Satranç - Stefan Zweig Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Satranç kimin eseri? Satranç kitabının yazarı kimdir? Satranç konusu ve anafikri nedir? Satranç kitabı ne anlatıyor? Satranç kitabının yazarı Stefan Zweig kimdir? İşte Satranç kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 28.02.2022 16:00
Satranç - Stefan Zweig Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Stefan Zweig

Çevirmen: Ahmet Cemal

Editör: Ruken Kızıler

Orijinal Adı: Schachnovelle

Yayın Evi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

İSBN: 9786053606116

Sayfa Sayısı: 83

Satranç Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Satranç sonsuz eski, ama aynı zamanda sonrasız yenidir; kuruluşu mekanik, ancak sadece hayalgücü ile etkilidir; geometrik açıdan sabit bir alanla sınırlı olmakla birlikte kombinasyonlarında sınırsızdır, sürekli kendini geliştiren, ancak yine de verimsiz, hiçbir yere götürmeyen bir düşünme eylemidir; hiçbir şey hesaplamayan bir matematik, esersiz bir sanat, temelsiz bir mimaridir.

Stefan Zweig'ın, 1942 yılında, Hitler iktidarından kaçarak sürgün hayatı yaşadığı Buenos Aires'te yayımladığı Satranç adlı romanı, hem yazarın intiharından önce bıraktığı bir veda mektubu hem de doğrudan Nazizm'i hedef aldığı tek kurmaca eseridir. New York'tan Buenos Aires'e yapılan bir gemi yolculuğunda, dünya satranç şampiyonu Mirko Czentovic, kendisi için beklenmedik bir rakip olan Dr. B. ile karşılaşır. İsimsiz bir amatör olan bu gizemli rakibin satrançla tanışmasının olağanüstü bir hikâyesi vardır. Bir Nazi kurbanı olan Dr. B., o kara günlerde sadece satranç sayesinde ayakta kalabilmiştir.

Hikâyenin diğer kahramanı Czentovic ise iletişim kurmakta zorlanan, yaşamında satranç dışında hiçbir şey olmayan, kazanmaya kurulu bir saat, soğuk, küstah, kuralcı, yüzeysel, kültürsüz, karacahil bir "dahi"dir. Bu kısa anlatıda, Zweig'ın tüm izleklerini bulmak mümkün: dünün dünyasından bugünün dünyasına geçiş, marazi tutkular, sapkın zekâlar, felaketlerini yaşamları boyunca taşıyan bireyler, fazişm ve kaba şiddet karşısında Avrupa'nın ve dünyanın kaderi…

Satranç Alıntıları - Sözleri

  • "İyilikle gülümseyebilen insanlar vardı hâlâ.." .
  • "Çünkü bir insan kendini sınırladığı ölçüde sonsuzluğa da yaklaşmış demektir."
  • Cehalet, bütün alanlarda ortak olmak üzere evrenseldi.
  • " Zira bilindiği gibi dünyada hiçbir şey hiçlik kadar büyük bir baskı yapmaz insan ruhunda. "
  • "sizler yeni bir gün doğumunu bekleyebilirsiniz, benim buna gücüm kalmadı..." -Stefan Zweig
  • " Sonunda yalnızdım ve artık asla yalnız olmayacaktım ! .
  • savaşacağım tek şey , içimdeki diğer bendi ..
  • "Sonunda yalnızdım ve artık asla yalnız olmayacaktım!.."

