Osman - Ayfer Tunç Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Osman kimin eseri? Osman kitabının yazarı kimdir? Osman konusu ve anafikri nedir? Osman kitabı ne anlatıyor? Osman PDF indirme linki var mı? Osman kitabının yazarı Ayfer Tunç kimdir? İşte Osman kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Ayfer Tunç
Yayın Evi: Can Yayınları
İSBN: 9789750745522
Sayfa Sayısı: 504
Osman Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Her şey olmak isterken hiçbir şey olamayan, gün gün, adım adım hem servetini hem kendini tüketen bir adamın, Osman’ın hikâyesi bu roman.
Pahalı markaların, lüks yaşamın gösterişine dalıp bir kültürün, bir sınıfın yok oluşunu, kendileri de o kültürle birlikte yok olmalarına rağmen fark edemeyen bir kuşağın çarpıcı hayatını anlatıyor Ayfer Tunç.
Müzik stüdyolarından, araba galerilerinden, marinalardan geçip kapak kızlarının sert gerçekliğine çarpan… bir hafriyat kamyonunun gece yarısı yapayalnız bir adama çarptığı gibi çarpan bir hikâye.
Osman, uzun bir döneme yayılan eşsiz kurgusuyla edebiyatımızın en görkemli eserlerinden biri olmaya aday.
Kapak Kızı’nı ve Yeşil Peri Gecesi’ni dinledik.
Şimdi söz sırası Osman’da…
Bugün ayın kaçı, günlerden ne, berbat pansiyonların berbat odalarında çile doldurduğum kaçıncı gün, bilmiyorum. Zaman bir yerde koptu gitti, geceyle gündüzü ayırt etmem bile zaman alıyor artık, zaten bir önemi de yok. Beş parasızım, perişan haldeyim. Yarın ne yapacağım, nasıl sürecek bu yaşam, bilmiyorum. Allah’ım ben bu hale nasıl geldim? Düştüğüm bu halin sorumlusu kim?
Osman Alıntıları - Sözleri
- Zenginlik yeterli mi güzel bir hayat için?
- “Ama insan ne hale düşerse düşsün kendini birileri için önemli sanmak istiyor işte.”
- -Neden mutlu aşk yoktur diye mırıldanıp durdum ki bütün gece, mutlu etmeyecekse aşk neden var?-
- “Ama bitiyor.. aşkından yanıp tutuşuyorsun, kavuşamazsam ölürüm diyorsun ama sonra ne oluyorsa oluyor.. bitiyor işte. Bütün aşklar bitiyor.”
- “Mühim olan başarılı olmak, öyle değil mi? Ne iş yaparsan yap.”
- “Kimse dışardan göründüğü gibi değil ki.. herkes olduğundan başka türlü görünmeye çalışıyor..”
- “Neden mutlu aşk yoktur diye mırıldanıp durdum ki bütün gece, mutlu etmeyecekse aşk neden var?”
- “Herkes birini seviyor, ihanete uğrayacağını ya da mutsuz olacağını ya da kötü biteceğini bile bile seviyor.”
- Hiçmişim meğer, yalnızca yaşamın getirdiği üzüntüleri umutsuzca göğüslemeye çalışan biriymişim.
- “Ece Ayhan tüzüklerle çarpışa çarpışa büyüdük demiş, biz de senin bu küfürlerinle çarpışa çarpışa büyüdük baba, arada annemi de şehit verdik.”
- “Ama hayat işte.. çok şey hayal ediyoruz da olmuyor.”
- Mutsuz olduğunu nerden biliyordunuz? İnsanın yüzü söyler.. söylemez mi?
- Hayat dediğimiz şey içgüdüsel bir canlı kalma çabası aslında.
- “Sormuyorum. Bazı şeyleri bilmemek daha iyi.”
- Parası olmayana adalet yok ki bu memlekette..
