Psikanalizin Dört Temel Kavramı - Jacques Lacan Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap

Psikanalizin Dört Temel Kavramı kimin eseri? Psikanalizin Dört Temel Kavramı kitabının yazarı kimdir? Psikanalizin Dört Temel Kavramı konusu ve anafikri nedir? Psikanalizin Dört Temel Kavramı kitabı ne anlatıyor? Psikanalizin Dört Temel Kavramı PDF indirme linki var mı? Psikanalizin Dört Temel Kavramı kitabının yazarı Jacques Lacan kimdir? İşte Psikanalizin Dört Temel Kavramı kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi

Yazar: Jacques Lacan

Çevirmen: Nilüfer Erdem

Orijinal Adı: Le Seminaire Livre XI Les quatre concepts fondamentaux de la psychanalyse, 1964

Yayın Evi: Metis Yayıncılık

İSBN: 9789753423861

Sayfa Sayısı: 304

Psikanalizin Dört Temel Kavramı Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Uluslarası Psikanaliz Birliği'nden "aforoz" edildikten sonra verdiği bu ilk seminerde (1964) Jacques Lacan, birkaç yönlü bir işe girişiyor: Bir yandan, dinleyicilerine psikanalizin dört temel kavramını (bilinçdışı, tekrarlama, aktarım, dürtü) kendine özgü bir tarzda tanıtırken, bir yandan da dönemin epistemolojisinden yararlanarak psikanalizin bilim olup olmadığını, psikanalizi var eden özneyle modern bilimi kuran öznenin, cogito'nun öznesinin aynı olup olmadığını sorguluyor; bu arada Freud'un düşüncesini açımladığı kadar onunla hesaplaşmaktan da geri durmuyor. Söylemiyle felsefeyi psikanalizle, psikanalizi de felsefeyle yüzleşmeye davet ediyor sürekli. Jacques Lacan ilk kez bu çapta ve bu nitelikte bir yapıtıyla Türkçede. 1973'te yazdığı sonsözde dediği gibi, "Bu şekilde okunacak bu kitap, bahse girerim."

(Tanıtım Bülteninden)