Satranç İncelemesi - Şahsi Yorumlar

"Çünkü bilindiği gibi dünyada hiçbir şey insan ruhu üzerinde hiçlik kadar ağır bir baskı uygulayamaz." Satranç bir insanın hayata tutunmasını sağlayabilir ve onun hayatını kurtarabilir mi? Hayata tutunmamızı sağlayan şeyler bizi daha farklı bir felakete sürükleyebilir mi? Kurtuluş sandığımız, sıkı sıkıya tutunduğumuz şeyler bir süre sonra bize zarar verebilir mi? Satranç öğrenmeye çalıştığım şu zamanlarda listemde bulunan Zweig'ın Satranç kitabı sürekli aklıma takılıyordu. Geç okumuş olmanın verdiği pişmanlıkla birlikte iyi ki okudum dediğim bir kitap oldu benim için. Yazar, yine kısa ama çok etkileyici bir eser kaleme almış. Psikolojik analiz yeteneği ve kendine özgü betimlemeleriyle kendine hayran bırakan bir eser daha ortaya çıkarmış. Satranç'ta özellikle iki karakter ön plana çıkıyor. Mirko Czentovic ve Dr. B. İki karakter de New York'tan Buenos Aires'e gitmekte olan bir yolcu gemisinde yolcu olarak bulunmakta. Czentovic, satranç şampiyonu olarak ün kazanan ama bazı çevreler tarafından yeterince entelektüel olmadığı gerekçesiyle eleştirilen biri. Küçük yaşta yoksul babası öldüğünde bir din adamı tarafından yetiştirilen Czentovic, eğitimini de büyük ölçüde bu din adamı tarafından almış ama almış olduğu eğitimi başarıyla tamamlayamamış. Ancak sessiz ve sakin olan Mirko Czentovic'in kesin olarak öğrenmiş olduğu bir şey var. O da satranç. Czentovic'in birçok konuda yetersiz oluşu çokça göze batıyor ancak satrançtaki başarısı göz önünde bulundurulduğunda konuşulmaya değer bir kişilik ortaya çıkıyor.. Dr. B. ise hikayenin ilerleyen zamanlarında ortaya çıkmakta. İlginç bir giriş yapan Dr. B. dört ay boyunca tutsak edilerek işkence görmüş biri. Hem de belki en zalimce denilebilecek bir işkenceye maruz kalarak tutsak edilmiş. Zaman ve mekan algısının kaybolduğu küçücük bir odada yaşamaya mahkum edilmiş ve istediklerini fiziksel şiddetle değil psikolojik şiddetle elde etmek isteyen insanların elinde akıl sağlığını korumaya çalışmış Dr. B. Ancak zamanı öğrenemediği ve zamanını geçirmek için herhengi bir şey kullanılmasına izin verilmediği bir ortamda bunu sağlayabilmek çok zor olsa gerek. Ve böyle bir ortamda bir gün önüne bir fırsat çıkıyor. Hiçliğin ortasında bir kitaba sahip olma fırsatı. Yalnızlıktan, hiçlikten kurtulmak için kitap çalmak Dr. B'nin hayatını tahmin edemeyeceği kadar değiştiriyor. Dr. B için bu kitap bir kurtuluş mu yoksa daha farklı bir tutsaklığa hapsoluş mu? Czentovic ve Dr. B'nin hayatından kesitler, kişilikleri hakkında bilgiler ve önemli bir satranç partisi... New York'tan Buenos Aires'e gitmekte olan geminin yolcuları kadar sizler de olacakların etkisiyle büyük bir heyecana kapılacaksınız. Satranç kitabı şu çok önemli gerçeği vurguluyor benim için. Yaşama, hayatta kalma isteği çok güçlüdür. Ve bu istek bazen bir insan bazen bir film bazen de bir kitap görünümünde bizlere ulaşabilir. Aslında bizi hayata bağlayan kişiler ya da nesneler değildir. Asıl olan içimizdeki o bitmek bilmeyen yaşama arzusudur. Bunu nasıl kullanabileceğimiz ve değerlendirebileceğimiz de bizlere bağlıdır.. Satranç, yalnızlığın ve düşünmenin bile yeri geldiğinde ne kadar tehlikeli olabileceğini gösteren etkileyici bir kitap. Zweig, tek başına olmanın ve kendiyle başbaşa kalmanın kişilerin psikolojisi üzerindeki etkisini korkutucu bir şekilde iyi aktarıyor. Kısa zamanda bitirebileceğiniz ama etkisinden uzun bir süre çıkamayacağınız ayrıca satrancın bir oyundan fazlası olduğunu da gösteren güzel bir eser sizleri bekliyor. Keyifli okumalar. (Neslihan TÜRKMEN)

