Modern Ortadoğu Tarihi - William L. Cleveland Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Modern Ortadoğu Tarihi kimin eseri? Modern Ortadoğu Tarihi kitabının yazarı kimdir? Modern Ortadoğu Tarihi konusu ve anafikri nedir? Modern Ortadoğu Tarihi kitabı ne anlatıyor? Modern Ortadoğu Tarihi PDF indirme linki var mı? Modern Ortadoğu Tarihi kitabının yazarı William L. Cleveland kimdir? İşte Modern Ortadoğu Tarihi kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: William L. Cleveland
Çevirmen: Mehmet Harmancı
Yayın Evi: Agora Kitaplığı
İSBN: 9786051030043
Sayfa Sayısı: 634
Modern Ortadoğu Tarihi Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Alanının başlıca referans çalışmalarından biri olan "Modern Ortadoğu Tarihi", yazarının öncelikle öğrencileri ve bu konuda daha Önce ayrıntılı bilgi sahibi olmayan genel okurları gözeterek hazırladığı yetkin bir tarih çalışmasıdır.
Cleveland bu doğrultuda, okuru 7. yüzyılda İslamiyet'in doğuşuyla gelişen serüveniyle tanıştırdıktan sonra, son iki yüzyılın derin ve genellikle dramatik nitelikteki dönüşümlerine odaklanır. Siyasal tarih ekseninde bir çerçeve oluşturduktan sonra da, geniş bir yelpazede ortaya koyduğu toplumsal, kültürel ve ekonomik gelişmeleri, bütün Ortadoğu hikâyesinde birleştiren tek bir anlatıda yoğunlaştırır. (Ayrıca bu çeviriye esas alınan özgün kitabın üçüncü basımına, 11 Eylül'deki El -Kaide saldırılarıyla ABD'nin Irak işgalinin ilk aşamalarının -uzman bir tarihçi perspektifiyle- eleştirel gözle değerlendirilmesinin yer aldığı bir sonsöz bölümü eklenmiştir.)
Dolayısıyla VVüliam L. Cleveland'ın tarih disiplininin köşe taşlarından birini oluşturan bu devasa çalışması, Osmanlı İmparatorluğumda ve Mısır'da gerçekleştirilen reformlardan Batı emperyalizminin egemenliğine, İran Devrimi'ne ve Körfez Savaşı'na uzanan Ortadoğu'nun modern tarihine kapsamlı bir bakıştır.
Modern Ortadoğu Tarihi Alıntıları - Sözleri
- Büyük Lübnan, Marunilere en büyük dini toplumu oluşturacakları ayrı bir siyasal birim sağlamak üzere kuruldu. Ancak Maruniler nüfusun çoğunluğunu oluşturmuyorlardı. Fransızlar yeni devlete hakim nüfusu Müslüman olan yeni bölgeler ekleyerek, Maruni nüfusunu yüzde 30'a indirmişlerdi. Dolayısıyla Maruniler, yeni devletin sınırları içinde siyasal hakimiyetlerini sürdürmek için Fransız desteğine ihtiyaç duyacaklardı. Bu durum iktidar mücadelesinin dini bağlılıklar temelinde yapılacağı kolay patlayacak bir siyasal kargaşanın varlığını da garanti etmiş oluyordu. Maruniler Lübnan'ı kendi özel Hıristiyan anavatanlari olarak görüyorlar, siyasal ve ekonomik üstünlüğün kendilerinin hakkı olduğunu düşünüyorlardı.
- Cihad, basit anlamıyla ‘Allah yolunda çaba harcamak' demektir. Bu, bir insanın günahkâr eğilimlere karşı yürüttüğü iç mücadelesi demek olduğu gibi, İslam toplumunun hayrı adına fazladan bir çaba göstermek de olabilir. Cihad, 20. yüzyıl sonlarında ve 21. yüzyıl başları hareketlerinde siyasal protesto aracı olarak da kullanılmıştır. Bu hareketler Mısır'da ya da başka yerlerde olsun baştaki rejimleri dinsiz olarak tanımlamışlar ve bunları bir cihad aracilığıyla devirmenin gerekli olduğunu iddia etmişlerdir. Ruhani bağlamina ek olarak cihad, Müslümanların yönetimindeki toprakları savunmak ya da genişletmek için Müslüman olmayanlara karşı silahlı mücadeleye girmek de demektir. Dolayısıyla, cihad değişikliklere sahip bir doktrindir ve onu sadece kutsal savaş' olarak algılamak yanlıştır; böylesi bir akıl yürütmeden dikkatle kaçınılmalıdır.
