Sisifos Söyleni - Albert Camus Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Sisifos Söyleni kimin eseri? Sisifos Söyleni kitabının yazarı kimdir? Sisifos Söyleni konusu ve anafikri nedir? Sisifos Söyleni kitabı ne anlatıyor? Sisifos Söyleni kitabının yazarı Albert Camus kimdir? İşte Sisifos Söyleni kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Albert Camus
Çevirmen: Tahsin Yücel
Orijinal Adı: Le Mythe De Sisyphe
Yayın Evi: Can Yayınları
İSBN: 9789755107264
Sayfa Sayısı: 160
Sisifos Söyleni Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
"Gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu vardır: intihar. Yaşamın yaşanmaya değip değmediği konusunda bir yargıya varmak, felsefenin temel sorusuna yanıt vermektir."
Albert Camus, İkinci Dünya Savaşı yıllarında yayımladığı deneme kitabı Sisifos Söyleni'nde, yaşamın anlamsızlığı, varoluşumuzun saçmalığı gibi intihara yönelen temaları, tarihin ve edebiyatın belirli bazı kişilikleri üzerinden ele alır. Tahsin Yücel'in dilimize kazandırdığı eser, 20. yüzyıl felsefe tarihinin en önemli yapıtlarından biri olarak kabul edilmiştir. Tanrıların, hep yeniden aşağıya yuvarlanacak olan taşı tepeye çıkarmakla cezalandırdıkları Sisifos, cezasını bilinçli olarak kabullenmiş, tekrar yuvarlanacağını bildiği halde taşı bütün gücüyle yukarı taşır. Camus saçma kavramını işte bu noktada tanımlar: boşuna olduğunu bildiği halde direnen insan. Yaşamın anlamı ancak, dünyanın saçmalığını ve yenilginin daima tekrarlanacağını bile bile kötülüğe direnmek olabilir, insanlığa gerçek boyutlarını ancak bu başkaldırı kazandırabilir.
Sisifos Söyleni Alıntıları - Sözleri
- Kendi kendime de, dünyaya da yabancıyım.
- “Bir insan söylediği şeylerden çok söylemedikleriyle insandır.”
- Kendi kendime yabancı kalacağım hep.
- Yalnızca “çabalamaya değmez” demektir kendini öldürmek.
- "bir insan yaşamının yarısı söylenmeyeni anlamakla, başını çevirmekle, susmakla geçer."
- İsteyerek ölmeli mi, yoksa ne olursa olsun umut mu etmeli?
- ‘Sessizliklerin en kesini susmak değil, konuşmaktır’
Sisifos Söyleni İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Camus, Sartre, Hande Ataizi, Sevda Demirel, Şener Şen ve İlyas Salman: YouTube kitap kanalımda Albert Camus'nün hayatı, bütün kitapları ve kronolojik okuma sırası hakkında bilgi edinebilirsiniz: https://youtu.be/-_X3xWwwAoA Fransız fırınlarından aldıkları bagetleri koltuk altlarında taşıyan şık giyimli Batılı kadınlar ile Selefi-İslami hareketi savunan adamların Casablanca filminin etnik çeşitliliğiyle bir araya getirilmişcesine yaşadığı Cezayir'de doğmuş bir adam, neden Yunan mitolojisindeki bir başka adamla ilgileniyordu? Hızlı bir inceleme olacak. Alıntılarla Yaşıyorum Okuma Grubu'nun ilk ayında bu kitabı okuduk ve Camus, 1913'te Fransız sömürgesi Cezayir'de doğdu. Gençliği I. Dünya Savaşı ve II. Dünya Savaşı arasında geçti. Bu iki savaşın arasının çocuğu faşizm. Faşizm geldiyse hümanizm, ahlaki, dini, kültürel, entelektüel değerler gider, yerine militarizm, seçicilik, ataerkillik, güçlülerin hakimiyeti gelir. Belki de Camus, Sisifos'un sadece kendi kayasına odaklanmış olup Tanrılara meydan okumasını dönemin faşizm zihniyetinden etkilenerek yaptı. Sonra Sartre ona diss attı. Ortalık Şener Şen ile İlyas Salman'ın "Aşıksan vur saza, şoförsen bas gaza" ile başlayan kahvehanedeki atışmasına döndü. Sartre dedi: "Ya biraderim, iyi güzel de sen hem Tanrısızlığı savunuyorsun hem de bütün absürt ve saçma felsefeni çok Tanrılı bir inançtan baz alıp Tanrıları suçluyorsun" dedi. Tabii, Camus şok. Sonra Camus, varoluşçu filozoflardan