Sohbet Tadında - Dursun Gürlek Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap

Sohbet Tadında kimin eseri? Sohbet Tadında kitabının yazarı kimdir? Sohbet Tadında konusu ve anafikri nedir? Sohbet Tadında kitabı ne anlatıyor? Sohbet Tadında PDF indirme linki var mı? Sohbet Tadında kitabının yazarı Dursun Gürlek kimdir? İşte Sohbet Tadında kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi

Yazar: Dursun Gürlek

Yayın Evi: Kubbealtı Neşriyatı Yayıncılık

İSBN: 9789756444979

Sayfa Sayısı: 248

Sohbet Tadında Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

"Sohbet Tadında" bir kitabımız var artık...

Dursun Gürlek'in doyulmaz üslûbunu ve hoşsohbetini yudumlayacağız...

Neler yok ki neler bu kitapta... "Yok ol evlâdım", "Gafilleri Uyandıran Horoz Dede", "Oduncu ile Azrâil'in Hikâyesi", "Su Evliyâsı", "Altın Kalpli Pâdişah", "Aşkın Kitabı", "Şeb-i Arus ve Gelin Gecesi", "Enfiye Tiryâkileri"...

Dursun Gürlek yine bizi mâziye götürüyor, güldürüyor ve düşündürüyor...

(Tanıtım Bülteninden)