Psikanalizin Dört Temel Kavramı Alıntıları - Sözleri

  • Bilinçdışı bize kendini önce, deyim yerindeyse, doğmamış olanın alanında askıda bekleyen bir şey olarak gösterir. Bastırmanın getirip buraya bir şeyler yığmasına hiç şaşmamalı. İkisi arasındaki ilişki, çocuk düşürten ebenin araf ile ilişkisinin aynısıdır. Bu boyut gerçekdışı ya da gerçekten kopuk bir düzlemde değil gerçekleşmemişlik düzleminde düşünülmelidir. Bu hayaletler bölgesinde bir şeyleri yerinden oynatmak ne de olsa tehlikelidir ve belki de analistin üstüne düşen -eğer hakikaten bu görevi üstlendiyse- mecburen orada mahsur kalmaktır; hayaletler dünyasını uyandırdığı ama hayaletlerini gün ışığına çıkarmayı her zaman beceremediği kişiler tarafından, gerçek anlamda mahsur bırakılmasını kastediyorum.
  • Haz, insan kapasitesi dahilindeki deneyimlerin nerelere kadar uzanabileceğinin sınırını çizer -haz ilkesi homeostaz ilkesidir. Arzu ise çeperini, sabitlenmiş ilişkisini, sınırını kendi bulur ve bu sınırla bağlantısı sayesinde, haz ilkesinin dayattığı eşiği aşıp bir arzu olarak ortaya çıkar.
  • Dinleme sanatı en az iyi söyleme sanatı kadar değerlidir.
  • Bilinçdışı daima öznedeki bir kesintiye bir bocalama gibi kendini gösterir.
  • "Bakış altında olan ben," diye yazar Sartre; artık bana bakan gözü görmüyorum, gözü görecek olursam da bakış kayboluyor..
  • Ötekini, onda bizi tamamlayabilecek şeyin bulunduğuna ikna etmeye çalışırken, bir taraftan da kendimizde tam olarak neyin eksik olduğunu görmezden gelmeye devam edebilmeyi sağlama bağlarız.
  • "Herkesin bildiği gibi haseti doğuran genellikle haset duyanın hiçbir işine yaramayacak mallara bir başkasının sahip olmasıdır; üstelik o bunların hakiki niteliğinin farkında bile değildir."
  • Dışarısını gördü­ğüm gayet açıktır, algı benim içimde değildir, kavradığı nesnelerin üzerindedir. Buna rağmen dünyayı sanki "Kendimi gördüğümü görüyorum'un" içkinliği kapsamına giren bir algı içinde idrak ederim. Öznenin buradaki ayrıcalığı bu iki kutuplu ve dönüşlü ilişkinin bir sonucu gibidir, öyle ki, algıladığım anda temsillerim bana ait hale gelir.
  • Geleneksel psikoloji çerçevesinde, insan arzusunun sonsuz, gem vurulamaz niteliğinden bahsetsek de -ve buna bilmem hangi ilahi pabucun damgasını vurduğunu düşünsek de- analiz deneyiminin ifade etmemize izin verdiği şey, aslında arzunun işlevinin sınırlı olduğudur. Arzu, insan kapasitesi dahilindeki başka tüm noktalardan çok daha fazla bir yerde gelip sınıra dayanır.
  • Analiz, ayırt edici bir kuramsal özelliğe bir vakada tekrar rastlayınca, kızının neden dilinin tutulduğunun bununla açıklayacağınızı sanmak değildir -çünkü mesele onu konuşturmaktır, bu sonuca ise ayırt edici özelliğe göndermede bulunmakla ilgisi olmayan bir müdahaleyle ulaşılır. Belirti önce, konuştuğu varsayılan öznenin dilinin tutulmasıdır. Konuşursa dili açılabilir tabii. Ama bu bize neden konuşmaya başladığını söylemez. Sadece ayırt edici bir özelliği belirtir; dili tutulmuş kızın durumunda tahmin edileceği gibi ayırt edici özellik histerik özelliktir.
  • Histeriğin bütün belirtilerini iyileştirmenin en iyi yolu onun histerik arzusunu doyurmaktır; ki histerik kadına göre bu, arzusunu doyurulmamış bir arzu olarak gözlerimizin önüne sermektir, ama bu onun arzusunu neden sadece doyurulmamış bir arzu olarak sürdürebildiği sorusunu tamamen alanın dışında bırakır. Böylece histeri bizi analizdeki belli bir ilk günahın izini sürmeye iter. Mutlaka bir ilk günah olmalıdır. Belki de aslolan bir tek Freud'un kendi arzusudur, yani Freud'da bir şeyin hiç analiz edilmemiş olmasıdır.
  • Freud'a, kaşiflere, ilk adımı atanlara görünmüş olan, analizde gerçek anlamıyla bilinçdışına gözünü alıştırıp bakan herhangi birine hâlâ görünen şey şudur, bilinçdışı söz konusuyken mesele olmak ya da olmamak değil, gerçekleşmemiş olmaktır.
  • Freud'un kavramları -psikanalistler dışında kimsenin okumadığı- psikanaliz literatürü denen o sıkıcı, bıktırıcı, caydırıcı silsile içindeki her türlü kuramsal tartışmanın merkezinde tutulduğu halde, gene de onların çok gerisinde duruyoruz; bu kavramların çoğu çarpıtılmış, değerden düşürülmüş, parçalanmış durumda; çok zor olanları da bir kenara atılmış.
  • Bazıları der ki, sanatçı tabloda özne olmak ister ve resim sanatını öteki sanatlardan ayıran da sanatçının yapıtta kendini bize bir özne, bir bakış olarak kabul ettirmek istemesidir. Başkaları sanat ürününün nesne yönünü vurgulayarak karşılık verir. Her iki istikamette de az çok geçerli bir yan vardır, ama muhakkak ki meseleyi bütünüyle açıklamaz. Ben şu iddiada bulunuyorum tabloda her zaman mutlaka ba kışla ilgili bir şey kendini açığa vurur. Ressam bunu gayet iyi bilir, sanatçının ahlakı, araştırması, arayışı, çalışması, ona bağlı kalsın kalmasın, gerçekten de belli bir bakma biçimini seçmeye dayanır.
  • Dışarısını gördüğüm gayet açıktır, algı benim içimde değildir, kavradığı nesnelerin üzerindedir. Algıladığım anda temsillerim bana ait hâle gelir.

