Kuyucaklı Yusuf - Sabahattin Ali Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Kuyucaklı Yusuf kimin eseri? Kuyucaklı Yusuf kitabının yazarı kimdir? Kuyucaklı Yusuf konusu ve anafikri nedir? Kuyucaklı Yusuf kitabı ne anlatıyor? Kuyucaklı Yusuf kitabının yazarı Sabahattin Ali kimdir? İşte Kuyucaklı Yusuf kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Sabahattin Ali
Editör: Ayfer Tunç
Yayın Evi: Yapı Kredi Yayınları
İSBN: 9789750800016
Sayfa Sayısı: 222
Kuyucaklı Yusuf Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
"Bu manasız ve yabancı hayatta bir tek şeye hakikaten sarılmış, hakikaten inanır gibi olmuştu. Bu da karısı idi. Muazzez'in varlığı Yusuf için büyük, boşlukları dolduracak mahiyette bir şey değildi, fakat onun yokluğu müthişti. Onun bu kadar sebepsiz yere, bu kadar insafsızca Yusuf'un hayatından koparılması çıldırtacak kadar acı idi. Hayatında asıl aradığı şeyin Muazzez olmadığını biliyordu, fakat Muazzez olmadan bunu aramaya muktedir olamayacağını sanıyordu."
Kuyucaklı Yusuf Türk edebiyatının belki de en romantik kahramanıdır. Hayatın ve insanların zalimliği karşısındaki naif duruşu ile bir yandan trajik bir sona ilerlerken, bir yandan da yaşadığı lirik aşk hiyakesinin kahramanı olarak edebiyat tarihinde yerini almıştır.
Kuyucaklı Yusuf Alıntıları - Sözleri
- -"O gelmez artık!" " Nereden biliyorsun " " Gidişinden belliydi !"
- Hiç geçmeyen, hiç unutulmayan şeyler var. Ölünceye kadar insanın sırtından atamayacağı şeyler var...
- Bu hayata daha fazla tahammül edemeyecekti.
- Bizi birbirimizin yüzüne bakamayacak hale getirme.
- Bir şeyler düşünmek istiyor, fakat etrafında dolaşan fikirleri bir türlü yakalayamıyordu.
- "Yaramın nerede olduğunu bilmiyorum. Yalnız bir yerlerim acıyor. Çok acıyor..."
- 'O gelmez artık!' dedi. 'Nereden biliyorsun?' dedim. 'Gidişinden belliydi!' dedi.
- Yaramın nerede olduğunu bilmiyorum. Yalnız bir yerlerim acıyor. Çok acıyor.
- "Parası olanın ırzı da tamam, namusu da!!"
- Düşününce dünyada hiçbir yere bağlı olmadığını hissetti.
- Ne de olsa insan yavaş yavaş alışıyordu.
- Hiç geçmeyen, hiç unutulmayan şeyler var. Ölünceye kadar insanın sırtından atamayacağı şeyler var...
- Parası olanın ırzı da tamam, namusu da!!!
- Kendini bu şehrin korkunç akıntısından, ancak etrafına ördüğü soğuk duvarla kurtaracağını sanıyordu.