Sohbet Tadında Alıntıları - Sözleri

  • "Hoşsadâ" için, "Hoşsohbet" insanlara ihtiyaç var.
  • "Ey Muhacirler ve ey Ensar! Biliniz ki, bir kimse hanımını her bakımında anasına tercih ederse Allah'ın rahmetinden mahrum kalsın. O kimse, şunu kesin olarak bilsin ki, anasının rızasını kazanamadığı sürece farz nafile hiçbir ameli ona asla fayda vermeyecektir. " Hadis-i Şerif
  • Allah Resulü şöyle buyurdu: Yüce Allah üç sesi sever. Bunlar: 1.Horoz sesi 2.Kur'an okuyan kimsenin sesi 3.Seherlerde tövbe ve istiğfar edenin sesi
  • “Bir gün, hocaefendiyi ziyârete gelenlerden biri, şöyle konuşmuş: Tıbbiye mektebinde Allah'ı inkâr ediyorlarmış. Olanı biteni tabiat yapıyor, diyorlarmış. Hazret, hiç düşünmeden şu cevâbı vermiş: “Öyleyse onlar, Allah'ın adını “tabiat koymuşlar! Çâre yok, bir Allah'a muhtacız” Elbette!.. Elbette!... Tabiat da Allah'a tâbidir!... Tabii ki!.. Tabii ki!... Olanlar feyzyâb-ı i'tilâ âsâr-ı kudretten Alırlar hisse-i ibret temâşâyı tabiatten
  • İnsan hayatı gerçekten çok kısadır. Ezel ve ebede göre zaman ne kadar kısadır. Zamâna göre kâinatın ömrü ne kadar kısadır. Kâinatın ömrüne göre dünyânın ömrü ne kadar kısadır. Dünyânın ömrüne göre mahlûkatın ömrü ne kadar kısadır. İnsanın ömrü ise bir günden, bir saatten bir dakîkadan ibârettir. Hattâ bir "ân-ı vâhid" dir. Öyleyse dem bu demdir. An, bu andır. Şurası bir gerçektir ki, insan bu kısa ömürde, ebedî hayâtı, bütün özellikleriyle, olanca güzellikleriyle kazanabilir. Unutmayalım ki, inanan insan kazanan insandır. Yok, yoksa vardır. Mâdemki Allah var, her şey vardır.
  • Peygamberimiz şöyle buyurdu: "Sabahleyin horoz sesi işittiğimiz zaman Yüce Allah'tan fazlını isteyiniz. Çünkü horoz öttüğü zaman melek görmektedir. Eşek anırdığı zaman da Allah'a sığının. Çünkü eşek anırdığı zaman şeytanı görmüş demektir."
  • Altına, "Rengin niçin sarı" diye sormuşlar. O da "İnsanlar beni elde etmek için peşimden o kadar fazla koştular ki, korkudan sarardım," cevabını vermiş.
  • ... Üstad diyor ki: "Ayasofya Türk'ün özeti ve anayurdu içinde, güya türklerin eliyle manasından koparılıyor, duvarlarından Allah ve Resulü'nün mukaddes isimleri indiriliyor, iç sıvaları kazınıp putlar meydana çıkarılıyor ve hilalden ziyade salibin (haçın) faziletlerini ilana memur bir müze, yani içinde İslamiyetin gömülü olduğu bir lahid haline getiriliyor. Artık o, basit bir taş yığınıdır. Öyle bir taş yığını ki, sadece kendisinde kıyılan ulvi mananın katillerini ilan ve ihtarla kalmıyor, üstelik her an salibin (haçın) ağzından salyasını akıtıcı bir iştah telkiniyle, Türk'ün ruhuyla beraber maddesini, maddesiyle beraber de ruhunu Hırıstiyanlık alemine peşkeş çeken, 'buyurun ne duruyorsunuz gelin bizi esir edin!' diyen bir hava yaşatıyor. Ayasofya'nın hilal hâkimiyetinden uzaklaştırılmasıyla düşmana aşılanan gayret, bir ordunun harp planlarını satmaktan beter bir tehlike ve suç belirtir . Eğer o kökünden traş edilse ve yıkılsa birşey değil de, bu haliyle bütün bir milleti ve tarihi her an öldürüp yine dirilten ve tekrar öldüren bir felaket!.. Böyece batı dünyasının bize içimizden, içimizdeki