Milletler ve Milliyetçilik - Eric J. Hobsbawm Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Milletler ve Milliyetçilik kimin eseri? Milletler ve Milliyetçilik kitabının yazarı kimdir? Milletler ve Milliyetçilik konusu ve anafikri nedir? Milletler ve Milliyetçilik kitabı ne anlatıyor? Milletler ve Milliyetçilik kitabının yazarı Eric J. Hobsbawm kimdir? İşte Milletler ve Milliyetçilik kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Eric J. Hobsbawm
Çevirmen: Osman Akınhay
Orijinal Adı: Nations and Nationalism Since 1780: Programme, Myth, Reality
Yayın Evi: Ayrıntı Yayınları
İSBN: 9789755390338
Sayfa Sayısı: 240
Milletler ve Milliyetçilik Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
İnsanlık tarihi ile kıyaslandığında "vatan", "bayrak", milli birlik ve beraberlik" gibi kavramların yaklaşık iki yüzyıl gibi oldukça kısa bir tarihi olduğu görülür. Yaşadığımız coğrafyada ise çok daha kısa bir geçmişe sahiptirler.
Uğruna milyonlarca insanın öldüğü, sürgün yaşadığı bu kavramlar varlıklarını diğer insanları "dışlayarak" sürdürmektedir: Düşmansız yapamzlar, yoksa yaratırlar...
Kafkaslar ve Balkanlar'daki ertelenmiş "milli" sorunlara komşu olunur, Ortadoğu gibi hiç durulmayan "etnik" ve "dini" karmaşanın ortasında yaşanır, Avrupa'da boy österen milliyetçiliğin gayri meşru beslenmesi olan "ırkçı" saldırılara maruz kalınırken aynı "milliyetçi" mantığın ürünü olan "21. yüzyıl türk asrı olacaktır" türü kışkırtıcı söylemlerin "barış"la bir ilgisi olmadığı ortadadır. "İçe kapanarak kendini dışa dayatmak" mantığı, insanların birbirine artık "çok yakın" olduğu çaımızda insanlık kültürünü zenginleştirme çabasına girmektense, ucuz hamaset edebiyatı yaparak yeni "şiddet tohumları" ekmek anlamına gelmektedir.
Ünlü tarihçi E. J. Hobsbawn bu kitapta "millet ve milliyetçilik" serüvenini derinlemesine inceliyor. Son iki yüzyıllık tarihin bulanık sularından çarpıcı sonuçlar çıkararak milliyetçiliği insanların zenginleşen kimlik arayışının çok gerisinde kalan ve "geleeği olmayan" bir eğilim olduğunu saptıyor. Türkçe basıma yazdığı önsözde ise Rus, Sırp ve Türk milliyetçiliğinin tehlikelerine dikkat çekiyor.
Milletler ve Milliyetçilik Alıntıları - Sözleri
- "Ülke ötekilerle kaynıyor. Herkesin işaret parmağı 'Ötekileri' işaret etmek ve onlara isim takmaktan yara oldu."
- Din ön-milliyetin zorunlu bir işareti değilse bile (gerçi hem Katolik Polonya’nın hem de Müslüman Tatarların baskısını hisseden on yedinci yüzyıl Ruslar açısından öyleydi) kutsal ikonlar modern milliyetçiliğin olduğu kadar ön-milliyetin de önemli bir parçasını oluşturur.
- Devlet otoritesinin buna benzer bütün geleneksel meşruiyetleri 1789’dan beri sürekli tehdit altındaydı.Monarşi örneğinde açıkça görülmektedir bu. Monarşi kurumuna yeni ya da en azından tamamlayıcı bir “milli” temel sağlama ihtiyacı, III. George’un Britanyası ve I. Nikola’nın Rusyası kadar devrim tehlikesinden uzak devletlerde de hissediliyordu. Kaldı ki monarşiler de kesinlikle kendilerini adapte etmeye çalışmışlardı.
- Gerçekten, millet-öncesi çağda, on beşinci ve on altıncı yüzyıl Avrupası’ndaki gibi, bugün yabancı işgalcilere karşı özerk bir halkın milli savunma hareketi sınıfına sokacağımız bir durumla karşılaştığımızda, böyle bir hareketin ideolojisi milli değil, toplumsal ve dinsel bir içerik taşıyacaktır.
