Kürk Mantolu Madonna - Sabahattin Ali Kitap özeti, konusu ve incelemesi - PDF indir
Kürk Mantolu Madonna kimin eseri? Kürk Mantolu Madonna kitabının yazarı kimdir? Kürk Mantolu Madonna konusu ve anafikri nedir? Kürk Mantolu Madonna kitabı ne anlatıyor? Kürk Mantolu Madonna kitabının yazarı Sabahattin Ali kimdir? İşte Kürk Mantolu Madonna kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Sabahattin Ali
Yayın Evi: Varlık Yayınları
İSBN:
Sayfa Sayısı: 246
Kürk Mantolu Madonna Kitabı Özeti
Hüzünlü bir aşk hikayesi olan Kürk Mantolu Madonna, iki hikayeden oluşan bir anlatıma haizdir. İlk hikayede Rasim adlı karakterin iş bulması ile Raif Efendi karakteriyle tanışması anlatılır. İkinci hikayede ise Raif Efendi'nin kimseye söyleyemediği anlatamadığı aşk hikayesi göze çarpar. Bu aşk hikayesinde Raif Efendi'nin gençlik yıllarında Almanya'da bir resim sergisinde tanıştığı Maria Puder'e aşık olması ve sonrasında gelişen olaylar yer alıyor.
Kürk Mantolu Madonna Konusu ve Ana fikri
Kürk Mantolu Madonna, üç ana tema etrafında ilerleyen bir romandır. Romanda aşk, yalnızlık ve yabancılaşma temaları ağır basar. Genel olarak bir aşk romanı olarak görülse de aslında psikolojik tahliller eşliğinde bir insanın içinde yaşadığı topluma yabancılaşması ve yalnızlaşarak kendi kabuğuna çekilmesi romanda vurgulanır. Bu duygusal çöküşler ve değişimler, son derece büyük bir ustalıkla ve hissedilerek anlatılmaktadır ki romanda anlatılanları okuyucular gerçek hayatta yaşıyormuşçasına hissettiklerini çoğu zaman ifade etmektedirler.
Kitabın ana fikirlerinden öne çıkan ön yargılarla hareket etmemektir. Ön yargılar, insanların diğer insanları yanlış bir şekilde tanımasına ve onlara karşı hatalı davranışlarla tavır almalarına neden olabilir. Bazen bu davranışlar geri dönüşü olmayan yollara insanları sürükler. Ağır bedeller ödememek için karşımızdaki insanlar hakkında anlayıp dinlemeden, olayları çözmeden kesin hükümler vermemeliyiz.
Kürk Mantolu Madonna Alıntıları - Sözleri
- Bir kitabı okurken geçen iki saatin, ömrümün birçok senelerinden daha dolu, daha ehemmiyetli olduğunu fark edince insan hayatının ürkütücü hiçliğini düşünür ve yeis içinde kalırdım.
- Tesadüf seni önüme çıkarmasaydı, gene aynı şekilde, fakat her şeyden habersiz, yaşayıp gidecektim. Sen bana dünyada başka bir hayatın da mevcut olduğunu, benim bir de ruhum bulunduğunu öğrettin.
- Seni seviyorum. Deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seviyorum.
- “İçimde yarım kalmış bir konuşmanın üzüntüsü vardı”
- Seninle,şöyle bir oturup konuşamadık..
- “İçimde yarım kalmış bir konuşmanın üzüntüsü vardı”
- Ben dünyadan ziyade kafamın içinde yaşayan bir insanım.
- Ben daha çok kendi içimde yaşayan bir insandım.
- Pek az insanla tanıştım ve daima kendimle yaşadım.
- Bir kitabı okurken geçen iki saatin, ömrümün birçok senelerinden daha dolu, daha ehemmiyetli olduğunu fark edince insan hayatının ürkütücü hiçliğini düşünür ve yeis içinde kalırdım.
- "Kimi tutkular rehberimiz olur yaşam boyunca. Kollarıyla bizi sarar. Sorgulamadan peşlerinden gideriz ve hiç pişman olmayacağımızı biliriz."
- "Fakat arkanıza bakmadınız!" "Hiçbir zaman dönüp bakmam.."