ajanları vâsıtasıyla yaptırdığını, ne Haclılar yapabildi ne Moskof, ne de Ayasofyanın gözü dönmüş şehvetlisi Yununlılar... Milyonluk bir orduda bir emirle herkes silahını kalbine dayayıp tetiği çekse ve intihar etse, bu emrin o orduya vereceği zararı hangi düşman sağlayabilir? Ayasofyanın kapatılması işte böyle olmuştur. Ve Türk târihine, mukâddesatına, rûhuna ihanetlerin en büyüğü şeklinde meydana gelmiştir. Türk'ü İstiklal Şavaşı'nda yoktan var ettiğini iddia eden bir zümre ve (klik) zihniyeti, Ayasofya ile, Türk vatanını, göklerdeki asil ve hakiki vatanıyla beraber satmıştır. Allah diyen bu millet mutlaka kalacak; ve kalacağına göre, Öteki dünyadakinden evvel bu dünyada hesap gününü açacaktır. Ayasofya muayyen (belli) bir idare ve zihniyetin getirdiği rûhî, ahlaki, iktisadi, idari, siyasi felaketler eliyle batı dünyasına takdim edilen hediye kutusu üzerindeki fiyonklu kurdeladır. Topyekun şahsiyetlerini düşmana veren milletler ise, hediye alanların nazarında hakir ve zelildir. İşte Kıbrıs davası!... O kadar batılılaştığımızı, uygarlaştığımızı, özgürleştiğimizi, kendisinden olduğumuzu iddia ettiğimiz batının bize muamelesine dikkat etmiyor musunuz? Bizim kendimizi kendimizden saymamız pahasına batı bizi, asla kendisinden saymıyor, O ne doğulu, ne de batılı, bu mukallit ve bulamaç insanı, asla benimsemiyor ve ismini taşıdığı ( Greko Latin) medeniyetinin piçleşmiş uzvunu, sefil Yunanlıyı şımarık çocuğu halinde her an tatmin ve bize tercih etmekten başka bir şey düşünmüyor. Büyük ingiliz şairi Lord (Bayrın)'ın Türklere karşı Yunan İstiklal çalışmalarında öldüğünü ve Yunan topraklarında yattığını bilmeyen diplomatlarımız, hâlâ selâmeti, Türkün öz şahsiyetinde değil, batılıya batılı görünmek özenişinde arıyor. Hayır! Batılıda, sığıntısı olmak yoluyla sağlanabilecek hiçbir himaye mevcut değildir. Biz bu kafayla gittikçe de başımıza daha neler geleceği görülecektir. Bütün bu manalar Ayasofya'ya bağlı...Daha neler ve neler!... Türk İstiklal Savaşı'nın rûhuna leke düşürenler, o ruha ve onun müsbet temsilcilerine rağmen, kazanılmış bir istiklali topyekün tersine çevirme yoluna girmişlerdir. Belittik ki, kendi öz mukaddesat ve tarihini, kendi öz yurdunda maskara edenlere, o mukaddesat ve tarihin düşmanları hürmet etmez, tiksintiyle bakar. İşte dünyada ve dış politikada yüzümüze kapanan kapılar bunun isin kapanıyor. Doğrudan doğruya bunun için olmasa da dolayısıyla bunun için... Şahsiyetsizliğin ceremesi... Bunun içindir ki, Avrupa, köküne kadar şahsiyetinde heykeli İkinci Abdülhamit Hân'a hürmet ediyordu. Almanya imparatoru Wilhelm siyaseti ondan öğrendiğini söylüyor ve Prens Bismark tam bir Abdülhamit düşmanı olduğu halde, onu, asrın en büyük siyaset dehâsı diye gösteriyordu. Eğer Abdülhamid'e, Ayasofya'yı müze yapması karşılığında bütün dünya hazinelerini vereceklerini söyleseler nefretle reddeder, imparatorluğunu elinden almakla tehdit etseler son damla kanına kadar akıtmakta tereddüt göstermezdi. İnkarcı Volter'in, Allah'ın sevgilisine âit piyesini Fransız tiyatrolarından, Fransa devleti mârifetiyle kaldırtan, yoksa bunun harp