akademi
Turkcella

Parma Manastırı - Stendhal Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Parma Manastırı kimin eseri? Parma Manastırı kitabının yazarı kimdir? Parma Manastırı konusu ve anafikri nedir? Parma Manastırı kitabı ne anlatıyor? Parma Manastırı kitabının yazarı Stendhal kimdir? İşte Parma Manastırı kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 27.02.2022 12:00
Parma Manastırı - Stendhal Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Stendhal

Çevirmen: Bertan Onaran

Tasarımcı: Hande Koçak

Orijinal Adı: La Chartreuse De Parme

Yayın Evi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

İSBN: 9786052950685

Sayfa Sayısı: 576

Parma Manastırı Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Stendhal [Marie-Henri Beyle] (1783-1842): Genç yaşta teğmen olarak orduya girdi, Napoléon’un İtalya ve Rusya seferlerine katıldı.

Almanya, Avusturya ve Rusya’da çeşitli askerî görevlerde bulundu. Bir dönem Marsilya’da ticaretle uğraştı, Trieste’de bir süre konsolosluk görevini sürdürdü.

Fransız edebiyatında gerçekçilik akımının en önemli temsilcilerinden biri olarak kabul edilen Stendhal’in Parma Manastırı romanı aristokrasisi, sarayları, tutkularıyla İtalyan ruhunun muhteşem bir portesini çizer. 1839 yılında yayımlandığı anda başyapıt olarak kabul edilmiş, başta Balzac olmak üzere edebiyat tarihi boyunca çok sayıda romancı tarafından övülmüştür.

Bertan Onaran (1937- 2017): Haydarpaşa Lisesi’ni, İÜ Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyat Bölümü’nü bitirdi. İlk çevirilerini 1963 yılında yayımladı. 1964’te Memet Fuat’la tanıştı; eserlerini çevirdiği yazarlar arasına Gide, Sartre, Camus, Mayakovski katıldı. Ardından Saint-Exupery, Marguerite Duras, Albertine Sarrazin, Gilles Martinet’den çeviriler yaptı. Cervantes’in başyapıtı Don Quijote’yi ilk kez tam metin olarak çevirdi. Wilhelm Reich’ın bütün kitaplarını Türkçeleştirdi. André Malraux, Émile Zola, Stendhal, Panait Istrati, Eugène Ionesco, Alain Robe Grillet, Nathalie Sarraute’dan çeviriler yapan Bertan Onaran’ın 1972’de Beauvoir’dan aktardığı Konuk Kız’a TDK çeviri ödülü verildi.

Parma Manastırı Alıntıları - Sözleri

  • Bugün, otuzumu aştıktan sonra, eskiden, yirmi iki yaşımdayken sevdiğim gibi sevebilseydim çok mutlu olurdum. Ama sonsuz olacağını sandığım o kadar çok şeyin yıkılıp gittiğini gördüm ki!
  • “Yaşamak değil de ölmemeye çalışmak bu!”
  • ‘En çok muhtaç olduğun şey, kendini bağışlamasını öğrenmek,’
  • Ne var ki, ruhu başka yerdeydi.
  • Ahlak düşkünlüğü çok yaygındı ama sevme, sevilme pek seyrekti.
  • Hey ulu Tanrım! Ne yer, ne içer bu insanlar! Acınacak şey doğrusu!
  • "İkiyüzlü olmazsan eğer, adam olabilirsin."
  • İçimdeki genç kadın öldü, dünya da hiçbir şeyi artık gözümde büyütemem, bir daha da sevemem.
  • Kısacası, o mutlu olmazsa ben de mutlu olamam.
  • Ne korkunç bir yalnızlığın içine gömdüler onu!
  • Niyeti hiçbir tehlikeli açıklama yapmamaktı, ama aşkın mantığı acelecidir.
  • “Sevgilim, senin için neler yapmam ki!” diye düşündü. “Beni mahvedeceksin, biliyorum, kaderim böyle.
  • Kaçmak istemiyorum ; burada ölmek istiyorum.