Psikanalizin Dört Temel Kavramı İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Lacan, diline hakim olan uzmanların bile anlamakta zorlandığı bir yazardır daha önce hiç Lacan okumadıysanız sözlüğüne ve diline hakim değilseniz direk bu kitaptan başlayamazsınız. ‘Lacan Freud’un temel kuramlarından yola çıkarak geliştirdiği kuramlar ile psikanalize farklı bir yaklaşım getirir, (onun zamanında pek ciddiye alınmasa da :) ) bu anlamda önceli­ği bilinçdışı üzerine yapılan çalışmalar üzerindedir. Freud'un "Rüyala­rın Yorumu'', "Metapsikoloji" adlı çalışmalarını temel alır. Psikanalizi "bilinçdışının bir bilimi" haline getirir. Buna ek olarak, yapısalcı dilbi­limin etkisiyle, dilin önemini vurgulayarak "bilinçdışının dil gibi yapı­landığını" söyleyerek, ana odak noktalarını bilinçdışı ve dil olarak belirler ve psikanalitik bakışı bu temel argümanlara göre belirlenir ve Freud bu bağlamda yeniden okunur, yorumlanır. Lacan Freud 'un insanın gelişim sürecinde üç ana evre olarak sunduğu oral, anal ve genital dönemlere karşılık gelecek bir biçimde üç değişik kavram öne sürer; gereksinim, istem ve arzu . Bu üç kavramda insani gelişim sürecinin üç öğesine denk düşer; gerçek, imgesel ve simgesel. Simgesel alan, dilsel yapının alanıdır, arzu kav­ramı tarafından belirlenir.’ (Kerime Deniz Gürel)