sebebi olacağını Fransa hükumetinin suratına çarpan Ulu Hâkan Abdülhamid Han'dan başka kim olabilmiştir? O Abdülhamid Han ki, bunca ordusundan yalnız bir tanesiyle, birkaç gün içinde Atina kapılarında görünüvermiş ve küçücük bir yunan şımarıklığını, onlara ayasofyadan bahsettirmek yerine (Akropol) önünde ordugah kurmakla cezalandırmıştı. Şimdi o Yunanlı baykuş gözlerini üzerimize dikmiş, birinde Ayasofya, öbüründe Rumeli hisarı'nın hayali, İstiklal Savaşı'ndaki küstahlığından beter bir nefs emniyeti içinde dikilip duruyor da, bizde onun iki gözünü birden çıkaracak 'enerji'den eser görülmüyor. Sebep? Çünkü Ayasofyanın kapılarıyla beraber ruhumuzu da kilitlediler. Her mana, her hikmet, her münasebet Ayasofyaya bağlı... Ayasofya açılmalıdır. Türk'ün bahtıyla beraber açılmalıdır Ayasofyayı kapalı tutmak, manada bütün camileri kapalı tutmaktır. Çünkü onların hepsi bir mananın mekanıdır. Ayasofya ise ruh... Ayasofyayı kapalı tutmak ben yapamıyorum sen gelde kendi hesabına aç demekten farksızdır Ayasofyayı kapalı tutmak, Birleşmiş milletlerde Adrikanın yamyam devletlerine kadar aleyhimizde rey verdirip kendileri müstenkif(çekimser) geçinen batılılara Artık benim hayat hakkım kalmadı demektir. Ayasofyayı kapalı tutmak, bu toprağın üstündeki 30 milyon ve alttaki 30 milyar türk'ün samaları tutuşturan lanetine hedef olmaktır. Ayasofyayı kapalı tutmak Allaha sövmeye Kurana tükürmeye türk tarihini kubura atmaya denk bir suçtur..................................... .................. .................. ..................
  • O gül-endâm bir al şâle bürünsün yürüsün Ucu gönlüm gibi ardınca sürünsün yürüsün
  • Söz mumdan açılınca Bostan'da yer alan ve gerçek âşığı târif eden latife bir fıkra aklıma geldi. Teberrüken onu da nakledeyim. Sâdî diyor ki: "Çok iyi hatırlıyorum. bir gece uyuyamadım. Gözüme uyku girmedi. Pervanenin, muma şu sözleri söylediğini duydum. Ey sevgilim! Hadi ben âşığım, yansam da yeridir. Peki ya sen neden yanıyor, niçin ağlıyorsun? Ey benim bir çare aşığım! Benim yanışıma, ağlayışıma sebep nedir bilir misin? Benim tatlı bir balım vardı. Beni ondan ayırdılar. Şirin'im haksız yere elimden alındı. İşte Ferhad gibi tepemden ateş çıkıyor. Geceleyin, meclisi aydınlatan ışığıma bakma. Sen, asıl içimi yakan ateşe bak. Mum, hem bu sözleri söylüyor, hem de sararmış yanağından sel gibi bir gözyaşı dökülüyordu. Mum, sözüne devam edip pervaneye dedi ki: Ey pervâne! Ey aşk iddiacısı! Aşk sana göre değil. Seninki kuru iddiadan ibaret. Sende ne sabır var, ne de metânet ve tahammül. Sen azıcık bir ışık ve ateş gördün mü, hemen yanıyorsun. Ben ise tamamen yanıncaya kadar dikilip duruyor, dayanıyorum. Aşk ateşi senin yalnız kanadını, benim ise bütün vücûdumu baştan aşağı yakıyor. Sâdî de mum gibidir. Dışı parlaktır, ama içi, yanıktır. Artık gece bitiyor sabah oluyordu. Peri yüzlü bir hizmetçi gelip mumu söndürdü. Zavallı mum, dumanı tepeden çıkarken, ' İşte, aşkın sonu budur! dedi ve can verdi.
  • İnsanın ağzındaki dil, ciddî anlamda koruma altına alınmadığı, gerekli hassâsiyet gösterilmediği takdirde vücûdumuzun bu en önemli organı, şeytanın urganı haline gelebilir.