Kürk Mantolu Madonna İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Sabahattin Ali'nin okuduğum ikinci eseri. Baştan söylemek gerekirse eserimiz trajedik bir aşk romanıdır. İnsanların ötekileştirdikleri Raif Efendi, hiçbir şeye aldırış etmeden kendi dünyasında yaşamına devam ediyordu. Çok stresli bir iş dünyasına sahipti, karşılaşılan küçük problemlerde direkt ona yükleniliyordu. Onun sessiz kaldığını düşünselerde aslında Raif Efendi, hepsinden çok konuşuyordu. İnsanlar acayip buldukları bu kişiliğin sebebini sormak yerine kendilerince hüküm vermişlerdi. Biliyorum ki yaşadıklarını bir kişiye anlatsa az da olsa yüreğindeki ağırlık hafiflerdi ama insanlar onu dinlese bile anlamayacaklarını bildiği için kendini soyutlamış, insanlara anlatamadıklarını siyah kaplı defterinde haykırmıştır. Ölüm döşeğine düşen Raif Efendi siyah kaplı defterindeki haykırışlarıyla okuru buruk bir Berlin yolculuğuna çıkarıyor. Can sıkıntısının yoğun olduğu bir gün sırf bu durumdan kurtulmak adına deli danalar gibi sokak aralarında dolandığı sırada kendini sanat galerisinde bulan Raif Efendi, soğuk bir şekilde duvardaki tabloların arasında dolanırken bir tanesinin önünde gözleri kocaman aralanır ve adımları yavaşlar. Bir müddet tablodaki Kürk Mantolu Madonna'yı tahlil ettikten sonra hayran kalır. Ardından saatlerce, günlerce süren bu büyülü rüya her şeyden habersiz devam eder. Öyle ki tablonun sahibi kanlı canlı yanında oturmasına rağmen kahramanımız bunu bile fark etmez. Günler sonra tesadüfen karşılaşan bu ikili hayattan soğumuş halde olmasına rağmen birden yaşamları değişir. Sanat galerisinde başlayan bu hayranlık Berlin sokaklarının her köşesine birer anı olarak kazınır. Öyle ki memleketi Ankara'ya dönen Raif Efendi, seneler sonra aşkının meyvesini bir trenle bilinmezliğe doğru yolcu eder. Maria Puder'ın mücadelesini, Raif Efendi'nin yaşadıklarını ve insanların ona karşı davranışlarını düşündükçe tüylerim diken diken olmasına rağmen hayatın her köşesinde bu tarz hayat hikayelerinin olduğunu çok iyi biliyorum. Eseri okurken sevginin ve sevgisizliğin insan hayatını ne kadar etkilediğini her iki koşulda da gözlemleme şansına erişiyorsunuz. Kürk Mantolu Madonna'yı sosyal medya storylerinde starbucks masalarında çekilen resimlerde görmüştüm: Eserin bu kadar yoğun ilgi görmesini bilinçsiz okuyucuların entelektüel görünme çabasına bağlamıştım. Sabahattin Ali, Raif Efendi ve Maria Puder'den şahsım adına özür dilerim. Okumak için bu kadar geç kalmış olmak şahsımı üzse de küllerinden doğan bir kişinin bu kadar çabuk okuma şansına eriştiği için mutluyum. Herkese tavsiye ediyorum. Çarşıda pazarda dağıtılmalı, okunmalı okutulmalı, kitaplığın en güzel köşesinde sergilenmelidir. Okuduktan sonra günlük yaşantımızdaki insanlara karşı davranışları ve yaklaşımları tahlil etmeliyiz. İyi okumalar (Muhammed Öğüt)
Ben bu kitabı onun sayesinde öğrenmiş, onun sayesinde okumuştum. Demişti ki bana "Kürk Mantolu Madonna' diye bi kitap okumuştum, etkilenmiştim" vs. Ben de hemen bu kitabın merakına düştüm tabii. Dedim ki onun okuduğu, etkilendiği o satırları, aynı satırları ben de okumalıyım. İlk telefondan okumaya başladım ama sonra alıp beğendiğim yerleri çizerek okumanın daha güzel olacağını düşündüm. Aldım kitabı ve ona attım. Sevindi, çok sevindi. Bu kitap daha okumadan içimde çok güzel bi yer edinmişti. Başladım kitabı okumaya ama öyle normal okuduğum kitaplar gibi değil. Her okuduğum satırda eskiden onun da okumuş olduğunu ve hatta o satırları okurken ne düşünmüş, ne hissetmiş olabileceğini düşünerek, hissederek okudum. Kalbime dokunan her satırın altını çizdim, gri simli kalemle. Ve kitap bitti, hemen ona