Entelektüel Ölüm: Satranç, kendinden kaçan bir adamdan ziyade kendini bulmaya çalışan bir adamın hikayesi. Satranç'ı tek kelime ile tanımlamamı isteseydeniz, herhalde o kelime "ÇILDIRIŞ" olurdu. Hiçliğin ortasında satranç oynadınız mı? Zweig bunu yapmış hem de mükemmel bir şekilde başarmış. Tartışmasız Zweig'ın en şiirsel, en yerinde duramadığım, en sanat kokan eseri diyebilirim. Zweig külliyatının 17. eserini de böylelikle bitirmiş oldum. 4-5 eseri hariç hiçbiri okunmaya değmez birbirinin aynısı saçma eserler. Ama diğerleri ve bu Satranç var ki derinden sarıldım. İnceden inceden sarsıldım. Her hikayede bahsedelen Zweig psikolojisi var ya hepimizin bildiği. Tüm kitaplarındaki psikolojinin ne kadar basit ve yüzeysel olduğunu anladım. Satranç bir psikoloji ürünü değil tam tersi psikolojinin bizzat kendisi vücudu olmuş. Dr.B. nasıl kendisini bir oda tarafından kuşatılmış hissetiyse bir zihin tarafından ele geçirildiyse, kitabı okurken aynı bilinçsizlikle ele geçirildiğimi, kendimi, bir okuyucunun zihni olarak görmeye başladımı fark ettim. Elimden düşmeden 1.5 saatte bitirdiğim inanılmaz zevk aldığım ama maalesef alıntı yapmadığım bir kitap oldu. Zweig'ı ve eserlerini bugüne kadar başarısız ve acz gören ben şu an anlattıklarımın samimiyetine güvenmenizi çok fazla istiyorum. Gerçekten okunmayı hak eden bir eser. Ve aşırı mutluluğumun sebeplerinden biri de Satranç gibi "Çıldırış" ürününü bitirmiş olmam ve Karhozat gibi "Sıyrılılamamış Umutsuzluk" sanatını izlemiş olmam. Bugünüm inanılmaz bir doyum noktası. Herhalde daha önce hiç bu kadar susamış ve bu kadar doymuş hissetmemiştim kendimi. Açlıktan yerinden duramıyor düşünerek kendimi kemiyorum fakat bu düşünce içinde mutluluk barındırıyor. Satranç'ı Karhozat' ı düşünüyorum. Düşünmesem kaybolacaktım. (minimalist)