olmadığını ve Sisifos Söyleni kitabının da sözde varoluşçu filozoflara doğrultulduğunu söyleyince Sartre, Hande Ataizi'ne tokat atan Sevda Demirel gibi "Ne dedin sen?" deyip ayağa kalktı. Absürt kelimesinin etimolojisindeki "surdus" kelimesi, sağır, duyusuz, hissiz, tepkisiz, silik demekse Camus fiziksel bir sağırdan daha sağırdı. Matematikte + ve - sayıların arasında anlam ve eşitlik arayanlardansa Camus irrasyonel sayılardı. Ponçik ponçik filmlerdense Camus, Ingmar Bergman'ın Yedinci Mühür filminde ölümle satranç oynayan, Tanrı'ya karşı çıkan o adamdı. Ölümsüzlük iksirinden içmek isteyen Sisifos'un cezasının sonsuz olması gibi Camus de sonsuz bir saçmaydı. Hatta Sisifos'un öbür yaşamın içerisinde bulunan ölüler diyarında bu kaya cezasına çarptırılmış olması Sartre'ın yine komiğine gitti: "Ya biraderim, sen hem öbür yaşama inanmıyorsun ve ölümün insan yaşamının noktası olduğunu düşünüyorsun, hem de Sisifos miti gibi öbür yaşamda ceza çeken bir adamın varlığına inanıp onun yaptığını felsefe ediniyorsun" dedi ve Norm Ender'in Mekanın Sahibi şarkısını yayınlaması gibi masaya yumruğunu vurdu. Tabii, Camus yine şok. Sonra Camus yabancılaştı, çok yabancılaştı, dünyalarca yabancılaştı. Zaten insan önce toplumuna, sonra kendisine, sonra da kendisine yabancılaştığı kendisine bile yabancılaşırdı. Varoluş ile ilgili sorularında kendisine göre aklın yetersiz kalışıyla bir logos karşıtlığı arzulayan Camus, bir de gidip Husserl'ın fenomenolojisindeki bilinç kavramını felsefesinin merkezine koydu. Hem logos'u reddetti, hem de sadece bilinçle saçmanın algılanabileceğini söyledi. Adam o kadar özgüvenliydi ki, bir araba kazasında ölmenin en absürt ölüm olacağını söyledi, bir araba kazasında öldü, en absürt öldü. Kierkegaard'a diss attı. Tabii ölüler konuşamazdı, Sartre'a diss atsaydı ya kolaysa. Zavallı Kierkegaard mezarda olduğu için Camus'ye "cevab veremedi" Kierkegaard'ın varoluşçu felsefesini dinsel bir boşluk kalmaması gerektiğine bağlaması Camus'nün hoşuna gitmedi: "Ya biraderim, iyi güzel de, varoluşun dinle ne alakası var" dedi. Hatta bir Tanrı olmasa bile intihar etmemeliyiz, dedi. Guguk Kuşu filmindeki McMurphy'ye dönüştü. O da "Hepiniz buranın dayanılmazlığından yakındığınız halde dışarı çıkacak kadar yüreğiniz yok" demişti. Camus'nün de dışarı çıkmaya yüreği yoktu, onun Sisifos kayası kendi yaşamıydı. Oğuz Aktürk'ün size tavsiyesi, bir amacınız olsun be kardeşim. Herhangi bir amaç bile olabilir. Mesela ben hiçbir zaman sonuçlanmayacağını bilsem bile ülkede kitapsız köy okulu bırakmamayı hedefliyorum. Hediye etkinliği düzenlediğim her seferde Sisifos gibi kayayı yukarıya taşıyorum ve hediyeden sonra kaya aşağı yuvarlanıyor ve yine en başta olduğumu anlıyorum. Ama olsundu be kanka, hayat bunun için güzel ya işte. Dante'nin İlahi Komedya eserinde Araf'ta kalmış ve hayatlarında kendilerine bir amaç belirlememiş insanların peşinden koştuğu hayali bir bayrağın peşinden mi koşmak istersiniz? Frank Capra'nın Şahane Hayat filmindeki George'un dediği gibi "Keşke hiç doğmasaydım" diyenlerden misiniz? O zaman hizmet edeceğiniz bir dava olsun. Çünkü hizmet edeceğiniz bir dava ya da seveceğiniz bir insan bulup da kendinizi ne kadar çok unutursanız, kendinizi de o kadar gerçekleştirmiş olursunuz. Dostoyevski, bir amaç ve bu amaca ulaşma isteği olmadan kimse yaşayamaz dedi. Hepimiz gibi Sisifos'un da en azından bir amacı vardı, kayası. Benim kayam, köy okulları. Başkasının kayası, hayvanları mutlu etmek. Bir başkasının kayası, kayaların şekilleriyle ilgilenmek. Bir başkasının kayası, bir başkasının kayasının taşınmasına yardım