yazdım. Kitabı öyle bi yaşamışım ki içimde eskilerin o güzel diliyle yazıyorum. Öyle güzel bi konuşma oldu kii, Saklıyorum o mesajları. Ve son olarak kitaptan çizdiğim bi alıntıyı attım ona. Sayfa 155~ 'Sen bana, dünyada başka türlü bir hayatın da mevcut olduğunu, benim bir de ruhum bulunduğunu öğrettin.' Bu söz çok etkilemişti beni. Çizdiğim her satırda o vardı ama bu satır 'biz'dik sanki. Ve bu kitap; hâlâ da öyle olmakla birlikte, çok değer verdiğim, yüreğime dokunan bir kitap oldu. Kitap çok güzel evet, doğru. Ama asıl böylesine beğenmiş olmam, onun okumuş olup bana söylemesiydi. O şimdi yok. Geriye anılar kaldı. Kitap şuan tam da önümde duruyor. Evet o gitti ama ardında güzel şeyler bıraktı. Bu kitapta onlardan biri. Ben de bu kitabı bu vesileyle okudum işte. İyi ki okumuşum, iyi ki... Kitabın konusu vs. hakkında bişey diyecek olursam. Sadece tek bi cümle söylemek istiyorum. 'Marianın eksik bulduğu, Raif'in ona olan sevgisine inanmamış olduğuydu' Ve son olarak; bu sözüm sadece 'ona'. Eğer yazdığım bu satırları okuyorsan şuan; sadece senin okuman, binlerce kişinin okumasına bedel. Bil istedim :) Buraya kadar okuyan herkese de ayrıca çok teşekkür ederim. :) (Raşide Özlem)
bir garip öldü diyeler..;: Biraz hırçınca düşen yağmur damlaları, kaşkolunuzu boynunuza iyice sarıp sarmalamışsınız ya da hiç değilse kabanınızın yakalarını kaldırmışsınız. Rüzgarın bıçak sırtından korumak istediğiniz ellerinizi yine kabanınızın cebine emanet edip kendinizi kalabalık bir bulvara bırakıvermişsiniz. Belki de buna maruz kaldınız demeli, bilemedim. Bu panoramada etrafınızdan onlarca insan gelip geçiyor ama pek çoğunun dikkatinizin cüzi bir derecesini bile işgal etmediği gerçeği olanca hâliyle aşikar, öyle değil mi? Ama bu hakikat kadar diri ve keskin olan bir başka gerçek ise her birinin kendi biricikliğinde bambaşka bir hikayenin kahramanı yahut figüranı olması bana kalırsa. Hadi gelin onlardan birine misafir olalım, ne dersiniz? Hayatın sillesini henüz yaşamış olan ve hikayeyi ağzından dinlediğimiz meçhul anlatıcı bize o dönem başından geçen sıkıntılardan dem vururken bir arkadaşının gölgesinde bulduğu iş ile biraz olsun dikiş tutturabilecekmiş gibi bir izlenim veriyor. Anlatıcımızın heyecanına ortak olsak da ‘bu kadar erken kavuştuğuna göre olay nereye dönecek’ sorusu hemen bir iki fikrî diken atıveriyor zihnimize. Buradan sonrası ismini bilmediğimiz bu meçhul anlatıcının iş ortamından bize sunduğu izlenceler olarak devam ederken bir isimle karşılaşıveriyoruz: kendi hâlinde, hiç bir fevkaladelik emaresi göstermeyen Raif efendi... Meçhul anlatıcımız da başlarda ne olduğunu pek anlayabilmiş değil. Ta ki bir olay dolayısıyla Raif efendinin çizdiklerine şahit olana kadar. Meçhul anlatıcı Raif efendinin bu yönüyle karşılaşınca şaşkınlığını gizleyemiyor ve onu tanımaya yönelik ufak, ürkek, cılız girişimlerde bulunuyor. Raif efendini Zayıf bünyesinin bir yansıması olarak -ki herkesler buna yoruyor ve biz de öyle biliyoruz şimdilik- hasta düşünce meçhul anlatıcımız bu fırsatı değerlendirmek istiyor ve ziyaretine gidiyor. Bu git geller sayesinde Raif efendinin hikayesi de girmiş oluyor satırlara. “Dünya bir mahpusluk ve ben de zamanımı dolduruyorum..” İçimizden biri olsa da hepimize yabancı bir insan Raif efendinin öyküsü üzerinde gezdirirken yorgun gözlerimizi, muhayyelemizde uçuşan şeyler her birimizde başka başka oluyor muhakkak. Kürk Mantolu Madonna kitabı okuyucuya bu yönüyle oldukça geniş bir düşünsel yelpaze sunuyor. Ve cevabı da, son satırlar ilişirken gözümüze hepimiz kendi rengimize boyamış oluyoruz. Şimdiden keyifli okumalar... (Onur ÇINAR)
Kitabın Yazarı Sabahattin Ali Kimdir?