Osman İncelemesi - Şahsi Yorumlar
‘’Ah, kimselerin vakti yok. Durup İnce şeyleri anlamaya.’’ Bu dizeleri sana mı yazdılar Osman? Sen neler yazdın bize Osman? Ilık ve huzurlu bir ilkbahar esintisiyle yazmaya başladığın günlüklerini gövdesi hayat kadar yaşlı, hayat kadar yeşil ve umut dolu bir ağacın dallarına bir dilek gibi astın ya… Sarsıcı bir roman… Işıkları cılız yanan bir caz kulübün de soru cevaplarla başlayan hikaye yine başladığı yere Osman’ın ışıkları tamamen kapattığı ana dönüyor. Bu araya okyanus kadar derin ve büyük bir hayat sızıyor. Osman, o hayatın kıyısında sizi naiflik ve incelikle dolu gemisinde bekliyor. Rüzgarına kapıldığınızda o gemiyle büyük dalgaların içinde buluyorsunuz kendinizi… Güneşli günlerde heyecan dolu renkli adalar keşfediyorsunuz. Fırtınaların büyüdüğü geminin su aldığı günlerde yitik bir adamın ruhunu taşa bağlayıp okyanusun dibine gönderdiğine şahit oluyorsunuz. Böyle günlerde kaptan defterini daha çok dolduruyor Osman… Defterin her sayfasını bir şişeye koyup hayallerle dolu limanlara sallıyor. Şişelerin içine balıklar, Osman’ın içine kederler giriyor. “Hayat seni öyle bir noktaya getirir ki kendini sevdiklerinle savaşırken ve nefret ettiklerinle sevişirken bulursun.” Bu sözleri senin ruhuna mı yazdılar Osman? Sen ne sanmıştın ki Osman? Kurtuluş sadece ölümden sonra cehennemden kurtulmak değildir. Yaşarken, bazen kendinden bazen insanlardan kurtulabilmektir Osman. Sen ne kendinden ne de o insanlardan kurtulabildin. Osman; Nişantaşın’da doğmuş ailesi varlıklı, babası despot, annesi melek, kardeşi öteki olan yetenekli bir hayalperest. Babası Necmi Bey her ne kadar profesör olsa da varlıklı bir yoksul… Çocuklarının başaramadıklarını başarması için esir alan babalardan. Osman romanda ters bir kimlik çiziyor babasına karşı. Dayatmalarına karşı bir çıkış yolu bulup kendi ayaklarının üstünde durup özgün bir imza atmak istiyor hayata…Babasıyla kopya kalbe sahip olan kardeşinden dolayı da yalnızlığı derinleşiyor. Babasının Osman’la tek gurur duyduğu şey onun çok iyi piyano çalıyor olması. Osman onu dinleyen herkesin kulaklarına cennet ezgileri gönderecek düzeyde iyi çalıyor piyanoyu. Tek yanılgısı hayat basamaklarını da piyano tuşları gibi sanması. Aşık oluyor Osman ve hayatın tuşlarını karıştırmaya başlıyor. Ah be Osman yere bastığında dünyanın senden daha büyük olduğunu anlamamak için ayakların hiç yere basmadı. İlkbahar esintisiyle başladığın hayatı önüne çıkan her olumsuzluğu içselleştirip kaderin bir çekici olarak gördüğünden kararan gökyüzünden felaketler yıldırım gibi indi. Senin gibi naif bir müzisyene yakıştı mı? Söylesene bana Osman sağırların dinlediği müzik mi kötü yoksa kötü müzik mi insanları sağırlaştırıyor? ‘’Yom – The Old Man’’ şarkısını armağan ediyorum sana Osman… Son olarak bir şey itiraf ediyorum; ben de senin gibi babamın yarım kalmış gururu, annemin göz bebeklerine sığdıramadığı umuduyum. (Ufuk Zafer Ada)
