diorex
sampiyon

Osmancık - Tarık Buğra Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Osmancık kimin eseri? Osmancık kitabının yazarı kimdir? Osmancık konusu ve anafikri nedir? Osmancık kitabı ne anlatıyor? Osmancık kitabının yazarı Tarık Buğra kimdir? İşte Osmancık kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 08.03.2022 08:00
Osmancık - Tarık Buğra Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Tarık Buğra

Yayın Evi: Ötüken Neşriyat

İSBN: 9789754370799

Sayfa Sayısı: 376

Osmancık Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

"Osmanlı'nın sırrı nedir" sorusunun cevabını arayan yazarın Osmanlı kuruluş döneminin dinamiklerini ve felsefesini bugünkü dille inşa ettiği romandır. Duvarları süsleyen "Ey Osmancık; beğsin. Bundan sonra öfke bize, uysallık sana; güceniklik bize, gönül alma sana; suçlama bizde, katlanma sende; bundan böyle, yanılgı bize, hoş görmek sana; aciz bize, yardım sana; geçimsizlikler, uyuşmazlıklar, anlaşmazlıklar, çatışmalar bize, adalet sana; kötü göz bize, şom ağız bize, haksız yorum bize, bağışlama sana. Ey Osmancık bundan böyle, bölmek bize, bütünlemek sana; üşengenlik bize, gayret sana; uyuşukluk bize, rahat bize, uyarmak şevklendirmek, gayretlendirmek sana" gibi sözler bu kitabın eseridir.

Osmancık Alıntıları - Sözleri

  • " Engel çoktur. Çok olsa da aşılır. Amma bir engel vardır ki, onu aşan görülmemiştir. O engelin adı nefistir. Nefsin eline düşen hiçbir yere varamaz."
  • "Sen benim Zümrüdanka'msın."
  • "Gönülden istek olunca ıraklar yakındır. Yolları bitmez gösteren isteksizliktir."
  • "Kaf dağları uzar gider. Ve her yolcusuna bir Zümrüdüanka gerektir."
  • "...kafasındakilerle ve gönlündekilerle bağdaşmamaktadır."
  • En önemli gerçek ve yaşayan tek gerçek geçen günlerdir.
  • Konuşmak kolay... düşünmeyen, derdi olmayan,bir meseleyi dert etmeyen, hiç demez; konuşur."