- Orijinal (devrimci-halkçı) yurtseverlik fikri, milliyetçi kökenli olmaktan ziyade devlete dayanıyordu, çünkü bu, bizzat egemen halkla, yani onun adına iktidarı yürüten devletle ilintili bir fikirdi. Etnik kökenin ya da tarihsel sürekliliğin diğer unsurlarının bu anlamdaki “millet ’le ilintisi yoktu, dilin ilintisi ise ancak ya da esas olarak pragmatik nedenlere dayanıyordu. Sözcüğün asıl anlamıyla “yurtseverler”, “doğru ya da yanlış, benim ülkem” düsturuna inananların, yani (sözcüğün ironik kullanımını aktaran Dr. Johnson’un ifadesiyle) “hükümetin baş belası hizipçiler”in tam karşıtı kişilerdi.’ Daha ciddisi, terimi, öncülüğünü Amerikalıların ve özellikle 1783 Hollanda devriminin yaptığı tarzda kullanmış görünen Fransız Devrimi, yurtseverleri, ülkelerine duydukları sevgiyi, onu reformla ya da devrimle yenilemek isteyen kişiler olarak düşünüyordu. Ve onlann sadakat gösterdikleri patrie; varoluşsal, önceden var olan bir birim değil, üyelerinin politik seçimiyle (bu seçimle eski bağlılıklarından kopuyor, en azından iyice zayıflatıyorlardı) yaratılan bir milletti. 19 Kasım 1789’da Valence yakınlarında toplanan Languedoc, Dauphine ve Provence’li 1.200 Milli Muhafız, Millet, Yasa ve Kral’a sadakat yemini etmişler ve o andan itibaren artık Dauphine’li, Provence’li ya da Languedoc’lu olmadıklarını ilan etmişlerdi; artık yalnızca Fransızdılar. Daha uygun bir örnek olarak, 1790’da benzer biçimde bir araya gelen Alsace, Lorraine ve Franche Comte’li Milli Muhafızlar da aynısını yaparak Fransa’nın sadece yüzyıl önce ilhak ettiği eyaletlerde yaşayanları gerçek Fransızlara dönüştürmüşlerdi.’Bu Fransa’nın tarihe katkısıydı. Potansiyel yurttaşlarının bilinçli politik tercihiyle oluşturulan devrimci millet kavramı, kuşkusuz ABD’de saf biçimde hâlâ varlığını korumaktadır. Kim Amerikalı olmak istiyorsa Amerikalıdır. Fransızların “milet” kavramı da özsel politik karakterini kaybetmemişti. Fransız milliyeti Fransız yurttaşlığıydı: Etnik köken, tarihsel geçmiş, dil ya da evde konuşulan ağızın “millet” tanımıyla hiçbir ilintisi yoktu.
- Rusya’da bir çarın bulunması, Rusların kendilerini millete benzeyen bir şey olarak görmelerine yardımcı oluyordu kuşkusuz.
- Devletin henüz meşruiyetine ya da birliğine yönelik ciddi bir meydan okumayla yüz yüze gelmediği, hakilaten etkili olan yıkıcı güçlerle karşılaşmadığı zamanlarda bile, eski sosyo-politik bağların çözülmesi yüzünden yeni kamusal sadakat biçimlerini (Rousseau’nun deyişini kullanırsak, “kamusal bir din”) formüle edip aşılamak zorunluydu, çünkü başka potansiyel bağlılıklar da artık politik ifadeye kavuşabilirdi. Zira devrimler, liberalizm, milliyetçilik, demokratikleşme ve işçi sınıfı hareketlerinin yükselişi çağında hangi devlet kendisini mutlak ölçüde güvende hissedebilirdi? Yüzyılın son yirmi yılında türeyen sosyoloji esasen politik bir sosyolojiydi ve devletlerin sosyo-politik birliği sorunu ilgisinin merkezini oluşturuyordu. Ancak yurttaşlarından gün geçtikçe edilgenlikten daha fazlasını isteyen devletlerin kamusal bir dine (“yurtseverlik”) duydukları ihtiyaç iyice yoğunlaşıyordu.