Her Şerde Bir Hayır ve Her Hayırda Bir de Şer...: Kitabın özenle hazırladığım video incelemesini şuradan izleyebilir ve daha fazlası için Youtube kanalıma abone olabilirsiniz: https://youtu.be/oIpnKUW5XqQ Metin incelemesi ise aşağıdadır. Beğenseniz de beğenmeseniz de yorum yapmayı lütfen unutmayın ki "insan eleştirildikçe gelişir." ;) "Satranç", Zweig'ın ölümünden hemen önce kaleme aldığı bir "entelektüel ölüm" kitabı. Kitabın başlangıcı bir Titanic atmosferi sunuyor: bahsedilen o koşturmaca, gemideki ünlüler ve "istifini bozmaksızın güverte konseri veren çalgıcılar". Bu atmosfer okuyucuyu kitaba ve ortama çekmek için gayet başarılı biçimde kurgulanmış. Metnin hemen başında, kitabın adından da ötürü, aslında "kilit karakter" diyebileceğimiz şampiyon satranççı Çentoviç tanıtılıyor ve onun entelektüel yoksunluğunun soru sormamaktan, yaşıtı olan çocuklarla oyun oynamamaktan, kendine bir meşguliyet bulmamaktan geldiği anlatılıyor. Bunun vurgulanması, kültürel cehaletin bir yansısı aslında. Yani Çentoviç temelde sorgulamayan, sosyaliteden uzak, kendisiyle bile vakit geçirmekten âciz hâlleriyle bir kültürel cehalet örneği olarak önümüze konuluyor. Çevresi tarafından en azından akademik anlamda yetiştirilmeye çalışılmasına rağmen Çentoviç'in öğrenmeyi becerememesi, onun akademik cehaletini de gün yüzüne çıkarıyor. Bu durumda, kültürel ve akademik cehalet de birleşince, entelektüel cehalet vücut bulmuş oluyor. Günümüzün de en büyük problemlerinden birisi olan bu entelektüel cehaletin timsali olan satranç şampiyonu; günümüzün sorgulamayan, oyun oynamayan, arkadaş edinemeyen, kendine bir uğraş bulup yaratamayan hazırcı nesillerini anımsattı bana. Bu nesil içinden akademik anlamda sadece kâğıt üstünde başarılı insanlar çıkabilse de ne yazık ki bu nesillerin içinde bulunduğu bu entelektüel yoksunluk hâli, insanlığın sonunu bile getirebilecek düzeydeymiş gibi geliyor bana ve bu son derece korkutucu... Şöyle örneklemek gerekirse Türkiye'de örneği ne yazık ki çokça bulunan bir tip satranç şampiyonu Çentoviç. Ünlü, zengin, havalı, popüler; ama cahil. Ünlü ve zengin olmasında hiçbir entelektüel yetisinin etkisi olmayan Çentoviç; becerebildiği tek şey ile, satranç oynayabilmek ile bu üne ve zenginliğe sahip biçimde yaşıyor. Hayatında kitabın başında da bahsedildiği üzere aşırı entelektüel cehaletinin, insanların gözüne çarpan hiçbir olumsuz etkisi olmuyor. Sadece yapabildiği tek eylem ile ünlü ve zengin bir insan... Biraz da kitaba döneyim tekrar. Gene kitaptaki karakter tanıtımı aşamasında anlatıcı, Çentoviç'ten bir dâhi olarak söz ediyor. Fakat girişte, az önce de dediğim gibi Çentoviç'in entelektüel cehaletin yüz bulmuş hâli olduğu anlatılıyordu. Burada cehalet ile deha arasında nasıl bir bağ kurulmak istendiğini anlayamadım. Salt bir konuda uzmanlaşmış ve başkaca bir insani ve akademik, entelektüel meziyeti bulunmayan bir insan da dâhidir, deniliyor zannımca. Ki zaten tarihte de dehası ispatlanmış birçok insanın sorunlu karakterler olduğunu anlatan bilgileri de bir yerlerden hatırlıyorum. John Nash, Da Vinci, Galilei, Mozart gibi birçok dâhinin farklı psiko-sosyal sorunları olduğunu biliyoruz. Burada da böyle bir mesele mi anlatılmak istenmiş, orası soru işareti olarak kaldı bende. Nazizme yapılan atıflar ve eleştiriler ayrıca dikkat çekiciydi. Nazizm, dünyada birçok yıkıma yol açtığı gibi birçok bilimsel gelişmenin de öncüsü olmuş bir hareket aslında. Dr. B. de bu durumu tam olarak karşılayan bir örnek. Yani Nazizmim hem yıkımını veriyor Dr. B. bize hem de bilinçsizce yol açtığı gelişimi... Örneğin bakınız günümüzdeki birçok tıbbi gelişme, Nazi doktorlarının canice ortaya koydukları tıbbi çalışmaların (?) sonucu ortaya