"Güzel değil yaşamak. Ya da çok güzeldi bir zamanlar.": Ayfer Tunç, “Anlatmak yeniden yaşamak demek.” dedirtiyor, romanın sonlarına doğru Osman’a. Aslına bakarsanız Tunç da, anlatarak yeniden yaşatıyor. Çünkü son romanı Osman, bir üçlemenin –belki de şimdilik- son romanı. İlkini 1990’ların başlarında yazmıştı: Kapak Kızı. O roman karlı bir kış günü Ankara’dan İstanbul’a giden bir trenin üç yolcusu üzerine kuruluydu. Romana adını veren kapak kızı ise eserde çok az yer bulabilmişti kendisine. Aradan on beş yıldan fazla bir süre geçtikten sonra Ayfer Tunç, o kapak kızını tozlu rafların, sisli hayallerin arasında buldu ve Şebnem, Yeşil Peri Gecesi’yle arzı endam eyledi. Güzelliğin başa bela olup olmadığını, modern hayatı, çocukluğu ve aile dramlarını ihtiva eden şahane bir anlatıydı. Ardından Dünya Ağrısı ve Aşıklar Delidir girdi hayatımıza. Farklı iki roman. Ama sonra bir gün, Ayfer Tunç’un son romanı Osman’ı gördük tanıtımlarda. Benim gibi Tunç hayranı okurlar için müjdeli bir haberdi bu. İlk başta Osman’ı idrak edemedim, onun Şebnem’in kocası olduğunu anlayamadım. Sonrasında oturdu taşlar yerine. Evet, Osman bir üçlemenin son kitabı. Ancak endişe etmeyin, çünkü bu üç roman birbiriyle bağlantılı olsa dahi bağımsız olarak da okunabilir. Zaten özellikle ikiyi okursanız üçü, üçü okursanız da ikiyi merak edip, hemen alacaksınız bence. Mesela ben Osman’ı bitirmemin hemen ardından kütüphaneme koşup, Yeşil Peri Gecesi’nin bilhassa son bölümlerini tekrar okudum. Osman, her şeyden önce çok başarılı bir anlatı. Ayfer Tunç, çok başarılı bir anlatıcı çünkü. Onun kelimeleri, onun üslubu bambaşka. Osman, Nişantaşı’nda doğup büyümüş, profesör bir babanın iki evladından biridir. İyi eğitim almış, hep varlık içinde yaşamış, yakışıklı, yetenekli bir adamdır. Ancak o kadar değildir çünkü aynı zamanda hedefsiz, ömrünce hiç çalışmamış ve dahası berbat bir çocukluk, ilk gençlik geçirmiştir. Gerçekler görünenden farklıdır. Tunç’un eserlerinde kahramanların çocuklukları onların kaderlerini çizen en önemli unsurlardan biridir. Nitekim bu Şebnem için de öyleydi, Osman için de öyle. Romanı okurken, acaba Yeşil Peri Gecesi’ni okumamış olsaydım beni nasıl etkilerdi diye de çokça düşündüm. Sonuçta oradaki esas konuyu biliyordum, lakin Osman’daki kahramanların neredeyse hiç biri bilmiyordu. Vardığım sonuç şu oldu, Osman’ı büyük bir beğeni ve merakla okur, ardından ne yapar eder, Yeşil Peri Gecesi’ni de okurdum. Hatta Kapak Kızı’nı da… Osman bir tezli roman değil. Mesaj verme kaygısı yok. Osman karakteri biraz da Masumiyet Müzesi’nin Kemal Basmacı’sını andırıyor. Osman, bir hayatı anlatıyor, insanı… Zaten Tunç bir röportajında, “Doğacı bir insan olmadım ben, şehir insanıyım. Doğada bir haftadan fazla bulunmaktan hoşlanmıyorum. Beni asıl ilgilendiren şey insan hikayesi. Doğanın hikayesi yok, döngüsü var, büyüleyici bir döngü ama o kadar, beni fazla sarmıyor. Şehirde önümden her dakika bir hikaye geçiyor.” demişti. Evet, o herhangi bir insanı alıp, öyle bir tahkiye ediyor ki, şaşıp kalıyorsunuz. Osman’da iki tekniği bir arada kullandığını görüyoruz. Buna göre, Osman hakkında araştırma yapan anlatıcı, bir yandan röportajlar yaparak onun hayatına giren kişileri konuşturuyor. Öte yandan bir sahafta bulduğu Osman’ın günlüğünü de kronolojiye uygun olarak okuyor ve bütün bir hikayeyi bize anlatıyor. Nihayetinde Osman, arabesk hayatları hiç de arabesk olmayacak bir biçimde yazabilen Ayfer Tunç’un tipik bir romanı, çok başarılı. Her zamanki gibi insanı sarsan aforizmalarla dolu. “Üniversitedeyken, çok kitap, çok şiir okuduğum yıllarda. O güzel, kaygısız, umut dolu yıllarda. O zamanlar gelecek parlak bir elma şekeriydi benim için, meğer zehirliymiş.” Sanki ben yazmışım gibi… Ah be Osman! Sana üzülsem mi kızsam mı, bilemedim. (Mehmet Y.)