- Salt devlete dayalı bir yurtseverlik etkili olamaz diye bir kural yok; çünkü modern teritoryal yurttaş-devletinin varlığı ve işlevleri, sürekli olarak bireylerin devlet işlerine katılmasını gerektirir ve kaçınılmaz olarak, benzeri düzenlemelerden farklı olan, ağırlıkla devletin belirlediği yaşam kuralları getiren bir kurumsal ya da işleyişsel “düzenleme” sunar. Birkaç on yıllığına (tek bir insanın ömründen kısa bir süre) var olması bile, bu tarzdaki yeni bir ulus devletle en azından pasif bir özdeşleşmeyi sağlamaya yetebilir.
- En azından 1880’lerden itibaren, sıradan erkeğe bir yurttaş olarak politikaya kâğıt üzerinde bile olsa katılma şansının verildiği her yerde, çok ender istisnalarla sıradan kadın hâlâ dışlanıyordu.
- Çünkü tek başına önmilliyetçiliğin, bırakın devletleri, milliyetleri ve milletleri oluşturmaya bile yetmediğini herkes görmektedir.
- Yahudi önmilliyetçiliği ile modern Siyonizm arasında hiçbir tarihsel süreklilik yoktur.
- Modern devlet, yönettiği insanların hepsini kucaklayan ( tercihen sürekli ve bölünmemiş) bir toprak parçası olarak tanımlanıyor, kendisi gibi diğer toprak parçalarından belirgin sınır çizgileriyle ayrılıyordu.
- ...yöneticileri ve okur yazar olanları saymazsak dilin millet olma kriterlerinden biri sayılamayacağı açıktır.
- Kuşkusuz kavramlar ayağı yere basmayan felsefî bi tür söylemin parçası değildir; kavramların toplumsal, tarihsel ve yerel kökleri vardır ve dolayısıyla bu gerçeklikler temelinde açıklanmalıdır.
- "Millet" ancak belli Bir modern teritoryal(toprak esasına dayanan) devletle, "ulus devlet"le ilişkilendirildiği kadarıyla bir toplumsal birimdir; bununla ilişkilendirilmedikçe milleti ve milliyeti tartışmanın hiçbir yararı yoktur.
Milletler ve Milliyetçilik İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Kitabın ön sözünde de yer aldığı gibi eser, uzun dönemli bir tarihsel perspektifteki milliyetçilikle ilgilidir. Hobsbawm, kitabına başlarken söz ettiği öncelikli şey, herhangi bir topluluğu “millet” sınıfına sokan hemen her yaklaşımın, o topluluğun bir “millet” olmasını başka temellere oturtulmadıkça, benzer itirazlarla her zaman yüz yüze gelecek olmasıdır. Hobsbawm’a göre millet ancak “ulus devlet”le ilişkilendirildiği kadarıyla bir toplumsal birimdir. Ve bununla ilişkilendirmedikçe milleti ve milliyeti tartışmanın bir mantığı yoktur. Ve aynı zamanda “Millet” özgül ve tarihsel bakımdan yakın bir döneme aittir."Millet” ancak belli bir modern teritoryal devletle, “ulus devlet”le ilişkilendirildiği kadarıyla bir toplumsal birimdir; bununla ilişkilendirilmedikçe milleti ve milliyeti tartışmanın hiçbir yararı yoktur. Kısacası analitik düzlemde milliyetçilik milletlerden önce gelir Milletler devletleri ve milliyetçilikleri yaratmaz,doğru olan bunun tam tersidir. Yine Hobsbawm’a göre “millet”in kesin tanımının 1925 yılına kadar olmadığını ancak o tarihlere gelindiğinde “aynı etnik kökene sahip olan, genelde aynı dili konuşan ve ortak bir geleceği paylaşan insanların oluşturduğu kolektif” olarak tarif edildiğinden söz eder. Yine 19. Yüzyılın başlarına gelindiğinde ulus devletlerin sayısının çok az olduğundan ve zihinleri kurcalayan sorunun şu ya da bu temelde