Osmancık İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Ahmet Hamdi Tanpınar, Tarık Buğra’yı en güzel tanıtan şu cümleyi kurar: "Yeni Türk Edebiyatı bir medeniyet krizi" ile başlar. Asıldan kopuşun moderne yönelişin krizidir aslında bu kriz. İşte tam bu noktada aslını inkâr edenlere karşı aslına sahip çıkan bir yazardır Tarık Buğra. O yüzden değerlerine sahip çıkan bir nesil yetiştirmek ister. Şu ana kadar, döneminin siyasi ve sosyal olaylarına bu denli ayna tutan bir kitap okumadığımı, Tarık Buğra kitaplarını okuyunca daha iyi anladım. Romanları ve makaleleri, medeniyet değişimi yaşayan Türkiye halkına çok şeyler anlatıyor bana göre. Objektif bir bakış açısıyla işlediği meseleler ve bu meseleler içindeki insan faktörü bize bir duruş, bir bakış ve bir anlayış veriyor. Ve ilginçtir; hemen bütün kahramanları bir arayış içindedir. Sanki savaşlarla yorulmuş, politik oyunlarla yozlaşmış; medeniyetini kaybetmiş bir toplumun arayışını kahramanlarına yüklemiş gibidir yazar, belki kendi arayışını da. Zaten kendisi de bu şekilde tanıtmıştır sorulunca: “ Benim hayatımın özeti 1938 ile 1950 arasıdır. İsteyen serserilik yılları desin ben ‘kendimi arayış’ diyorum. O yıllarda ben kendimi aradım ve buldum. Çok şükür buldum. Fakülteden kopuşum bu yüzdendir, politikadan kaçışım bu yüzdendir, bana verilen imkanlardan kaçışım bu yüzdendir; Sırf kendimi kurtarayım kendimle kalayım bana kimse yol göstermesin yapmak istediğimi engellemesin yapmak istemediğime zorlamasın diyedir bu kaçışlar. Benim hayatımın özeti bu…” İnsan olunmadan yazar olunmayacağına inanan Tarık Buğra, eserlerinde önce insan olmanın erdemlerini keşfettiren kahramanlar koyar önümüze. Bütün ihanetlerin üzerine, güzel bir arayış yolu izleyerek doğru güzergahı bulan kahramanlardır bunlar. Osmancık’tır. Küçük Ağa’dır, Fakir Halit’tir. Ya da Yalnızlardaki kendisidir. Ona göre roman, “kâinatı ve insanları bir mizaca göre yeniden yaratmaktır.” Bu yarattığı mizaç iyi de olabilir, kötü de; solcu da olabilir, sağcı da. Ama fikirlerini birbirine dayatmayan, at gözlüğü takmayan mizaçlar olmalıdır. Bu noktada insanın kalıba dökülmeyeceğine inanan yazar, eserleriyle; inandığı düşüncesini, sağ kesimden olduğu kadar, sol kesime de aktarmayı başarmıştır. Tarık Buğra'ya göre yazar: "ispatlamaz, gösterir; telkin etmez, düşündürür; hüküm vermez, hüküm vermeye yol açar; iddia etmez, okuyucunun ret ve kabul, hâl ve ruh tercihini serbest bırakan bir dünya kurar. Görevi budur ve bunu başardığı ölçüde değerlidir." Ve bir edebiyatçı sanatını politik duygularına kurban etmemelidir. Edebiyatın değiştirme ve dönüştürme gücünü “Bir modaya, bir ideolojiye hatta bir hizbe”alet etmememiz gerektiğini vurgular. Militanlaşmış bir yazar, belki şöhret kazanır ama kendinden ve sanatından çok şey kaybeder. Tarık Buğra’nın eserlerine konu olan dönemlerin bir çoğu, Türk siyasi tarihinin dönüm noktalarıdır. ”Küçük Ağa, Osmancık, Yağmuru Beklerken Dönemeçte, Gençliğim Eyvah” bu dönüm noktalarının siyasi ve sosyal olaylarını insan açısından ele alırken, insanı etkileyen fikirler üzerinde de durması, yazarın ideolojik baktığı anlamına gelmez. Gerçekte politik değil, bağımsız düşünceye sahip olduğunu ispatlar. Aslında Buğra, edebiyatın gücünden istifade eden politikacılara savaş açmıştır. Ve bunu da en iyi bildiği yöntemle, tenkitle ve edebiyatla ortaya koymuştur. Onun kahramanlarındaki, ‘hayata meydan okuyan insan’ tipi kendisidir aslında. Yazarımız Dönemeç romanında:” Bir millet ki, aydını halkından kopmuş; halkını inkar ettiği, kötülediği, horladığı, ama yerine hiçbir getiremediği töreleri, görenekleri, gelenekleri ve diğer yargılarıyla başıboş bırakıp gitmişti.” Der. Özellikle Gençliğim Eyvah romanında, gençlerin politik kavgaların içine nasıl çekildiğini, hangi ideolojiler pompalayarak birbirine düşman militanlar yetiştirildiğini uzun örneklerle anlatır. İyi yetişmemiş insanların ülkesinde düzen tutmayacağını, gençliğin yanlış yollarda heder edilmemesi gerektiğini eserlerinde çığlık çığlığa anlatır. "Bir öğretmenin düşünceyi ve hür düşünmeyi öğretmeyi değil de; bir düşünceyi aşılamaya kalkışması olabilecek namussuzlukların en iğrencidir" der Düşman Kazanmak Sanatı kitabında. Oysa tüm ideolojik hareketler birbirinin zıttıdır ve birbirini yok etme çabasındadır. Hür düşünen beyinler, ancak hür düşünce üretebilir. Bu anlamda eğitimcilere ne denli sorumluluk düştüğünü de görmek lazımdır. Bu yaklaşım, kültür ve tarih bilincimizi, geçmişten geleceğe taşıdığımız manevi mirası görmemizi ve korumamızı engeller. İşte, suskunluğun, konuşmaktan daha geçerli olduğu böyle zamanda, Tarık Buğra, susmamış yazmıştır. O eserlerini bilinç düzeyi yüksek bir millet, toplumun yeniden doğuşu için gerekli kudreti, kendi köklerinde arayan aydınlar yaratmak için yazmıştır. Tüm fikirlere bağımsız yaklaşmıştır. Ona göre devlet, millet ve bayrak kutsaldır. Kutsal değerler kişisel fikirlerin önünde gelir. Tarık Buğra’nın, o günden bu güne, bizlere, seslenişiyle bitireyim; “ Büyük ve belâlı fırtınalar atlattı bu deniz. Hâlâ durulmuş ve gökyüzü tamamen mavileşmiş değildir. Fakat gemimiz için, devletimiz için, güçlenmemiz, büyümemiz için varmak istediğimiz liman uzakta değildir, ulaşılamayacak gibi değildir. Yeter ki biz, bu hiç de uzun olmayan mesafe içinde, kişileşmenin, kişiliğimizi ispatlamanın gerçek yolunu, tek tek vatandaşlar olarak, artık kavrayalım. Kişileşmenin, üstün kişilik edinmenin sâdece itirazcı zekâ ile mümkün olamayacağını, karşı çıkmakla, kötülemekle, karalamakla bir yere varılamayacağını; iyiyi, yararlıyı, doğruyu desteklemenin kişiliğimize, hele hele büyüklüğümüze halel getirmeyeceğini kavrayalım. Doğrudur: İnsana bir de düşman lâzım, insan düşmansız yapamaz. Ama gerçek düşmanını bilemeyen insan ve toplumdan da hayır gelmez; unutmayalım. (Fatma)