Sabahattin Ali, 25 Şubat 1907'de Edirne Vilayeti'nin Gümülcine Sancağı'na bağlı Eğridere kazasında doğmuştur.
Babası piyade yüzbaşısı (Cihangirli) Selahattin Ali Bey'in görev yerlerinin sık sık değişmesi dolayısiyla, ilköğrenimini İstanbul, Çanakkale ve Edremit'in çeşitli okullarında tamamlamıştır.
Edremit'e göçtüklerinde bölge Yunan işgalinde olduğu için emekli olan babası aylığını alamamış ve aile çok zor günler geçirmiştir. İlkokulu bitirdikten sonra parasız yatılı olarak Balıkesir Öğretmen Okulu'na giren Sabahattin Ali, beş yıl burada okumuş, daha sonra İstanbul Öğretmen Okulu'nda mezun olmuştur (1926). Bir yıl kadar Yozgat'ta ilkokul öğretmenliği yapmış, Millî Eğitim Bakanlığı'nın açtığı sınavı kazanarak Almanya'ya giderek iki yıl orada okumuştur (1928 - 1930).
Yurda döndükten sonra Sabahattin Ali, Orhaneli’nde ilkokul öğretmenliğine atandı. Aydın ve sonra Konya ortaokullarında Almanca öğretmenliği yapmıştır.
Konya'da bulunduğu sırada, bir arkadaş toplantısında Atatürk'ü yeren bir şiir okuduğu iddiasıyla tutuklanmış (1932), bir yıla mahkûm olarak Konya ve Sinop cezaevlerinde yatmış, Cumhuriyetin onuncu yıldönümü dolayısıyla çıkarılan af yasasıyla özgürlüğüne kavuşmuştur (1933). Cezaevinden çıktıktan sonra Ankara'ya giden Sabahattin Ali Millî Eğitim Bakanlığı'na başvurarak yeniden göreve alınmasını istemiştir. Dönemin bakanı Hikmet Bayur'un "eski düşüncelerinden vazgeçtiğini ispat etmesini" istemesi üzerine Varlık dergisinde "Benim Aşkım" adlı şiirini yayımlayarak (15 Ocak 1934) Atatürk'e bağlılığını göstermeye çalışmıştır. Aynı yıl Bakanlık Neşriyat Müdürlüğü'ne alınmış, Ankara II. Ortaokul'da öğretmenlik yapmıştır.
16 Mayıs 1935 günü Aliye Hanım ile evlenmiş, 1936'da askere alınmış, 1937 Eylülünde kızı Filiz Ali dünyaya gelmiştir.
Yedek Subay olarak askerliğini Eskişehir'de tamamlamış, 10 Aralık 1938 de Musiki Muallim Mektebi'nde Türkçe öğretmeni olarak göreve başlamıştır.
1940 yılında tekrar askere alınmış, askerliğini yaptıktan sonra Ankara Devlet Konservatuarı'nda Almanca öğretmenliği yapmıştır (1941 - 1945).
"İçimizdeki Şeytan" romanı milliyetçi kesimde büyük tepki toplamıştır. Nihal Atsız'ın hakkında yazdığı hakaret dolu bir yazıya karşılık dava açmış, dava sırasında çok sıkıntı çekmiştir. 1944 yılında davayı kazanmasına rağmen tepkilerden kurtulamamıştır. Olaylı duruşmalar sonunda bakanlıkça görevinden alınmış, İstanbul'a giderek gazetecilik yapmaya başlamıştır (1945). Ancak fıkra yazdığı La Turquie ve Yeni Dünya gazeteleri, Tan olayları sırasında tahrip edilince işsiz kalmış, Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz'la Marko Paşa, Malum Paşa, Merhum Paşa, Öküz Paşa gibi siyasal mizah dergilerini çıkarmıştır (1946 - 1947). Ancak, bu gazeteler tek parti iktidarının baskılarıyla karşılaşmış, dergilerin isimlerindeki Paşa ifadesiyle "Milli Şef" İsmet Paşa ile alay edildiği iddiası ile kapatılmış, yazılar ve yazarları hakkında kovuşturmalar açılmıştır.