bir “milliyet” olarak sınıflandırılabilen çeşitli Avrupa halklarından hangilerinin bir devlet olma aşamasına ulaşacakları ve bunun yanı sıra var olan devletlerden hangilerinin “millet” niteliği taşıdığıydı. Hobsbawm’ın değindiği bir konu da Modern Devlettir.Ona göre modern devlet, yönettiği insanların hepsini kucaklayan(tercihen sürekli ve bölünmemiş) bir toprak parçasıdır ve kendisi gibi diğer toprak parçalarından belirgin sınır çizgileriyle ayrılıyordu. Aynı zamanda hükümet ile uyruk ya da yurttaş, kaçınılmaz olarak daha önce rastlanmayan gündelik bağlarla birbirleriyle bağlı olduğunda söz eder. Hobsbawm’a göre Fransız Devrim’in ardından ortaya çıkan millet kavramının il başlarda üyelerinin politik seçimiyle yaratılan bir millet olduğunda söz eder. Öyle ki bu devrimci millet kavramı, kuşkusuz ABD’de saf biçimde hala varlığını korumaktadır. Yani kim Amerikalı olmak istiyorsa Amerikalıdır. Değinilen bir diğer konu da Devletlerin, “millet” imajı ile mirasını yaymak , “millet”e bağlılık duygusu aşılamak ve herkesi( genellikle bu amaçla gelenekler icat ederek, hatta milletler icat ederek) ülkeye ve bayrağa bağlamak üzere, kendi halklarıyla iletişim kurmak için, gün geçtikçe güçlenen aygıtlardan, öncelikle ilkokullardan yararlanıldığından söz eder. Kitabından dilin işlevini ve önemini de ayrıntılı olarak tartışan Hobsbawn, devletlerin kuruluş aşamasında halkın ancak küçük bir parçasının “milli” dili bildiğini ve milli/dilsel birliğin, ancak bir lehçenin diğerlerine siyasal güç, zorunlu eğitim ve ekonomik baskı ile hâkimkılınması ile oluştuğunu söylemektedir.Buna göre, milliyetçilik, devlet iktidarında tezahür etmekle beraber, teknolojik ve ekonomik gelişmelerin bir ürünü olarak da belirmekte ve tarihileşmektedir. Milliyetçilik ideologlarına göre, dil bir milletin ruhuydu ve ileride göreceğimiz üzere gün geçtikçe daha fazla, milliyetin can alıcı kriterini temsil ediyordu. Öyle ki bir süre sonra Hobsbawm’a göre her insanın yalnızca bir milliyet değil aynı zamanda dilsel bir milliyet seçmeye zorlandığından söz eder. Yine bir milleti tanımlamanın etnik- dilsel kriterinin fiilen çok geç başat hale geldiğini söyler. Yine Hobsbawm’ın değindiği bir mevzu zamanla milli kimliğin, kendini modern, şehirleşmiş ve yüksek teknolojili toplumlarda ifade etmek için yeni araçlara başvurduğundan, bunları da modern kitlesel medya ile gerçekleştirmeye çalıştığında söz eder. Öyle ki popüler ideolojiler, bu araçlarla standartlaşabilir, homojenleşebilir ve dönüştürülebilir, hem de açıkça özel çıkar sahipleri ve devletler tarafından maksatlı propaganda amacına yönelik kullanabilirdi. Mesela spor karşılaşmalarının devletlerin birliğini sembolize ettiğinde milletler arasında dostça rekabet sembolik mücadelelerle zararsız biçimde yatıştırılacak gruplar arası gerginilkler için bir emniyet supabı haline geldiğinden söz eder. Kitabın temel savını oluşturan şey ise, “milli mesele”yi değerlendirirken, temsil ettiği gerçeklikten ziyade, “millet” kavramıyla, yani “milliyetçilik”le başlamanın çok daha yararlı olduğudur. Çünkü milliyetçiliğin kavramsallaştırdığı bir “millet” geleceğe dönük olarak tanımlanabilirken, gerçek “millet”, ancak a posteriori olarak tanımlanabilir. (Kübra Zeybek)