JACQUES LACAN—PSİKANALİZİN DÖRT TEMEL KAVRAMI—Metis—Çev: Nilüfer Erdem—300 sayfa Öncelikle psikolojiyle son derece mütevazı bir okur olarak ilgilendiğimi, kitabı tanıtırken de haddimi bilerek cümle kurmaya çalışacağımı belirtmek isterim. Bu kitap, Metis’in Ötekini Dinlemek dizisinden çıkmış bir kitap ve bu dizi çalışmasının son derece yararlı bir çalışma olduğu aşikar. Zira bizi kuşatan sorunların temelde ‘’Öteki’’ ile bir türlü doğru zeminde kurulamayan ilişkilerden kaynaklandığını fark etmişizdir. Ötekini doğru tanımlamanın önce kendimizi doğru tanımak ve tanımlamaktan geçtiğini de fark etmişizdir. Sınırlarımızı, imkânlarımızı, haklarımızı, eğilimlerimizi, davranışlarımızın kökenini, kaynağını bilmenin elbette öteki ile kuracağımız ilişkide olumlu etkileri olduğunu yadsıyacak durumda değiliz. Psikoloji, felsefe gibi sınırları oldukça geniş, derin ve engebeli bir alan. Bu nedenle bu her iki alanla ilgili okumak, anlamak bir de yorumlamak epey meşakkatli bir çaba gerektiriyor. Fakat ben sadece kitabın kısa bir tanıtımını yapmak istiyorum. Uluslararası Psikanaliz Birliği’nden ‘’aforoz’’ edildikten sonra verdiği bu ilk seminerlerde (1964) Jacques Lacan, birkaç yönlü bir işe girişiyor: Bir yandan, dinleyicilerine psikanalizin dört temel kavramını ( bilinçdışı, tekrarlama, aktarım, dürtü) kendine özgü bir tarzda tanıtırken, bir yandan da dönemin epistemolojisinden yararlanarak psikanalizin bilim olup olmadığını, psikanalizi var eden özneyle modern bilimi kuran öznenin, cogito’nun öznesinin aynı olup olmadığını sorguluyor; bu arada Freud’un düşüncesini açımladığı kadar onunla hesaplaşmaktan da geri durmuyor. Lacan, kitabın da kaynağı olan seminerlerinin ilkine, Aforoz başlığını yerleştirerek Uluslararası Psikanaliz Birliği’nden neden aforoz edildiğini anlatıyor. Bu başlığın içinde bir yerde söz, bir ara şu metnin içinde geçen konuşmaya gelir: ‘’İnsanlık onuru ve İnsan Haklarıyla ilgili bir sürü lafıgüzafın tersine, insan dediğimiz öznelerden birinin pazarlık konusu edilmesi kuşkusuz ender rastlanan bir durum değildir. Herkes, her an ve her seviyede pazarlık konusu olabilir; nitekim toplumsal yapıya dair biraz ciddi bir fikir edinmemizi sağlayan şey takastır. Sözü geçen takas bireylerin, yani toplumsal dayanakların takasıdır; bunlara aynı zamanda özne denir ve özerk olma kutsalına sahip oldukları düşünülür. Siyasetin pazarlıktan ibaret olduğunu herkes bilir; siyasette yurttaş denen öznelerin yüz binlercesi toptan, paketler halinde takas edilir…’’ Lacan bu sözleri sonunda arkadaşları ve öğrencileri tarafından kendi aforoz edilişine yani takas edilişine getirir, bu genel durum karşısında kendisine yapılanın istisnai bir şey olmadığını söyler. Lacan, Aforoz başlığı altında ‘praksis’in ne olduğunu açıklamaya çalışır. Picasso’nun ‘’Ben aramıyorum, buluyorum.’’ Cümlesini örnek gösterir. Ardından dinde şöyle denir, der: ‘’Beni zaten bulmuş olmasaydın, aramazdın.’’ Devamında, zaten bulunmuş olan hep arkadadır ama bir tür unutuluşla maluldür. Nitekim böylece sonu belirsiz bir tür arayış başlamaz mı? Diye bir soru sorarak devam eder… * Histerik, arzusunu konuşma hareketi içinde oluşturur. * Arzunun dille ilişkisini kavramak Freud’un dehasıdır. Bilinçdışı ve Tekrarlama, başlığında ise şu notlar vardır: *Aragon’un bir şiirinden hareketle ‘’skopik dürtü’’ terimine değinir. Bu terim, Lacan tarafından, özellikle ayna evresinde, bakma ile bakılma arasındaki diyalektik ilişkiyi açığa çıkaran dürtüyü tanımlar. * Bir şey aksıyorsa vardır bir nedeni. * Freudcu bilinçdışının işte bu noktada neden ile onun etkilediği arasında daima aksayan bir şey vardır, noktasında yer aldığını belirtir. Bilinçdışı bize nevrozun bir gerçekle uyumlulaştığı boşluğu gösterir-gerçeğin kendisi belirlenmese de olur. bu boşlukta bir şeyler olur. Boşluk kapansa nevroz iyileşir mi? Sorunun ucu daima açık kalır. Nevroz sadece başkalaşır, bir yara izi olur. Nevrozun değil bilinçdışının yara izi. * Freud: Öznede ne olup biterse, bilinçdışı düzeyinde, bununla her noktada türdeş olan bir şey vardır. O şey bilinç düzeyindeki kadar işlenmiş bir biçimde dile gelir ve işlev gösterir, öyle ki bilinç kendisine özgü görünene bir ayrıcalığı kaybetmiş olur. Lacan, bu seminerlerde dört ilkeyi açıklarken Freud’tan farklılaştığı noktaları da açıklar. Freudcu bilinç dışını dışlamaz fakat Lacan’ın hedeflediği, dil gibi yapılanmış bilinçdışının ötesinde olan bir şeydir. Seminerde yapısalcı düşünceye karşı bir adım atmaktadır. Freudcu düşüncede psikanalizin ‘’nesne’’ tanımı üzerinde durduğu bilinir. Lacan buna ‘’a object’’ der ve nesneyi ‘’lojik’’ olarak tanımlar. Lacan’ın çabası kliniğin durakladığı noktanın önünü açmaktır. *Lacan, seminerin devamında; Kesinliğin Öznesi’ni, Descartes üzerinden irdeler. Gösterenler Ağı’nda rüya ve bilinçaltı ilişkisini irdeler, Tukhe ve Automaton kavramlarını Aristotels’e değin uzanarak açıklar, Anamorfoz’da ‘’Kendimi gördüğümü görüyorum’ önermesi üzerinden bakış-göz ilişkisindeki deformasyonu irdeler… Son: Bu tür kitaplardan elbette özet çıkarılamaz, psikoloji-felsefe merakı olan okurlar için zihin açıcı, diğerleri için ise sıkıcı bir okuma serüveni olacağını düşünüyorum. İyi okumalar… (Ahmet İlhan)

Psikanalizin Dört Temel Kavramı PDF indirme linki var mı?

