diorex
sampiyon

Ömür Diyorlar Buna - Ayfer Tunç Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Ömür Diyorlar Buna kimin eseri? Ömür Diyorlar Buna kitabının yazarı kimdir? Ömür Diyorlar Buna konusu ve anafikri nedir? Ömür Diyorlar Buna kitabı ne anlatıyor? Ömür Diyorlar Buna PDF indirme linki var mı? Ömür Diyorlar Buna kitabının yazarı Ayfer Tunç kimdir? İşte Ömür Diyorlar Buna kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 05.04.2022 14:00
Ömür Diyorlar Buna - Ayfer Tunç Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Ayfer Tunç

Yayın Evi: Can Yayınları

İSBN: 9789750719837

Sayfa Sayısı: 195

Ömür Diyorlar Buna Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Narlı Bahçe'yi arıyordum. Hangi coğrafyaya ait olduğunu bilebilsem yollara düşmeye hazırdım. Ama bir türlü hatırlayamıyordum: Batıda mıydı Narlı Bahçe, doğuda mı? Uzun yolların ucunda mıydı, burnumun dibinde mi? İçimde miydi, dışımda mı? Var mıydı, yok muydu? Kuzeye ve güneye giden yolları büyük denizler kesiyor, rüyalarımda sürekli yer değiştiren Narlı Bahçe'nin yolu da bir görünüp bir kayboluyordu.

"Ömür Diyorlar Buna", okurlarımızın yakından tanıdığı ve büyük bir ilgiyle okuduğu Ayfer Tunç'un yeni kitabı. Öyküleşmiş Söyleşiler, ya da Söyleşilmiş Öyküler gibi bir alt başlıkla da okunabilecek bu kitap, yaşanmış, tanık olunmuş insan hikâyelerini anlatıyor. Şapkacı Arlet'ten Aylin Işık'a, Fatma Bayraşevski'den Doktor Manuk'a uzanan bu yazılar, ömürlerimizin birer sanat yapıtı, eşsiz, başlı başına dokunaklı bir hikâye olduğunu gösteriyor.

(Tanıtım Bülteninden)

Ömür Diyorlar Buna Alıntıları - Sözleri

  • ... birbirimizi çok sevdik ama aynı zamanda değil..
  • El âlem ne der ?
  • Çünkü bazı hikâyelerin " bir " sahibi vardır...
  • Bekledim onu, hep bekledim... Gelmedi.
  • Bir gün mahalle kuaföründe saçlarını boyatırken çok içlenmiş, Sezen Aksu' dan bir şarkı patlaşmış. " Gitme dur yalan söyledim..."
  • Ama kör olası telefon çalmıyor...
  • Aşk olmadan devrim olmayacağına inandığımdan belki de...
  • Unutmaktan korkuyorum..
  • Erkek milleti hep yalan söylerdi. Hep deli gibi âşıktılar. Hep ölene kadar onu seveceklerdi. Bunlara asla inanmamalıydı.
  • “ Biliyor musunuz ki, iyi yaşanmış hayat bir hazinedir ? “
  • “... aşk laftır, derdi. Üç günde biter, bitince kalırsın ellerin çamaşır leğeninde.”
  • El âlem ne der?
  • "Herkesin bir masalı vardır...''
  • ...Aşk laftır.Üç günde biter,bitince kalırsın ellerin çamaşır leğeninde.
  • Biliyormusunuz ki,iyi yaşanmış hayat bir hazinedir?

