Mücellâ - Nazan Bekiroğlu Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Mücellâ kimin eseri? Mücellâ kitabının yazarı kimdir? Mücellâ konusu ve anafikri nedir? Mücellâ kitabı ne anlatıyor? Mücellâ kitabının yazarı Nazan Bekiroğlu kimdir? İşte Mücellâ kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Nazan Bekiroğlu
Yayın Evi: Timaş Yayınları
İSBN: 9786050820416
Sayfa Sayısı: 344
Mücellâ Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Nazan Bekiroğlu Nar Ağacı’ndan sonra merakla beklenen yeni romanı Mücella’da bizleri 1920-1970’li yılların Türkiye’sinden nostaljik bir hikayeyle buluşturuyor.
Mücella, genç Cumhuriyet’le yaşıt bir kızın, unutulmuş kumaşların, kokuların, alışkanlıkların, iğne oyalarının, kimi yarım kalmış kimi tamamlanmış aşkların, hayatı seyretmekle yaşamak arasında gelip giden kadınların romanı.
Zamanın daha ağır aktığı, hayatın ritminin daha çok mahalle aralarında karar bulduğu vakitler. Gaz lambasının ışığında içilen nohut kahvesinin ağızda buruk bir tat bıraktığı dönemler.
Arka planda Türkiye, pek çok çalkantının içinden geçerken bile kendini bildi bileli çeyiz işleyen bir genç kız Mücella. Adım adım hayattan çekilirken bunu neredeyse hiç fark etmeyen... Neyi beklediğini bilmeden bekleyen... Derken günün birinde, kıyısında kaldığı hayata son bir çabayla dönmek isteyen...
Sümbül kokulu bembeyaz yastık kılıfları, kanaviçe işli peçeteler, uçları fistolanmış havlular, çeyiz sandıkları arasında…
Hanımeli, yasemin ve leylâk kokulu yaz ikindileri gibi uzun kış gecelerinde de, ya çardağın altında ya hep o soldaki pencerenin içinde...
Mücella’nın dupduru ve çarpıcı hikayesi.
Mücellâ Alıntıları - Sözleri
- Şimdi ey bezirgân, suçu suçluya ödetmeli masuma değil. Bu yüzden ben bir isimden ibaret kalsam bile, ölsem bile, kalsam bile, bir isim bile kalmasa benden geriye. Sen o ismi unutma...
- hayatı seyretmeye alışkındı Mücellâ
- "Korkma" dedi. "Kimse aşktan ölmez. O işler sadece masallardadır. Bir de romanlarda filmlerde. Hangi ateş sonsuza kadar yanmış ki ? Biraz tüter sonra sönersin. Birazcık acı çekeceksin. Ama bir ömür pişmanlık duymandan iyidir. Sonra bana teşekkür edeceksin. Gerçeğe dön artık."
- Kendimi senin yanında güçlü hissetmiştim. Denenmemiş gücün kaç kırat çektiğini kim bilebilir? Çocukmuşum. Öğrendim.
- Elbet kader neyse o yaşanacak âmenna. Ama kaderi de kolaylaştırmak lâzım, öyle değil mi?” Öyleydi.
- Bir şeyden korunmak, onunla hiç karşılaşmamakla mümkün olabilirdi en fazla.
- Yolu aşka uğrayıp da bedbaht olmamış tek fert yoktu ona göre dünya yüzünde.
- Karışmış bir yün çilesi gibiyim.Ucumu bulup da açan yok.Şu deniz ve gökler nasılsa, içim de öyle benim.
- Sevmek anlamaktan sonra gelir..
- Ama şu kesindi; İnsanoğlu çiğ süt emmişti..
- Tanımaktır anlamanın ilk şartı. Sevmek anlamaktan sonra gelir.
- Tanımaktır anlamanın ilk şartı.Sevmek anlamaktan sonra gelir.
- Tüten bir baca kadar hayatı haber veren ne olabilir ki?