etmek. Bir başkasının kayası, kitap okumak. Bir başkasının kayası, mühendis olup ülkenin refah düzeyini yükseltmek. Bir başkasının kayası, asgari ücretle geçinip gitmek. Bir başkasının kayası, avukat olup ülkede çözülmemiş dava bırakmamak. Bir başkasının kayası, gazeteci olup ülkesini habersiz bırakmamak. Bir başkasının kayası, öğretmen olup öğretmeyi öğretmek. Bir başkasının kayası, mimar olup binaların psikolojisini öğrenmek. Bir başkasının kayası, video çekip genç kitleye hitap ettikçe onları bilinçli bir okur yapabilmek. Bir başkasının kayası... Hepimizin kendine göre kayaları var. (Oğuz Aktürk)
Öncelikle bu kitap Albert Camus'nun 14 denemesinden oluşmaktadır. Denemelerin hemen hemen hepsinde ana konu "intihar." Kimi denemesinde açıktan açığa intihar ile ilgili görüşlerine yer vermiş, kimi denemesinde ise örtülü olarak intihar konusuna değinmiş. Kitabın hem bir deneme kitabı olması hem de konuları felsefi olarak irdelemesi dilini ve anlaşılırlığını olumsuz yönde etkilemiş. Bu sebeple kitabı okumak isteyenlerin felsefi konular ağırlıklı olmak üzere yazarın denemelerini okuyacağını ilk etapta bilmesi gerekir. Zira, asla kolay ve anlaşılır bir kitap değil. Yazar kitabın hemen başında vermek istediği ana mesajı, "Gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu vardır, intihar. Yaşamın yaşanmaya değip değmediği konusunda bir yargıya varmak, felsefenin temel sorusuna yanıt vermektir." diyerek önümüze sermeyi tercih etmiş. Kitabın devamında da intihar konusundan sapmayarak intihar etmenin mantıklı bir eylem olup olmadığını hem örneklerle hem de ayrıntılı bir şekilde derinleştirmiş. Camus, denemelerin birçok yerinde, kendini öldürmenin, yaşamı ve yaşamın anlamını kavrayamamaktan kaynaklandığını ifade etmiş. Hatta intihar etmenin, başkaldırının mantıksal bir sonucu olmadığını, bir nevi boyun eğiş olduğunu, önemli olanın direnmek olduğunu açık bir şekilde söylemiş. Bir adım daha ileriye atarsak, insan için ancak bir başkaldırının yaşama tam anlamıyla değer vereceğini söylemiş yazar. Katılıp katılmamak sizin tercihinizdir elbette; ama Albert Camus'nun düşüncesi bu yönde. Peki "Sisifos Söyleni" nedir? Bulduğum bir hikayeyi sizinle paylaşayım: Olimpos Tanrıları, Zeus’un isteği üzerine Korintos Kralı Sisifos’u cezalandırmaya karar verirler. Cezası, koca bir kayayı yüksek bir tepenin zirvesine kadar çıkartarak yerine oturtmaktır. Sisifos, bazen sırtı ile dayanarak ve bazen de kolları ve de bacakları ile kayayı kucaklayarak büyük kayayı akşama doğru büyük zorluklarla tepeye çıkarır. Tam tepenin oyuğuna yerleştirecektir ki, kaya yeniden aşağıya yuvarlanır. Bu işlem her gün defalarca sürer gider. Sisifos, Homeros’un yorumu ile “yararsız ve umutsuz bir çaba ile cezalandırılmış olduğunu” anlar. Sisifos bu cezaya karşı dirençli ve kararlı bir şekilde durarak Tanrılara karşı bir tür zafer kazanabileceğini ispat etmek üzere her gün bu kaya ile aynı şekilde boğuşmaya devam eder. Çünkü artık kendisinin varoluş nedeninin bu çabası olduğunu kabullenmiştir. Ancak hiçbir zaman Sisifos intihar etmeyi ve cezasından kaçarak kurtulmayı amaçlamaz. Zira o, bu şekilde hareket ederek Tanrılara başkaldırmaya devam etmektedir... Kitabın içerisinde yer alan denemelerden birinin adı Sisifos Söyleni olduğundan kitaba da bu isim verilmesi tercih edilmiş. Bana sorarsanız "uyumsuz" gibi bir isim verilse daha güzel olurmuş. Çünkü kitabın hemen hemen her yönünde hayat ile uyumsuz kişiliklerden bahsedilmiş... Özetle; intihar etmeyin, çünkü bu hayata karşı asla bir başkaldırış değildir, aksine boyun eğmektir. Hayat size asla kurtulamayacağınız bir ceza (sisifos cezası) verse bile yılmayın ve inadına yaşamaya devam edin. Asıl başkaldırış yaşamak ve sorgulamaktır demek istemiş yazar. Bence son derece zor bir konuyu işlemiş ve bizlere bambaşka bir kapı açmış denemeleriyle... Yazarın her söylediğini anladığımı kesinlikle söyleyemeyeceğim size burada; ama çok zor bir konuyu işlediğini kabul etmek gerekir. (Semih Doğan)