çıkmış olarak kabul ediliyor. İnsan bedeninin tanınması gibi ve hatta organ nakilleri, farklı ameliyatlar gibi tıbbi eylemlerin birçoğuna Nazi doktorlarının yaptığı canice deneylerin ön ayak olduğu, konuşulan ve anlatılan bir gerçekliktir. Başka bir örnekle, dünyanın en ünlü uzay markalarından birisi ve hatta birincisi olan NASA'nın kurucu liderlerinin de Nazi Almanya'sından kaçan mühendisler olması, bunun başka bir anlatımıdır. İşte Dr. B. de bu bağlamda hem Nazizmin çilesini çekmiş, mesela NASA'yı var eden mühendisler gibi ülkesinden kaçmak zorunda bırakılmış hem de bu zulmün sonucu olarak bir yeti kazanarak satranç konusunda uzmanlaşmış ve fakat bunu da bilinçsizce yaptığından, gene bir olumsuzluk olarak bu durum ona geri dönmüş. Gene Nazizme yapılan bir başka atıfla, yalıtılmış ve toplumdan soyutlanmış insanların işkencenin en büyüğünü çektiği, Gestapo'nun otel odası sorguları sırasında şöyle anlatıyor 41. sayfada: "... etrafımda hep yalnızca masa, dolap, yatak, duvar kâğıdı, pencere vardı, oyalanabilecek hiçbir şey yoktu, hiçbir kitap, gazete, yabancı yüz, bir şeyler not etmek için kurşunkalem, oynayacak kibrit yoktu, yoktu, yoktu. ... Toplama kampında belki insan elleri kanayana ve ayakkabıların içindeki ayakları donana kadar el arabasıyla taş taşımak zorunda kalıyordu, iki düzine insanla berbat bir kokunun içinde, soğuktan donarak yatıyordu. Ama öte yandan insan, yüzler görebiliyordu, bir tarlaya, bir el arabasına, bir ağaca, bir yıldıza, herhangi bir şeye, ne olursa olsun, herhangi bir şeye bakışlarını dikebiliyordu, oysa burada insanın çevresinde hep o aynılık vardı, hep o değişmeyen, korkunç aynılık vardı." Bu durum, tarihte yaşamış bütün toplumlarda bir işkence yöntemi olarak kullanılmıştır. Günümüzde de biz, kendi kendimizi yalnızlaştırarak kendimize işkence ediyoruz sanırım. Dr. B.'nin durumunda bir "altın orta" örneği de sezdim ben. Elli dokuzuncu sayfada, kendi kendisiyle satranç oyarken kendi kendisine öfkelenen Dr. B. "... bu durum aşırı tinsel yüklenmenin bütünüyle patolojik bir biçimiydi." diyor. Buradan, Aristoteles'in altın ortasına bir atıf yapabiliriz diye düşünüyorum. Altın orta, Aristoteles’in erdem anlayışının özetidir. Ona göre erdem, ortada olandır. Erdemli eylem, her zaman pratik bilgelik sahibi olan bir kişinin seçeceği türden bir araçtır. Burada Nazi zulmü gören Dr. B. altın ortayı bulamamış ve aşırılığa kaçarak hem kendine hem de satranç meziyetine yazık etmiştir... Çarpıcı bir sonla biten kitabı ben genel Zweig tutumum eğiliminde gayet beğendim. Hele ki yukarıda bahsettiğim türden çıkarımları bana sağlaması, beğenimi daha da artırdı. Tek eksik yanı, yeterince alıntı çıkaramamam oldu. Belki ben alımlayamadım, o da olabilir; ama kitaptan beklediğim seviyede alıntı çıkaramadım. Bunu da olay örgüsüne yoğun bağlılıktan kaynaklı olarak görüyorum. Bu bağlamda incelemenin bu kısmını kitaptan yaptığım ve en beğendiğim alıntıyla sonlandırıyorum: "... bir insan kendini sınırladığı ölçüde sonsuzluğa da yaklaşmış demektir." (s. 10) Kendinizi, altın ortanızı bularak, o ortada sınırlayınız değerli dostlar. Yoksa ucumuz bucağımız, kendimize bile faydasız olacaktır... Son sözde özetle, çok güzel bir kitap. Entelektüel boşluklardan, bu boşlukların dolduruluşundan ve doldurulamayışından, salt yeteneğin özellikle zekâ gerektiren bir şey olmadığından ve alt ve üst sınırlı aşırılıkların aslında ne kadar zararlı olabileceğinden ve bu zararı kâra çevirebilmenin de entelektüel birikimle bile kimi zaman sağlanamayabileceğinden bahseden, çok hoş bir kitap. Hem kısacık. Bir çırpıda okunuyor. Okutuyor da kendini. Kabiliyetli bir yazı bütünü yani. Okunmalıdır. (Hakikat bahrine dalgın müderris...)