Sabahattin Ali dergilerde çıkan yazılarından dolayı üç ay hapis yatmış, karşılaştığı baskılardan bunalmıştır. Ali Baba dergisinde yayımladığı "Ne Zor Şeymiş" başlıklı yazıda, içinde bulunduğu durumu şöyle anlatmaktadır: "Çalmadan, çırpmadan bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi?"
Bir başka dava nedeni ile 1948'de Paşakapısı cezaevinde üç ay yatmıştır. Çıktıktan sonra zor günler geçirmeye başlamış, işsiz kalıp, yazacak yer bulamamıştır. Yurt dışına gidebilmek için pasaport almak istemiş, alamamıştır. Yasal yollardan yurt dışına çıkma olanağı da bulamayınca Bulgaristan'a kaçmaya karar vermiş fakat para karşılığı anlaştığı Ali Ertekin adlı kaçakçı tarafından Jandarma karakolunda katledilmiş daha sonra da cesedi 2 Nisan 1948 tarihinde Bulgaristan sınırında şaibeli bir şekilde bulunmuştur.
Sabahattin Ali'yi öldürdüğünü itiraf eden ve Milli Emniyet mensubu olduğu iddia edilen Ali Ertekin, dört yıla hüküm giymiş; fakat birkaç hafta sonra çıkartılan aftan yararlanarak serbest kalmıştır.
Bulgaristan’ın Eğridere (Ardino) kentinde, Sabahattin Ali’nin 100. doğum yılı kutlandı. 31 Mart 2007 günü gerçekleşen toplantıya, başta Bulgaristan Yazarlar Birliği Başkanı olmak üzere Sofya ve Bulgaristan’ın çeşitli kentlerinden Türk ve Bulgar yazarlar, şairler, okurlar ve Sabahattin Ali’nin kızı Filiz Ali katıldı. Bütün eserleri 1950’li yıllardan beri Bulgaristan’daki tüm okullarda okutulduğundan, Sabahattin Ali bu ülkede çok tanınan bir yazardır.
Sabahattin Ali yazı yaşamına şiirle başlamış, hece vezniyle yazdığı ve halk şiirinin açık izleri görülen bu ürünlerini Balıkesir'de çıkan ve Orhan Şaik Gökyay tarafından yönetilen Çağlayan dergisinde yayımlamıştır (1926).
Servet-i Fünun, Güneş, Hayat, Meşale gibi dergilerde de yazan (1926 - 1928) Sabahattin Ali, bu arada öykü de yazmaya başlamış, ilk öyküsü "Bir Orman Hikayesi" Resimli Ay'da yayımlanmıştır (30 Eylül 1930).
Toplumsal eğilimli bu öyküyü Nazım Hikmet, şu sözlerle okurlara sunmuştur: "Bu yazı bizde örneğine az tesadüf edilen cinsten bir eserdir. Köylü ruhiyatının bütün muhafazekâr ve ileri taraflarını, iptidaî sermaye terakümünü yapan sermayedarlığın inkişaf yolunda köylülüğü nasıl dağıttığını ve en nihayet, tabiatın deniz kadar muazzam bir unsuru olan ormanın muğlak, ihtiraslı hayatını, kımıldanışların zeki bir aydınlık içinde görüyoruz".
Sabahattin Ali, af yasasından yararlanarak hapisten çıktıktan sonra, özellikle Varlık dergisinde yayımladığı "Kanal", "Kırlangıçlar", "Arap Hayri", "Pazarcı", "Kağnı" (1934 - 1936) gibi öyküleriyle dikkati çekmiştir.
Sabahattin Ali Anadolu insanına yaklaşımıyla edebiyata yeni bir boyut kazandırmıştır. Ezilen insanların acılarını, sömürülmelerini dile getirmiş, aydınlar ve kentlilerin Anadolu insanına karşı takındıkları küçümseyici tavrı eleştirmiştir.
1937'de yayınlanan Kuyucaklı Yusuf romanı, gerçekçi Türk romanının en özgün örneklerinden biridir.