  • Necip Fâzıl gibi, Osman Yüksel Serdengeçti de Ayasofya hakkında kısa fakat son derece heyecanlı bir yazı alıyor. Ağustos 1952 tarihli Serdengeçti dergisinin on yedinci sayısında yayımlanan bu makale büyük bir yankı yapıyor. ... "Ey islamın nûru, Türklüğün gurûru Ayasofya!. Şerefelerinde fethin, Fâtihin şerefi ışıl ışıl yanan muhteşem mabet!... Neden böyle bomboş, neden böyle bir hoşsun?!... Hani minarelerinden göklere yükselen, tâ mâveradan gelen ezanlar?!... Hani o ilahi devir, ilahi nizamlar?!... Ayasofya ses vermiyor, Ayasofya bomboş, Ayasofya bir hoş!... Hani nerde, şu muhteşem minberde, binlerce erin, binlerce gazinin baş koyduğu şu temiz yerde, şimdi hangi kirli ayaklar dolaşıyor!... Ayasofya seni bu hale koyan kim; seni çırılçıplak soyan kim? Hani kubbelerden gönüllere, gönüllerden kubbelere gürül gürül akan, sîneler yakan Kur'an sesleri... Kur'an sesleri dindirilmiş, Müslümanlar sindirilmiş, Allah, Muhammed hülâfa-i râşidin, bu din ulularının isimleri kubbelerden yerlere indirilmiş!... Fethin, Fâtihin mabedinden kitâbı mübîni, bu ulu dini kaldıran kim?!. Asırlık surların arkasından, köhne Bizansı hortlatmak isteyen eller kimin eli, bunu söyleyenler kimin dili , Ayasofya'yı puthâne yapan hangi delidir?!. Elleri kurusun, dilleri kurusun... Ayasofya,, Ayasofya seni bu hale koyan kim seni pırıl çıplak soyan kim?. Seni çırılçıplak soyan kim?. Ayasofya! Ey muhteşem mabet!. Merak etme, Fâtih'in torunları yakında bütün putları devirip seni câmiye çevirecekler. Göz yaşlarıyla abdest alarak secdelere kapanacaklar... Tehlil ve tekbir sadâları boş kubbelerini yeniden dolduracak.. İkinci bir fetih olacak. Ozanlar bunun destanını, ezanlar bunun ilanını yapacaklar... Sessiz ve öksüz minarelerinden yükselen tekbir sesleri fezaları inletecek.. Şerefelerin yine Allah'ın ve onun sevgili Peygamberi Hz. Muhammed'in şerefine ışıl ışıl yanacak... Bütün dünya Fatih dirildi sanacak... Bu olacak Ayasofya, bu olacak!... İkinci bir fetih, yeni bâsü bâdelmevt... Bu muhakkak.. Bu günler yakın, belki yarın, belki yarından da yakındır..."
  • İstanbul Osmanlı çeşmeleriyle, Osmanlı sebilleriyle, Nehr-i aziz adı verilen Boğaziçi'yle tam bir su şehri olarak karşımıza çıkıyor. Biliyor musunuz, bu kadim şehrin bir adı da "İçinden deniz geçen sehir" dir.
  • ...Osmanlı çeşmeleri, su medeniyetinin günümüze intikal eden canlı şâhitleri olarak, bugün de mîmârî özelliklerini, târihî güzelliklerini sergilemeye devam ediyor. Bunların arasında, özellikle meydan çeşmeleri, meydanları dolduran insanları, taşa yansıyan bir medeniyetin canlı malzemeleri olarak selâmlıyorlar. Siz bu çeşmelerden sâdece su içmiyor, kitâbelerini okuyarak, süslemelerini temâşâ ederek, bânisini hatırlayarak geçmiş zaman yolculuğuna da çıkıyorsunuz. İstanbul çeşmelerinin büyük bir bölümü, bugün ne yazık ki harap ve perîşan bir manzara sergiliyorlar. Bir başka ifâdeyle suya hasret bekliyorlar. Unutmayalım ki, susuz çeşme, cansız vücut gibidir.
  • O gül-endâm bir al şâle bürünsün yürüsün Ucu gönlüm gibi ardınca sürünsün yürüsün Enderunlu Vâsıf