Albert Camus’nun Sisifos Söyleni kitabında bahsi geçen Sisifos’un hikayesini biliyor musunuz? Sisifos, Efira’nın ilk kralıydı. Zeki bir yöneticiydi. Aynı zamanda güç gösterisinde bulunmak için ziyaretçilerini öldüren bir tirandı. Kutsal misafirperverlik geleneğini ihlal etmesi tanrıları çok öfkelendirdi ama Sisifos sarsılmaz kendine güveni ile onları umursamadı. Her şey Zeus’un su perisi Aegina’yı kaçırmasıyla başladı. Aegina’nın babası nehir tanrısı Asopos, Efira’ya kadar onların izini sürdü ve orada Sisifos ile karşılaştı. Sisifos şehrinin içine bir nehir yapması karşılığında Zeus’un kızı hangi yöne kaçırdığını söyledi. Zeus buna o kadar öfkelendi ki ölüm tanrısı Thanatos’a onu yeraltı dünyasına zincirlemesini söyledi. Fakat Sisifos kurnazlığı sayesinde bunu da aştı. Zincirlenmek üzereyken hızlıca Thanos’u zincirleyip kaçtı ve canlıların dünyasına geri döndü. Thanos bağlıyken kimse ölemiyordu, her şey kaosa dönüşmüştü. Artık savaşların eğlenceli olmamasından yakınan Ares’in Thanos’un zincirlerini çözmesiyle her şey normale döndü. Sisifos ise hesaplaşma zamanının geldiğini biliyordu ama aklında başka bir kurnazlık daha vardı. Ölmeden önce, karısı Merope’ye bedenini şehir meydanına atmasını söyledi. Böylece Styks Nehri’nin kıyısına vurdu. Ölüler dünyasına geri döndükten sonra yeraltı kraliçesine yaklaştı ve karısının onu uygun bir şekilde gömmeyerek ona saygısızlık ettiğini söyledi. Bunun üzerine kraliçe geri dönmesi koşulu ile karısını cezalandırmak için canlılar dünyasına gitmesine izin verdi. Elbette Sisifos sözünü tutmadı. Böylece tanrıları kandırarak ikinci kez ölümden kaçmış oldu. Fakat üçüncü bir sefer olmayacaktı. Haber tanrısı Hermes onu Hades’e götürdü. Sisifos tanrılardan daha zeki olduğunu düşünmüştü. Ama son gülen Zeus olacaktı. Sisifos’un cezası basit bir görevdi. Bir kayayı tepenin doruğuna çıkartmak. Tam doruğa ulaştığında kaya aşağı yuvarlanıyordu ve Sisifos yeniden başlamak zorunda kalıyordu ve yeniden, yeniden, sonsuza dek… (B E Y D A)
Kitabın Yazarı Albert Camus Kimdir?
Varoluşçuluk ile ilgilenmiştir ve absürdizm akımının öncülerinden biri olarak tanınır; fakat Camus kendini herhangi bir akımın filozofu olarak görmediğinden, kendini bir "varoluşçu" ya da "absürdist" olarak tanımlamaz. 1957'de Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanarak, Rudyard Kipling'den sonra bu ödülü kazanan en genç yazar olmuştur.Ödülü aldıktan 3 yıl sonra bir trafik kazasında hayatını kaybetmiştir.
Hayatı
Çocukluğu ve gençliği
20. yüzyılın en güçlü Cezayirli yazarlarından biri olan Albert Camus, 1913'te Cezayir'in Mondovi kasabasında doğdu. Yoksul bir aileden gelen Camus'nün babası bir Alsaslı, annesi ise İspanyol'du. I. Dünya Savaşı sırasında, 1914'te babasını kaybetti. Annesi evlerde hizmetçilik yaparak oğlunu okutmaya çalıştı. Ancak Camus, daha bağımsız bir hayat sürebilmek için evinden ayrıldı. 1923'te liseye, ardından da Cezayir Üniversitesi'ne kabul edildi. Üniversite eğitimi sırasında sağlığı bozuldu ve 1930'da vereme yakalandı. Hastalığı yüzünden üniversite takımının kaleciliğini bırakmak zorunda kaldı. Bundan sonra çeşitli işlerde çalışmaya başlayan Camus, felsefe eğitimini ancak 1936'da tamamlayabildi.