Her sey olmak isterken hiçbir şey olamamış bir adam. OSMAN Ayfer Tunç'un Kapak Kızıyla başlayan Yeşil Peri Gecesiyle devam eden üclemesinin son kitabı Osman Yesil Peri gecesini okuyarak başladım ben bu üçlemeye ve hemen ardindan tanışmak istedim Osmanla da Osmanin ölümüyle başladı sayfalar sonra günlükleri ve hayatındakilerle söyleşiler şeklinde devam etti. Ama okuduğum günlükler değildi. tanıdığım birinin hikayesini kendinden dinlemek gibiydi. Hayatının anlattığı kısmında yanında, ona eşlik ediyordum sanki. Bana bu duyguyu geçiren de Ayfer Tuncun güçlü anlatımıydi tabi ki. O kadar samimi o kadar gerçek o kadar akiciydi ki osmanla vedalaşmak cok zor geldi son sayfa da Cok kibar, asil, naif, iyi niyetli Ama bir o kadar da korkak, hayalperest zayifliklarinin farkında ama bütünleşmiş amaçsız bir adam di Osman Bazen kızdım bazen üzüldüm çokça anladım ve sevdim Bitmesine üzüldüğüm vedalaşmak ta zorlandığım kitaplar arasında yerini aldı. Ben Osmandan önce Yeşil Peri Gecesini okumanızı tavsiye ederim. Bağlantıları kurabilmek daha da keyif verdi bana. Ama okunmalı mutlaka. (Yadigar)
Osman PDF indirme linki var mı?
Ayfer Tunç - Osman kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Osman PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Ayfer Tunç Kimdir?
Ayfer Tunç 1964'te Adapazarı'nda doğdu. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni bitirdi. Üniversite yıllarında çeşitli edebiyat ve kültür dergilerine yazılar yazmaya başladı.
1989 yılında Cumhuriyet gazetesinin düzenlediği Yunus Nadi Öykü Armağanı'na katıldı, Saklı adlı yapıtıyla birincilik ödülü aldı. 1999-2004 arasında Yapı Kredi Yayınları'nda yayın yönetmeni olarak görev yaptı. 2001 yılında yayımlanan ve okurdan büyük bir ilgi gören Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek-70'li Yıllarda Hayatımız adlı yapıtı, 2003 yılında yedi Balkan ülkesinin katılımıyla düzenlenen Uluslararası Balkanika Ödülü'nü kazandı ve altı Balkan diline çevrilmesine karar verildi. Tunç'un 2003 yılında Sait Faik Abasıyanık'ın öykülerinden hareketle yazdığı Havada Bulut adlı senaryosu filme çekildi ve TRT'de gösterildi. Tunç'un Saklı, Mağara Arkadaşları, Aziz Bey Hadisesi ve Taş-Kağıt-Makas adlı dört öykü kitabı, Ömür Diyorlar Buna adlı bir e-kitabı, Kapak Kızı adlı bir romanı, İkiyüzlü Cinsellik adlı (Oya Ayman'la birlikte yazdığı) bir inceleme kitabı ve Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek adlı bir yaşantı kitabı var.