- ABD'yle Sovyetler Birliği arasındaki Soğuk Savaş mücadelesi Ortadoğu'nun tamamını etkilemişse de, süper-güç rekabetinin içine çekilen ilk bölge devletleri, Sovyetler Birliği'nin komşuları Türkiye ile Íran oldu. Sovyetler Birliği'ni kuşatma politikasının bir parçası olarak ABD, iki devlete de ekonomik ve askeri yardım sağladı. Amerika Birleşik Devletleri bunu yaparak Türkiye ve İran'ın iç ve dış politikasında etkili bir güç olarak devreye girmiş oluyordu.
- 11. yüzyılın ortalarında Selçuklular olarak tanınan bir Türk aşiretler topluluğu, fran üzerinde hakimiyetini kurmuştu. Abbasi halifesi 1055'te Selçuklu liderini Bağdat'ta askeri ve idari yönetimi ele almaya davet etti. Türk Selçukluları, halifenin yöneticileri ve yüksek İslam geleneğinin savunucuları oldular. Selçuklu sultanları bu konumlarıyla, kuzeydoğu İran'dan Arap topraklarına kadar uzanan devasa bir imparatorluk kurdular. Selçukluların yükseliş döneminde başka Türk aşiretleri de batıya göç edip, kuzeybatı İran ve Kafkasya'da sürekli bir Türk varlığı oluşturdular. Selçukluların 1071'de Malazgirt'te Bizans ordusunu yenmesi üzerine bu göçebe aşiretler Anadolu'ya girdiler ve bu toprakların Rumca konuşulan Hıristiyan topraklarından, Türkçe konuşan Müslüman topraklarına dönüşümü başlamış oldu.
- Hükümetin temel mekanizmaları kurulduktan sonra Atatürk, Osmanlı geçmişini söküp atmak ve yerine, milli hayatın her alanında Batılılaşmayı geçirmek için yoğun bir reform dönemine girdi. Reformlardan bazıları yeni görülse de, çoğunlukla 19. yüzyılda başlayan dönüşümün devamıydılar. Atatürk de Osmanlı reform çağının bir ürünüydü ve cumhurbaşkanlığı döneminde kabul edilen yasalarin pek çoğunun kökenleri geçmiş onyıllarda bulunmaktaydı. Değişim yoğunluğu Atatürk döneminde hızlanmışsa da, değişim yeni değildi ve Sultan II. Mahmud'dan Tanzimat ve Jön Türk dönemlerine uzanan tarihi örneğin bağlamında değerlendirilmesi gerekirdi.
- Cumhurbaşkanı’nın posterleri ve heykelleri o kadar çoktu ki, bazı Iraklılar gerçek nüfuslarının 28 milyon olduğunu söylüyorlardı: 14 milyon nüfus, artı, 14 milyon Saddam Hüseyin heykeli.
- Irak toplumu o kadar çok dini, etnik ve ekonomik çıkar gruplarına bölünmüş durumdaydı ki, halkı ortak bir hedef ardında seferber etmek imkânsızdı. Hükümetin ilan ettiği her program, ister Mısır'la birlik ister tarım reformu olsun, şu ya da bu çıkar grubunun muhalefetiyle karşılanıyordu.
- El- Kevakibi’nin İslam uygarlığını savunması, temelinde o uygarlığın gelişmesindeki Arap rolünü yüceltmesine dayanır. İslamiyet'in erdemleri -dili, Peygamberi, ilk çağlarının ahlâki ve siyasal düzeni- Arapların başarılarıydı. Kendisine göre, İslamiyet'te gerileme Türklerin ve Arap olmayan diğer halkların ümmete getirdikleri uygulamalardı ve el-Kevakibi Türklerin İslamiyet'e geçmiş olmasından pişmanlık duyduğunu belirtecek kadar da ileri gitmişti. İslamiyet'in gerçek koruyucuları Araplardı; Osmanlılar halifelikteki haksız iddialarından vazgeçmeli ve o makamı gerçek sahipleri olan Araplara geri vermeliydiler. Ona göre, İslamiyet'in yenilenmesi Mekke'de sorumlulukları sadece dini konularla sınırlı olacak Arap bir halifenin bulunmasıyla başlayacaktı. El-Kevakibi bir Arap milliyetçisi değildi ama Islamiyet'in sadece Arap biçiminin tek saf olanı olduğunu ileri sürmekle, Arapların Müslümanlar olarak Osmanlı hakimiyetine karşı çıkacakları ideolojik bir kapı açmaktaydı.