Kitabın Yazarı Stefan Zweig Kimdir?

Babası varlıklı bir sanayici olan Stefan Zweig, küçük yaşlardan itibaren kültür ve edebiyat alanında eğitim görmeye başladı. İngilizce, Fransızca, İtalyanca, Latince ve Yunanca öğrendi. Viyana ve Berlin üniversitelerinde felsefe öğrenimi gördü. İlk şiirlerini lisedeyken, Hugo von Hofmannsthal'ın ve Rainer Maria Rilke'nin eserlerinin etkisiyle yazdı. 1901'den sonra Fransızca yazan Paul Verlaine ve Baudelaire'in şiirlerini Almanca'ya çevirdi. 1907-1909 yılları arasında Seylan, Gwaliar, Kalküta, Benores, Rangun ve Kuzey Hindistan'ı gezdi, bunu, 1911'deki New York, Kanada, Panama, Küba ve Porto Riko'yu kapsayan Amerika yolculuğu izledi. 1914 yılında Belçika'ya Émile Verhaeren'in yanına gitti.

I. Dünya Savaşı'nda (1914-1917) gönüllü olarak Viyana'da savaş karargâhında "Savaş Arşivi"nde memur olarak çalıştı. Savaştan sonra Avusturya'ya dönerek Salzburg'a yerleşti. 1920 yılında, Frederike Von Winternit ile evlendi. Stefan Zweig Salzburg'da yaklaşık 20 yıl yaşadı. Kapuzinerberg'in yamacındaki villasında geçirdiği yıllar, Zweig'ın en verimli yıllarıdır. Kapuziner yokuşu, 5 numaradaki villayı, Friderike ile evli olduğu yıllarda satın aldı. Salzburg'da geçirdiği yıllar Zweig'ı edebiyatta doruğa tırmandırdı, en güzel eserlerini, kente ve Salzach’a yukardan bakan iki katlı, ağaçlar arasına gizlenmiş villada yazdı. Kısa sürede ünlü insanlarla dostluk kurdu, onları sık sık Salzburg'da konuk etti. Romain Rolland, Thomas Mann, H.G. Wells, Hugo von Hofmannstahl, James Joyce, Franz Werfel, Paul Valery, Arthur Schnitzler, Ravel, Toscanini ve Richard Strauss, Zweig'in konuğu oldu. Salzburg'da geçen yıllarında Zweig, Avrupa'nın düşünsel birliği için ağırlığını koydu; makaleleriyle ve konferanslarıyla aşırılıklara karşı uyarılarda bulundu; diplomatik çevrelere, akıl ve sabır çağrısı yaptı. 1927'de Almanya'nın Münih şehrinde "Duygu Karmaşası", "Yıldızın Parladığı Anlar" ve "Tarihsel Baş Minyatür" adlı kitapları yayımlandı, yine 1927'nin 20 Şubat tarihinde "Rilke'ye Veda" başlıklı konuşmasını yaptı. 1928'de Leo Tolstoy'un 100. Doğum Yıldönümü Kutlamaları'na katılmak üzere, Sovyetler Birliği'ne gitti. 1933'de, Nazilerin yakmaya başladıkları kitaplar arasında Yahudi kökenli Zweig'ın eserleri de yer alıyordu. 1934'te Gestapo'nun villasını basıp, silah araması üzerine Zweig ülkesini terk etmek zorunda kaldı ve İngiltere'ye, Londra'ya yerleşti. Ancak, kendini burada da rahat hissedemedi ve taşındı.

Zweig, 1937'de ilk karısı Frederike'den ayrıldı ve bir yıl sonra Portekiz'e yanında Lotte Altman adında bir kadınla gitti. O sıralarda Avusturya, Alman Reich'ına katılmıştı ve Zweig da İngiliz vatandaşlığına geçmek için müracaat etti. 1939'da "Kalbin Sabırsızlığı" adlı romanı yayımlandı ve Zweig da, Portekiz seyahatine birlikte çıktığı Lotte Altman ile evlendi. 1940'ta İngiliz tabiiyetine girdi, II. Dünya Savaşı sırasında New York'a, Arjantin'e, Paraguay'a ve Brezilya'ya gitti. Zweig konferanslar için gittiği Brezilya'ya yerleşmeye karar verdi. Orada ünlü "Bir Satranç Öyküsü"nü kaleme aldı. Stefan Zweig, 1941'de Montaigne üzerine çalışmaya başladı ve "Dünün Dünyası - Avrupa Anıları" adlı otobiyografisini kaleme aldı. "Dünün Dünyası" kitabı, 1900’lerin başında gençliğini yaşamış bir yazarın yaşadığı dünyanın asla eskisi gibi olmayacağını farkettiğinde eski günlere düzdüğü bir övgüdür.

Avrupa’nın içine düştüğü durumdan duyduğu üzüntü ve yaşamındaki düş kırıklıkları nedeniyle 22 Şubat 1942'de Rio de Janeiro'da, karısı Lotte ile birlikte intihar etti. Buna Hitler’in dünya düzenini kalıcı sanmasının verdiği karamsarlığın yanı sıra, kendi dünyasının asla bir daha varolmayacağı düşüncesi neden oldu.

Üretken bir yazar olan Zweig, birçok konuda denemeler yaptı. Lirik şiirler yazdı, trajedi ve dram türünde sahne eserleri denedi, özellikle biyografi alanında önemli eserler ortaya koydu. Freud ve psikolojiye olan ilgisi onu bu alana yöneltti. Biyografi alanındaki çalışmaları, dönemin birçok ünlü kişisinin hayatlarını gözler önüne serdi. Üç Büyük Usta: Balzac, Dickens, Dostoyevski; Kendi İçindeki Şeytanla Savaşanlar: Hölderlin, Kleist, Nietzsche; Romain Rolland; Marie Antoinette; Magellan, Stendhal, Erasmus, Fouche eserleri bu biyografilerden birkaçıdır.