Kuyucaklı Yusuf İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Kuyucaklı yusuf'u uzun zaman önce okudum büyük bir hevesle,bir çok beklentiyle... Ne yazık ki umduğumu bulamadım daha sonra bulunduğum ruh halini, ortamı ,zamanı bahane ederek biraz zaman tanımam ve birdaha okumam gerektiği kanısına vardım... Evet uzun bir zaman diliminden sonra yeniden okudum...ancak fikirlerimde olsun duygularımda olsun pek değişiklik olmadı ilk okuduğumda hissettiklerimden,düşündüklerimden ne esksik ne fazla...eksik demişken eksin bir şeyler var bu kitapta parçaları eksik puzzle merakı ve tedirginliği var yazar diğer serilerini yazamadığı için mi böyle hissettim ? bilemedim... Bu arada Sabahattin Ali kitabı seri olarak devam ettirmek niyetindeymiş ancak ömrü yetmemiş ki genç yaşta ölmemiş 'öldürülmemiş' olsa kim bilir ne lezzetler bırakacaktı tarihe. fakat tanışma imkanım olsa sorardım: Tatar Ramazan gibi mert, akıllı ve cesur tasarlayıp; sonra aptallığa varan bir saflığa, cesarete değil de cinnete eğilimi olan, anadolu’nun bilgeliğinden çok ‘odunluğundan’ nasiplendirdiğin kuyucaklı yusuf’tan ne istedin? Diye Ciddi anlamda oturmayan şeyler var, mesela Yusuf karakteri addedilen özelliklerine göre fazla nahif. kaymakam oğlunun bir baltaya sap olamaması da inandırıcı değil. okuması yazması bile yok, tek inandırıcı olmayan noktalar bunlar da değil. şakir’in muazzez’den hemen vazgeçmesi de olmamış. -aslinda yazar bir çok şeyler anlatmak,haykırmak istiyor gibi : yanlış giden düzene,adaletsizliğe,adalet adı altında kurulan kumpaslara; saf,pasif bunun yani sıra kurnaz ,çıkarcı anadolu insanına isyan eder gibi . anacak her şeyi bir anda anlatmak çabasından olsa gerek bağzı konulara girememiş- Ancak şunuda göz önünde bulundurmak gerek Sabahattin Ali'nin ilk romanı olmasina rağmen dil,uslup,kurgu bakımından hiçte acemice değil-özellikle betimlemeler,mekân tasvirleri- Ama bu romandaki dramanın hayatın olağan akışına uymayacak şekilde akıl tutulması yaşayan karakterlerin üzerinden verilmesi okuyucu olarak beni tatmin etmiyor. Bu roman daha çok bir kabullenişin öyküsü gibi, herkes var olanın içinde sürükleniyor, kimse gidişatı değiştirmek adına üzülmek dışında bir şey yapmıyor. Çaresizliği ve eylemsizliği iliklerimize kadar hissettiren bu kitapta bana sorarsanız gerçek bir aşk yerine, sürdürülmek istenen bir alışkanlığın izleri görülüyor... Özetle başarılı bir eser ancak beklentimi karşılamadı, kürk mantolu madonnna kadar sarmadı ama okumaya değer ki bence herkesin farklı şekilde yoracağı bir anlam gizliliği var bu kitapta belkide biraz daha zaman tanımam gerek :) Peki bütün hepsinin üstüne kitapta beni beynimden vurulmuşa döndüren cümleye gelelim : yusuf'un muazzez'i alıp ayvalık'da kendine yeni bir hayat kurmasını babası kaymakam bey'e söylediğinde duyduğu cümledir: "yusuf, ayvalık'da müslüman mı barındırırlar!" ne acı, ne acı ki hemen aklıma Necip Fazıl'ın sakarya şiirindeki şu dize geldi: "vicdan azabına eş, kayna kayna sakarya, öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!" (yakamoz)