1934'te Fransız Komünist Partisi'ne katıldı. Bu hareketinin kaynağı, Marksist-Leninist öğretisine (doktrinine) desteğinden ziyade, İspanya'da daha sonra iç savaşla sonuçlanacak politik duruma duyduğu kaygıydı. Ancak üç yıl sonra, Troçkist suçlamasıyla partiden atıldı. Camus 1934'te Simone Hie'yle evlendi. Simone bir morfin bağımlısıydı ve Camus'yle evlilikleri, Simone'nun sadakatsizliğine bağlı olarak son buldu. 1935'te "İşçinin Tiyatrosu"nu (Théâtre du Travail) kurdu fakat bu tiyatro 1939'da kapandı. Aynı yıl, verem hastası olduğundan Fransa ordusuna kabul edilmedi.
1940'ta piyanist ve matematikçi Francine Faure ile evlendi ve 5 Eylül 1945'te Catherine ve Jean adlarında ikiz çocukları oldu. Aynı yıl Paris-Soir dergisi için çalışmaya başladı. Daha henüz "Sahte Savaş" olarak adlandırılan II. Dünya Savaşı'nın ilk zamanlarında bir pasifist olarak kaldı. Ancak bu tutumu Paris'in Alman ordusu tarafından işgali ve 1941'de, komünist gazeteci Gabriel Péri'nin gözleri önünde idam edilmesiyle değişti ve onun da başkaldırmasına neden oldu. Paris-Soir ekibiyle Bordeaux'ya gitti ve aynı yıl ilk kitapları olan "Yabancı" ve "Sisifos Söylencesi"ni tamamladı. Camus, Bordeaux'yu 1942'de terkedip Cezayir'in Oran şehrine gitti ve ardından Paris'e döndü.
Edebiyat kariyeri
Camus II. Dünya Savaşı sırasında Naziler'e karşı oluşmuş Fransız Direnişi'ne katıldı ve bu direnişin bir parçası olarak "Combat" adında bir gazete yayımlamaya başladı. 1943'te gazetenin editörü oldu; fakat 1947'de "Combat" ticari bir gazete olunca buradan ayrıldı. Jean-Paul Sartre ile tanışması burada gerçekleşmiştir.
Savaştan sonra, Sartre ve Beauvoir gibi kişilerin buluştuğu Boulevard Saint-Germain'deki Café de Flore'u ziyaret etmeye başladı. Bu yıllarda, aynı zamanda Amerika'yı turlayarak Fransız varoluşçuluğu hakkında dersler verdi. Politik olarak sol görüşlere yatkın olmasına rağmen komünizme karşı çıkması, ona komünist partilerde arkadaş kazandırmadığı gibi Sartre'dan da uzaklaştırdı.
Camus, 1949'da vereminin tekrarlaması yüzünden iki yıl inzivaya çekildi ve "Başkaldıran İnsan"ı yayımladı. Bu kitap, Fransa'daki birçok sol görüşe sahip arkadaşı ve özellikle de Sartre tarafından hoş karşılanmadı ve Sartre'la bütünüyle yollarını ayırdı. Kitabının tatsız yorumlarla karşılanması Camus'yü kitap yazmaktan tiyatro oyunları çevirmeye itti.
Camus, 1950'lerde kendini insan haklarına adadı. 1952'de Birleşmiş Milletler, Francisco Franco diktatörlüğündeki İspanya'yı üye olarak kabul edince UNESCO'daki çalışmalarını durdurdu ve kurumdan ayrıldı. Ayaklanmalarda insandışı bir sertlik kullanan Sovyet metodlarını eleştirdi. Pasifistliğini koruyan Camus, İdam cezasına karşı savaşını sürdürdü.
Cezayir Bağımsızlık Savaşı 1954'te başladığında, Camus kendini ahlakî bir ikilem içinde buldu. Bunun nedeni, Cezayir doğumlu Fransızları tasvir ederken kullandığı sıfat olan "siyah ayak"tı. Ancak, sonunda, savaşta Fransa hükümetini savunuyordu. Kuzey Afrika'da başlayan isyanın, aslında Mısır önderliğindeki yeni-Arap emperyalizminin ve batıya saldıran Sovyetler Birliği'nin işleri olduğunu düşünüyordu. Cezayir'in özerk, hatta bir federasyon olmasını savunuyor; fakat bütünüyle bağımsızlığını desteklemiyordu. Öte yandan, Araplar'la "siyah ayak"ların beraber yaşayabileceğini düşünüyordu. Bu kriz sırasında ölüm cezasına çarptırılan Cezayirlilerin kurtulması için gizlice çalıştı.