Stefan Zweig Kitapları - Eserleri

  • Satranç
  • Amok Koşucusu
  • İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar
  • Sabırsız Yürek
  • Dünün Dünyası
  • Değişim Rüzgarı

  • Geleceğe Güven
  • Yolculuklar
  • Unutulmuş Düşler
  • Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu
  • Balzac
  • Montaigne
  • Clarissa

  • Macellan
  • Rotterdamlı Erasmus
  • Amerigo
  • Günlükler
  • Joseph Fouche
  • Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat
  • Kendileriyle Savaşanlar: Hölderlin, Kleist, Nietzsche

  • Marie Antoinette
  • Vicdan Zorbalığa Karşı ya da Castello Calvin'e
  • Üç Büyük Usta: Balzac, Dickens, Dostoyevski
  • Ay Işığı Sokağı
  • Avrupa'nın Vicdanı
  • Amok - Usta İşi
  • Ruh Yoluyla Tedavi

  • Korku
  • Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar: Casanova, Stendhal, Tolstoy
  • Yarının Tarihi
  • Yakıcı Sır
  • Mektuplaşmalar
  • Sahaf Mendel - Bir Kadının Yirmi Dört Saati
  • Olağanüstü Bir Gece

  • Gömülü Şamdan
  • Dostlarla Mektuplaşmalar
  • Freud - Cinselliğin Yeryüzü
  • Mürebbiye
  • Mary Stuart
  • Korku Ruhu Kemirir
  • Buluşmalar

  • Karmaşık Duygular
  • Alacakaranlıkta Bir Öykü
  • Kurşun Mühürlü Tren
  • Mecburiyet
  • Bir Çöküşün Öyküsü
  • Seçilmiş Öyküler
  • Hikayeler

  • Geçmişe Yolculuk
  • Freud - Mutluluğun Mimarı
  • Kuş Kapanı ve Dönüşüm
  • Kaçak ve Sahaf Mendel
  • Dadı ve Leporella
  • Stefan Zweig - Seçme Eserleri
  • Geç Ödenen Bedel

  • Sanatta Yaratıcılığın Sırrı
  • Virata ya da Ölümsüz Bir Kardeşin Gözleri
  • Rilke'ye Veda
  • Görünmez Koleksiyon - Unutulmuş Düşler - Karda
  • Cenevre Gölü'ndeki Olay
  • Kadın ve Manzara
  • Nietzsche

  • Kızıl
  • O muydu?
  • Bir Kalbin Çöküşü
  • Bizans'ın Fethi
  • Gölge Kadınlar
  • Zalimce Bir Oyun
  • Dürüst Aptal Efsanesi Verlaine

  • Satranç
  • Lyon'da Düğün
  • Satranç Ustası - Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu
  • Rahel Tanrı’yla Hesaplaşıyor
  • Stefan Zweig'ın Mektupları
  • Erika Ewald'ın Aşkı
  • Efsaneler

  • Dostoyevski: Yalnızlığın Keşfi
  • Toplu Öyküler 1
  • Toplu Öyküler 3
  • Toplu Öyküler 2
  • Unutulmaz Bir İnsan
  • İki Yalnız
  • Stefan Zweig - Seçme Eserleri 2

  • Ormanın Üzerindeki Yıldız
  • Leporella
  • Aylak
  • Emile Verhaeren
  • Hayatın Mucizeleri
  • Brezilya
  • Kitapçı Mendel

  • Birbirine Benze(me)yen Kız Kardeşler
  • Stefan Zweig Kutulu Set
  • Bir Zanaatla Beklenmedik Karşılaşma
  • Leman Gölü Kıyısındaki Olay
  • Benimle Dostluk Zordur
  • Stefan Zweig - Seçme Eserleri
  • Seçme Eserler

  • Hikayeler 2
  • Bir Hayat
  • Öz Nəğməsini Oxuyanlar
  • Novellalar
  • Seçilmiş Əsərləri
  • Tolstoy - Û ronahî di tarîye de dibirike
  • Oradan Uzakta