Bu bir incelemeden çok dertleşmedir. Allah bütün hastalara acil şifalar versin... Bu kitabı ilk (23 Kasım) okumaya başladığımda , hayatımda her şey mükemmel gidiyordu. Fakat finalini soğuk bir hastane koridorunda doktoru beklerken yapacağım hiç aklıma gelmezdi. Babamın geçirdiği kalp krizi nedeniyle yaklaşık 5 gündür hastanede yatıp kalkıyorum, yatıp kalkıyorum dediğime bakmayın, sıkıldıkça değiştirdiğim bir kaç sandalyenin üzerinde uyukluyorum. İlk günler kendimi dünyanın en şansız insanı gibi görüyordum. Taa ki benden çok daha kötü durumda olanlarla tanışana kadar. Aylarca annesinin komadan çıkmasını bekleyenler, morgun önünde kızının cenazesini bekleyenler, doğum sırasında eşini veyahut evladını kaybedenleri gördüm. Benden çok daha kötüleri de vardı. Hep vardı, hep olacak. Her zaman ne kadar kötü şeyler yaşarsanız yaşayın, hep sizden daha kötü durumda olanlar olacaktır. İşte Yusuf'ta bunlardan biriydi annesini ve babasını öldürüyorlar. Onların naaşı başında oturup bekliyor. Daha o yaşında, "eşkıyaları haklayamadım" diye üzülüyor. Gerçi Yusuf'un kaderi daha o zamandan belliymiş. Babam yoğun bakımdan çıktıktan sonra servise aldılar. Yanına uzandım, Kuyucaklı Yusuf geldi aklıma tekrar okuyayım dedim, kaldığım yerden, şu cümleler ile karşılaştım: "Allah peygamberleri çağırıp sormuş, saadet nedir? demiş. Her biri kendilerine göre cevap vermişler. Musa: Arzı Mev'uda gitmektir; İsa: Bir yanağına vurana ötekini uzatmaktır; Buda: Hayatta hiçbir arzusu olmamaktır, yollu şeyler söylemiş. Sıra bizim Muhammed'e gelince: "Saadet hayatı olduğu gibi kabul etmektir..." demiş." Bu pasajdan sonra epey düşündüm. Çok manidar geldi bu cümleler. Hakikaten hayatı olduğu gibi kabul etmek gerekiyor. Hastalığı ile, sağlığı ile... Acısı ile, tatlısı ile... Eksiği ile, fazlası ile... Yine kitapta Muazzez'in yaşadığı psikolojik travmalar, yaptığı onca hataya rağmen kendini haklı bulmaya çalışması, her şeyi sırf Yusuf mutlu olsun diye yaptığını düşünmesi... Oysa altta ki asıl neden, kendini o hayata ait hissedip Yusuf'u bahane etmesiydi. Çok garip değil mi? Bazen insan yapmaması gereken bir şeyi yaptığı zaman başka bahaneler üretip arkasına saklanır. Benim için de sigara öyleydi. Sürekli bahane üretiyordum. Fakat babamı o halde görünce sigaramı ve çakmağımı bıraktım bir kenara. Ondan da söz aldım bundan sonra icmeyecek, o başına böyle bir sağlık problemi gelmeden bırakmadı, ben başıma bir şey gelmeden bıraktım siz de bırakın. Sevdikleriniz sizler için hastane hastane dolaşmasın. Gece üçlerde bir saat uyumak için uzandığı yerden kabuslar görüp uyanmasın. Kısacası sizlerde Muazzez gibi, babam gibi, benim gibi bahanelerin arkasına sığınmayın. Bırakın. Bıraktırın. Edit: Babam eski sağlığına kavuştu. Soran herkese çok teşekkür ederim. :) (Onur)
Kuyucakli Yusuf okuduğum en güzel romanlardan biri.Kitap hem sürükleyici hem de kalbe dokunan bir hikayeyi anlatıyor. Bazı kısımlarda okurken sizi mutlu edecek kısımlar da var ama genel olarak hüzünlü bir kitap. Bir başka konu kitap köy ve kasabalarda yaşanan dramları, köylü ve devlet yöneticilerini, yoksullar ile kasabalı zenginler arasındaki güç çatışmalarını anlatmaktadır. Yaşadığı döneme ışık tutan yazar güçlünün zayıfı nasıl ezebileceğini ve bu durumda zayıfın yapabileceği hiç bir şeyin olmadığını bütün gerçekçiliğiyle gözler önüne seriyor. Kitabı bitirdikten efkarlandım içime bir burukluk oldu. Bana en çok dokunan kitaplardan biri oldu. Bu kitabu şiddetle tavsiye ediyorum. yazar/sabahattin-ali (Mustafa)
Kitabın Yazarı Sabahattin Ali Kimdir?
Sabahattin Ali, 25 Şubat 1907'de Edirne Vilayeti'nin Gümülcine Sancağı'na bağlı Eğridere kazasında doğmuştur.
Babası piyade yüzbaşısı (Cihangirli) Selahattin Ali Bey'in görev yerlerinin sık sık değişmesi dolayısiyla, ilköğrenimini İstanbul, Çanakkale ve Edremit'in çeşitli okullarında tamamlamıştır.