Sohbet Tadında İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Adı gibi gerçekten sohbet tadında olan bu kitap, günümüzde tarihimizden,kültürümüzden,dilimizden ve dinimizden ne kadar uzaklaştığımızı Dursun Hocamızın o kendine has mizahi üslubuyla, gerekse menkıbe ve değerli zatlardan verdiği örneklerle bir kez daha göz önüne seriyor. Bu kısa yorumumu yazarken bile dilimize büyük bir önem veren Dursun Hoca'nın bu yazımı okusa nasıl hatalar bulur diye düşünmekten de kendimi alamıyorum. (Sehertan)

https://youtu.be/juzjssV-FEg Yazarı daha fazla tanimanizi isterim ne kadar hoşsohbet ve dolu dolu kıymetli olduğunu göreceksiniz Eskilerden bahsedecek gönüllere ihtiyacımız var. Ve eskilere müptela, eskilere meraklı okuyuculara da ihtiyacımız var. Okumanız temennisiyle... (Gbb Bahar)

Sohbet Tadında PDF indirme linki var mı?

Dursun Gürlek - Sohbet Tadında kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Sohbet Tadında PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Dursun Gürlek Kimdir?

1952 yılında Tokat'ta doğdu. İlk ve orta tahsilini memleketinde tamamladı. İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi. Yeni İstanbul, Tercüman, Hürriyet, Günaydın gazetelerinde çeşitli görevlerde bulundu. Bir süre muhtelif okullarda Türkçe ve Edebiyat öğretmenliği yaptı.Biyoğrafi araştırmaları ve çeşitli makaleleri Meşale, İnanç, Milli Kültür, Türk Edebiyatı, Kültür Dünyası gibi dergilerde yayınladı. Tarih ve Düşünce dergisinin yazı işleri müdürlüğünü yaptı. Bu dergide neşrettiği "Kırkambar" ve "Ayaklı Kütüphaneler" başlığı altındaki yazılarıyla dikkat çekti.

Yazarın, Osmanlı Tarihi, Şark Klasikleri ve biyografi sahasındaki çalışmaları halen devam etmektedir.