Parma Manastırı İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Mutlu azınlığa çekilen tabanca: Dünya klasiklerinin içerisinde baş köşeyi koruyan kitap/kirmizi-ve-siyah--118549’tan yaklaşık dokuz yıl sonra kaleme alınan bu eser, elli altı yaşındaki bu yorgun Fransız’ın dünyadan ayrılmadan önce edebiyat dünyasına bağışlamış olduğu son güzide eseri.Öyle ki Tolstoy Savaş ve Barış’taki savaş sahnelerini onun sayesinde yazdığını ifade etmiş, Balzac duyduğu hayranlıkla bir kereyle yetinmeyip üç kez okuduğunu dile getirmiştir. Kitap oldukça çarpıcı bir girişle karşılar okuyucuyu.Fransız halkının medarı iftiharı General Napolyon Bonapart tüm azametiyle hala ordularının başında olsa da, onun için sonun başlangıcı olan Waterloo Savaşı gelip çatmıştır.Avrupa’nın toplumsal ve siyasal dengelerine dinamit etkisiyle sirayet eden bu muharebe, karakterlerimizi de aynı minvalde etkilememesi artık kaçınılmazdır. Genç ve havai kahramanımız Fabrizio’nun peşinden savaş meydanında ilerlerken, savaşın gerçek yüzünü bilincimize indirilen tokatmışçasına benliğimizde olanca yoğunluğuyla hissederiz Stendhal sayesinde. Özellikle atılan bomba yüzünden bir kan gölünde, yaralanmış bedeninden dışarı çıkan bağırsaklarıyla çırpınan bir at tasviri var ki insanın okurken boğazı düğümleniyor.Stendhal bu can çekişen zavallı atın örselenmiş bedeni üzerinden anlatmaya çalışmaktadır ki; Savaş, bir kahramanlık öyküsü olmaktan çok, ortak bellekte yer eden ve kişilerin onurunu ayaklar altına alarak tüm insanlığın taşımak zorunda kalacağı bir utanç vesikasıdır adeta.Parçalanmış bedenlerin peşi sıra yan yana yığıldığı savaş meydanında bir kazanan olamayacağı gibi kaybeden tüm insanlıktır.Bunu yine Fabrizio’nun ağzından okura haykırır; gonderi/146412230. Kaçak olarak katıldığı bu savaştan sonra Fabrizio, artık kitabın başındaki toy delikanlı değildir.Savaş gerçeğinin önüne inen şaşalı vatanseverlik perdesi kalkmış, insanlığın karanlık yüzüyle yüzdeşebilme cesaretini göstermiştir sonunda.Süregiden bu istihale kitap boyunca devam eder. Kitapta Stendhal’ın kaleminden nasibini alan tek konu savaş değildir.Kahramanımız Fabrizio’ya tutkunluk derecesinde bağlı olan halası Gina’nın bulunduğu konumun tüm olanaklarını hiçbir ahlaki kıstasa bağlı kalmadan sonuna kadar kullanmaktan çekinmemesi, çapraşık burjuva ilişkilerine yapılan bir taşlamadır.Her türlü ilişkinin çıkar ve menfaat üzerine kurulu olduğu saray entrikaları,mevkilerini sağlamlaştırmak adına birbirlerinin ayağını kaydırmaktan çekinmeyen bakanların arasındaki rekabet, kazanmak için her yolu mübah sayan ahlaki yozlaşmayı temsil eder. gonderi/146549969 Görece daha içine kapanık ve ketum olan Fransız halkından sonra, bu neşeli Akdeniz insanlarının duygularını cesurca ortaya koymalarından Stendhal oldukça etkilenmiş olacak ki, bunu eserde yaptığı kıyaslarla sık sık tekrarlar.Bu gözlem fırsatını, italya’da Fransız konsoluyken geçirmiş olduğu sürece borçlu olduğunu biyografisini incelediğimizde anlıyoruz. gonderi/146318268 Tutkularında ölçüsüz olan İtalyan’ların tasvir edildiği bu seçkin eserde, bir aşk hikayesinin vuku bulmaması abesle iştigal olurdu öyle değil mi? Olay örgüsünün kilit noktalarını yazmamayı yerinde bulmakla birlikte, bu kitabın okuyucu için dik bir yokuş olduğunu belirtmek isterim.Bunda İtalyanca hitap şekillerinin azizliği oldukça etkili.Ancak yokuş ne kadar dik ve yorucu olursa, sonunda sizin göreceğiniz manzara da o kadar benzersiz ve nefes kesici oluyor.Belki de Stendhal, bu zahmete girecek çok az okuyucunun varlığını önceden sezmiş olduğu için, kitabı “Mutlu Azınlığa” ithaf etmiştir kim bilir? Zahmetine acımadığınız manzaralarınızın çoğalmasını dilerim.Keyifli okumalar! :) (Bertha Mason)