Ayfer Tunç Kitapları - Eserleri
- Suzan Defter
- Aziz Bey Hadisesi
- Yeşil Peri Gecesi
- Kapak Kızı
- Dünya Ağrısı
- Osman
- Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi
- Aşıklar Delidir ya da Yazı Tura
- Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek
- Evvelotel - Saklı
- Ömür Diyorlar Buna
- Kırmızı Azap
- Mağara Arkadaşları
- Taş - Kağıt - Makas
- Memleket Hikayeleri
- Saklı
- Harflere Bölünmüş Zaman
- İkiyüzlü Cinsellik
Ayfer Tunç Alıntıları - Sözleri
- Çocukluğumun bütün anıları gülümseyen fotoğraflar oldular artık. Hiç yaşanmamış kadar uzak.. (Evvelotel - Saklı)
- ...... Her rüzgârda incecik sallanan, ıslak gözleri hep uzaklarda bir yerlere takılı duran, suskun kadın. (Evvelotel - Saklı)
- Bekledim onu, hep bekledim... Gelmedi. (Ömür Diyorlar Buna)
- Kendini her zaman olduğu gibi koca şehirde, koca ülkede, koca dünyada yapayalnız hissetti. (Kırmızı Azap)
- Türk halkı nelere inanmamıştı ki? Futbolda sekiz sıfır yenilir ve ezilmediğine inanırdı. İhtilallerin memleketin menfaati için yapıldığına inanırdı. Dünyanın sadece Türk olduğu için kendisine düşman olduğuna inanırdı. Hep bir şeylere sonuna kadar inanırdı. (Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek)
- Öykü edebiyatın gayri meşru çocuğudur. Nüfusa kaydedilmiştir, edebiyat ailesinin asil üyesidir. Ama şiir ve romanla aynı evde oturmaz. O kendi küçük evinin odalarında oturup pencereden bakar. Kenar mahallelerin dar sokaklarında yürür. Kendine ait dünyasına başkalarını sokmayı pek sevmez. Oysa şiir ailenin haylaz, havai ve biraz da hayırsız çocuğudur. Duyguludur, zaman zaman hırçındır, kavga etmeyi sever. Ağır konuşur, ağır aşk yaşar. Meraklıdır, romanın da öykünün de işine burnunu sokar. Sevimlidir, girdiği yerden çıkmaz, kimse ona git diyemez. Roman ise ailenin ağırbaşlı, ciddi, ne yaptığını bilen çocuğudur. Öykünün hakkını korur, nüfusa kayıtlı olduğundan hareketle onu ailenin üyesi sayar. Roman öyküyü gizlice sever, çünkü kendi çocukluğunu görür öyküde. Ama şiire de, öyküye de akıl vermeye kalkar. Hırslıdır. Tartışmaları o açar, gündemi o değiştirir. Akıllıdır ne de olsa, şiir kadar duygularına yenilmez. Öyküyle şiir çok iyi geçinirler. Birbirlerine daha çok benzerler. Şiir öykünün gayri meşru oluşuna aldırmaz; bütün sevecenliği ve sevimliliğiyle öykünün hayatına sızar, orada derin izler bırakır. Oysa roman, şiirin bu girdiği yere sızma ve yayılma eğilimini kaldıramaz. Yatağından şiiri kovmaya çalışır, bazen başarır, bazen başaramaz. Roman bilgiçtir, arada bir küstahlaşır, kendini ailenin sözcüsü, temsilcisi olarak görür, gösterir, başarır. Şiir romanın bu tutkusuyla dalga geçer. Havaidir. Roman çalışır, kazanır. Şiir çalışmaz, kazanır. Öykü çalışmaz, kazanmaz. Deneme ise ailenin nüfusa bile kaydedilmemiş gayri meşru çocuğudur. Çokları onun aileden olmadığını sanır. Ciddidir, boş konuşmaz, hoşsohbettir ama biraz sesi kısıktır. Aileden olmak olmamak hiç umurunda değildir. Uzak durur, beni de aranıza alın, ben de sizdenim demez. Ailenin canı cehennemedir. Duygusal olduğu halde, öyle görünmeyi sevmez. Pek varlıklı da değildir. Nüfusa kayıtlı olmadığı için payına miras düşmez. Deneme çok çalışır, ama kazanamaz. Oyun ailenin zengin kuzenidir. Sahneyle, oyunculukla, rejiyle