Dursun Gürlek Kitapları - Eserleri

  • Çınaraltı'nda Kitap Sohbetleri
  • Karınca Huzura Varınca
  • Ayaklı Kütüphaneler
  • Tebessüm ve Tefekkür
  • Maziye Bir Bakıver
  • Sohbet Tadında
  • Kültür Dünyamızdan Manzaralar
  • Muhabbet Ateşi
  • Dersaadet'te Ramazan Akşamları
  • Dersaadet'te Bayram Sabahları
  • Namık Kemal
  • İbnülemin Mahmud Kemal İnal
  • İbnülemin Mahmud Kemal İnal - 2

Dursun Gürlek Alıntıları - Sözleri

  • GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ HAYÂLİ CİHAN DEĞER (Maziye Bir Bakıver)
  • Allah bes baki heves (Muhabbet Ateşi)
  • Yılda iki defa değil de her gün bayram havası teneffüs etmek isteyen kimsenin, İslami bir hayat yaşaması gerekiyor. Unutmayalım ki Müslüman'ın üç büyük bayramı vardır: birincisi, ömrünü imanlı olarak bitirmesi, ikincisi cennete girmesi, üçüncüsü de orada Cemâlullah ile şereflenmesidir. (Dersaadet'te Bayram Sabahları)
  • O gül-endâm bir al şâle bürünsün yürüsün Ucu gönlüm gibi ardınca sürünsün yürüsün Enderunlu Vâsıf (Sohbet Tadında)
  • Bir ilim adamı, konferans vermek üzere salona girmiş. Lâkin içerisi bomboş. Sâdece ön koltuklardan birinde bir hayvan bakıcısı, yâni bir seyis oturuyormuş. İlim adamı, konuşup konuşmamakta bir an için tereddüt etmiş. Derken seyise sormuş: "Senden başka kimse yok. Konuşayım mı, konuşmayayım mı?" Seyis şöyle cevap vermiş: - Efendim, ben seyisim, dolayısıyla bu işlerden pek anlamam. Sâdece şu kadarını söyleyeyim ki, ahıra girdiğimde bütün atların kaçtığını, içeride sâdece bir atın kaldığını görmüş olsaydım, onu yine de beslerdim. Mesajı alan ilim adamı, konferansa başlıyor ve iki saatten fazla konuşuyor. Görevini zevkle yapmanın gurûruyla ve tek kişilik dinleyicisinin de memnun olduğunu düşünerek soruyor: - Konuşmamı nasıl buldunuz? Seyis şu ilgi çekici cevabı veriyor: - Hocam, başta da söylediğim gibi, ben bu işlerden anlayan biri değilim. Ama yine ahıra girip biri dışında bütün atların kaçtığını görseydim onu yine beslerdim ama elimdeki bütün yemi verip hayvanı çatlatmazdım. (Muhabbet Ateşi)
  • Bizim gibi yabanzâdelere,"Babanzâdeler" rehberlik etmelidir.. (Ayaklı Kütüphaneler)
  • Çölde âheste adımlarla yürüyen kimse,acele edeni geçti. (Muhabbet Ateşi)
  • Şeker kamışı mahsulünü kaldıran tropikal bir ada ülkesi olsak hasat festivali gibi bir Şeker Bayramı yapmaya hakkımız olurdu. (Dersaadet'te Bayram Sabahları)
  • Allah Resulü şöyle buyurdu: Yüce Allah üç sesi sever. Bunlar: 1.Horoz sesi 2.Kur'an okuyan kimsenin sesi 3.Seherlerde tövbe ve istiğfar edenin sesi (Sohbet Tadında)
  • İftardan sonra evlerde, konaklarda teravih hazırlığı başlar. Herkeste bir neşe, herkeste bir sevinç. Şakır şakır abdestler alınır, irili ufaklı cam veya muşamba fenerler hazırlanır, güle oynaya câmilerin yolu tutulur. Bu esnada o muazzam câmiler kapılarına kadar tıklım tıklım dolmuştur. (Dersaadet'te Ramazan Akşamları)
  • Bozulmuş cemiyetlerde bozulmamış fertler suçlu vaziyetinde kalırlar (Karınca Huzura Varınca)
  • İbnülemin'in hocası Hüsnü hoca oğlu Necati'yi derslere almaz ve "üdebâ meclisinde cühelânın yeri yoktur" diyerek aşağıda oturtur. Cahil dediği Necati, yıllardan beri Almanya'da profesördür. (İbnülemin Mahmud Kemal İnal)
  • Bundan elli altmış sene evvel zamanın padişahı Sultan İkinci Abdülhamid Han bir çok sebeplerle Ramazanlara fevkalade ehemmiyet verirdi. Evvelâ dindardı. Bu mübarek tesîd eder, ona hürmet ederdi. Muntazaman oruç tutar, Kur’an-ı Kerim okur, namaz kılar ve bunu böyle yapanlara ayrıca para verir, severdi. Mübarek ayın hulûlünden evvel kilercibaşıyı çağırır, ona emirler verir, sofralar ve yemekler ve her akşam iftara davet ettiği askerlere verilecek iftariyeler üzerinde zihin yorar, adeta menüleri kendisi hazırlardı. Saray-ı Hümayun’da iftara gelecek misafirlerin hizmetine verilecek olan sofracıların elbiselerine kadar meşgul olur, alaturka setre mi, yoksa redingot mu giymelerini münakaşa ederdi. Ve hele bu adamların fevkalade temiz olmalarını isterdi. Bu padişah hem çok titiz, hem çok temizdi. O kadar ki iftariye olarak kendisinin göndereceği çil çil altınları tekrar yıkattırır, kurutturur, gözünün önünde kırmızı atlas keselere koydurtur, ağızlarını mühürlettirirdi. Banknotları da bezlerle sildirtir, sonra zarflara yerleştirirdi. Üzerine de zamklı mührünü (A.H) yapıştırırdı. (Dersaadet'te Ramazan Akşamları)
  • Bir gün doğar elbette şems-i hakikat Hiç böyle müebbed mi kalır zulmet-i alem? (Karınca Huzura Varınca)
  • "Selam verdim,rüşvet değildir deyu almadılar!" (Muhabbet Ateşi)
  • İnsan hayatı gerçekten çok kısadır. Ezel ve ebede göre zaman ne kadar kısadır. Zamâna göre kâinatın ömrü ne kadar kısadır. Kâinatın ömrüne göre dünyânın ömrü ne kadar kısadır. Dünyânın ömrüne göre mahlûkatın ömrü ne kadar kısadır. İnsanın ömrü ise bir günden, bir saatten bir dakîkadan ibârettir. Hattâ bir "ân-ı vâhid" dir. Öyleyse dem bu demdir. An, bu andır. Şurası bir gerçektir ki, insan bu kısa ömürde, ebedî hayâtı, bütün özellikleriyle, olanca güzellikleriyle kazanabilir. Unutmayalım ki, inanan insan kazanan insandır. Yok, yoksa vardır. Mâdemki Allah var, her şey vardır. (Sohbet Tadında)
  • Selahattin Eyyubi ölüm döşeğindeyken evinin önündeki direğe kefeni asılır. Kefeni asan bayraktar bağırır: "Sultan Selahaddin'in dünyadan ahirete götüreceği şey işte bu kefenden ibarettir.." (Maziye Bir Bakıver)
  • Diyojen, gündüz vakti elinde bir fenerle dolaşıyordu. "Ne arıyorsun?" dediler. "Adam arıyorum." cevabını verdi. (Tebessüm ve Tefekkür)
  • İmam-ı Gazali Hazretlerine, "İlimde bu mertebeye nasıl yükseldiniz?" diye sordukları zaman o büyük alim şu cevabı verdi, "Bilmediğim şeyleri sorup öğrenmekten utanmadım!" (Tebessüm ve Tefekkür)
  • Ömür kısa, vakit dar. Yapılacak iş çok, gevezelik yapacak vakit yok. Bizim dumana değil köze, lafa değil söze ihtiyacımız var. (Maziye Bir Bakıver)