Jacques Lacan - Psikanalizin Dört Temel Kavramı kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Psikanalizin Dört Temel Kavramı PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Jacques Lacan Kimdir?

Jacques Marie Émile Lacan (d. 13 Nisan 1901 – ö. 9 Eylül 1981), "Freud'dan bu yana en tartışmalı psikanalist" olarak anılan Fransız psikanalist ve psikiyatr.

Geliştirdiği psikanaliz kuramlarının yanısıra 20. yüzyılın en önemli düşünürlerinden biri olan Lacan, yapısalcılık, postyapısalcılık, eleştirel teori, feminist teori, sinema, kültürel çalışmalar gibi pek çok alanda ve çağdaş kıta felsefesinde oldukça etkili olmuştur.

Her ne kadar Lacan kendi çalışmalarını "Freud'a bir şerh" olarak sunsa da, döneminin dilbilim, antropoloji ve felsefe gibi geniş bir literatürünü Freud'un psikanaliz teorileriyle birlikte yorumlayan ve kullanan Lacan, oldukça özgün bir düşünce sistemi ortaya koymuştur.

Michel Foucault, Gilles Deleuze, Felix Guattari, Luce Irigaray, Julia Kristeva, Alain Badiou, Louis Althusser, Slavoj Žižek gibi pek çok düşünür kendi düşüncelerini, destekleyerek ya da karşı çıkarak, Lacan'ı temel alarak geliştirmiştir.

1977'de Fransız parlamentosuna rıza yaşına ilişkin birkaç maddenin yürürlükten kaldırılması için verilen bir dilekçede Jean Paul Sartre, Foucault gibi isimlerle birlikte Lacan'ın da imzası vardı.

Asıl ve tam adı Jacques-Marie Emile Lacan’dır. Jacques Lacan olarak bilinir. 13 Nisan 1901'de Paris’te doğmuş, 9 Eylül 1981 de aynı yerde ölmüştür. Tıp eğitimi aldıktan sonra, 1932'de "Kişilikle İlişkileri Açısından Paranoyak Psikoz" adlı doktora teziyle psikiyatr olur. Daha sonraki çalışmaları da yine özellikle kuramsal-felsefi alanda yoğunlaşacak ve yeni bir Freud okumasıyla psikanalizi yeniden temellendirmeye yönelecektir.

Lacan’ın genel teorik şeması ve argümanları anlaşılmakla birlikte, genelde sözlerinin oldukça karmaşık, belirsiz ve anlaşılması güç bir niteliğe sahip olduğu bilinir. Dolambaçlı ve çetrefilli söz oyunları, eğretilemeler, anlaşılması ve yorumlanması güç göndermeler sürekli olarak bu dile hakimdir. Lacan güç bir yazardır, ama Lacan’ın yazmaktan çok konuşmuş olduğunu da belirtmek gerekir. Onun yazıları daha çok öğrencileri ve izleyicilerinin tuttuğu notlar ve ses kayıtlardan oluşur. Konuşmaları, daha doğrusu seminerleriyle ünlüdür. Dönemin Fransız aydınları seminerlerinin sıkı bir takipçisi olmuşlardır. Başlıca çalışması Ecrits (Yazılar) 1966'da yayımlanmıştır. Bu dönem, bir yandan yapısalcılığın Fransa’da çok etkili ve güçlü olduğu, bir yandan da postyapısalcı düşüncenin kendini geliştirmekte olduğu bir zamandır. Dolayısıyla Lacan’ın konuşmaları dönemini derinden etkilemiş ve sonrasında da sürekli yeniden yorumlanmıştır.

Kuramsal psikanaliz alanındaki çalışmaları Sigmund Freud’un yeniden yorumlanmasıyla yapısalcılık'tan postyapısalcılığa (Yapısalcılık ötesi) uzanan bir yol izler. Dolayısıyla Lacan, yalnızca önemli bir psikanaliz kuramcısı olarak değil, daha başlangıçta psikanaliz, dilbilim, antropoloji ve felsefe alanındaki geçişkenliği sağlamasıyla ve ardından da geliştirdiği formülasyonların ve kavramların felsefi düzlemde yol açtığı sarsıcı sonuçlarıyla 20. yüzyıl felsefesinin önemli isimleri arasında yerini almıştır.