Biz akıllı dört kadın, benim isteğim sonucu dedik ki, Parma Manastırı'nı okuyalım. Ama gelin görün ki sonuç hüsran. Ben ilk 200 sayfaya kadar sorunun kendimde olduğunu düşünüyordum, kızlarla konuştuktan sonra anladım, sorun bende yada bizde değil kitapta Bu kadar övülen, yere göğe sığdıralamayan, Tolstoy'un Stendhal ve Parma Manastırı olmasa ben Savaş ve Barış'ı yazamazdım dediği, Balzac'ın bir başyapıt olarak kabul ettiği bu klasik maalesef hiç birimizden geçer not alamadı. Belki onların yaşadığı dönem göz önünde bulundurulursa bir başyapıt olabilir, lakin bir başyapıt bence okunduğu her dönemde kabul görülmeli ve takdir edilmeli. Kısacası realizmin en büyük yazarı kabul edilen canım Stendhalcığım üzgünüm ama bizimle değilsin Kısaca konusundan bahsedecek olursam ; genç,hayalperest toy bir delikanlı olan kahramanımız Fabrizo ve onu büyük yerlere getirmek isteyen halası Düşes Sanseverina'nın entrikalarla dolu olaylarını konu alıyor tüm kitap. Ben kitap boyunca Fabrizo'ya kızmadan geçirdiğim bir sayfa dahi okumadım. Bir hayalin peşinde Napolyon ile savaşa mı girmedi, bir aşkın peşinde adam mı öldürmedi, sevildiğini zannederek düelloya mı girmedi, cebindeki tüm parayı kendisine yardım edeceklerine inanıp herkese mi dağıtmadı, zindana atıldığı anda bile mutlu mu olmadı ‍️Okurken sizi sinir edip, sayfaları kapattıracak ne ararsanız var Fabrizo da. Halasına ve çevirdiği dümenlere girmek dahi istemiyorum. Sonu için okunmaya değerdi diyenlere de bir çift lafım olacak, vallahi son 20 sayfa için 500 sayfa okumaya değmez, billahi değmez. Tavsiye ediyor muyum, hayır. Ama her zaman dediğimi tekrarlıyorum; kitaplar göreceli kavramlardır, benim beğenmediğimi sizler belki beğenirsiniz. Bu okumada bana eşlik eden, onlar olmasaydı asla bitirmeyeceğim hatta yarım bırakacağım bu kitabı zevkli hale getiren tulin_inkutuphanesi gokcehoca01 ve @merkurlu.okur a kocaman teşekkürler. Çok seviyorum merkez ️ (Leyla Avcı)