Milletler ve milliyetçilik ilişkisi üzerine okunması gereken bir klasikleşmiş kitap. Sağlam analizler içeren kitap, biraz insanı Marksist diyalektiğe çağırsa da zihin zorlayıcı çıkarımlar, insana millet ve milliyetçilik konusunun hiç te öyle kolay şekilde anlaşılamayacak olmasına rağmen üzerine okunması gerektiğini hatırlatıyor. (Moskovalı Müslüman)
Milletler ve Milliyetçilik - E. J. Hobsbawn: İncelemem,"anladıklarımın" özel incelemesidir. Yani objektif karakter taşımaz. Kitaba gelelim: "millet" tanımının kurgusal, yapay ve değişken olduğunu söyler. Dil, etnik köken vb. unsurlara bakarak millet tanımı yapmanın bulutlara bakıp yol yürümeye benzetir; bulanık, kaypaktır yani. On sekizinci asra kadar "dil-din-ırk" üçlüsünün din ögesinin ağır bastığını, daha sonra, ilkin dil ve ona ek olarak etnik kökenin ön-millet olma yolunda ağır bastığını gösterir. Anladığımca, ön-millet dediği şey, milli bir bilincin bilinçaltı düzeyidir. Buna local bir örnek olarak Osmanlı İmparatorluğu'nu gösterir. Dilin, milliyetçilik üzerinde etkili olmadığını, politik-pragmatik faydanın ötesine geçmediğini, ulus devletlerin elit kadrolarının halkına icat çıkarmasından ibaret olduğunu vurgular. Keza verdiği birkaç örnek üzerinde, etnik kökenin de milliyetçiliğe sanıldığı kadar ateşleyici faktör olmadığını anlatır. Anladığım kadarıyla, dinin, gelenek ve örfün, ayrıca modernleşme sürecinin, yani devlet-yurtseverliğinin, milliyetçilikte dil-etnik unsurlardan daha önemli olduğunu vurgular. Buraya kadar ki tespitleri yirminci yüzyılın başına kadardı. Ayrıca, milliyetçilik belasının anavatanı olan seksen dokuz Fransa'sını da ciddi bir şekilde yazmadı. Birkaç paragraf ayrılmış yalnız devrim çağına. Kitabın üçüncü eksikliğidir. Dördüncü hatasıysa fiyaskodur; Türklerin, Ermeni kıyımı yaptığı tespiti ise safsatadan ibarettir. Türk tarihini bilimsel biliyor mu? Bunu sorgulamak lazım. Wilson ilkelerine de değinen yazar, son olarak dünya savaşlarını da bağlamında inceliyor, ardından Sovyet Rusya ile Avrupa kıtası içindeki milli hareketlerin milliyetçilikteki etkisini tartışıyor. Yani neo-liberal çağ -milliyetçilik üzerine yazdı. Kapanış yazısı ise, kavramların pek de bir işe yaramadığı yönünde. Kitap, sonuca varmaktan ziyade alelade yazılmış yazılardan oluşuyor, bir şeyi ispat etme kaygısı yok. Yazar hakkında şu denilebilir: entelektüel birikimi var, lakin, bunu aktarmakta başarısız, derli toplu sunmuyor ki yazılarını, karman çorman. Okurken yoruldum. Katılmadığım çok nokta var, okumalı diyemem. (Cemil Meriç)
Kitabın Yazarı Eric J. Hobsbawm Kimdir?
Eric John Ernest Hobsbawm (9 Haziran 1917-1 Ekim 2012) İngiliz Marksist tarihçi ve yazar. Hobsbawm uzun süre İngiltere Komünist Partisi'nin üyeliğini yapmıştır. Komünist Tarih Grubuna da katıldı. Londra'daki Birkbeck, Londra Universitesi'nin başkanıdır.
Hobsbawm, Mısır'ın liman şehri İskenderiye'de doğdu ve ebeveynleri Leopold Percy Hobsbaum ve Nelly Grün birer Yahudiydiydi. Yazar; Viyana ve Berlin'de büyüdü. Eğitimini Almanca konuşulan ülkelerde yaptı. Hobsbawm, babasını 1929 ve annesini muhtemelen 1933 yıllarında kaybetti. Annesini kaybettikten sonra Londra'ya taşındılar.