Mücellâ İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Mücellâ: Bir hayat bir evde nasıl geçer, bir ömür o eve, o haneye nasıl sığar. Ve yaşam yavaş yavaş nasıl da alıp götürür çevremizdekileri ve olan biteni buna şahitlik edeceğimiz bir kitap. Bir solukta okudum, ve bir solukta geçti Mücellanın ömrü... (Berna Bülbül)
Senin hayatının benim hayatıma düşen yazısı bu ...: Nazan Bekiroğlu'nun okuduğum 4. Kitabı oldu. Yeni yazarla tanışmıştım oysa, kitapları su gibi gidiyor. Önce Mücellâ mı, yoksa Nar Ağacı'nı okumalıyım diye büyük bir ikileme düşmüştüm. Sonra yorumlara baktım ve Mücellâ'yı seçtim. Nedeni ise büyük bir çoğunluk önce Nar Ağacı'nı okumuş ondan sonra Mücellâ'yı çok sevememişler. Bende en güzelini sona saklamayı düşünüyorum.)) Ah Mücellâ, hikâyen açıkçası beni paramparça etti. Dağıldım dün. Oysa hayatın trajedi de değildi. Sade, dümdüz bir hayat. Sessiz akan bir dere gibi, akıp gidiyor işte. "Neyyire Hanımın uslu kızı, içten içe ne acılar çektin be" ,, Tanık olduğu onca fırtınaya rağmen kendi hikayesi sessiz sedasız, olaysız, şaşırtmacasız sona ererken Mücellâ en fazla da zamanın iki yüzlü olduğunu, koşması gereken yerde durduğunu, durması gerekirken koştuğunu anlarken günler geçmişti. Yaptıkları kadar yapamadıklarına da, yaşadıkları kadar yaşayamadıklarına da aynı tevekkülle bakmıştı. ,, Kitabın konusu adından da anlaşıldığı gibi Mücellâ'nın hayatını anlatıyor. Önce küçük bir kız çocuğu olarak görüyoruz onu. Babasını kaybetmiş. Abisinin karısı ve annesi anlaşamadığı için onların eve terkedip, başka şehre taşınmasından sonra Mücellâ ve Annesinin tek başına olan yaşamalarını anlatıyor. Tek geçimleri babasından kalan terzilik. İlkokulu bitirdikten sonra bitti Mücellâ'nın eğitimi. Annesi babasız bir kız çocuğunun büyütülmesinin çok zor olduğunu ve sıkı bir disiplin gerektiğini düşünen bir mantıkta. Mücellâ'nın burnunun ucu bile dışarı çıkmıyor. Hep uzaktan seyrediyor hayatı. Yalnız hiçbir şey yapamıyor. Bir yere gitmek istese hep yanında birisi olmalı. Bana ne kadarda yabancı bir hayat. Okurken benim tüylerim diken diken oldu. Düşünmek bile bu kadar zorken yaşamak kimbilir nasıl. Son sayfalara doğru ilk kez kendi isteğiyle, başkasının değil, kendi isteğiyle sinamaya gidiyor, yalnız. O anda bile sanki biri çıkıp neden yalnız çıkıyorsun diyecek diye korkuyor. Ah Mücellâ bu hâle nasıl geldin. En büyük hayali aşk. Evlenmesi mutlu bir hayatı olması. bir gün biri gerçekten onu sevmesi. Hep bunun hayalini kuruyor. Çok bekliyor Mücellâ. Aşkı en çok hakkeden kişi bulamıyor maalesef. Annesi daha sonra yaptığı baskıdan dolayı pişman olsa da. Bir hayatı ziyan etti. (1920-1970) yıllarında geçiyor hikayemiz. Cumhuriyetle yaşıt Mücellâ, dönemin siyasi görüşlerini de görüşüyoruz. Olan zorlu yönetimide. Çok zor günler geçiren Türkiye'nin, etkilerini görüyoruz Mücellâ'nın hayatında. Gaz lambasından elektriğe geçişte Mücellâ'nın şaşkınlığını hâlâ hatırlıyorum. Kitabın o nostajik havasına çok çabuk adapte oldum. Aşkların en masum ve büyük olduğu zamanlar. Son olarak Mücellâ'nın hikâyesinin son cümleleriyle bitireyim; Her şeyi ciddiye almaya yazgılı, yalnız ve mutsuz ama mutsuzluğunun farkında bile değil, kendi içinde bir nabız gibi atarak çoğalıp duran bir kız çocuğu ile kuruyup gitmiş yaşlı bir kız arasında yaşanması her zaman için olası bir sahneydi bu. Tek farkla: Gerçek oldu. (s.338) Çok güzel bir kitap. Bence okuyun. ... (Mervé)