Camus, 1955 ve 1956 yıllarında Fransız "L'Express" dergisinde yazdı. Bunların ardından 1957 yılında Camus Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazandı. Nobel ödülünü aldıktan sonra büsbütün genişleyen ünü, onu XX. yüzyıl dünya edebiyatının başköşesine yerleştirdi. Genel yaklaşım bu ödülün bir önceki yıl yayımlanan "Düşüş" için değil, idam cezasına karşı yazdığı "Réflexions Sur la Guillotine" makalesi için verildiğidir. Stockholm Üniversitesi'nde yaptığı bir konuşma esnasında Cezayir konusundaki hareketsizliğini savundu. Fakat daha sonra Cezayir'de yaşayan annesinin başına ne geleceği konusunda meraklandığını bildirdi. Çelişkili sayılan bu durum Fransız sol entelektüelleri tarafından tepkiyle karşılandı.
Ölümü
Camus, 4 Ocak 1960'ta, Sens yakınlarındaki küçük Villeblevin kasabasında "Le Grand Fossard" isimli bir yerde geçirdiği trafik kazası sonucu hayatını kaybetti. Daha sonra mantosunun cebinde bir tren bileti bulunmuştur. Büyük bir olasılıkla, Camus gideceği yere trenle gitmeyi planlamıştı; fakat arkadaşıyla birlikte arabayla dönmeyi tercih etti. İronik biçimde, Camus daha önce en absürt ölüm şeklinin ne olduğu sorulduğunda, araba kazasında ölmeyi bunlardan biri olarak nitelendirmişti. Kazanın gerçekleştiği Facel Vega marka otomobilin sürücüsü ve yayımcı dostu da Camus'yle birlikte hayatını kaybetti. Camus Lourmarin Mezarlığı, Lourmarin, Vaucluse, Provence-Alpes-Côte d'Azur'de gömülmüştür.
Camus'nün ölümünden sonra telif hakları Camus'nün çocukları olan, Catherine ve Jean Camus'ye devredildi. Ölümünden sonra 1970'te "Mutlu Ölüm", 1995'te de öldüğünde hala bitmemiş olan "İlk Adam" yayımlandı.
Camus'ye göre "saçma"
Camus'nün felsefeye en büyük katkısı, insanların ne berraklık ne de anlam sunan dünyada bunları aramalarının sonucu olarak oluşan "absürt" fikridir. Filozof bu felsefesini "Sisifos Söylencesi"nde açıklayıp "Yabancı" ve "Veba" gibi romanlarında da işlemiştir.
Genelde varoluşçulukla birlikte ele alınan "Absürdizm" (Saçma, uyumsuzluk felsefesi) ile birçok yazar ilgilenmiş ve bu felsefi düşünce akımını kendine göre yorumlamıştır, Camus "saçma"`nın kurucusu değildir fakat bu düşünce akımında önemli bir yer tutar.
Camus, makalelerinde okuyanı dualizmle tanıştırır. Mutluluk ve keder, yaşam ve ölüm, karanlık ve aydınlık.. Hayatın çeşitli biçimlerde geçtiğini ve insanın ölümlü olduğu gerçeği de budur. Sisifos Söyleni`de bu dualizm bir çelişki halini alır: Bir yanda yaşayarak hayatlarımıza değer vermekte öte yandan eninde sonunda yok olacağımız gerçeğini de bilmekteyiz. Bu çelişkiyle yaşamak "Absürt"`ün ta kendisidir. Eğer hayatımızın anlamsız ve boşuna olduğunu biliyorsak, kendimizi öldürmeli miyiz? Bu trajedik kısır döngü nasıl aşılabilir? Camus saçma kavramını burada kurar: yaşamın beyhudeliğinin bilincinde olan insan. Fakat Camus intihardan yana değildir, yaşamın anlamsızlığının yok edilemeyeceğinin bilincindedir fakat bununla savaşmaktan kaçınmaz.