  • Twenty-Four Hours in the Life of a Woman and The Royal Game
  • Wondrak. Der Zwang. Zwei Erzählungen gegen den Krieg
  • Stefan Zweig Seti

Stefan Zweig Alıntıları - Sözleri

  • Verdiği kararın uygulanmasını engelleyecek her şeyi önlemek istiyordu... (Stefan Zweig - Seçme Eserleri)
  • Ancak herkes de bilir ki, yardım çağrısında bulunmayan bir insana yardım etmekten daha zor bir şey yoktur, çünkü yardım dilenmiyorsa mutlaka son bir şey daha vardır: Israr edip incitmememiz gereken gururudur bu. (Bir Zanaatla Beklenmedik Karşılaşma)
  • Karakteri gereği kendini hiçbir şeyden yoksun bırakmaz, insan arasına karışmaktan hoşlanan biri olarak her yerde aranırdı. Arkadaşları, onun yalnızlığa hiç alışık olmadığını bilirdi. (Stefan Zweig - Seçme Eserleri 2)
  • Sana yardım edemem Boris. İnsanlar artık birbirine yardım etmiyor. (Kaçak ve Sahaf Mendel)
  • Unutuldu ve öyle de kaldı. (O muydu?)
  • Doğanın cömert davranarak engin topraklar, sonsuz zenginlikler bahşettiği, güzellikle ve akla hayale gelebilecek her türlü potansiyel güçle kutsanmış bu ülkenin kuruluşundan beri görevi hep aynıdır: Kalabalık bölgelerden aldığı insanlara geniş topraklarında kök saldırmak, eskiyle yeniyi birleştirerek yeni bir medeniyet kurmak. (Brezilya)

  • Ancak gerçeklik tüm düşlerden daha güçlü ve daha sağlamdır. (Aylak)
  • "...bu adam konuşmak istiyordu, konuşmalıydı. Ve biliyordum ki ona ancak sessiz kalarak yardım edebilirdim." (Toplu Öyküler 3)
  • ... eski acısını iki kat daha fazla duyuyordu. (Hayatın Mucizeleri)
  • "...darbeyi yiyen ancak bilir onun ne olduğunu, darbeyi vuran değil ve acı çekmeyi sadece acı çekenler bilir." (Virata ya da Ölümsüz Bir Kardeşin Gözleri)
  • Ruhlarının kapısını kapattıkları için kimse onlara ulaşamıyordu ve bu belki de yıllarca sürecekti. Herkesle savaş halindeydiler. Bir günde, kısacık bir günde büyümüşlerdi! (Dadı ve Leporella)
  • Buralardan çekip gittiğimizde tozun üzerindeki ayak izlerimizi bir rüzgar süpürüp götürecekse yaşamanın ne anlamı var ki? (Kaçak ve Sahaf Mendel)
  • Yoksun kalınan şey öylesine kaybedilmiştir ki, artık sadece bir ağrı gibi hissedilir ve acı verir. (Alacakaranlıkta Bir Öykü)

  • Bir Rus için tek bir şey vardır: ya hep, ya hiç! Rus insanı varoluşun o kozmik gücünü hissetmek ister. (Dostoyevski: Yalnızlığın Keşfi)
  • "İyilikle gülümseyebilen insanlar vardı hâlâ.." . (Satranç)
  • Ne de olsa, güzellik kadınlardan kaçıp gittiğinde ondan boşalan yere bilgelik yerleşirmiş. (Birbirine Benze(me)yen Kız Kardeşler)
  • Derimin altında akışını hissettiğim kan gibi bu karanlık yaşamın etrafımı yavaş yavaş kapladığını hissediyordum. Sanki hiçbir şey bana göre değildi, ama hepsi benim içindi. (Zalimce Bir Oyun)
  • Sevgili bay Zweig, Okumam için ödünç vermis olduğunuz kitaplari geri yollamadigim icin affiniza rica ediyorum... R.M. Rilke (Dostlarla Mektuplaşmalar)
  • Yalnız yaşayan biri yalnızca kendine ders verebilir. (Efsaneler)
  • İki hafta boyunca kitap okumak , yürüyüşe çıkmak , hayal kurmak , rahatsız edilmeden uzun uzun okumak , iki hafta boyunca telefonsuz ve radyosuz yaşamak, konuşmak zorunda olmamak , bir anlamda rahatsız edilmeden kendim olmak istiyordum ... (O muydu?)

Yorum Yaz