- Atatürk, laikliği reform programının ana unsuru yapmakla birlikte, niyetleri o sözcüğün tam anlamını kapsamıyor olabilirdi. Atatürk’ün hedefi İslami kurumların siyasal ve toplumsal hayat üzerindeki etkisi azaltmak ve halkın sadakatini millet ve devlet sembollerine yöneltmekti. O, İslamiyet'i bir kişisel inanç sistemi olarak kaldırmayı değil, onu devletin ve toplumun işlerinde kurumlaşmış bir düzenleyici aracı olmaktan uzaklaştırmayı istemiştir. Programı ilahi değil, insani yasalarla kurulmuş bir sivil toplumu öngörme bakımından laik’ti, ancak dini uygulamalara da geniş alan taniyordu. Laiklik en çok şehirlerde kök salmıştı, kırsal kesimde Türkler yasalardan kaçıteknik olarak yasaklanan halk İslamı biçimlerini uygulamaya denip vam edeceklerdi.
- Filistinliler kurtarmayı umdukları toprakların dışındaydılar. Bu yüzden, İsrail'e sinir komşusu Arap devletlerinden birinde bir operasyon üssüne ihtiyaçları vardı. Ancak bu ülkelerin hükümetlerinin İsrail'e karşı bağımsız olarak askeri harekât düzenlemeye kararlı gerilla çetelerini iyi karşılamaları beklenemezdi. Komandoların bağımsız bir operasyon üssü kurma istekleri ile kurulu hükümetin iç otoritesini sağlama ihtiyacı arasındaki çatışma en ciddi olarak Ürdün'de görüldü.
- Ürdün ordusu 15 Eylül 1970'te asayişi sağlama emri aldı. Böylece Kara Eylül olarak adlandırılan on günlük harekât başladı ve Ürdün ordusunun tamamı ülkedeki Filistinlilerin üstüne sürüldü. Sivil ve silahlı gerilla ayrımı yapmayan Ürdün askerleri, Amman içindeki ve dışındaki mülteci kamplarını bombaladılar ve komando gruplarıni ülke içinde insafsızca kovaladılar. 25 Eylül'de ateşkes imzalandığında 3 binden fazla Filistinli öldürülmüştü. Kara Eylül olayları, Filistinlilere Ortadoğu'da ne kadar tecrit edilmiş bir durumda olduklarını anlattı; istenmedikleri tek ülke İsrail değildi.
- 1945'te hem Türkiye Birliği'nin egemenliklerine yönelik tehditleriyle karşı karşıyaydılar. O yıl başında Moskova, doğu Anadolu'daki Türk topraklarında hak iddia etmiş ve Boğazlar'ın denetiminden pay istemişti. İngiltere ve ABD'nin teşvikiyle Cumhurbaşkanı İnönü'nün hükümeti Sovyet isteklerini reddetti ve ülkenin egemenliğini vurguladı. Ancak ABD bunu Sovyet yayılmacılığının bir örneği olarak görmüş, Türkiye'nin stratejik önemini ve o ülkeyi komünizme karşı gelişen ABD ittifakı içinde yer almasının uygun olacağını düşünmüştü. Ankara, Sovyetler'e karşı kendi başına direnemeyeceğini bildiğinden, ABD'nin mali ve askeri yardımını kabul etti ve Türk topraklarında askeri üsler açılmasını kabul etti. Bu, iki ülke arasında uzun süreli ama kimi zaman sıkıntılı savaş sonrası ittifakın başlangıcı oldu.
- Dünya Savaşı'nın sonu, merkezi Arap devletlerine 1919'da kurulmalarından beri istedikleri egemenliği getirmişti. Ancak bütün Ortadoğu'nun çok geçmeden anladığı gibi, Avrupalı askerlerin ve yöneticilerin gitmesi yabancı devletlere bağımlılığın sonu demek değildi. Sovyetler Birliği ile ABD arasında dünya çapında üstünlük kurmaya yönelik Soğuk Savaş rekabetinin başlaması, Ortadoğu devletlerinin çoğunu süper-güçlerin birinin ya da diğerinin müttefiki olarak bölgesel soğuk -ve kimi zaman da sicak- savaşa sürüklemiştir.