-Hayatı seyretmeye alışkındı Mücella- Kitaptaki bu cümle onu nasıl da özetliyor. Hayatı kıyısından köşesinden seyreden, içine giremeyen, annesinin baskısı yüzünden bahçelerindeki ağacın bir adım ötesine geçemeyen bir kızın hikayesiydi bu. Ama daha çok çevresindeki insanların büyüyen, genişleyen şekillenen ve çalkalanan hayatını izleyişine tanık olunuyordu. Arka plandaysa Cumhuriyetin ilk kurulduğu yıllar, savaşların yitirdiği insanlar, açlık, yokluk, yıkılan umutlar ve gizlenen acılar var. Mücella'nın gözünden bir ülkenin şekillenişini, insanlarıyla birlikte gelişimini, büyüyüşünü de görüyoruz. Gaz lambalarıyla aydınlanan, doğru düzgün yolu olmayan, pilli radyoların cızırtısında dış dünyayla bağlantı kurulmaya çalışılan yıllardan ileriye doğru uzanıyor, yavaşça geleceğe yürüyoruz. Böylesine bir konudan roman çıkar mı, sıradan bir kadının hayatı kitap olur mu demeyin sakın, olmuş. Hem de çok güzel olmuş. Nazan Bekiroğlu'nun kaleminde bir dönem ve bir hayat yoğrulmuş. Darbelerin estiği, Menderes'in idam edildiği, sağ sol olaylarının patlak verdiği ve kardeşin kardeşe düşman edildiği yıllar Mücella'nın cızırtılı radyosundan acı, acı duyuluyordu. Su başındaki geyiklerin resmedildiği duvar halısı ve kadranında başını eğe, eğe darısını yiyen tavuklu çalar saat beni çocukluğuma ışınlayıverdi. Çocukluğumun en hazin hatıraları kalbimde canlandı. Geçmişe yad eden harika bir romandı. Bittiğinde içimde küçücük bir sızı kaldı. *Razı geldi payına düşene. *Demek hayat böyle bir şeydi. Buydu demek, bu kadardı onun nasibi. *Sadece bir andı ama ebediyet kadar derindi. (Görünmez Kadın)
Kitabın Yazarı Nazan Bekiroğlu Kimdir?
3 Mayıs 1957 tarihinde Trabzon'da doğdu. İlk ve orta tahsilini aynı kentte yaptıktan sonra Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi (1979). Dört yıl lise öğretmenliği yaptı. KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimi Bölümü'ne öğretim görevlisi olarak girdi. (1985). Orhan Okay yönetiminde sürdürdüğü Halide Edib Adıvar'ın Romanlarının Teknik Açıdan Tahlili konulu doktorasını tamamladı (1987). Aynı bölümde öğretim üyesi olarak çalışmaya başladı. Şair Nigar Hanım konulu çalışmasıyla doçent oldu (1995). 1998'den itibaren aynı fakültede açılan Türkçe eğitimi bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmakta olan Nazan BEKİROĞLU 4 Mayıs 2001'de profesör olmuştur
Şehirli bir ailenin üç çocuğundan en küçüğü olan Nazan Bekiroğlu; kendi ifadesiyle 'ehl-i kalem ve kelam' bir baba ile titiz ve oldukça eğitimli bir annenin, iki de ağabeyin ikliminde epey nazlanarak, korunarak, esirgenerek büyümüştür. Çocukluğunda Türkçesi bozulur diye sokak yasaklanmış ve arkadaşları seçilmiştir, bunun için konuşurken Karadenizliliği hiç hissedilmez. Bekiroğlu, Türk Edebiyatı dergisi röportaj yazarı Belkıs İbrahimhakkıoğlu'na verdiği bilgilerle, kendini ve (birbirini andıran) hikayeleriyle şiirlerini şöyle anlatmıştır.