La Chartreuse de Parme: Not: Bu incelemem, 3 Ocak 2014 Cuma günü, Aydınlık Gazetesi Kitap Ekinde yayımlanmıştır. Marie-Henri Beyle, nam-ı diğer Stendhal; Grenoble’de, 23 Ocak 1783 tarihinde, burjuva bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Annesi Hanriette Gagnon 1790 yılında, Stendhal henüz yedi yaşındayken vefat eder. Stendhal; softa, disiplinli, muhafazakâr, yobaz kimseler olan teyzesi ve avukat babası Cherubin’in etkisi altında büyür. 1796’da Grenoble’de bir okulda geleneksel kilise eğitimi gördüyse de, 30 Ekim 1799 tarihinde askeri okulun giriş sınavına katılmak için Paris’teki Savaş Bakanlığı’na başvurur. Ertesi yıl ağır süvari birliğinde teğmen olarak İtalya’ya gider. Bu seyahati sırasında Dimenico Cimarosa ve Gioachino Rossini’nin müziğini ve Vittorio Alfieri’nin eserlerini tanıma fırsatı bulur. 1814 yılında, Napolyon’un düşüşünden hemen sonra Milano’ya yerleşir. Ertesi yıl Parma’yı ziyaret eder ve bu seyahati, üçüncü romanı olan Parma Manastır’ına ilham kaynağı olur. 1839’da Parma Manastırı’nı yazmayı bitirdikten kısa bir süre sonra, gençliğinde çıktığı İtalya seyahatlerinden birinde kaptığı frengi hastalığı nedeniyle sağlığı bozulur. 1841 yılında geçici bir felce uğrar. Bir gece, Paris sokaklarında yürürken bayılıp kaldırım kenarına başını çarpar ve birkaç saat sonra, 1842 yılının 23 mart gecesi yaşamını yitirir. Parma Manastırı: “La Chartreuse de Parme” Margaret R. B. Shaw’ın önsözü (Çeviri: Roza Hakmen) renk katmış romana. Bununla birlikte, Samih Tiryakioğlu’nu, başarılı çevirisinden ötürü rahmetle anıyorum. Harikulade bir çeviri yapmış, neredeyse hatasız. Samih Bey eski toprak olmasına rağmen, sanırım romanı okuyan hemen herkesin metni idrak etmede zorlanmasını engellemek adına, şu birkaç istisna hariç hemen hiç eski ya da nadir kullanılan sözcük kullanmamış çeviri eserinde: “Baş mültezim” (vergi toplayan tahsildarların başı), “delişmen” (güçlü, sağlam yapılı), “Maiyet Birliği” (alt kademedekiler birliği). Can Yayınlarını da, edisyonun kalitesi ve kitap seçimindeki isabetli kararları nedeniyle kutluyorum. İtalya’da, genelde de Parma’da geçen; savaş, tutku ve siyasal maceralarla dolu sürükleyici bir öyküsü olan Parma Manastırı, yazarın psikolojik ve siyasal konularda derinlemesine yaptığı inceleme ve betimlemelerle dolu. Romanda, özgürlük âşığı genç İtalyan aristokrat (aklı ve ruhu Jakoben olan) Fabrizio del Dongo’nun yaptığı serüvenler çerçevesinde, Stendhal, kendine özgü “Mutluluğu Yakalama” mottosunu irdelemektedir. Ayrıca yazar, okuruyla romanın farklı yerlerinde (otuz kereden fazla) iletişim kurar: “Okurun şunu bilmesi gerek ki…” gibi. Bu inceliğin okuyucuda uyandırdığı ise: “Acaba yazar benimle ne zaman-nerede-nasıl konuşacak?” beklentisidir. Beğenilme kaygısından kesinlikle uzak, bağımsız ve düzensiz bölümlerden oluşan roman, 4 Kasım – 26 Aralık 1838 tarihleri arasında 52 günde yazılmıştır. 