Ömür Diyorlar Buna İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Ömür Diyorlar Buna. Ayfer Tunç'tan; Dünya Ağrısı, Kapak Kızı, Yeşil Peri Gecesi, Osman, Mağara Arkadaşları, Aziz Bey Hadisesi ve Evvelotel-Saklı'dan sonra okuduğum 8. kitap... İsmini bir şarkıdan alan Ömür Diyorlar Buna; 188 sayfadan, 5 bölümden ve irili ufaklı 22 metinden oluşuyor. AyferTunç, kimi zaman bir haberden kimi zaman ise bir anlatıdan yola çıkarak metinleri kaleme almış. Kitapta yer alan bazı metinler çeşitli zamanlarda ve yıllarda dergilerde yayımlanmış. Öykü, anı, deneme gibi çeşitli türler bir (bu) kitapta toplanarak güzel bir seçki sunulmuş. Bazen bir Yeşilçam sanatçısı, bazen bir apartman toplantısı, bazen de bir roman kahramanına can veren -benim roman ve öyküleriyle bildiğim- yazar, her metni ilmek ilmek işlemiş. Mîna Urgan, Hüseyin Rahmi Gürpınar ve Zeki Müren'e ilişkin yazılar, kitapta bulunan Üç Portre Denemesi bölümünde yer almış. Her üç kişiye ilişkin bilgileri samimi bir dille anlatan yazar, yer yer tebessüm ettiriyor. Ayfer Tunç, okuduğum en başarılı yazarlardan biridir. Kurgusunu ve dilini çok beğendiğimi ifade etmeliyim. Kitapta altını çizdiğim bazı satırlar; "Herkesin bir masalı vardır, doğunca başlar, sürer, sürer... diye özetlemişti hayat denen uzun yolu" (s. 15). "Biliyor musunuz ki, iyi yaşanmış hayat bir hazinedir" (s. 23). "Anlatırdı, aşk laftır, derdi. Üç günde biter, bitince kalırsın ellerin çamaşır leğeninde" (s. 35). "Erkek milleti hep yalan söylerdi. Hep deli gibi âşıktılar. Hep ölene kadar onu seveceklerdi. Bunlara asla inanmamalıydı" (s. 65). "... öyle alıştık ki araba gürültüsüne, artık duymuyoruz" (s. 93). "Çünkü her taşınma, arkada yığınla gerçek çöp bırakır ve bırakılan çöpler sadece hayatın artıkları değil, ruhtan da atılan safradır" (s. 110). "İncir ağacı baharın gelişini haber veren ağaçlardan değildir. Hiç incirler çiçek açtı, bahar geldi dendiğini işittiniz mi? İncir ağacı doğurgan ve çilekeş annelere benzer. Sütlüdür. Kayayı deler. İlle de yaşar, tırmanır, büyür, doğurur. Ne meyvesi ne çiçeği kokar. Bu nedenle inciri ısırdığım an, bir mucizeyle karşılaşmışım gibi bir duyguya kapılırım. Kendini belli etmeyen bu meyve, ne ilahî bir lezzete sahiptir" (s. 138). "Çünkü beklemek acıların en büyüğüdür, çeken bilir" (s. 141). "Ben Aylak Adam! Gerçek sevgiyi arayan, böylece korkuluksuz köprüden yuvarlanmamaya çalışan adam. Aylak Adam! Ben!" (s. 155). "Saflık ile zekâ kardeştir. Çok zeki insanların çoğu zaman çok da saf bir yanları vardır. Ama öyle güzel bir saflıktır ki bu, onları çoğu zaman sevilesi yapar" (s. 165). "Fotoğraflar yalan söyler; romanlar, hikâyeler zaten tümüyle yalandır ama ne güzel yalanlar" (s. 176). Okuyun, pişman olmazsınız. (Mahir)

Ömür Diyorlar Buna / Ayfer Tunç Beş bölümden oluşan “Buna Ömür Diyorlar” yazarın deyimiyle; Öyküleştirilmiş söyleşiler veya Söyleştirilmiş öykülerden oluşuyor. Yaşanmış ve tanık olunmuş insan hikayelerini anlattığı bu kitap ile Ayfer Tunç yine ruhumu on ikiden vurdu. Kitaptaki en sevdiğim kısım ise “Üç Portre Denemesi” bölümü. Birincisi Kendini bir dinazor olarak tanımlayan Mina Urgan ile ilgili yazı idi. Uzun zamandır okumak istediğim, fakat sırası bir türlü gelemeyen Urgan’ı Ayfer Tunç sayesinde Ocak ayı listeme aldım bile. İkincisi “Kedilerimi iyi doyurunuz”un konu kişisi Hüseyin Rahmi Gürpınar da şimdiye dek okumadığım fakat, okumayı istediğim yazarlar arasında idi. Ocak ayı kitaplarına bir adet de Gürpınar’ı yine Ayfer Tunç sayesinde listeme ekledim. Üçüncüsü ise San’at Güneşi. Zeki Müren ile ilgili kısım. Müren ile ilgili bilmediğim çok şey öğreten bölüm. Tunç’un kalemine hayranlığımı kitap tartıştığım dostlarım bilirler. Fakat Tunç aynı zamanda çok da iyi bir öğretmen benim nezdimde. Yeni kalemlerle tanışmama vesile olan bu kitabını Ayfer Tunç ile henüz tanışmamış olanlara, yazarın kalemi ile tanışma kitabı olarak önerebilirim. Okuyacak olanların ruhuna şifa olsun efendim. Keyifli okumalar dilerim... (Esra Miyanyedi)