Kaynak ve detay:https://tr.wikipedia.org/wiki/Jacques_Lacan

Jacques Lacan Kitapları - Eserleri

  • Fallus'un Anlamı
  • Psikanalizin Dört Temel Kavramı
  • Baba-nın-Adları
  • Benim Öğrettiklerim
  • Televizyon
  • Yine/Hâlâ
  • Dinin Zaferi
  • Çalınan Poe
  • Psikanalizin Temel ilkeleri
  • Los Escritos Técnicos de Freud

Jacques Lacan Alıntıları - Sözleri

  • İnsan kendi bakışıyla dış dünyasını, ötekileri görebilir ancak o bakış kendini kendine göstermez. Öznenin kendine yönelik bu körlüğü, sadece ayna dönemiyle sınırlı kalmayıp ömür boyu sürecektir. “Ben”in yansımasının da içinde yer aldığı bir toplu görüntü olarak "imago öznenin kendine bakınca göremediği vücut bütünlüğüne ulaşmayı sanal bir yansımanın içinde ona vaat eden, çocuğun davranışlarını ötekilere benzetmesini sağlayan bir güç etkisinde bulunur. Bu gücü Lacan makalede Simgesel bir etki olarak vurgulamıştır. Bu Simgesel etki sayesinde çocuk, dağılmış bir vücut algısından kurtularak yürümeyi, ayakta durmayı, nasıl bakması ve nasıl davranması, dış dünyayla ağzı yoluyla değil diğer iletişim biçimlerini kullanarak iletişim kurması gerektiğini öğrenir. Bu açıdan imagonun küçük çocuk üzerinde Simgesel açıdan yapılandırıcı bir etkisi vardır. Bu nokta Simgesel'in dilden çok önce öznenin üzerinde görsel yoldan yapılandırıcı bir etkide bulunduğunu göstermesi açısından önemlidir. "Çocuğun gerçekliği bu noktadan itibaren, kendisinin karşıdan görünüşünü içermeyen ama doğrudan gözüne görünen bir görüntüyle kendi dışındaki bir aynada oluşan ve kendinin karşıdan görünüşünü de içeren başka bir görüntü arasında ikilenecektir. Bu ikilenme anından itibaren çocuğun başta gelen uğraşı, elindeki iki farklı gerçeklik arasındaki örtüşmeyi sağlamaya çalışmak olacaktır." (Psikanalizin Temel ilkeleri)
  • ''Özne arzu ettiğine inanır çünkü kendini arzulanan olarak görür ve başka*'nın ondan koparıp almak istediği şeyin onun bakışı olduğunu görmez.'' (Baba-nın-Adları)
  • Dünya, sadece bir düştür, konuşan bedenin bir düşü. Zira, bilen özne yoktur.'' (Yine/Hâlâ)
  • Bazıları der ki, sanatçı tabloda özne olmak ister ve resim sanatını öteki sanatlardan ayıran da sanatçının yapıtta kendini bize bir özne, bir bakış olarak kabul ettirmek istemesidir. Başkaları sanat ürününün nesne yönünü vurgulayarak karşılık verir. Her iki istikamette de az çok geçerli bir yan vardır, ama muhakkak ki meseleyi bütünüyle açıklamaz. Ben şu iddiada bulunuyorum tabloda her zaman mutlaka ba kışla ilgili bir şey kendini açığa vurur. Ressam bunu gayet iyi bilir, sanatçının ahlakı, araştırması, arayışı, çalışması, ona bağlı kalsın kalmasın, gerçekten de belli bir bakma biçimini seçmeye dayanır. (Psikanalizin Dört Temel Kavramı)
  • Lacan’da kastrasyon sadece -imgesel- bir penisin kesilmesi tehdidi değildir; "fallus olmak"tan, yani her iki cins için de Öteki’nin arzusunun nesnesi olmaktan yoksun olmaktır. (Fallus'un Anlamı)
  • Freud'un kavramları -psikanalistler dışında kimsenin okumadığı- psikanaliz literatürü denen o sıkıcı, bıktırıcı, caydırıcı silsile içindeki her türlü kuramsal tartışmanın merkezinde tutulduğu halde, gene de onların çok gerisinde duruyoruz; bu kavramların çoğu çarpıtılmış, değerden düşürülmüş, parçalanmış durumda; çok zor olanları da bir kenara atılmış. (Psikanalizin Dört Temel Kavramı)