- Kuran'daki reformlar evlilik, boşanma ve miras alanlarında yoğunlaşmıştır. İslamiyet öncesi Arabistan’ında kadınlar, aileleri veya aşiretleri tarafından mihr karşılığı kocalarına satılırdı. Kuran, mihrin ailesine değil, sadece geline ödenmesini getirerek bu uygulamayı yasaklamış ve böylece kadınlara kendi maddi servetleri üzerinde hukuki bir hak vermiştir. Buna ek olarak, kadına boşanma durumunda bile mihri alıkoymasına izin verilmiştir. Kuran'da evlilik konusundaki diğer bir reform da, bir erkeğin alacağı kadının dörtle sınırlanması ve hepsine eşit davranamayacaksa sadece bir kadınla evlenmesi uyarısının getirilmiş olmasıdır. Bu durum tarihsel bağlamı içinde irdelenmediğinden çoğunlukla yanlış anlaşılmaktadır. İslamiyet öncesi Arabistan'da çokeşlilik sınırsızdı ve Kuran'ın dörtten fazla eş almama yasağı gerçek bir reformdu.
- 1976'dan 1982'ye kadar olan yıllarda ülke her biri kendi milis örgütüne sahip dini gruplara bölünmüştü. Milis grupları arasında savaş bir hayat tarzı olmuş ve bir zamanlar dini uyum sembolü olan Lübnan adı anlamsız şiddetle eşanlamlı hale gelmişti. Cumhurbaşkanı Elias Sarkis'in (1976-1982) orduyu yeniden kurma ve uzlaşma sağlama girişimleri, özel milislerin dağılmayı reddetmeleri ve iç savaşın vahşetini yaşamış insanların kuşkuları ve güvensizlikleri yüzünden sonuçsuz kaldı. Bu vahşet sık sık tekrarlandı ve 1977'de Kemal Canpulat öldürüldü. Taraftarları katilin bir Maruni olduğunu varsayarak o toplumdan intikam almaya giriştiler. Böylece umut anları ve yeniden yapılanma planları, araba bombaları ve keskin nişancı kurşunları arasında kayboldu gitti.
Modern Ortadoğu Tarihi İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Öncelikle kitabı çok keyif alarak okuduğumu belirtmek isterim. Her ülkenin tarihine bölüm bölüm değinmesi ve ülkeler arasında ilişkiler kurması çok hoşuma gitti.Her ne kadar Ortadoğu'da siyasi ve sosyal sıkıntıların hâlâ devam ettiği gerçeğiyle yüzleştiysem de geçmişten günümüze ülkelerin siyasi yapılanmalarını incelemek bende zamanda yolculuk hissi uyandırdı. Öte yandan bütünsel bir bakış açısıyla baktığımızda Ortadoğu'da atılan her adım bir noktada Filistin'e temas ediyor. Arap liderlerinin araplarca benimsenmesi Filistin meselesine bakış açısıyla bağlantılı olarak değişiyor. (zeynepp)
Amerikalı tarihçi ve Ortadoğu uzmanı William Cleveland tarafından yazılan çok beğendiğim ve ilgiyle okuduğum Modern Ortadogu tarihi adlı kitap hakkında her ülkeye değinen bir inceleme yazmak niyetindeydim. Yazacağım incelemenin çok uzun olacağını fark ettim. Bir de ne kadar yazsam da illa eksik kalacak noktalar olacaktır. Bu sebeple genel ifadeler kitaptan duyduğum memnuniyeti ogade ermek istedim. Bu kitabı okuyan kimse asla pişman olmayacaktır. Bir Ortadoğu ülkesinde başlayan sorunun nasıl domino etkisiyle diğer ülkelere sıçradığını görmek için okunabilecek bir kitap. Önce İngiliz-Fransız sonrasında ise Rusya ve ABD'nin bölge üzerindeki etkisini mahirce ele alan yazar, ülkelerin iç dinamiklerinin etkisinin dış siyasete nasıl yansıdığını da ortaya koyuyor. Onlar amerikan uşağı İngiliz uşağı diyoruz ya işte bunun nasıl gerçekleştiğini yazar herkesin anlayacağı bilimsel dile anlatıyor. Bugün ortadogu niye bu halde diye düşündüğümüzde tüm soruların cevabı bu kitapta diyebilirim. (Mustafa BAKIRHAN)
Ortadoğu’nun mevcut durumu hepimizin gözlerinin önünde uzun süredir karışıklıklarla devam etmekte. Bu kitap Ortadoğu’da İslamiyet’in yükselmesi, Osmanlı Devleti’nin hakimiyeti ve I. Dünya Savaşı sonrası gelişen olayları 2000’li yılların başına kadar sebep ve sonuçlarıyla gözler önüne seriyor. Ortadoğu hakkında genel bir tablo çizebilmek açısından okunması gereken kült eserlerden bir tanesi. Kitabı övmeye gerek yok bu alana ilgi duyanların mutlaka okuması gereken bir eser. (Ali Yavuz Sandıkçı)
Modern Ortadoğu Tarihi PDF indirme linki var mı?