Varoluşçuluk ve absürdizm hakkındaki görüşleri
Bazı eleştirmenler Camus`yü kategorize etmeye çalışarak onun bir varoluşçu ya da absürdist olduğunu söyler. Eleştirmenlerin mi ya da Camus`nün kendi ifadesinin mi doğru olup olmadığı tartışılmakla birlikte, Camus etiketlenmeyi sevmediğini belirterek varoluşçu olduğu tanımına karşı çıkar: "Hayır, ben bir varoluşçu değilim. Sartre ile isimlerimizin yan yana anılmasına hep şaştık. Sartre ve ben kitaplarımızı birbirimizle gerçekten tanışmadan önce yayımladık. Birbirimizi tanıdığımızda ise ne kadar farklı olduğumuzu anladık. Sartre bir varoluşçudur, benim yayımladığım tek fikir kitabı Sisifos Söylencesi`dir ve sözde varoluşçu filozoflara karşı doğrultulmuştur.Camus felsefesini en iyi anlatan sözlerinden biri de; 'hayat hiç bir şey değildir, itina ile yaşayınız.'dir. Hayatın bir anlam aramaya çalışmayacak kadar kısa olduğunu, nihayetinde bir anlamı olmadığı, anlamı olsa bile olmasının hiç bir şey değiştirmeyeceğidir. Bu yüzden insanın yapabileceği en iyi şey hayatını yaşamak olacaktır. Camus hayatın anlamsız olduğunu söylemiştir, fakat anlamsız bir şeyi anlamlı yaşamanın da bir sakıncası yoktur. Bu yüzden Camus'un felsefesi pesimizm veya aşırı bir melankoli değildir.
Bir absürdist olup olmadığı hakkında da şunları söyler:
"Absürt kelimesinin kötü bir geçmişi var ve bunun beni rahatsız ettiğini itiraf ediyorum. Absürt`ü Sisifos Söylencesi`de ele alırken, bir metod arıyordum doktrin değil. Sistemli bir şüphe pratiği yapıyordum. Daha sonra bir şeyler inşa edebileceği düşüncesiyle "tabula rasa" yöntemini kullanmaya çalışıyordum. Eğer hiçbir şeyin bir anlamı olmadığı varsayarsak, dünyanın absürt olduğu sonucuna ulaşmalıyız. Fakat gerçekten hiçbir şeyin hiçbir anlamı yok muydu? Bu noktada kalabileceğimize hiçbir zaman inanmadım."
Camus ve futbol
Camus`yle birlikte anılan ve sık sık gönderme yapılan konulardan biri de kaleciliğidir. Bir süre Cezayir Üniversitesi genç takım kaleciliği yapmıştır ve maç raporlarına göre tutkuyla oynayan cesur bir kalecidir. Bir seferinde arkadaşı Charles Poncet "tiyatroyu mu yoksa futbolu mu" tercih edeceğini sorduğunda, "Tereddütsüz futbol" cevabını vermiştir. Tüberküloza yakalanınca futbolu bırakmak zorunda kalmıştır. 1950'li yıllarda bir spor dergisine futbol hakkında bir yazı yazması rica edilince şöyle demiştir:
« Ahlak ve insanın yükümlülükleri hakkında güvenebileceğim ne biliyorsam onu futbola borçluyum.»
Camus, dini ve politik insanların aklımızı karışık ahlaki sistemlerle karıştırmaya çalıştığını böylece aslında basit olan şeylerin olduğundan daha komplike göründüğünü söyler. İnsanlar, politikacılar ve filozofların alanı yerine futbolun basit ahlakına bakmakla daha iyi edebilir.
Albert Camus Kitapları - Eserleri
- Veba
- Düşüş
- Yabancı
- Yaz
- Sürgün ve Krallık
- Başkaldıran İnsan
- Sisifos Söyleni
- Mutlu Ölüm
- Tersi ve Yüzü
- Yolculuk Günlükleri
- Düğün - Bir Alman Dosta Mektuplar
- İlk Adam
- Defterler 3
- Defterler 2
- Defterler 1
- Denemeler
- Yanlışlık
- Sıkıyönetim
- Caligula
- Asturya'da İsyan
- Adiller
- Ecinniler
- Sanatçı ve Çağı
- Yabancı (Çizgi Roman)
- Büyüyen Taş
- Hə ilə Yox Arasında
- Yazışmalar 1946 - 1959
- Ölüm Cezası Üstüne Düşünceler
- Sartre Camus Çatışması
- Düğün ve Yaz
- Seçilmiş Əsərləri
- Bir Alman Dosta Mektuplar
- İlk Adam
- The Guest
- Jonas
- The Plague
Albert Camus Alıntıları - Sözleri