kardeştir. Aristokrat takılır, soy ağacında kökleri çok geriye gider. Aslında tiyatro ailesine mensuptur. Edebiyat ailesinin sıkıntıları onu pek ilgilendirmez, başka bir deltada yaşar. Oyunun ailesi zengindir, ailece çalışıp kazanırlar, sonra ailece bölüşürlerken kavga çıkar. Senaryo ailenin ahbabıdır. Çok cazibelidir. Romanı pek sever, ama roman uzak durmaya çalışır ondan. Ne zaman senaryoyla dostluk etmeye kalksa kazık yiyen roman olmuştur. Anı, ailenin bunak büyükbabasıdır, çok bilir, çok konuşur, yarısı palavradır. Biyografi ailenin yurtdışında yaşayan üyesidir. Bencildir, fazla uğramaz memleketine. Otobiyografi bu ülkede daha doğmamış çocuktur, adı hazırdır, kendi yoktur ortada. Hayat aslında tek bir uzun öyküdür. Her defasında değiştirilerek yazılsa da, finali yoktur. (Harflere Bölünmüş Zaman)
- Kelimelerin iyi geldiği, yarım kalmış insanlarız biz. (Aşıklar Delidir ya da Yazı Tura)
- Geçmiş, her anlattığımızda kılık değiştiren bir uydurmadır. (Memleket Hikayeleri)
- "Müzikten konuşurken geçip giden güzel saatlerimiz..." (Saklı)
- Birini bir zamanlar sevmiş olmak insanın içinde iz bırakıyordu. İnsan o kişiyi artık sevmese bile iz kalan yer acıyordu. (Yeşil Peri Gecesi)
- Gülüşü kurgulanmış gibiydi. (Suzan Defter)
- Anadolu halkı, yüz yıl sonra “Kendi okulunu kendin yap”, kampanyasına şaşılası bir coşkuyla destek verecek, bir Allah’ın kulu çıkıp “Okulumuzu da kendimiz yapacaksak devlet niye vergi alıyor?” diye sormayacaktı. (Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi)
- Kaçamıyordu insan hayattan. Hiçbir biçimde kaçamıyordu. Mekanlar, eşyalar, şehirler, sokaklar değişiyor ve insan kendinden, hayattan kaçamıyordu. Ya da ben yapamıyordum. (Mağara Arkadaşları)
- "Artık her şey, her yer değişiyordu. Çağa uygun düşen bir yoksulluk olacaktı bahar." (Saklı)
- “En fazla bir yıl sürer yirminci asırlarda ölüm acısı.” (Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi)
- Sevmenin insanı böylesine var edebileceğine inanmazdım, yaşadım;sevmenin yokluğu fikrinin bile insanı yok edebileceğine de. Onu da yaşadım... (Kırmızı Azap)
- Yaş ilerleyince anlıyordu insan. Mutluluk öyle gökten zembille inmiyor, itina istiyordu (Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi)
- “Eriyorum, çürüyorum, hayatım bataklık gibi dibe çekiyor beni desem sana, o manasız soruyu bile sormazsın: Neden? Hemen teşhisi koyarsın: Rahat batıyor sana!” (Suzan Defter)
- Viski yorgunluğu alır derler. Kasttettikleri günün yorgunluğudur. İstediğin kadar iç, hayatın yorgunluğu baki kalır. (Yeşil Peri Gecesi)
- “Neden yazıyorum?” Yazarların birçoğu neden yazdığını bilmez. Ya da neden yazdığını bilerek başlamaz yazmaya. Yazının evrenine girildiğinde sorular belirginleşir, önceleri pek de tatmin edici olmayan, oynak cevapların bir kısmı yerli yerine oturur. Birçok soru cevaplansa da, cevaplandığı sanılsa da, “neden yazıyorum?” sorusu lezzetli bir iç huzursuzluğu sorusu olarak kalmayı sürdürür. Çünkü yazmanın bütün sırrı aslında bu sorunun içindedir ve bence yazarlar bu soruya kesin bir cevap bulup defteri kapatmak istemezler. Yazı, yazarın da eremediği bir sırdır; sır aydınlanırsa yazar ışığa yakalanmış bir tavşana dönüşür, kıpırdayamaz. Ben böyle olduğunu düşünüyorum; oysa Sait