William L. Cleveland - Modern Ortadoğu Tarihi kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Modern Ortadoğu Tarihi PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı William L. Cleveland Kimdir?
Des Moines'te doğan yazar erken yaşlardan itibaren tarihe büyük ilgi duydu. Annesinin yönlendirmesiyle erken yaşta edebiyat ve tarihle buluştu. Daha ilkokuldayken Amerikan edebiyatı ve tarihi üzere birçok şey okudu. Theodore Roosevelt Lisesi'ne kayıt olan Cleveland daha o zamandan amerikan tarihi profesörü olmayı arzuluyordu. Buradaki üçüncü yılında ortadoğu üzerine yoğunlaşıp, Princeton Üniversitesi'ne girmeyi başladı ve akademik kariyerine 2006 yılındaki vefatine kadar devam etti.
William L. Cleveland Kitapları - Eserleri
- Modern Ortadoğu Tarihi
- Batıya Karşı İslam
- Bir Arap Milliyetçisi Yaratmak
William L. Cleveland Alıntıları - Sözleri
- Dünya Savaşı'nın sonu, merkezi Arap devletlerine 1919'da kurulmalarından beri istedikleri egemenliği getirmişti. Ancak bütün Ortadoğu'nun çok geçmeden anladığı gibi, Avrupalı askerlerin ve yöneticilerin gitmesi yabancı devletlere bağımlılığın sonu demek değildi. Sovyetler Birliği ile ABD arasında dünya çapında üstünlük kurmaya yönelik Soğuk Savaş rekabetinin başlaması, Ortadoğu devletlerinin çoğunu süper-güçlerin birinin ya da diğerinin müttefiki olarak bölgesel soğuk -ve kimi zaman da sicak- savaşa sürüklemiştir. (Modern Ortadoğu Tarihi)
- Arslanlar sülale olarak, kökleri Lübnan’ın Şuf bölgesinde olan Dürzi prenslerdi. (Batıya Karşı İslam)
- Kuran'daki reformlar evlilik, boşanma ve miras alanlarında yoğunlaşmıştır. İslamiyet öncesi Arabistan’ında kadınlar, aileleri veya aşiretleri tarafından mihr karşılığı kocalarına satılırdı. Kuran, mihrin ailesine değil, sadece geline ödenmesini getirerek bu uygulamayı yasaklamış ve böylece kadınlara kendi maddi servetleri üzerinde hukuki bir hak vermiştir. Buna ek olarak, kadına boşanma durumunda bile mihri alıkoymasına izin verilmiştir. Kuran'da evlilik konusundaki diğer bir reform da, bir erkeğin alacağı kadının dörtle sınırlanması ve hepsine eşit davranamayacaksa sadece bir kadınla evlenmesi uyarısının getirilmiş olmasıdır. Bu durum tarihsel bağlamı içinde irdelenmediğinden çoğunlukla yanlış anlaşılmaktadır. İslamiyet öncesi Arabistan'da çokeşlilik sınırsızdı ve Kuran'ın dörtten fazla eş almama yasağı gerçek bir reformdu. (Modern Ortadoğu Tarihi)
- Atatürk, laikliği reform programının ana unsuru yapmakla birlikte, niyetleri o sözcüğün tam anlamını kapsamıyor olabilirdi. Atatürk’ün hedefi İslami kurumların siyasal ve toplumsal hayat üzerindeki etkisi azaltmak ve halkın sadakatini millet ve devlet sembollerine yöneltmekti. O, İslamiyet'i bir kişisel inanç sistemi olarak kaldırmayı değil, onu devletin ve toplumun işlerinde kurumlaşmış bir düzenleyici aracı olmaktan uzaklaştırmayı istemiştir. Programı ilahi değil, insani yasalarla kurulmuş bir sivil toplumu öngörme bakımından laik’ti, ancak dini uygulamalara da geniş alan taniyordu. Laiklik en çok şehirlerde kök salmıştı, kırsal kesimde Türkler yasalardan kaçıteknik olarak yasaklanan halk İslamı biçimlerini uygulamaya denip vam edeceklerdi. (Modern Ortadoğu Tarihi)