Bana göre, Türk edebiyatının en başarılı tarihi romanlarından birisi Osmancık’tır. Tarık Buğra’nın 1982 yılında neşrettiği romanı, Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Bey’i anlatır. ‘Osmancık - Cihan devletini kuran irade, şuur ve karakter’ başlığıyla verilen eser klasik manada bir tarihi romanın çok ötesinde. Her şeyden evvel Osmancık bir felsefe taşıyor. Nedir o? Osmanlıyı kuran kişinin karakteri ve hayat görüşü. Tarık Buğra sadece tarihi vak'aları anlatmakla kalmamış, bunu çok başarılı bir edebi üslupla yapmış. Eser o kadar başarılı ki, artık kendisi adeta bir tarihi evraka dönüşmüş durumda. Öyle ki, bugün hepimizin duyduğu ‘Şeyh Ede Balı’nın Osman Bey’e Nasihatı’ metni aslında tarihi bir vesika değil, tamamen Tarık Buğra’nın kaleminden çıkan bir metindir. Bunun dışında bir sinema filmi repliği niteliği taşıyan o kadar çok söz var ki romanda. Mesela yine Şeyh Ede Balı ile Osmancık’ın İtburnu’ndaki tekkede yaptıkları ‘dünyanın büyüklüğü’ konuşması… Buğra, Malhun Hatun ile Osmancık’ın aşkını muhteşem bir şekilde resmetmiştir. İki gencin aşkını bir ülküye, bir dirilişe bağlamıştır. Zaten orman Osmancık’ın Osman Gazi’ye dönüşümünün hikayesidir biraz da. Köse Mihal, Nilüfer Hatun, Gazi Rahman, Saniye, Ertuğrul Gazi, Dursun Fakı, Abdullah, Akça Koca, Sungur, Kalanoz, Dündar Beğ, Kıyan Selçuk, Savcı ve Gündüz Beyler, Orhan Bey, Konur Alp, Gökçe Bacı, Ak Temür ve diğerleri… Her biri romana ustaca yerleştirilmiş karakterler. Oğuzların yöreyi yurt tutması, yerleşmesi, Bizans’a yaptıkları akınlar ama illa da adaletin tesisi gibi konular büyük bir maharetle işlenmiş. Romanda altı çizilesi çok şey var. Ama birinin ben biraz daha kalınca çizeyim altını. Osman Bey bağımsızlığını ilan ederken Cuma hutbesinde ismi zikredilir. Hutbede Dursun Fakı ‘devlet yönetimi ve beylik’ üzerine bir konuşma yapar. Oradaki ifadeler çok mühimdir. Bir de Osman Gazi, vefat ettiğinde geride birkaç şahsi eşyası ve konukları için beslettiği sürüden başka bir şeyi yoktur. Altını, gümüşü, akçası hiç yoktur! Velhasıl, büyük bir yazarın büyük bir şahsiyeti anlattığı büyük bir roman bu… (Mehmet Y.)

Osmancık PDF indirme linki var mı?

Tarık Buğra - Osmancık kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Osmancık PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Tarık Buğra Kimdir?

Süleyman Tarık Buğra (d. 2 Eylül 1918 – ö. 26 Şubat 1994), Türk gazeteci ve roman, hikâye, oyun ve fıkra yazarı.

Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının tanınmış yazarlarındandır. Çok yönlü bir yazar olan Buğra, özellikle romanlarıyla tanınır. 1991'de devlet sanatçısı unvanı almıştır.

1918'de Akşehir'de doğdu. Babası, Akşehir'de ağır ceza hâkimi olarak görev yapan Erzurumlu Mehmet Nazım Bey, annesi Akşehirli Nazike Hanım idi. Çocukluğunun geçtiği Akşehir'i eserlerinin çoğunda mekân olarak tercih etti.

İlk ve ortaokulu Akşehir'de okudu. Ortaokulda Rıfkı Melül Meriç'in öğrenicisi oldu. 1933'te ortaokulu bitirdikten sonra yatılı öğrenci olarak İstanbul Erkek Lisesi'ne devam etti. İstanbul Lisesi’nde Hakkı Süha Gezgin'in, Pertev Naili Boratav'ın öğrencisi oldu. Yazar olmaya onuncu sınıfta karar verdi. Tarık Nazım müstear ismiyle hikâye ve şiirler yazmaya başladı. Okulun yatılı kısmı kapanınca Konya Lisesi'ne geçti ve 1936'da mezun oldu.

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde iki yıl okuduktan sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne geçti. Parasızlık nedeniyle zor bir öğrencilik dönemi geçirdi ve üç yıl sonra mezun olamadan bu okuldan da ayrıldı.

1942-1945 yılları arasındaki üç yıllık askerlik görevi sırasında devlet memurlarının bıyıklarını kesme kuralını ihlal ettiği için on bir sürgün yaşadı. İlk piyeslerini ve ilk romanını askerliği sırasında yazdı. İlk eseri, Akümülatörlü Radyo başlıklı piyesti. Eser, Şehir Tiyatroları tarafından reddedilince, Yalnızlar başlığıyla roman hâline getirdi.

Askerli hizmetini tamamladıktan sonra İstanbul'a döndü ve 1947'de Edebiyat Fakültesi'ne kaydoldu. Burada Ahmet Hamdi Tanpınar ve Mehmet Kaplan'ın öğrencisi oldu. Bir yandan da Şişli Terakki Lisesi'nde muallim muavinliği görevinde bulundu. 1948'de yazdığı Oğlumuz başlıklı hikâyesi Cumhuriyet gazetesinin açtığı yarışmada ikincilik ödülüne layık görüldü. Bu ödül ona edebiyat ve basın dünyasının kapılarını araladı. 1949'da ilk kitabı olan ve içinde 13 öykü bulunan Oğlumuz'u yayımladı. Çınaraltı dergisini çıkaran Yusuf Ziya Ortaç, kendisine dergiye katılmasını, Sanat Hareketleri başlıklı sütunda her hafta bir öykü yazmasını önerdi. Dergiye gönderdiği ilk hikâye, “Havuçlu Pilav Meselesi” başlıklı hikâyesi oldu. Basın dünyasından da iş teklifleri alan yazar, bu teklifler sayesinde basın hayatına atılmak için cesaret buldu ve Edebiyat Fakültesi’nden mezuniyet tezini vermeden ayrıldı.

1949-1952 arasında Akşehir’de babası Erzurumlu Mehmet Nâzım Bey’le birlikte “Nasreddin Hoca” gazetesini çıkardı. 1950'de Jale Baysal ile evlendi, on sekiz yıl sonra boşanma ile sonlanan bu evlilikten 19 Aralık 1951’de kızları Ayşe dünyaya geldi. 1952'de babasını kaybeden Buğra, gazeteyi elden çıkardı ve İstanbul'a döndü. Aynı yıl, ikinci hikâye kitabı “Yarın Diye Bir Şey Yoktur” yayımlandı.

1952-1956 arasında Milliyet, Vatan, Yeni İstanbul gibi gazetelerde edebiyat tenkitleri ve denemeler yazdı. Gazeteciliğinin bu ilk yıllarında Abdi İpekçi, Reşat Ekrem Koçu ve Peyami Safa ile çalışma imkanı bulduğu bilinmektedir.[5] Bu arada üçüncü öykü kitabı İki Uyku Arasında'yı (1954)'te yayımlayan Buğra, 1955'te Siyah Kehribar başlıklı bir roman yazdı. Dönemin faşist İtalya'sında geçen romanın pek çok eleştirmen tarafından hoş görülmedi ve yazar bir bekleme dönemine girerek uzun süre başka roman yazmadı.