- Mutlu muydu, yoksa içinden ağlamak mı gelirdi, bilemezdi o zaman. En azından, barışık olurdu böyle anlarda, neyi beklediğini pek bilmeden, usul usul beklemekten başka yapacağı yoktu. (Sürgün ve Krallık)
- Nasıl mutlu ölünür? Yani bizzat ölümün bile mutlu olacağı ölçüde mutlu nasıl yaşanır? (Mutlu Ölüm)
- Bundan böyle korkmak yok, kurtuluş korkmamakta! Gücü yeten ayağa! Neden eğersiniz başınızı? (Sıkıyönetim)
- Kısas doğanın ve duyunun bir emridir, yasanın düzeni değildir. Yasa, tanımı dolayısıyla doğa ile aynı kurallara uyamaz. Eğer cinayet, insan öldürmek, insan yapısının bir parçasıysa, yasa bu doğayı taklit etmek veya kopya etmek için değil, onu düzeltmek için yapılmıştır. Oysa kısas, salt doğal bir itinin onaylanıp, yasal bir güce eriştirilmesidir. Hepimiz, çoğu zaman utanarak bu itiyi duymuşuzdur ve gücünü biliriz; o bize ilkel ormanların derinliklerinden gelmektedir. (Ölüm Cezası Üstüne Düşünceler)
- "...içimden inanca sarılmak geliyor bazı geceler." (Yanlışlık)
- Bir adam tanıdım, kafasız bir kadına yaşamının yirmi yılını verdi, her şeyi feda etti ona, dostlarını, emeğini, dürüstlüğünü bile, ama bir akşam, kadını hiç sevmemiş olduğunu anladı. (Düşüş)
- Mutlu olmak değil artık dileğim, yalnızca bilinçli olmak. (Tersi ve Yüzü)
- Axı bütün dərslərini hazırlayandan və böyüdüyünü boynuna alandan sonra irəlidə yalnız qocalıq qalır. Yaradıcılıq adına saxtakarlıqla məşğul olan istedadın özünü həyatda arsız və mahiyyətsiz kimi biruzə verməyə qadir olması gün kimi aydındır. İncəsənətin ali məqsədi hakimləri ifşa etmək, istənilən ittihamın üzərindən qalın bir xətt çəkmək və hər şeyə - insana və həyata haqq qazandırmaqdı. Bizim kimi qul cəmiyyətlərinə gerçəyi görməsi üçün iztirab və köləlik lazımdır, - günahları da elə bundadır, - halbuki həqiqət həm də xoşbəxtlikdir, yetər ki, ürək ona layiq olsun. ...istənilən halda qulun həqiqəti ağanın yalanından yaxşıdır. Biz, əlbəttə ki, faciəli dönəmdə yaşayırıq. Lakin çoxları faciəli olanı çarəsizliklə səhv salır. Faciəli olana, - Lourens söyləyirdi, - fəlakətin möhkəm təpiyi dəyməlidir. Hər şeyin öz zamanı var - yaşamaq və bu yaşamı təcəssüm etdirmək zamanı. (Hə ilə Yox Arasında)
- Əsas məsələ dəqiq ifadə işlətməkdə deyil, düzgün danışıb fikir yaratmaqdadır. (Seçilmiş Əsərləri)
- "Yalnızca sanatı, çocukları ve ölümü seviyorum." (Defterler 2)
- Öyle yollar vardır ki, bağışlanamaz. Ben ülkemi aynı zamanda adaleti de severek sevebilmek isterim. (Düğün - Bir Alman Dosta Mektuplar)
- Niye tasalanmalı şimdiden? Bekleyelim. Gittiği gibi dönecek belki de (Caligula)
- Hepiniz o beş para etmez aşkınız uğruna yaptıklarınızı haklı çıkarmaya çalışıyorsunuz.. (Adiller)
- Yaşamı öven her şey, aynı zamanda onun anlamsızlığını artırır (Düğün - Bir Alman Dosta Mektuplar)
- Nefes almaya mahkûm oldum şu lanet yalnızlıkta, hatırlamak işkencedir artık bana. (Yanlışlık)
- Çünkü insan yoksulluğu seçmez... Ama bir ömür boyu muhafaza eder... (İlk Adam)
- Gerçekte, ben de sizin gibi düşündüğümü sanıyor, size nasıl karşı koyacağımı bilemiyordum. Yalnız içimde dayanılmaz bir doğruluk duygusu vardı ve bu duygu en beklenmedik tutkular kadar aklı aşıyordu. Nerde ayrılıyorduk? Siz umutsuzluğu rahatça kabul ediyordunuz, bense etmiyordum.. (Denemeler)
- "Tecrübeyle öğreniyor insan, bakmaktan hiç fayda gelmiyor." (Yanlışlık)
- Devrim yaparken yelpaze sallanmaz! (Asturya'da İsyan)
- İnsan eninde sonunda her şeye alışır. (Yabancı)