Edremit'e göçtüklerinde bölge Yunan işgalinde olduğu için emekli olan babası aylığını alamamış ve aile çok zor günler geçirmiştir. İlkokulu bitirdikten sonra parasız yatılı olarak Balıkesir Öğretmen Okulu'na giren Sabahattin Ali, beş yıl burada okumuş, daha sonra İstanbul Öğretmen Okulu'nda mezun olmuştur (1926). Bir yıl kadar Yozgat'ta ilkokul öğretmenliği yapmış, Millî Eğitim Bakanlığı'nın açtığı sınavı kazanarak Almanya'ya giderek iki yıl orada okumuştur (1928 - 1930).
Yurda döndükten sonra Sabahattin Ali, Orhaneli’nde ilkokul öğretmenliğine atandı. Aydın ve sonra Konya ortaokullarında Almanca öğretmenliği yapmıştır.
Konya'da bulunduğu sırada, bir arkadaş toplantısında Atatürk'ü yeren bir şiir okuduğu iddiasıyla tutuklanmış (1932), bir yıla mahkûm olarak Konya ve Sinop cezaevlerinde yatmış, Cumhuriyetin onuncu yıldönümü dolayısıyla çıkarılan af yasasıyla özgürlüğüne kavuşmuştur (1933). Cezaevinden çıktıktan sonra Ankara'ya giden Sabahattin Ali Millî Eğitim Bakanlığı'na başvurarak yeniden göreve alınmasını istemiştir. Dönemin bakanı Hikmet Bayur'un "eski düşüncelerinden vazgeçtiğini ispat etmesini" istemesi üzerine Varlık dergisinde "Benim Aşkım" adlı şiirini yayımlayarak (15 Ocak 1934) Atatürk'e bağlılığını göstermeye çalışmıştır. Aynı yıl Bakanlık Neşriyat Müdürlüğü'ne alınmış, Ankara II. Ortaokul'da öğretmenlik yapmıştır.
16 Mayıs 1935 günü Aliye Hanım ile evlenmiş, 1936'da askere alınmış, 1937 Eylülünde kızı Filiz Ali dünyaya gelmiştir.
Yedek Subay olarak askerliğini Eskişehir'de tamamlamış, 10 Aralık 1938 de Musiki Muallim Mektebi'nde Türkçe öğretmeni olarak göreve başlamıştır.
1940 yılında tekrar askere alınmış, askerliğini yaptıktan sonra Ankara Devlet Konservatuarı'nda Almanca öğretmenliği yapmıştır (1941 - 1945).
"İçimizdeki Şeytan" romanı milliyetçi kesimde büyük tepki toplamıştır. Nihal Atsız'ın hakkında yazdığı hakaret dolu bir yazıya karşılık dava açmış, dava sırasında çok sıkıntı çekmiştir. 1944 yılında davayı kazanmasına rağmen tepkilerden kurtulamamıştır. Olaylı duruşmalar sonunda bakanlıkça görevinden alınmış, İstanbul'a giderek gazetecilik yapmaya başlamıştır (1945). Ancak fıkra yazdığı La Turquie ve Yeni Dünya gazeteleri, Tan olayları sırasında tahrip edilince işsiz kalmış, Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz'la Marko Paşa, Malum Paşa, Merhum Paşa, Öküz Paşa gibi siyasal mizah dergilerini çıkarmıştır (1946 - 1947). Ancak, bu gazeteler tek parti iktidarının baskılarıyla karşılaşmış, dergilerin isimlerindeki Paşa ifadesiyle "Milli Şef" İsmet Paşa ile alay edildiği iddiası ile kapatılmış, yazılar ve yazarları hakkında kovuşturmalar açılmıştır.
Sabahattin Ali dergilerde çıkan yazılarından dolayı üç ay hapis yatmış, karşılaştığı baskılardan bunalmıştır. Ali Baba dergisinde yayımladığı "Ne Zor Şeymiş" başlıklı yazıda, içinde bulunduğu durumu şöyle anlatmaktadır: "Çalmadan, çırpmadan bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi?"