Bitmez tükenmez bu dert, ömür diyorlar buna Bu gece mehtab gibi aşkım da bitse suda Gönlüm uyusun sesinde, gel dokunma şuna Bu gece mehtab gibi aşkım da bitse suda Su gibi akan bir çırpıda biten bir öykü kitabı. İçinde barındırdığı öyküler, anı yoğunluklu kurgusal bölümler barındıran hikayelerle oluşturulmuş. Birçoğunu yeni öğrendiğim, çok şaşırdığım öğrenirken keyif aldığım yer yer üzülüp yer yer güldüğüm hikayelerdi. Daha önce yazarın Suzan Defter adlı romanını okuduğumdan seveceğimi biliyordum. Öyle de oldu. Çok naif çok yalın bir anlatımı var. Keyifli okumalar. (Demii)

Ömür Diyorlar Buna PDF indirme linki var mı?

Ayfer Tunç - Ömür Diyorlar Buna kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Ömür Diyorlar Buna PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Ayfer Tunç Kimdir?

Ayfer Tunç 1964'te Adapazarı'nda doğdu. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni bitirdi. Üniversite yıllarında çeşitli edebiyat ve kültür dergilerine yazılar yazmaya başladı.

1989 yılında Cumhuriyet gazetesinin düzenlediği Yunus Nadi Öykü Armağanı'na katıldı, Saklı adlı yapıtıyla birincilik ödülü aldı. 1999-2004 arasında Yapı Kredi Yayınları'nda yayın yönetmeni olarak görev yaptı. 2001 yılında yayımlanan ve okurdan büyük bir ilgi gören Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek-70'li Yıllarda Hayatımız adlı yapıtı, 2003 yılında yedi Balkan ülkesinin katılımıyla düzenlenen Uluslararası Balkanika Ödülü'nü kazandı ve altı Balkan diline çevrilmesine karar verildi. Tunç'un 2003 yılında Sait Faik Abasıyanık'ın öykülerinden hareketle yazdığı Havada Bulut adlı senaryosu filme çekildi ve TRT'de gösterildi. Tunç'un Saklı, Mağara Arkadaşları, Aziz Bey Hadisesi ve Taş-Kağıt-Makas adlı dört öykü kitabı, Ömür Diyorlar Buna adlı bir e-kitabı, Kapak Kızı adlı bir romanı, İkiyüzlü Cinsellik adlı (Oya Ayman'la birlikte yazdığı) bir inceleme kitabı ve Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek adlı bir yaşantı kitabı var.

Ayfer Tunç Kitapları - Eserleri

  • Suzan Defter
  • Aziz Bey Hadisesi
  • Yeşil Peri Gecesi
  • Kapak Kızı
  • Dünya Ağrısı
  • Osman
  • Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi
  • Aşıklar Delidir ya da Yazı Tura
  • Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek
  • Evvelotel - Saklı
  • Ömür Diyorlar Buna
  • Kırmızı Azap
  • Mağara Arkadaşları
  • Taş - Kağıt - Makas
  • Memleket Hikayeleri
  • Saklı
  • Harflere Bölünmüş Zaman
  • İkiyüzlü Cinsellik