Doğduğu ay (3 Mayıs), ruh dünyası ve ardından şiir ve hikayelerinde hep yer almıştır. Altı yaşına kadar oturdukları, konak yavrusu denilebilecek büyük evde yaşadıkları, hikayelerinin şuur altı malzemesini hazırlamıştır; 'Çini dolap tutamakları, billur kapı kolları, vitraylardan süzülen efsunlu hava, kapı yanında açan filbahri çiçekleri, taş duvarlardan fışkıran yabani incir dalı, kocaman halının göbeğine düşen sarı ikindi güneşi, geceleri yatağa uzanan dalga sesleri ve bu seslerle karışan martı çığlıkları.' Bütün bunların izdüşümleri daha çocukluk yıllarında sanatkar ruhunu yoğuran dünyanın temelini teşkil etmişlerdir.
On dört yaşında babasının vefatıyla beraber ailenin ekonomik ve sosyal rengi değişir. Konaktan apartman dairesine geçiş yazarın içe dönük ruh yapısının teşekkülünde ve duyarlılığının şekillenmesinde etkili olmuştur. Daha sonra yüksek tahsil için aileden uzaklaşması bakışlarını dış dünyaya çevirmesini Anadolu'yu ve insanını tanıtmasını sağladı. Öğrencilik yıllarında halk edebiyatı ve Orta Asya estetiğinin peşinde idi. Bunu bir ölçüde ilk hikayelerine de yansıttı. (Hava Hanım Öldü) . Gerek sanatkar, gerekse akademik kişiliğinin gelişmesinde hocası Orhan Okay'dan teşvik ve destek gördü.
Kendi ifadesiyle, kendini asıl buluşu mezuniyet sonrası yıllara rastlar. 1979 yılında apartmandan tekrar eski, müstakil ve bahçeli bir eve taşınırlar. Böylece sanatkarımız, ruhunu harekete geçiren atmosfere yeniden kavuşur. Daha sonra bir İstanbul seyahatinde hayatına Osmanlı ve Topkapı girer ve bu saray giderek, adeta bir tutkuya dönüşür. Ama onu çeken Osmanlı'nın zaferleri ya da yenilikleri değildir. 'Saray'ı özellikle insani yanı ile yakalamaya çalışır.
Bekiroğlu, edebiyata ve özellikle şiire meraklı bir aileden geliyor. Baba ve anne şiiri duyan ve duyuran insanlar. Babası 'Hedef' adlı bir mahalli bir gazetenin sahibiydi. Basılmamış roman denemeleri ve pek çok şiirleri bulunan, tarihe ve bilhassa Osmanlı tarihine meraklı bir zattı. Bekiroğlu 'güzele ilgi duymayı' babasından öğrenmiştir. Okumayı, kendisine sevdiren babasıdır. 'İçinde Bir Sızı Var' hikayesinde kahraman da babasıdır.
Bir zamanlar Tanpınar'ın etkisinde kaldığını şu anda bu etki üzerinden attığını söyler. Hayran olduğu Dostoyevski'den insan ruhunun labirentlerini vermesi bakımından etkilenir. Oscar Wilde'ın insan ruhunun evrensel prensipler doğrultusunda ve çok sade çizgilerle hikayeler yazmasından etkilenir. Nun Masalları döneminde Oscar Wilde gibi hikayeler yazmak ister. Nun Masalları'nın sade görünümünde onun etkisinin olduğunu söyler. Mustafa Kutlu'dan teknik anlamda geleneğe yaslanması yönünden etkilenir. Sezai Karakoç'tan geleneğin dönüştürülerek bugün nasıl kullanılabileceğini öğrendiğini söyler.