Bir başka dava nedeni ile 1948'de Paşakapısı cezaevinde üç ay yatmıştır. Çıktıktan sonra zor günler geçirmeye başlamış, işsiz kalıp, yazacak yer bulamamıştır. Yurt dışına gidebilmek için pasaport almak istemiş, alamamıştır. Yasal yollardan yurt dışına çıkma olanağı da bulamayınca Bulgaristan'a kaçmaya karar vermiş fakat para karşılığı anlaştığı Ali Ertekin adlı kaçakçı tarafından Jandarma karakolunda katledilmiş daha sonra da cesedi 2 Nisan 1948 tarihinde Bulgaristan sınırında şaibeli bir şekilde bulunmuştur.
Sabahattin Ali'yi öldürdüğünü itiraf eden ve Milli Emniyet mensubu olduğu iddia edilen Ali Ertekin, dört yıla hüküm giymiş; fakat birkaç hafta sonra çıkartılan aftan yararlanarak serbest kalmıştır.
Bulgaristan’ın Eğridere (Ardino) kentinde, Sabahattin Ali’nin 100. doğum yılı kutlandı. 31 Mart 2007 günü gerçekleşen toplantıya, başta Bulgaristan Yazarlar Birliği Başkanı olmak üzere Sofya ve Bulgaristan’ın çeşitli kentlerinden Türk ve Bulgar yazarlar, şairler, okurlar ve Sabahattin Ali’nin kızı Filiz Ali katıldı. Bütün eserleri 1950’li yıllardan beri Bulgaristan’daki tüm okullarda okutulduğundan, Sabahattin Ali bu ülkede çok tanınan bir yazardır.
Sabahattin Ali yazı yaşamına şiirle başlamış, hece vezniyle yazdığı ve halk şiirinin açık izleri görülen bu ürünlerini Balıkesir'de çıkan ve Orhan Şaik Gökyay tarafından yönetilen Çağlayan dergisinde yayımlamıştır (1926).
Servet-i Fünun, Güneş, Hayat, Meşale gibi dergilerde de yazan (1926 - 1928) Sabahattin Ali, bu arada öykü de yazmaya başlamış, ilk öyküsü "Bir Orman Hikayesi" Resimli Ay'da yayımlanmıştır (30 Eylül 1930).
Toplumsal eğilimli bu öyküyü Nazım Hikmet, şu sözlerle okurlara sunmuştur: "Bu yazı bizde örneğine az tesadüf edilen cinsten bir eserdir. Köylü ruhiyatının bütün muhafazekâr ve ileri taraflarını, iptidaî sermaye terakümünü yapan sermayedarlığın inkişaf yolunda köylülüğü nasıl dağıttığını ve en nihayet, tabiatın deniz kadar muazzam bir unsuru olan ormanın muğlak, ihtiraslı hayatını, kımıldanışların zeki bir aydınlık içinde görüyoruz".
Sabahattin Ali, af yasasından yararlanarak hapisten çıktıktan sonra, özellikle Varlık dergisinde yayımladığı "Kanal", "Kırlangıçlar", "Arap Hayri", "Pazarcı", "Kağnı" (1934 - 1936) gibi öyküleriyle dikkati çekmiştir.
Sabahattin Ali Anadolu insanına yaklaşımıyla edebiyata yeni bir boyut kazandırmıştır. Ezilen insanların acılarını, sömürülmelerini dile getirmiş, aydınlar ve kentlilerin Anadolu insanına karşı takındıkları küçümseyici tavrı eleştirmiştir.
1937'de yayınlanan Kuyucaklı Yusuf romanı, gerçekçi Türk romanının en özgün örneklerinden biridir.