Dr. Hobsbawm iki kez evlendi. İlk olarak 1943 yılında Muriel Seaman ile dünya evine giren yazar ve ikinci deneyimini Marlene Schwarz'la gerçekleştirdi. Marlene'den Julia ve Andy adlarında iki çocuğu oldu. Ayrıca daha önceki evliliğinden de Joshua adında bir oğlu vardır.
1998 yılında Companions of Honour oldu. 2003'de ise Balzan ödüllerini aldı. 1 Ekim 2012'de hayata gözlerini yumdu.
Hobsbawn Sosyalist Öğrenciler Grubuna 1931'de üye oldu ve 1936'daKomünist Parti'ye geçti. 1946-1956 yılları arasında da Komünist Tarihçiler Gurubu'nda bulundu.
Sovyetlerin Macaristanı ilhak ettiği 1956 yılında Komünist Parti dağıldı ve üyeleri İngiliz Komünist Partisi'ne geçtiler. Hobsbawm, her ne kadar Komünist partiye üye olsa da Sovyet İlhakı'nı asla savunmadı. Daily Worker gazetesinde 1956 yılında bunu tartışmaya açtı.
CPGB içerisindeki Avro-Komünistleri savundu. "The Forward March of Labour Halted" adlı makale "Marxism Today" gazetesinde 1978 yılında yayınlandı.
Eğitimini Prinz-Heinrich-Gymnasium (Berlin), St Marylebone Gramer Okulu (İngiltere) ve Kraliyet Koleji (İngiltere) ile Cambridge'de yaptı. "Cambridge Apostles" üyesiydi.
II. Dünya Savaşında İngiliz Ordusunda "Kraliyet Mühendisleri" ve "Kraliyet Ordu Eğitimi" bölümlerinde görev yaptı.
1947 yılında, Birkbeck Coleji'ne geçti. 1960 yılında Stanford Üniversitesinde Misafir Profesör oldu. 1970 yılında Profesör ve 1978 İngiliz Akademisi üyesi oldu.
İnglizce, Almanca, Fransızca, İspanyolca ve İtalyanca konuşabilir, Avusturya, Portekizce ve Katalanca yazabilir.
Hobsbawm genel anlamda "Irklar" ve "Milliyetçilik" üzerinde çalışmalarda bulunmuştur. Bununla birlikte, modern çağı anlamada onun rolü yadsınamaz. "Devrim Çağı-Sermaye Çağı-İmparatorluklar Çağı-Aşırılıklar Çağı" dörtlemesi onun modern tarihe yaptığı en büyük katkılarındandır.
Eric J. Hobsbawm Kitapları - Eserleri
- Devrim Çağı 1789-1848
- Kısa 20. Yüzyıl: 1914-1991 Aşırılıklar Çağı
- Milletler ve Milliyetçilik
- Sermaye Çağı 1848-1875
- İmparatorluk Çağı 1875-1914
- Fransız Devrimi'ne Bakış
- Sanayi ve İmparatorluk
- Geleneğin İcadı
- Küreselleşme, Demokrasi ve Terörizm
- Yeni Yüzyılın Eşiğinde
- Tarih Üzerine
- Eşkıyalar
- Sıradışı İnsanlar
- İlkel Asiler
- Devrimciler
- Dünya Nasıl Değişir
- Sosyal İsyancılar
- Parçalanmış Zamanlar
- Tuhaf Zamanlar
- Yaşasın Devrim
- Sıra Dışı İnsanlar - Direniş İsyan ve Caz
Eric J. Hobsbawm Alıntıları - Sözleri
- Orijinal (devrimci-halkçı) yurtseverlik fikri, milliyetçi kökenli olmaktan ziyade devlete dayanıyordu, çünkü bu, bizzat egemen halkla, yani onun adına iktidarı yürüten devletle ilintili bir fikirdi. Etnik kökenin ya da tarihsel sürekliliğin diğer unsurlarının bu anlamdaki “millet ’le ilintisi yoktu, dilin ilintisi ise ancak ya da esas olarak pragmatik nedenlere dayanıyordu. Sözcüğün asıl anlamıyla “yurtseverler”, “doğru ya da yanlış, benim ülkem” düsturuna inananların, yani (sözcüğün ironik kullanımını aktaran Dr. Johnson’un ifadesiyle) “hükümetin baş belası hizipçiler”in tam karşıtı kişilerdi.’ Daha ciddisi, terimi, öncülüğünü Amerikalıların ve özellikle 1783 Hollanda devriminin yaptığı tarzda kullanmış görünen Fransız Devrimi, yurtseverleri, ülkelerine duydukları sevgiyi, onu reformla ya da devrimle yenilemek isteyen kişiler olarak düşünüyordu. Ve onlann sadakat gösterdikleri patrie; varoluşsal, önceden var olan bir birim değil, üyelerinin politik seçimiyle (bu seçimle eski bağlılıklarından kopuyor, en azından iyice zayıflatıyorlardı) yaratılan bir milletti. 19 Kasım 1789’da Valence yakınlarında toplanan Languedoc, Dauphine ve Provence’li 1.200 Milli Muhafız, Millet, Yasa ve Kral’a sadakat yemini etmişler ve o andan itibaren artık Dauphine’li, Provence’li ya da Languedoc’lu olmadıklarını ilan etmişlerdi; artık yalnızca Fransızdılar. Daha uygun bir örnek olarak, 1790’da benzer biçimde bir araya gelen Alsace, Lorraine ve Franche Comte’li Milli Muhafızlar da aynısını yaparak Fransa’nın sadece yüzyıl önce ilhak ettiği eyaletlerde yaşayanları gerçek Fransızlara dönüştürmüşlerdi.’Bu Fransa’nın tarihe katkısıydı. Potansiyel yurttaşlarının bilinçli politik tercihiyle oluşturulan devrimci millet kavramı, kuşkusuz ABD’de saf biçimde hâlâ varlığını korumaktadır. Kim Amerikalı olmak istiyorsa Amerikalıdır. Fransızların “milet” kavramı da özsel politik karakterini kaybetmemişti. Fransız milliyeti Fransız yurttaşlığıydı: Etnik köken, tarihsel geçmiş, dil ya da evde konuşulan ağızın “millet” tanımıyla hiçbir ilintisi yoktu. (Milletler ve Milliyetçilik)
- Eski hayat tarzlarının varlıklarını sürdürdükleri yerlerde, geleneklerin ne icat ne de ihya edilmesine ihtiyaç duyulur. (Geleneğin İcadı)
- ... geleceğe tarihin dışında bakan herkes...hem kör hem de tehlikelidir. (Tarih Üzerine)
- Yerkürenin çehresi ve insan hayatı, daha önce asla Hiroşima ve Nagazaki'de yükselen mantar biçimindeki bulutların altında başlayan bu çağdaki kadar dramatik bir biçimde dönüştürülmemiştir. Ancak tarih her zamanki gibi insanların hatta ulusal kararları oluşturanların niyetlerini pek dikkate almadı. (Kısa 20. Yüzyıl: 1914-1991 Aşırılıklar Çağı)
- Geçmiş meşrulaştırır. Geçmiş, övünülecek fazla bir şeye sahip olmayan şimdiki zamana daha şerefli bir arkaplan sunar. (Tarih Üzerine)
- Kadınlara sataşmak halkın nefretini kazanmak için yeterli sebeptir. (Sosyal İsyancılar)
- Her yerde ses var, özellikle kapalı yerlerde, telefonda, uçakta ya da berberde beklerken. Tüketici toplumu sanki sessizliği suç derekesine indirdi. (Parçalanmış Zamanlar)
- 1890 civarında yaklaşık 6000 İngiliz memuru, yaklaşık 70.000 Avrupalı askerin yardımıyla, yaklaşık 300 milyon Hintliyi yönetti. (İmparatorluk Çağı 1875-1914)
- "Tarihten ya da başka bir şeyden ders çıkarmak için iki şey gerekir: bir, bilgi aktarmak; iki, dinlemek." (Tarih Üzerine)
- Eşkıyalık özgürlük demektir, ama köylü toplumunda pek az kişi özgür olabilir. (Eşkıyalar)
- Modern devlet, yönettiği insanların hepsini kucaklayan ( tercihen sürekli ve bölünmemiş) bir toprak parçası olarak tanımlanıyor, kendisi gibi diğer toprak parçalarından belirgin sınır çizgileriyle ayrılıyordu. (Milletler ve Milliyetçilik)
