prospero ile Caliban)

Yorum Yaz