Sabahattin Ali'nin halk şiirinden esinlenerek yazılmış şiirlerini içeren Dağlar ve Rüzgâr (1934) adlı kitabı yazın çevrelerinde ilgi uyandırmış, örneğin Yaşar Nabi, Hakimiyeti Milliye'de şu övücü satırları yazmıştır: "Bu kitabın mümeyyiz vasfı halk edebiyatı tarzında bir deneme teşkil etmesidir. Sabahattin Ali'nin tecrübeli muvaffak neticeler vermiş. Ve bize, şiirleri doğrudan doğruya bir halk şairi elinden çıkmamış olduklarını hissetirmekle beraber, o tanıdığımız ve sevdiğimiz samimi edayı tattırabiliyor. Komplike imajlardan kaçınılmış olması, bu şiirlere büyük bir sadelik vermiş." Ancak, Sabahattin Ali, bu kitabından sonra şiirle ilgilenmemiş, sadece öykü ve roman yazmıştır.
'Leylim Ley', 'Aldırma Gönül' gibi halk dilinden yararlanarak yazdığı şiirler herkes tarafından bilinir.
Sabahattin Ali, Varlık'ta Esirler adlı üç perdelik bir oyun da yazmış (1936), ancak bu türü de bir daha denememiştir.
Sabahattin Ali Kitapları - Eserleri
- Kuyucaklı Yusuf
- Bütün Şiirleri
- Çakıcı'nın İlk Kurşunu
- Değirmen
- Hep Genç Kalacağım
- Kağnı - Ses - Esirler
- Kamyon
- Mahkemelerde
- Markopaşa Yazıları ve Ötekiler
- Sırça Köşk
- Yeni Dünya
- İçimizdeki Şeytan
- Öyküler Şiirler ve Oyun
- Arabalar Beş Kuruşa
- Canım Aliye, Ruhum Filiz
- Bütün Öyküleri - 2
- Bütün Öyküleri 1
- Üç Öykü
- Bütün Eserleri
- Dağlar ve Rüzgar
- Değirmen - Dağlar ve Rüzgar
- Kuyucaklı Yusuf - İçimizdeki Şeytan - Kürk Mantolu Madonna
- Dağlar ve Rüzgar - Kurbağanın Serenadı - Öteki Şiirler
- Tüm Eserleri - Öyküler
- Kırlangıçlar
- Kağnı
- Ses
- Kağnı - Ses
- Kürk Mantolu Madonna
- Aldırma Gönül
- Esirler
- Bütün Öyküleri - 3
- Bütün Öyküleri - 4
- Bütün Öyküleri - 5
- Tüm Eserleri - Oyunlar Şiirler Mektuplar Yazılar Tutanaklar
- Köpek
- Bir Delikanlının Hikayesi
- Bir Cinayet Sebebi
- Seçme Şiirler
- Gramofon Avrat
- Ehliyetsiz İktidar
- Leylim Ley
- Benim Meskenim Dağlardır
- Beyaz Bir Gemi
- Şiirler
- Mehtaplı Bir Gece
- Sabahattin Ali Seti
- Kuyucaklı Yusuf
- Çocuklar Gibi
- Devlerin Ölümü
- İki Kadın
- Öyküler
- Sabahattin Ali Biyografi
- Kağnı & Kamyon ve Diğer Öyküler
- Sabahattin Ali Şiirleri
- Değirmen-Esirler
- Tüm Eserleri
- Gönül Yayıncılık Sabahattin Ali Seti 12 Kitap
- Bir Fotoğraf Camı: Çektiği ve Çekemediği Fotoğraflarıyla Sabahattin Ali
- Yeni Dünya ve Ses
- Sırça Köşk ve Masallar
- Değirmen ve Kağnı
- Sabahattin Ali - Bütün Eserleri (Özel Deri Ciltli Kutulu)
- Asfalt Yol
- Değirmen - Sırça Köşk
- Seçme Öyküler 1
- Yeni Dünya - Sırça Köşk
- Balaca Həsən
- Devlerin Ölümü - Bir Aşk Masalı - Koyun Masalı - Sırça Köşk
- İstanbul'u Dinliyorum - Leylim Ley (2 Kitap Birden)
- Hasan Boğuldu - Sevgi Neredeyse Tanrı Oradadır (2 Kitap Birden)
- Gramofon Avrat - Nedime
- Seçme Öyküler 2
- Dağlar ve Rüzgar-Esirler
- Ses & Duvar ve Diğer Öyküler
- Seçme Öyküler
- Kürk Mantolu Madonna