1840’da Balzac’ın, “Revue Parisienne” dergisinde kaleme aldığı, geniş yankı uyandıran makalesinde, Parma Manastırı’nı bir başyapıt olarak göklere çıkarması, yapıtın geniş bir okur kitlesi tarafından beğenilmesini de sağlamıştır. Bana hep ilginç gelen bir meseledir; Balzac, İnsanlık Komedyası adıyla oluşturduğu yazı serisi ve diğer tüm romanlarıyla beraber neredeyse yüzden fazla eser yazmış. Birkaç tanesini hemen herkes bilir. Gel gör ki, Stendhal tüm hayatı boyunca sadece beş roman yazmıştır. Kızıl ve Kara dâhil bu beş şaheserini edebiyatseverler içinde neredeyse bilmeyen yoktur: Nicelik değil, her zaman nitelik önemlidirin ispatı gibi bir şey bu da… Romanın Hikâyesine Gelince: Eserde, Kralcı parti ile Liberallerin partisi arasındaki siyaset oyunları; bin türlü saray entrikaları; Voltaire ve Rousseau’dan bihaber burjuvaların hayatları ile ilginç bir aşk hikâyesi anlatılmış. Bu arada romanın dört önemli karakteri var: Genç aristokrat Fabrizio del Dongo, onu kara bir sevdayla seven halası Sanseverina Düşesi Angelina Cornelia Isolo Valserra del Dongo, Düşesin sevgilisi ve Parma Başbakanı Kont Mosca, son olarak da General Fabio Conti’nin güzeller güzeli biricik kızı Clelia. Düşesimiz, yedi kocalı Hürmüz gibidir: İlk kocası rahmetli General Pietranera’dır. İkinci kocası ise kendisinden 30 yaş büyük bir düktür. Dükten boşanıp Perugia’da, sevgilisi Başbakan Kont Masco ile evlenip Kontes Mosca della Rovere adını alır (sf. 564). “Bir edebiyat eserine siyaset sokmak, bir konserin ortasında tabanca çekmek gibi kaba bir şeydir.” (sf. 482) Fabrizio eserin başında, babasından habersiz, annesi ve halası Düşesten aldığı bir miktar para ile Fransa’ya Fransız ordusunda asker olup onlar adına savaşabilmek için yolculuk eder. Çetin bir yolculuk, trajikomik savaş anıları, bolca kahkaha, az ürperti, biraz hapiste, birkaç yaralanma ve bir sürü insanın merhametiyle bu yolculuğu kazasız belasız tamamlayıp gizlice Parma’ya döner. Parma’da kaçak hayatı yaşar. Bir gün davetlere katılan bir aristokrat, ertesi gün ise Prens Ranuce Ernosto’nun köpeklerini peşine taktığı bir suçludur. Fabrizio’dan, Düşesin isteğiyle bir baltaya sap olması adına manastırda din eğitimi alması istenir. Kendisine platonik aşk besleyen biricik Halasının sözünü dinler ve bir gün tam da Parma Başpiskoposu olmak üzereyken, takıldığı kenar mahalle kızlarından birinin dostunu bir düelloda öldürür. Can düşmanı ve Halasına cinsel istekler