Ayfer Tunç Alıntıları - Sözleri

  • Çocukluğumun bütün anıları gülümseyen fotoğraflar oldular artık. Hiç yaşanmamış kadar uzak.. (Evvelotel - Saklı)
  • ...... Her rüzgârda incecik sallanan, ıslak gözleri hep uzaklarda bir yerlere takılı duran, suskun kadın. (Evvelotel - Saklı)
  • Bekledim onu, hep bekledim... Gelmedi. (Ömür Diyorlar Buna)
  • Kendini her zaman olduğu gibi koca şehirde, koca ülkede, koca dünyada yapayalnız hissetti. (Kırmızı Azap)
  • Türk halkı nelere inanmamıştı ki? Futbolda sekiz sıfır yenilir ve ezilmediğine inanırdı. İhtilallerin memleketin menfaati için yapıldığına inanırdı. Dünyanın sadece Türk olduğu için kendisine düşman olduğuna inanırdı. Hep bir şeylere sonuna kadar inanırdı. (Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek)
  • Öykü edebiyatın gayri meşru çocuğudur. Nüfusa kaydedilmiştir, edebiyat ailesinin asil üyesidir. Ama şiir ve romanla aynı evde oturmaz. O kendi küçük evinin odalarında oturup pencereden bakar. Kenar mahallelerin dar sokaklarında yürür. Kendine ait dünyasına başkalarını sokmayı pek sevmez. Oysa şiir ailenin haylaz, havai ve biraz da hayırsız çocuğudur. Duyguludur, zaman zaman hırçındır, kavga etmeyi sever. Ağır konuşur, ağır aşk yaşar. Meraklıdır, romanın da öykünün de işine burnunu sokar. Sevimlidir, girdiği yerden çıkmaz, kimse ona git diyemez. Roman ise ailenin ağırbaşlı, ciddi, ne yaptığını bilen çocuğudur. Öykünün hakkını korur, nüfusa kayıtlı olduğundan hareketle onu ailenin üyesi sayar. Roman öyküyü gizlice sever, çünkü kendi çocukluğunu görür öyküde. Ama şiire de, öyküye de akıl vermeye kalkar. Hırslıdır. Tartışmaları o açar, gündemi o değiştirir. Akıllıdır ne de olsa, şiir kadar duygularına yenilmez. Öyküyle şiir çok iyi geçinirler. Birbirlerine daha çok benzerler. Şiir öykünün gayri meşru oluşuna aldırmaz; bütün sevecenliği ve sevimliliğiyle öykünün hayatına sızar, orada derin izler bırakır. Oysa roman, şiirin bu girdiği yere sızma ve yayılma eğilimini kaldıramaz. Yatağından şiiri kovmaya çalışır, bazen başarır, bazen başaramaz. Roman bilgiçtir, arada bir küstahlaşır, kendini ailenin sözcüsü, temsilcisi olarak görür, gösterir, başarır. Şiir romanın bu tutkusuyla dalga geçer. Havaidir. Roman çalışır, kazanır. Şiir çalışmaz, kazanır. Öykü çalışmaz, kazanmaz. Deneme ise ailenin nüfusa bile kaydedilmemiş gayri meşru çocuğudur. Çokları onun aileden olmadığını sanır. Ciddidir, boş konuşmaz, hoşsohbettir ama biraz sesi kısıktır. Aileden olmak olmamak hiç umurunda değildir. Uzak durur, beni de aranıza alın, ben de sizdenim demez. Ailenin canı cehennemedir. Duygusal olduğu halde, öyle görünmeyi sevmez. Pek varlıklı da değildir. Nüfusa kayıtlı olmadığı için payına miras düşmez. Deneme çok çalışır, ama kazanamaz. Oyun ailenin zengin kuzenidir. Sahneyle, oyunculukla, rejiyle kardeştir. Aristokrat takılır, soy ağacında kökleri çok geriye gider. Aslında tiyatro ailesine mensuptur. Edebiyat ailesinin sıkıntıları onu pek ilgilendirmez, başka bir deltada yaşar. Oyunun ailesi zengindir, ailece çalışıp kazanırlar, sonra ailece bölüşürlerken kavga çıkar. Senaryo ailenin ahbabıdır. Çok