Faik, “Haritada Bir Nokta” adlı öyküsünü neden yazdığını söyleyerek bitiriyor: “Yazmasam deli olacaktım.” Ama bence bu cümle, o sır dolu sorunun cevabı değil, yazı serüveninin son aşamasında kendiliğinden vardığı bir sonuçtur; hayat karşısında tutunmanın yolunu, Sait Faik’in kendi “çaresiz çare”sini işaret eder bize. “Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi?” Sait Faik’in ölümünden iki yıl önce yazdığı “Haritada Bir Nokta”, imgeler arası ilişkiler açısından çok zengin bir öykü olmanın yanı sıra, yazının evrenine ilişkin soruları, insanla, varolmakla, toplumsallıkla da ilişkilendirerek kurcalayan bir metindir. Öykünün kurgusu ile huzursuz soruları arasındaki ilişki muhteşemdir. Şu soru: “Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi?” sorusu, “neden yazıyorum?” sorusundan hiç aşağı kalmadığı gibi, neden yazıyorum sorusunun bir önceki cevabıdır. Sait Faik bu öyküde, önce neden yazdığı sorusuna bir cevap bulmuş, yazı yazmanın bir hırs olduğuna karar vermiş ve adaya çekilmiş bir adamı / kendini anlatır bize. Ama adada insan vardır, insanın olduğu yerde kötülük vardır, kötülük onu tütüncüye koşturur, kâğıt kalem aldırır, kalemi yontturur, öptürür ve yazdırır. Sorunun cevabı değişmiştir: “Yazmasam deli olacaktım”. Yazı artık bir ilaçtır. İyi de, yazı yazmanın bir hırs olduğuna neden karar vermiştir Sait Faik? Ne olmuştur? Ne gibi kötülükler görmüş ya da etmiştir ki, vazgeçmiştir yazmaktan? “Kaybettiğim her şeyi; insanlığı, cesareti, sıhhati, safveti, dostluğu, alın terini, sessizliği yeniden bulacak; belki yeniden bir adam olmasam bile bir temiz hayatın içinde hayran, meyus ve mahcup ölümü bekleyecektim. Aklıma ara sıra esen yazı yazmak arzusunu, arzusu değil kötü huyunu, bu tek kötü huyu muvaffakiyetler, şöhretler düşünmeden, “düşünürsem Allah canımı alsın!” düşüncesiyle yeniden bulabilirsem, kalemsiz kâğıtsız dağlara fırlayacak, balığa çıkacaktım. Yazmayacaktım.” Sait Faik, bedenine girip çıktığı anlatıcı aracılığıyla, bu öyküyü bir tür günah çıkarma metnine dönüştürür. Öyle bir altmetin akar ki öyküde, Sait Faik’in yazar olmanın bütün nimetini ve külfetini tattığını, ünlü yazarlara vadedilen mevkilere ulaştığını hissederiz. Ama bundan bir parça haz duymuş olduğu için kendinden utanmış gibidir. Yazmaktan değil, şöhretten alınan hazzın yazmanın has anlamını kirlettiğini; onun, mevkilere bir an için bile olsa kanmış olabileceğini, yazmanın varlığının özü olan yanından uzaklaşmış olmaktan korktuğunu düşünürüz. Biz de onunla birlikte yazmanın bir hırstan başka bir şey olmadığına inanırız. Yazdıklarında kendini gizlemeyen, tersine, kendini ancak yazdıklarında açan bir yazar olan Sait Faik, has yazar türündendir. Onun her türlü edebi mevkii reddettiğini, baş köşeye geçip ahkâm kesmekten hoşlanmadığını, gerek yazdıklarından, gerek onu anlatanların anılarından biliyoruz. O, mevkileri reddederek varolmuş bir yazardır. Bu reddedişte de bir altını çizme, bundan övünme payı çıkarma yoktur üstelik. İşi sadece yazıyladır. Edebiyatı en doğal haliyle yaşamış ve yazmış, kendi yarattığı büyüleyici alana bir üstünlük, bir ayrıcalık atfetmemiş, okura veya insana yukardan bakmamış, kendi imgesini yeniden imal etme ihtiyacı duymamıştır. (Harflere Bölünmüş Zaman)