duyan Parma Prens’i, onu hapse atmaya karar verir. Kaçak hayatı son bulup tutuklanır ve Parma zindanlarına konur. Prens’in maşası birçok kişi tarafından zehirlenmek istenen Fabrizio, Parma Hapishanesi komutanı General Fabio Conti’nin, hücresinin hemen bitişiğindeki kuşhanede piyanosuyla sevgili Fabrizio’suna besteler düzen kızı Clelia, Farnese Burcu’ndaki Mermerli Kilisede Fabrizio’ya ilk defa ilanı aşk eder: “Ah, biricik sevgilim benim. Ben de seninle öleceğim” (sf. 413-414-523). Kahramanımız kelle koltukta hapis hayatından yine Düşesin tezgâhladığı bir kurtarma operasyonuyla, “Cesaret, tehlikenin, ne kadar korkunç olursa olsun, en ufağını seçmeyi bilmekten ibarettir. Tehlike, akıllı adamı dahi yapar!” felsefesi doğrultusunda, başka bir deyişle “Prens’in merhametinden kaçındığından” hapisten tüyer (sf. 470). “İtalya’da öç almaktan duyulan ahlaka aykırı mutluluk vardır. Diğer ülkelerde ise; insanlar bağışlayıp unuturlar” diyen Düşes; ozan, yiğit ve hafif çatlak aşığı Dr. Ferrante Palla’nın Prens’e düzenlediği suikast girişiminin de azmettiricisidir! “İnsanın en muhtaç olduğu şey kendisini bağışlamasını öğrenmesidir.” (sf. 207) Fabrizio kara sevda içerisinde şu felsefededir: “Cizvit eğitiminin başarısı da budur. Gün gibi apaçık şeylere dikkat etmemek alışkanlığını uyandırır insanda. Herkes mutsuz sanırken ne kadar mutluydum ben! Şimdi ise kaderim ne kadar da değişti! Hayır, değiştiğimi hiç görmeyeceksiniz. Ey bana sevmesini öğreten güzel gözler (sf. 557). Karşılık görmeyen bir sevginin insan ruhunda uyandırdığı mutsuzluk, dikkat, hareket isteyen her şeyin korkunç bir angaryaya dönüşmesi gibi bir sonuç yaratır (sf. 569).” “Spoiler” verip kimsenin hevesini kaçırmak istemem. Roman ilginç sonuçlarla bitiyor. Bu 592 sayfalık eseri, Yıldız Teknik Üniversitesi Davutpaşa yerleşkesindeki kütüphanemizde üç oturumda okudum. Satırları öyle bir hızla ve heyecanla okuyorsunuz ki, tarif edilmez yaşanır diyorum size. Sadece 52 günde yazılan bu romanın aslında 1000 sayfa kadar olduğunu ve yayıncısının ricasıyla yine Stendhal tarafından yaklaşık 600 sayfaya indirildiğini biliyorsunuzdur. Romanın üslubu o derece narin ve kurgu o derece masif-sağlam ki tarifi zor. Okumanız dileğiyle… Süha Demirel, İstanbul, 1 Ocak 2014. *** Dizgi hataları: (sf. 184) “öğenmiş” doğrusu “öğrenmiş”; (204) “yontu günleri” doğrusu “yortu günleri”; (209) “karışlaştığı” doğrusu “karşılaştığı” (sf. 286) “sürdüğü” doğrusu “sürdürdüğü”. Çeviri hatası: (sf. 216) “dükün çok hoşuna gitmiştir” değil “kontun çok hoşuna gitmiştir” olmalıydı. *** Kitabın Künyesi: Stendhal Parma Manastırı, Çev: Samih Tiryakioğlu Can Yayınları 592 Sayfa (Süha Demirel)