Nazan Bekiroğlu Kitapları - Eserleri
- Yusuf ile Züleyha
- Lâ: Sonsuzluk Hecesi
- Nar Ağacı
- Cam Irmağı Taş Gemi
- Cümle Kapısı
- Mavi Lale
- Mor Mürekkep
- İsimle Ateş Arasında
- Nun Masalları
- Şair Nigâr Hanım
- Yol Hali
- Mimoza Sürgünü
- Kelime Defteri
- Karınca İzleri - Hikmet Aksoy Kitabı
- Mücellâ
- Halide Edib Adıvar
- Yerli Yersiz Cümleler
- Kehribar Geçidi (Ciltli)
Nazan Bekiroğlu Alıntıları - Sözleri
- hayatı seyretmeye alışkındı Mücellâ (Mücellâ)
- Ufukta bir gövdenin göründüğünü, ışığın tan üzerinde belirdiğini ümit ederek ama bir türlü görmeyerek. (Kelime Defteri)
- Belki bir gün gelirsin. (Kehribar Geçidi (Ciltli))
- Ne yani kıymet bilmeyenlerin elinde heba olup gitse miydi canım kitaplar ? (Kehribar Geçidi (Ciltli))
- Eğer aşk bir kere gerçekleşmişse yapılacak en uygun şey kaderi onun ellerine teslim etmektir... (Kelime Defteri)
- " Sarsılıyor kalbim yedi yerinden, bunca sarsıntıyı ben kâzasız belâsız nasıl geçeyim? " (Yusuf ile Züleyha)
- "Akıl ve Kalp: Aklıma yaslansam kalbim, kalbime yaslansam aklım yarı yolda bırakıyor." (Kelime Defteri)
- "İnşirah süresine ve seccademe kapanmış ağlıyorum." Secde yerini görecek kadar aydınlık. Necip Fazıl'ın sırrı (Cümle Kapısı)
- "Ateşe düşmeyen yanmayı nereden bilsin? Elini bıçak çizmeyen kanın rengini nasıl öğrensin?" (Yusuf ile Züleyha)
- "Kahraman sen olsan da, hikâye benim..." (Nar Ağacı)
- İnsanlık arenalarda olmasa da gladyatör dövüştüren zihniyeti bugün hâlâ taşıyor. (Yerli Yersiz Cümleler)
- Ya bu kadar sabırlı olmasaydım ya da bu kadar derinden kırılmasaydım. (Yerli Yersiz Cümleler)
- Beşiği sallayan el dünyaya hükmeder. (Halide Edib Adıvar)
- Fakat ömrünün çiçeğinden söz etmemiz gerekirse, bu mutlaka hanımelidir. En sevdiği çiçektir hanımeli, bunun birinci nedeni de kokusudur. Bu koku Nigâr Hanım'ın ruhunda yeni açılımlar yaratmaktadır. (Şair Nigâr Hanım)
- İçine bak, imkansız bir şey olmadığını göreceksin. Kapat gözlerini gitsin. (Mor Mürekkep)
- Şimdiye kadar bütün öğrendiklerim ... Hayata dair, hiçbir şeyi anlamama yetmediler. Öyleyse onları unutmalıyım. Unutmalı ve yeniden başlamalıyım. (Mor Mürekkep)
- Bahar, bir yığın hatıranın ayrıntısında ruha dair bir hikâyedir... (Mavi Lale)
- “Ateşe düşmeyen yanmayı nereden bilsin? Elini bıçak çizmeyen kanın rengini nasıl öğrensin?” (Yusuf ile Züleyha)
- " Allah'ım " dedi, " Hiçbir şeyim olmasa bile sana şu nefes için hamdolsun." (Nar Ağacı)
- Fakat bütün istediği yorgun başını dinlendirebileceği müşfik bir dost omzudur. (Şair Nigâr Hanım)