cazibelidir. Romanı pek sever, ama roman uzak durmaya çalışır ondan. Ne zaman senaryoyla dostluk etmeye kalksa kazık yiyen roman olmuştur. Anı, ailenin bunak büyükbabasıdır, çok bilir, çok konuşur, yarısı palavradır. Biyografi ailenin yurtdışında yaşayan üyesidir. Bencildir, fazla uğramaz memleketine. Otobiyografi bu ülkede daha doğmamış çocuktur, adı hazırdır, kendi yoktur ortada. Hayat aslında tek bir uzun öyküdür. Her defasında değiştirilerek yazılsa da, finali yoktur. (Harflere Bölünmüş Zaman)
  • Kelimelerin iyi geldiği, yarım kalmış insanlarız biz. (Aşıklar Delidir ya da Yazı Tura)
  • Geçmiş, her anlattığımızda kılık değiştiren bir uydurmadır. (Memleket Hikayeleri)
  • "Müzikten konuşurken geçip giden güzel saatlerimiz..." (Saklı)
  • Birini bir zamanlar sevmiş olmak insanın içinde iz bırakıyordu. İnsan o kişiyi artık sevmese bile iz kalan yer acıyordu. (Yeşil Peri Gecesi)
  • Gülüşü kurgulanmış gibiydi. (Suzan Defter)
  • Anadolu halkı, yüz yıl sonra “Kendi okulunu kendin yap”, kampanyasına şaşılası bir coşkuyla destek verecek, bir Allah’ın kulu çıkıp “Okulumuzu da kendimiz yapacaksak devlet niye vergi alıyor?” diye sormayacaktı. (Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi)
  • Kaçamıyordu insan hayattan. Hiçbir biçimde kaçamıyordu. Mekanlar, eşyalar, şehirler, sokaklar değişiyor ve insan kendinden, hayattan kaçamıyordu. Ya da ben yapamıyordum. (Mağara Arkadaşları)
  • "Artık her şey, her yer değişiyordu. Çağa uygun düşen bir yoksulluk olacaktı bahar." (Saklı)
  • “En fazla bir yıl sürer yirminci asırlarda ölüm acısı.” (Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi)
  • Sevmenin insanı böylesine var edebileceğine inanmazdım, yaşadım;sevmenin yokluğu fikrinin bile insanı yok edebileceğine de. Onu da yaşadım... (Kırmızı Azap)
  • Yaş ilerleyince anlıyordu insan. Mutluluk öyle gökten zembille inmiyor, itina istiyordu (Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi)
  • “Eriyorum, çürüyorum, hayatım bataklık gibi dibe çekiyor beni desem sana, o manasız soruyu bile sormazsın: Neden? Hemen teşhisi koyarsın: Rahat batıyor sana!” (Suzan Defter)
  • Viski yorgunluğu alır derler. Kasttettikleri günün yorgunluğudur. İstediğin kadar iç, hayatın yorgunluğu baki kalır. (Yeşil Peri Gecesi)
  • “Neden yazıyorum?” Yazarların birçoğu neden yazdığını bilmez. Ya da neden yazdığını bilerek başlamaz yazmaya. Yazının evrenine girildiğinde sorular belirginleşir, önceleri pek de tatmin edici olmayan, oynak cevapların bir kısmı yerli yerine oturur. Birçok soru cevaplansa da, cevaplandığı sanılsa da, “neden yazıyorum?” sorusu lezzetli bir iç huzursuzluğu sorusu olarak kalmayı sürdürür. Çünkü yazmanın bütün sırrı aslında bu sorunun içindedir ve bence yazarlar bu soruya kesin bir cevap bulup defteri kapatmak istemezler. Yazı, yazarın da eremediği bir sırdır; sır aydınlanırsa yazar ışığa yakalanmış bir tavşana dönüşür, kıpırdayamaz. Ben böyle olduğunu düşünüyorum; oysa Sait Faik, “Haritada Bir Nokta” adlı öyküsünü neden yazdığını söyleyerek bitiriyor: “Yazmasam deli olacaktım.” Ama bence bu cümle, o sır dolu sorunun