Kitabın Yazarı Stendhal Kimdir?

Daha çok mahlası Stendhal ile bilinen Fransız Realist yazar.

Marie-Henri Beyle (23 Ocak 1783, Grenoble – 23 Mart 1842, Paris), daha çok mahlası Stendhal ile bilinen Fransız Realist yazar. Marie-Henri Beyle, Grenoble'da 23 Ocak 1783 tarihinde burjuva bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası avukat Cherubin Beyle, annesi Hanriette Gagnon'dur. Çok sevdiği annesi 1790 yılında, Stendhal henüz yedi yaşındayken öldü. Stendhal, disiplinli ve muhafazakar kimseler olan teyzesinin babasının etkisi altında büyüdü. 1796'da Grenoble'da bir okula girdiyse de, 30 Ekim 1799'da askeri okulun giriş sınavına katılmak için Paris'teki, kuzeninin de çalışıyor olduğu Savaş Bakanlığı'na gitti. Ertesi yıl ağır süvari birliğinde teğmen olarak İtalya'ya gitti. Bu seyahati sırasında Dimenico Cimarosa ve Gioachino Rossini'nin müziğini ve Vittorio Alfieri'nin eserlerini tanıması için bir fırsat oldu. 1801'de ise Napolyon Bonapart'ın ordusunda görev alarak İtalya seferine çıktı. Bu sefer sırasında bir komutanın asistanı olarak Brescia'da üç ay kaldı ve bu sırada soylu ailelerin evlerinde bulundu; ki bu sürenin onun hayatında ne kadar önemli bir yer tuttuğu, sonradan yayınlanan günlüklerinden anlaşılmaktadır. Yine bu zamanlarda yerel dergilerin yazarlarıyla tanışıp Romantik edebiyatı öğrendi. 1802'de bu bölgeden ayrılarak Almanya, Avusturya ve Rusya'da bazı askeri görevlerde bulundu, ama asla savaşa katılmadı. Aynı yıl, hayatı boyunca aşık olduğu onlarca kadından ilki olan Madame Rebuffel'in peşinden Marsilya'ya gitti. Orada ticarete atıldıysa da başarısız oldu. Bu ve bunu takip eden olayların ve yılların, Kırmızı ve Siyah romanının baş karakteri Julien Sorel'in karakterinin detaylarının çizilmesine büyük katkı sağladığı düşünülmektedir. 1812'de Napolyon ile birlikte Rus seferine katıldı ve Moskova'nın baştan sonra yanışına şahit oldu. Napolyon'un büyük ordusundan sağ kalmayı başaran az sayıdaki askerden olan Stendhal, notlarının önemli bir kısmını, ordu Rusya'dan geri çekilirken kaybetti. Ayrıca o zamana kadar yüzlerce takma isim kullanan yazar, Stendhal ismini bu sıralarda seçmiştir. 1814'te Napolyon'un düşüşünden sonra Milano'ya yerleşmiş ve burada da Angéla Pietragrua'ya aşık olmuştur. Ertesi yıl Parma'yı ziyaret etmiş ve bu seyahati, üçüncü romanı olan Parma Manastırı'na ilham kaynağı olmuştur. 1817'de ise İtalya'daki izlenimlerini anlatan ve İtalya'ya olan hayranlığının simgesine dönüşen Roma, Napoli ve Floransa kitabını yazmıştır. 1818'de Napolyon'un Hayatı'nı yazmaya başlamıştır. Bu sırada da mutsuz bir aşk yaşayacağı Mathilde Dembowski ile tanışmıştır. 1821'de ise yasadışı bir İtalyan örgütüne üye olduğu suçlamasıyla Milano'dan uzaklaştırılmıştır. Stendhal bunun üzerine Batı Avrupa'yı dolaşmaya başlamıştır. Bu yolculuklar sırasındaki tecrübeleri, düşünceleri ve hisler, sonradan yazacağı romanların ana şeklini oluşturmuştur. 1827'de ilk roman Armance'ı, üç yıl sonra da Kırmızı ve Siyah'ı yazmıştır. 1831'de ise Trieste'ye giderek bir süre konsolosluk yapmıştır. 1839'da Parma Manastırı'nı yazmayı bitirdikten sonra, gençliğinde yaptığı İtalya seyahatlerinden birinde kaptığı frengi hastalığı etkilerini göstermeye başlamıştır. 1841'de geçici bir felce uğramış, daha sonradan da birçok benzer sıkıntılar yaşamıştır. Ve Paris sokaklarında yürürken bayılıp kaldırım kenarına yığılmasından birkaç saat sonra, 1842 yılının 22 Mart'ı 23 Mart'a bağlayan gecesinde vefat etmiştir. Mezarı Montmarte Mezarlığı'ndadır.

Stendhal Kitapları - Eserleri

  • Kırmızı ve Siyah
  • Parma Manastırı
  • Aşka Dair
  • Armance
  • Lamiel
  • İtalya Hikayeleri 1

  • Kızıl ve Kara 2. Cilt
  • İtalyan Öyküleri
  • İtalya Hikayeleri II
  • Féder ya da Paragöz Koca
  • Vittoria Accoramboni
  • Racine ve Shakespeare
  • Lamiel 1

  • Aşk İksiri
  • Vanina Vanini
  • Lamiel 2
  • Kırmızı Ve Siyah
  • Henri Brulard'ın Yaşamı
  • La Badessa Di Castro
  • Rome, Naples and Florence