- Arslan’ın dünyası Hristiyan ayrılıkçılığının ve onun Fransa ile olan pek nahoş alâkasının kurbanı olacak bir dünya değildi. (Batıya Karşı İslam)
- Ürdün ordusu 15 Eylül 1970'te asayişi sağlama emri aldı. Böylece Kara Eylül olarak adlandırılan on günlük harekât başladı ve Ürdün ordusunun tamamı ülkedeki Filistinlilerin üstüne sürüldü. Sivil ve silahlı gerilla ayrımı yapmayan Ürdün askerleri, Amman içindeki ve dışındaki mülteci kamplarını bombaladılar ve komando gruplarıni ülke içinde insafsızca kovaladılar. 25 Eylül'de ateşkes imzalandığında 3 binden fazla Filistinli öldürülmüştü. Kara Eylül olayları, Filistinlilere Ortadoğu'da ne kadar tecrit edilmiş bir durumda olduklarını anlattı; istenmedikleri tek ülke İsrail değildi. (Modern Ortadoğu Tarihi)
- 1031 tarihinde cemaat yeni taraftarlara kapılarını kapamış, gizli ibadet, kendi içinde çoğalma ve dayanışma yolunu seçmiştir ve bu durum halen sürmektedir. (Batıya Karşı İslam)
- Harp dönemi tercihleri yapmak icap ettiğinde, Arslan bütün benliğiyle mevcut Osmanlı nizamına bağlı kalıyor ve davasına hizmet için elinden geleni ardına koymuyordu. 1914’te Süveyş Kanalı’nı ele geçirmeye yönelik Osmanlı seferine katıldı, 1914-1916 yıllarında hala tam bilinemeyen bir biçimde meşhur Suriye Valisi Cemal Paşa'ya yardımcı oldu; 1917’de ve 1918’de, Osmanlı hükümetinin özel Berlin temsilciliğini yaptı. (Batıya Karşı İslam)
- 11. yüzyılın ortalarında Selçuklular olarak tanınan bir Türk aşiretler topluluğu, fran üzerinde hakimiyetini kurmuştu. Abbasi halifesi 1055'te Selçuklu liderini Bağdat'ta askeri ve idari yönetimi ele almaya davet etti. Türk Selçukluları, halifenin yöneticileri ve yüksek İslam geleneğinin savunucuları oldular. Selçuklu sultanları bu konumlarıyla, kuzeydoğu İran'dan Arap topraklarına kadar uzanan devasa bir imparatorluk kurdular. Selçukluların yükseliş döneminde başka Türk aşiretleri de batıya göç edip, kuzeybatı İran ve Kafkasya'da sürekli bir Türk varlığı oluşturdular. Selçukluların 1071'de Malazgirt'te Bizans ordusunu yenmesi üzerine bu göçebe aşiretler Anadolu'ya girdiler ve bu toprakların Rumca konuşulan Hıristiyan topraklarından, Türkçe konuşan Müslüman topraklarına dönüşümü başlamış oldu. (Modern Ortadoğu Tarihi)
- Abduh’un hocalığı, Afgani’nin şahsiyeti ve Arslan’ın kendi çevresine olan öz tepkisi, onu İslami dayanışmanın adanmış bir savunucusu ve sadakatin zirvesinde tavizsiz bir Osmanlıcı kılmıştır. (Batıya Karşı İslam)
- Bu ailenin iktidar üssü Beyrut'un on mil güneyinde Dürziler’in yoğun olarak yaşadıkları Şuf kentiydi ki burada Arslanlar bir başka hırslı Dürzi aile olan Canbolatlar’la bütün on dokuzuncu yüzyıl boyunca bitmek bilmez bir üstünlük mücadelesi sürdürdüler. (Batıya Karşı İslam)
- Batılı bilim adamlarının Arslan’ı ve bazı mesai arkadaşlarını göz ardı etmesinin bir nedeni de, bu grubun Osmanlı idari bütünlüğünü savunmaları olabilir. (Batıya Karşı İslam)
- Dikkat ediniz Talat Bey: dikkat ediniz ki tarih: İttihat ve Terakki, kendisini yaşatmak için, memleketi öldürdü, demesin. (Bir Arap Milliyetçisi Yaratmak)