Sabahattin Ali Alıntıları - Sözleri
- ⊰ benim aşkım ⊱ “Sensin, kalbim değildir, böyle göğsümde vuran, Sensin “Ülkü” adıyla beynimde dimdik duran. Sensin çeyrek asırlık günlerimi dolduran; Seni çıkarsam, ömrüm başlamadan bitiyor. Hem bunları ne çıkar anlatsam bir dizeye? Hisler kambur oluyor dökülünce yazıya. Kısacası gönlümü verdim Ulu Gazi’ye. Göğsümde şimdi yalnız onun aşkı yatıyor.” 1934 (Şiirler)
- Herkes kendi havasında ve menfaat peşinde. (Kağnı)
- °Ben dünyadan ziyade kafamın içinde yaşayan bir insanım. (Bütün Eserleri)
- Ben zannediyorum ki, olan şeylerin karşısında şu anda duyduğumuz elem ve ızdırap, bunların niçin böyle olduğunu düşünmekten bizi menedecek kadar kuvvetlidir. (Bütün Öyküleri - 2)
- Anlarsın niçin uzak yerlere baktığımı, İçinde yaşanmaz bir dünyada yaşıyorum. (Leylim Ley)
- Ve ozaman kalbimi sen alacaksin ! (Gramofon Avrat)
- İçindeki bütün yıkıntılara, bütün kederlere rağmen başını yere eğmek istemiyordu. (Kuyucaklı Yusuf)
- Çünkü azlıkta kalanlar çok olanlara nedense tepeden bakarlar. (Kırlangıçlar)
- “Şimdi şiir bence senin yüzündür Şimdi benim tahtım senin dizindir Sevgilim, saadet ikimizindir Göklerden gelen bir yadigar gibi.” (Çocuklar Gibi)
- İki kişi birbirlerini yeni tanıdıkları zaman havadan sudan bahsetmek âdettir. (Kamyon)
- Dünyada bir tek insana inanmıştım. O kadar çok inanmıştım ki, bunda aldanmış olmak, bende artık inanmak kudreti bırakmamıştı. (Kürk Mantolu Madonna)
- "Rızkını vermediğimiz, veremediğimiz müddetçe ne çocuk, ne nüfus isteyemeyiz. Karnını doyuramadığımız, sıhhatini koruyamadığımız, tahsilini temin edemediğimiz her çocuk, "Bu memlekete yüz milyon lazım!" diyenlerin gözüne, onları gaflet uykularından uyandırmak için sokulmuş birer parmaktır." (Ehliyetsiz İktidar)
- "Hiçbir fikre inanmadıkları için fikirlere, insanı insan eden duygulara yabancı oldukları için insanlık sevgisine, herhangi bir şeyi bilip öğrenemeyecek kadar beyinsiz ve tembel oldukları için bilgiye ve kitaba düşman olanlara lânet olsun..." (Ehliyetsiz İktidar)
- “Hanım, burası neresi? Mahpus koğuşu, hırsız yatağı. Adamın gözünden sürmeyi çalarlar.” (Ses & Duvar ve Diğer Öyküler)
- İçimde, kendime de izah edemediğim karışık ve üzücü birtakım hisler belirmişti.” (Yeni Dünya)
- Ve onların arasında nasılsa kalmış olan beyaz bir kasımpatı, buraları örten siyah perdenin üzerinde geçmişi görmek için bırakılmış bir delik gibiydi (Arabalar Beş Kuruşa)
- 'Demek hayat böyle iki adım ilerisi bile görülmeyen sisli ve yalpalı bir denizdi..' (İçimizdeki Şeytan)
- Gökyüzüne baktı, bir bulut aradı ve bekledi… (Kamyon)
- Elbette, dünyada her şey parayla olur... (Beyaz Bir Gemi)
- Aya hitap eder gibi, şarkısına devam etti: Ayın şavkı vurur sazım üstüne Söz söyleyen yoktur sözüm üstüne Gel ey hilâl kaşlım, dizim üstüne, Ay bir yandan, sen bir yandan sar beni. (Kamyon)