  • Selected Journalism
  • The Life of Rossini
  • The Lives of Haydn, Mozart and Metastasio
  • Travels in the South of France

Stendhal Alıntıları - Sözleri

  • ... Aşkın benim için mümkün olup olmadığını bilmek istiyorum. Kendi kendimin efendisi değil miyim? Kime haksızlık ettim? Hangi sözüme ihanet ettim?.. (Lamiel)
  • Büyük aşkların hayatta birer kazadan başka bir şey olmadığını kabul etmelisiniz, bu kazayı da sadece yüce gönüllüler yaşar. (Kızıl ve Kara 2. Cilt)
  • Orada sıradan sözlere o kadar alışılmıştır ki biraz özgün bir söz kabalık olarak görülür. Konuşurken yeni bir şey söyleyense yandı. FAUBLAS (Kızıl ve Kara 2. Cilt)
  • ... Fédor, o anda, Lamiel'i sevmemek için bütün gücüyle çabaladı, fakat onu bir daha görmemeye gücünün yetmeyeceğini hissetti; çünkü ancak beraber oldukları zaman yaşadığını anlayabiliyordu... (Lamiel)
  • ...Yüzünde ışıl ışıl renkler olan, ama baloya gidiyorum diye allık sürme aptallığını gösteren,on altısında bir kızdı sanki... (Kırmızı Ve Siyah)
  • Hepimizin alışkanlıkları var, vaktiniz varken kırın alışkanlıkları çünkü bize hediye edilmiş olan, bozukluklara karşı hoşnutsuzluk duyabilme hassaslığı bir süre sonra yok olacak. (Racine ve Shakespeare)

  • Ne yazık ki anneciğim, tüm insanları görmek de üzüntü veriyor bana. Dünyada yalnız seni seviyorum ben." (Armance)
  • 1795'lerde yazma düşüncelerimden söz etseydim ve aklı başında bir insan, “Her gün iki saat yazın... Esinli ya da esinsiz” deseydi bana, aptalca esinlenmeyi beklediğim on yılımı kurtarırdı bu söz. (Henri Brulard'ın Yaşamı)
  • ... Her Tanrı'nın kulu aşkı en büyük mutlulukmuş gibi övüyor, komedilerde durmadan aşktan bahsediliyor, trajedilerde aşk uğruna canlarına kıyıyorlar; bana gelince, âşığımın bana kul köle olmasını isterdim, ama çeyrek saatin sonunda onu yanımdan uzaklaştırırdım... (Lamiel)
  • Kırk beş yaşındaki bir kadın toplumda nasıl görülür? Sert ve ha­kettiğinin altında bir şekilde; Kadınlar yirmi yaşında övülür, kırk yaşında terkedilir. (Aşka Dair)
  • Yaşamım boyunca o kadar çok okudum ki gözlerim benden merhamet dilemeye başladı. (Féder ya da Paragöz Koca)
  • Söz insana düşüncesini gizlemek için verildi. (Kırmızı ve Siyah)
  • ‘En çok muhtaç olduğun şey, kendini bağışlamasını öğrenmek,’ (Parma Manastırı)

  • "Hoşçakal." (Lamiel 1)
  • Ne denli acı duyduğumu Tanrı bilir... Acımı hiç kimseye belli etmiyorum. (Armance)
  • Yararcılık, yararcılığa hayranlık. (Kızıl ve Kara 2. Cilt)
  • Kısacası, o mutlu olmazsa ben de mutlu olamam. (Parma Manastırı)
  • Senin suyun susuzluğumu gidermiyor.. (Kırmızı ve Siyah)
  • ... bu son anılara hep pişmanlık karışıyor. (Kırmızı ve Siyah)
  • Kırk beş yaşındaki bir kadın toplumda nasıl görülür? Sert ve ha­kettiğinin altında bir şekilde; Kadınlar yirmi yaşında övülür, kırk yaşında terkedilir. (Aşka Dair)

Yorum Yaz