  • Kadın olsun erkek olsun insan "eksik"tir, ''kastre"dir; yani narsistik açıdan yaralıdır. Çünkü kadın olsun erkek olsun fark etmez, insan Öteki’nin arzusunun nesnesi olacak şey değildir. (Fallus'un Anlamı)
  • Dışarısını gördüğüm gayet açıktır, algı benim içimde değildir, kavradığı nesnelerin üzerindedir. Algıladığım anda temsillerim bana ait hâle gelir. (Psikanalizin Dört Temel Kavramı)
  • "Herkesin bildiği gibi haseti doğuran genellikle haset duyanın hiçbir işine yaramayacak mallara bir başkasının sahip olmasıdır; üstelik o bunların hakiki niteliğinin farkında bile değildir." (Psikanalizin Dört Temel Kavramı)
  • Çoğu insanın yakınının iyiliğini, bunu onun için çok fazla isteyerek sağlayamadığını bilmesi sağlığa yararlı olacaktır. Bu iş görürdü. (Benim Öğrettiklerim)
  • ... dilin, sessizce elden ele geçen silinmiş paraya benzediğini söyler Mallerme.. (Baba-nın-Adları)
  • Dindar kesinlikle nevrotik değildir. Dindardır. Ama nevrotiğe benzer, çünkü o da aslında Başka'nın arzusu olan [şey] etrafında bir şeyleri bir araya getirir. Yalnız, bu var olmayan bir Başka olduğu için -çünkü Tanrı'dır-kanıt göstermek gerekir. O zaman, o bir şey talep ediyormuş, örneğin kurbanlar istiyormuş gibi yapılır. İşte bu yüzden yavaş yavaş nevrotiğin, özellikle de takıntılı nevrotiğin tavrıyla karışmaya başlar. Bu tüm kurban törenlerinde kullanılan tekniklere çok benzer. (Benim Öğrettiklerim)
  • Dil ne kadar niyetten  arınmışsa, gerçek ve akıl ermez haliyle hakikatin ta kendisiyle karıştırılmaya o kadar müsait olur. (Dinin Zaferi)
  • "Öncelikle, analiz edilebilir bir fenomen olması için, bir fenomenin bir yer değiştirmeyi temsil etmesinin, başka bir deyişle imgesel fenomenler için­de yer almasının yeterli olmadığı anlamına gelir. Öte yandan, bir fenomenin ancak kendisinden başka bir şeyi temsil ederse analiz edilebilir olduğu anlamına gelir." (Baba-nın-Adları)
  • Çünkü kadın olsun erkek olsun fark etmez, insan Öteki’nin arzusunun nesnesi olacak şey değildir. Nitekim fallus penis biçimiyle erkeğin "sahip olduğu' bir şey olmakla beraber, fallus olamamanın narsistik acısını en çok yaşantılayan yine erkektir. Bu bakımdan Narcissus söylencesinin bir erkeği konu alması ilginçtir. (Fallus'un Anlamı)
  • Bilinçdışı daima öznedeki bir kesintiye bir bocalama gibi kendini gösterir. (Psikanalizin Dört Temel Kavramı)
  • Kaygı, öznenin etkilenimleri arasında, aldatmayandır. (Baba-nın-Adları)
  • İnsan türünü karakterize eden şey, tam da cesedi, bu insanın yaşamış olduğu gerçeğini muhafaza eden ve bir kabir oluşturan bir şeyle çevrelemesidir. Mezarın üstündeki toprak yığını ya da kabirdeki herhangi başka bir işaret kesinlikle “simge” adına layıktır. Bu insanileştiren bir şeydir. (Baba-nın-Adları)
  • “Bir düşünceyi düşünmemenin yegane yolu, başka bir düşünceyi düşünmektir." (Fallus'un Anlamı)
  • Özneye kendi kendinin efendisi olma vaadini sunan özgür dünya, onu esaretin katmerlisine sürükleyen bir psikoterapi biçimini temel almıştır. (Psikanalizin Temel ilkeleri)