- Irak toplumu o kadar çok dini, etnik ve ekonomik çıkar gruplarına bölünmüş durumdaydı ki, halkı ortak bir hedef ardında seferber etmek imkânsızdı. Hükümetin ilan ettiği her program, ister Mısır'la birlik ister tarım reformu olsun, şu ya da bu çıkar grubunun muhalefetiyle karşılanıyordu. (Modern Ortadoğu Tarihi)
- Afgani ile yakınlığı ve güçlü İslami liderlik yönündeki tercihi ile Şekip Arslan, belki de kendi çağının, Taha Hüseyin’den, Muhammed Hüseyin Heykel’den, hatta laik görüşlü pan-Arabist ideolog Satı el-Husrî’den de daha başarılı bir temsilcisidir. (Batıya Karşı İslam)
- Cihad, basit anlamıyla ‘Allah yolunda çaba harcamak' demektir. Bu, bir insanın günahkâr eğilimlere karşı yürüttüğü iç mücadelesi demek olduğu gibi, İslam toplumunun hayrı adına fazladan bir çaba göstermek de olabilir. Cihad, 20. yüzyıl sonlarında ve 21. yüzyıl başları hareketlerinde siyasal protesto aracı olarak da kullanılmıştır. Bu hareketler Mısır'da ya da başka yerlerde olsun baştaki rejimleri dinsiz olarak tanımlamışlar ve bunları bir cihad aracilığıyla devirmenin gerekli olduğunu iddia etmişlerdir. Ruhani bağlamina ek olarak cihad, Müslümanların yönetimindeki toprakları savunmak ya da genişletmek için Müslüman olmayanlara karşı silahlı mücadeleye girmek de demektir. Dolayısıyla, cihad değişikliklere sahip bir doktrindir ve onu sadece kutsal savaş' olarak algılamak yanlıştır; böylesi bir akıl yürütmeden dikkatle kaçınılmalıdır. (Modern Ortadoğu Tarihi)
- Cumhurbaşkanı’nın posterleri ve heykelleri o kadar çoktu ki, bazı Iraklılar gerçek nüfuslarının 28 milyon olduğunu söylüyorlardı: 14 milyon nüfus, artı, 14 milyon Saddam Hüseyin heykeli. (Modern Ortadoğu Tarihi)
- Osmanlıcılığın ne olduğunu tarif etmek müşkül bir meseledir ama temelde hedef, çokuluslu İmparatorluğun bütün tâbi halklarının benimseyebileceği tarzda Osmanlı milliyetçiliği duyguları aşılamaktı. (Batıya Karşı İslam)
- Arslan kitleleri tesiri altına alabilen bir yazardı ama bir düşünür olarak oluşturduğu olgu kadar büyük değildi. (Batıya Karşı İslam)
- El- Kevakibi’nin İslam uygarlığını savunması, temelinde o uygarlığın gelişmesindeki Arap rolünü yüceltmesine dayanır. İslamiyet'in erdemleri -dili, Peygamberi, ilk çağlarının ahlâki ve siyasal düzeni- Arapların başarılarıydı. Kendisine göre, İslamiyet'te gerileme Türklerin ve Arap olmayan diğer halkların ümmete getirdikleri uygulamalardı ve el-Kevakibi Türklerin İslamiyet'e geçmiş olmasından pişmanlık duyduğunu belirtecek kadar da ileri gitmişti. İslamiyet'in gerçek koruyucuları Araplardı; Osmanlılar halifelikteki haksız iddialarından vazgeçmeli ve o makamı gerçek sahipleri olan Araplara geri vermeliydiler. Ona göre, İslamiyet'in yenilenmesi Mekke'de sorumlulukları sadece dini konularla sınırlı olacak Arap bir halifenin bulunmasıyla başlayacaktı. El-Kevakibi bir Arap milliyetçisi değildi ama Islamiyet'in sadece Arap biçiminin tek saf olanı olduğunu ileri sürmekle, Arapların Müslümanlar olarak Osmanlı hakimiyetine karşı çıkacakları ideolojik bir kapı açmaktaydı. (Modern Ortadoğu Tarihi)