Gazeteciliğe 1956-1957 yıllarında Vatan ve Yenigün gazetelerinde yayın müdürü olarak devam etti. 1958'de Milliyet gazetesi spor sayfası sorumluluğu yapan Buğra, aynı yıl Tercüman ve Yeni İstanbul gazetelerinde de yazarlık görevini sürdürdü. 1959'da önce Tercüman'ın, ardından Yeni İstanbul'un, ardından da Türkiye Spor isimli günlük spor gazetesinin yayın müdürlüğünü yaptı. 1962 yılında ise Yol adlı haftalık derginin yayın müdürlüğünü yaptı. Bu arada Türk Kurtuluş Savaşı’nı konu edinen Küçük Ağa romanını hazırladı.

Küçük Ağa, 1963 yılında Yeni İstanbul'da tefrika edildi ve 1964'te de kitap olarak yayımlandı. Çok olumlu tepkiler alan roman, Mehmet Kaplan tarafından mezuniyet tezi olarak kabul edildi ve böylece Buğra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nden diploma aldı.[8] Küçük Ağa'nın ardından dördüncü öykü kitabı Hikâyeler'i, Küçük Ağa'nın devamı olan Küçük Ağa Ankara'da ve ardından da Komik-i şehir Naşit'in hayatını anlattığı İbiş'in Rüyası'nı tamamladı. İbiş'in Rüyası, 1970 TRT Sanat Ödülleri Yarışması'nda başarı ödülüne değer bulundu.

Buğra, 1970-1976 arasında Tercüman gazetesinde köşe yazarlığı ve sanat sayfaları düzenleme işini sürdürdü. 1976'da Tercüman'dan emekli oldu ve zamanını bütünüyle edebiyata verdi. Firavun İmanı (1976), Dönemeçte (1978), Gençliğim Eyvah (1979), Yağmur Beklerken (1981) adlı dönem romanlarını yayımladı. Bu romanlarda Cumnuriyet'in çeşitli evrelerini, demokrasiye geçiş sürecindeki çalkantıları konu edindi. Devlet Tiyatroları'nda Edebi Kurul Başkanlığı'nda Edebi Kurul üyeliği yaptı. 8 Eylül 1977'de hikâye yazarı Hatice Bilen ile ikinci evliliğini yaptı.

Yazarın, Ayakta Durmak İstiyorum (1966) ve Üç Oyun (1981) adlarıyla kitaplaştırdığı piyeslerinin hemen hepsi sahnelendi, romanları da TV dizisi haline getirildi. Fıkralarından seçmeleri Gençlik Türküsü (1964), gezi notlarını Gagaringrad (1962), dil ve edebiyat üzerine yazılarını Düşman Kazanmak Sanatı (1979), denemelerini ise Bu Çağın Adı (1979) başlıklarıyla yayımladı.

Tarık Buğra'nın Sakıp Sabancı'nın hayatını anlattığı Patron başlıklı bir piyesi, Mimar Sinan'ın hayatını anlattığı bir senaryosu ile Mehmed Akif'in hayatını ele alan bir romanı da mevcuttur.

Buğra, Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluş yıllarını anlattığı Osmancık'la (1985) Millî Kültür Vakfı edebiyat armağanı’nı, “Yağmur Beklerken” romanı ile de 1989 Türkiye İş Bankası Büyük Ödülü'nü aldı. 1991'de devlet sanatçısı unvanı aldı.

1993'teki ani rahatsızlığının ardından kanser teşhisi konan Buğra, tedavi gördüğü Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi'nde 26 Şubat 1994'te hayatını kaybetti. Cenazesi Karacaahmet Mezarlığı'na defnedildi.

1999-2000 öğrenim döneminde İstanbul'un Pendik ilçesinde açılan bir liseye “Tarık Buğra” adı verilmiş; 2002’de Akşehir merkez Ortaokulu’nun adı "Akşehir Tarık Buğra İlköğretim Okulu" olarak değiştirilmiş ve 2004 yılında Akşehir'e bir Tarık Buğra heykeli dikilmiştir. Ayrıca Ankara’da Millî Kütüphane önünde bir heykeli bulunur.

Tarık Buğra, tarihçi Ayşe Buğra'nın babasıdır. Ayşe Buğra, iş adamı Osman Kavala ile evlidir.