- Alman Nazist rejiminin uğradığı yenilginin bedeli, Polonya' da ve SSCB'nin işgal edilen bölgelerinde görüldüğü ve kuşkulu bir dünyanın sistematik biçimde yok edildiklerini aşamalar halinde öğrendiği Yahudilerin uğradığı akıbetin açıkça ortaya koyduğu gibi, kölelik ve ölümdü. İkinci dünya savaşı, kitle savaşını topyekûn savaşa tırmandırdı. (Kısa 20. Yüzyıl: 1914-1991 Aşırılıklar Çağı)
- Devlet otoritesinin buna benzer bütün geleneksel meşruiyetleri 1789’dan beri sürekli tehdit altındaydı.Monarşi örneğinde açıkça görülmektedir bu. Monarşi kurumuna yeni ya da en azından tamamlayıcı bir “milli” temel sağlama ihtiyacı, III. George’un Britanyası ve I. Nikola’nın Rusyası kadar devrim tehlikesinden uzak devletlerde de hissediliyordu. Kaldı ki monarşiler de kesinlikle kendilerini adapte etmeye çalışmışlardı. (Milletler ve Milliyetçilik)
- Daha çok korkan inisiyatifi diğerine kaptırır. (Sosyal İsyancılar)
- Geçmiş, övünülecek fazla bir şeye sahip olmayan şimdiki zamana daha şerefli bir arkaplan sunar. (Tarih Üzerine)
- Salt devlete dayalı bir yurtseverlik etkili olamaz diye bir kural yok; çünkü modern teritoryal yurttaş-devletinin varlığı ve işlevleri, sürekli olarak bireylerin devlet işlerine katılmasını gerektirir ve kaçınılmaz olarak, benzeri düzenlemelerden farklı olan, ağırlıkla devletin belirlediği yaşam kuralları getiren bir kurumsal ya da işleyişsel “düzenleme” sunar. Birkaç on yıllığına (tek bir insanın ömründen kısa bir süre) var olması bile, bu tarzdaki yeni bir ulus devletle en azından pasif bir özdeşleşmeyi sağlamaya yetebilir. (Milletler ve Milliyetçilik)
- Tarihçilerin on dokuzuncu yüzyıl sonlarından çıkartabileceği en açık sonuç, ne yazık ki sadece para dökmenin, bir altın sanat çağı yaratmaya yetmeyeceğidir. (Sermaye Çağı 1848-1875)
- Pratikte adalet kaba çizgileriyle dişe diş, göze göz ilkesi biçiminde ortaya çıkar. (Eşkıyalar)
- Tarihçiler, kısa vadede, tarihsel mitlere inanmayı seçen insanların karşısında güçsüz durumdadırlar. (Tarih Üzerine)
- 1980'lere kadar çoğu insan ana babalarından daha iyi yaşadılar ve ileri ekonomilerde insanlar daha da iyi yaşamayı umuyorlar ya da bunun mümkün olduğunu hayal ediyorlardı. Yüzyılın ortalarında birkaç on yıl bu muazzam servetin hiç olmazsa bir kısmını bir adalet ölçüsüyle zengin ülkelerin çalışan halklarına dağıtmanın yolları bulunmuş gibiydi ama yüzyılın sonunda eşitsizlik bir kez daha üstünlük kazandı. Daha çok, yoksullukta eşitliğin bir ölçüde hüküm sürdüğü eski "sosyalist" ülkelerde de muazzam bir eşitsizlik görüldü. İnsanlık 1914'ten çok daha iyi eğitim görmüştü. Aslında, tarihte belki de ilk kez insanların çoğu, en azından resmi istatistiklerde okuryazar olarak betimlenebiliyordu. Bununla birlikte, resmi olarak okuryazar kabul edilenlerin çoğu kez "işlevsel cehalet"e kadar derece derece değişen asgari yeterliliği ile hala elit düzeylerden beklenen okuma ve yazmaya tam hakimiyet arasındaki muazzam ve muhtemelen genişleyen uçurum nedeniyle, bu kazanımın anlamı, yüzyılın sonunda, 1914'teki kadar açık değildir. (Kısa 20. Yüzyıl: 1914-1991 Aşırılıklar Çağı)