cevabı değil, yazı serüveninin son aşamasında kendiliğinden vardığı bir sonuçtur; hayat karşısında tutunmanın yolunu, Sait Faik’in kendi “çaresiz çare”sini işaret eder bize. “Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi?” Sait Faik’in ölümünden iki yıl önce yazdığı “Haritada Bir Nokta”, imgeler arası ilişkiler açısından çok zengin bir öykü olmanın yanı sıra, yazının evrenine ilişkin soruları, insanla, varolmakla, toplumsallıkla da ilişkilendirerek kurcalayan bir metindir. Öykünün kurgusu ile huzursuz soruları arasındaki ilişki muhteşemdir. Şu soru: “Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi?” sorusu, “neden yazıyorum?” sorusundan hiç aşağı kalmadığı gibi, neden yazıyorum sorusunun bir önceki cevabıdır. Sait Faik bu öyküde, önce neden yazdığı sorusuna bir cevap bulmuş, yazı yazmanın bir hırs olduğuna karar vermiş ve adaya çekilmiş bir adamı / kendini anlatır bize. Ama adada insan vardır, insanın olduğu yerde kötülük vardır, kötülük onu tütüncüye koşturur, kâğıt kalem aldırır, kalemi yontturur, öptürür ve yazdırır. Sorunun cevabı değişmiştir: “Yazmasam deli olacaktım”. Yazı artık bir ilaçtır. İyi de, yazı yazmanın bir hırs olduğuna neden karar vermiştir Sait Faik? Ne olmuştur? Ne gibi kötülükler görmüş ya da etmiştir ki, vazgeçmiştir yazmaktan? “Kaybettiğim her şeyi; insanlığı, cesareti, sıhhati, safveti, dostluğu, alın terini, sessizliği yeniden bulacak; belki yeniden bir adam olmasam bile bir temiz hayatın içinde hayran, meyus ve mahcup ölümü bekleyecektim. Aklıma ara sıra esen yazı yazmak arzusunu, arzusu değil kötü huyunu, bu tek kötü huyu muvaffakiyetler, şöhretler düşünmeden, “düşünürsem Allah canımı alsın!” düşüncesiyle yeniden bulabilirsem, kalemsiz kâğıtsız dağlara fırlayacak, balığa çıkacaktım. Yazmayacaktım.” Sait Faik, bedenine girip çıktığı anlatıcı aracılığıyla, bu öyküyü bir tür günah çıkarma metnine dönüştürür. Öyle bir altmetin akar ki öyküde, Sait Faik’in yazar olmanın bütün nimetini ve külfetini tattığını, ünlü yazarlara vadedilen mevkilere ulaştığını hissederiz. Ama bundan bir parça haz duymuş olduğu için kendinden utanmış gibidir. Yazmaktan değil, şöhretten alınan hazzın yazmanın has anlamını kirlettiğini; onun, mevkilere bir an için bile olsa kanmış olabileceğini, yazmanın varlığının özü olan yanından uzaklaşmış olmaktan korktuğunu düşünürüz. Biz de onunla birlikte yazmanın bir hırstan başka bir şey olmadığına inanırız. Yazdıklarında kendini gizlemeyen, tersine, kendini ancak yazdıklarında açan bir yazar olan Sait Faik, has yazar türündendir. Onun her türlü edebi mevkii reddettiğini, baş köşeye geçip ahkâm kesmekten hoşlanmadığını, gerek yazdıklarından, gerek onu anlatanların anılarından biliyoruz. O, mevkileri reddederek varolmuş bir yazardır. Bu reddedişte de bir altını çizme, bundan övünme payı çıkarma yoktur üstelik. İşi sadece yazıyladır. Edebiyatı en doğal haliyle yaşamış ve yazmış, kendi yarattığı büyüleyici alana bir üstünlük, bir ayrıcalık atfetmemiş, okura veya insana yukardan bakmamış, kendi imgesini yeniden imal etme ihtiyacı duymamıştır. (Harflere Bölünmüş Zaman)

Yorum Yaz