Tarık Buğra Kitapları - Eserleri

  • Osmancık
  • Küçük Ağa
  • Gençliğim Eyvah
  • Yağmur Beklerken
  • İbiş'in Rüyası
  • Firavun İmanı
  • Yalnızlar
  • Dönemeçte
  • Yarın Diye Bir Şey Yoktur
  • Siyah Kehribar
  • Ayakta Durmak İstiyorum
  • Oğlumuz: Yarın Diye Bir Şey Yoktur
  • Düşman Kazanmak Sanatı
  • Bu Çağın Adı
  • Politika Dışı
  • Dünyanın En Pis Sokağı
  • Yüzlerce Çiçek Birden Açtı
  • Bir Ben Vardır Benden İçeri
  • Akümülatörlü Radyo
  • Zafer Gaye Değildir
  • Güneş Rengi Bir Yığın Yaprak
  • Gençliğim Eyvah
  • Hikayeler
  • Güneş ve Arslan
  • Patron
  • Siyah Kehribar
  • Sıfırdan Doruğa - Patron
  • Yalnızlar
  • Düşman Kazanmak Sanatı
  • Gagaringrad-Moskova Notları
  • Üç Oyun
  • İki Uyku Arasında
  • Gençlik Türküsü
  • Sıfırdan Doruğa
  • Bu Çağın Adı
  • Küçük Ağa Ankara'da
  • Tarık Buğra ile Söyleşi

Tarık Buğra Alıntıları - Sözleri

  • En önemli gerçek ve yaşayan tek gerçek geçen günlerdir. (Osmancık)
  • "Ortada fikir yok fikir hürriyeti diye tepinenler sürüyle." (Dönemeçte)
  • Saadet kitaplardadır. (Yalnızlar)
  • Meşhur hikâyeci kağıtların üzerinde öyle bir insan yaratmak istiyor ki; bu insan bütün insanlığın küçülüşlerine, iğrençliklerine teselli olsun. (Yarın Diye Bir Şey Yoktur)
  • "Bu memleket gramer okutmayan mektepler gördü. Bırakın grameri, lûgatten ne haber?" (Düşman Kazanmak Sanatı)
  • "Bir felaketin birdenbire söylenmesi ikinci bir felakettir." (Firavun İmanı)

  • Siyasi kudreti elinde toplayanlar eninde sonunda başkalarının çıkarları ve oyunları için çalışmaya başlıyor, kuklalaşıyorlardı. Ali Yusuf işte bunu tespit etmişti, cümlesini de buldu: Diktatörler kukladır. (Firavun İmanı)
  • Bana kalırsa bütün gerçekler ilgi çekicidir. Tabii öğrenildikleri zaman... (Yüzlerce Çiçek Birden Açtı)
  • İnsan hâin bir mahlûktur kızım. Bunu böylece bilesin. (Siyah Kehribar)
  • Yıllar, saatler, saniyeler değil, biz nereye gidiyoruz? (Yarın Diye Bir Şey Yoktur)
  • ..."Arapça hakikat'ın yerine Türkçe gerçek'i kullansak ne kaybederiz?" Cevap çok kısa idi: "Hakikat'ı kaybederiz". (Düşman Kazanmak Sanatı)
  • Yatcez bâdem şekerim. (Yağmur Beklerken)
  • Yıllar geçiyordu. Ama aynı yıllar, çeşitli insanlar için çeşitli şekilde geçiyordu. (Firavun İmanı)

  • Bunu herkes bilir. Ve.. herkesin bildiklerini söylemektense dans etmek saha iyi olmaz mı? (Yüzlerce Çiçek Birden Açtı)
  • Ölüme giden yollar ve gidişler hep aynı değildir. Ölümün ötesi herkes için aynı değildir ki. (Yarın Diye Bir Şey Yoktur)
  • ‘İnsan yaşayışı ancak ve sadece mantıkla, akılla başarıya ulaştırabilir ve mutluluk da başarının dışında düşünülemez.’ (Dönemeçte)
  • Gerçekte o şimdi bütün dünyaya ve hatta kendisine de düşmandı. (Siyah Kehribar)
  • Dünya bütünüyle ve insanla ilişkisi olan her şey ve hem de en güzel, en üstün halleriyle benim için dönüyor, ben olduğum için olmuş bulunuyordu. (Dönemeçte)
  • Bitiremediğim o kadar çok başlangıcım vardı ki... (Akümülatörlü Radyo)
  • Bir kıta keşfedilmiştir ama keşfedilen cennet de olsa insan tek başına olduktan sonra neye yarar? (Yarın Diye Bir Şey Yoktur)

Yorum Yaz