Sabahattin Ali'nin halk şiirinden esinlenerek yazılmış şiirlerini içeren Dağlar ve Rüzgâr (1934) adlı kitabı yazın çevrelerinde ilgi uyandırmış, örneğin Yaşar Nabi, Hakimiyeti Milliye'de şu övücü satırları yazmıştır: "Bu kitabın mümeyyiz vasfı halk edebiyatı tarzında bir deneme teşkil etmesidir. Sabahattin Ali'nin tecrübeli muvaffak neticeler vermiş. Ve bize, şiirleri doğrudan doğruya bir halk şairi elinden çıkmamış olduklarını hissetirmekle beraber, o tanıdığımız ve sevdiğimiz samimi edayı tattırabiliyor. Komplike imajlardan kaçınılmış olması, bu şiirlere büyük bir sadelik vermiş." Ancak, Sabahattin Ali, bu kitabından sonra şiirle ilgilenmemiş, sadece öykü ve roman yazmıştır.
'Leylim Ley', 'Aldırma Gönül' gibi halk dilinden yararlanarak yazdığı şiirler herkes tarafından bilinir.
Sabahattin Ali, Varlık'ta Esirler adlı üç perdelik bir oyun da yazmış (1936), ancak bu türü de bir daha denememiştir.
Sabahattin Ali Kitapları - Eserleri
- Kuyucaklı Yusuf
- Bütün Şiirleri
- Çakıcı'nın İlk Kurşunu
- Değirmen
- Hep Genç Kalacağım
- Kağnı - Ses - Esirler
- Kamyon
- Mahkemelerde
- Markopaşa Yazıları ve Ötekiler
- Sırça Köşk
- Yeni Dünya
- İçimizdeki Şeytan
- Öyküler Şiirler ve Oyun
- Arabalar Beş Kuruşa
- Canım Aliye, Ruhum Filiz
- Bütün Öyküleri - 2
- Bütün Öyküleri 1
- Üç Öykü
- Bütün Eserleri
- Dağlar ve Rüzgar
- Değirmen - Dağlar ve Rüzgar
- Kuyucaklı Yusuf - İçimizdeki Şeytan - Kürk Mantolu Madonna
- Dağlar ve Rüzgar - Kurbağanın Serenadı - Öteki Şiirler
- Tüm Eserleri - Öyküler
- Kırlangıçlar
- Kağnı
- Ses
- Kağnı - Ses
- Kürk Mantolu Madonna
- Aldırma Gönül
- Esirler
- Bütün Öyküleri - 3
- Bütün Öyküleri - 4
- Bütün Öyküleri - 5
- Tüm Eserleri - Oyunlar Şiirler Mektuplar Yazılar Tutanaklar
- Köpek
- Bir Delikanlının Hikayesi
- Bir Cinayet Sebebi
- Seçme Şiirler
- Gramofon Avrat
- Ehliyetsiz İktidar
- Leylim Ley
- Benim Meskenim Dağlardır
- Beyaz Bir Gemi
- Şiirler
- Mehtaplı Bir Gece
- Sabahattin Ali Seti
- Kuyucaklı Yusuf
- Çocuklar Gibi
- Devlerin Ölümü
- İki Kadın
- Öyküler
- Sabahattin Ali Biyografi
- Kağnı & Kamyon ve Diğer Öyküler
- Sabahattin Ali Şiirleri
- Değirmen-Esirler
- Tüm Eserleri
- Gönül Yayıncılık Sabahattin Ali Seti 12 Kitap
- Bir Fotoğraf Camı: Çektiği ve Çekemediği Fotoğraflarıyla Sabahattin Ali
- Yeni Dünya ve Ses
- Sırça Köşk ve Masallar
- Değirmen ve Kağnı
- Sabahattin Ali - Bütün Eserleri (Özel Deri Ciltli Kutulu)
- Asfalt Yol
- Değirmen - Sırça Köşk
- Seçme Öyküler 1
- Yeni Dünya - Sırça Köşk
- Balaca Həsən
- Devlerin Ölümü - Bir Aşk Masalı - Koyun Masalı - Sırça Köşk
- İstanbul'u Dinliyorum - Leylim Ley (2 Kitap Birden)
- Hasan Boğuldu - Sevgi Neredeyse Tanrı Oradadır (2 Kitap Birden)
- Gramofon Avrat - Nedime
- Seçme Öyküler 2
- Dağlar ve Rüzgar-Esirler
- Ses & Duvar ve Diğer Öyküler
- Seçme Öyküler
- Kürk Mantolu Madonna
Sabahattin Ali Alıntıları - Sözleri
- ⊰ benim aşkım ⊱ “Sensin, kalbim değildir, böyle göğsümde vuran, Sensin “Ülkü” adıyla beynimde dimdik duran. Sensin çeyrek asırlık günlerimi dolduran; Seni çıkarsam, ömrüm başlamadan bitiyor. Hem bunları ne çıkar anlatsam bir dizeye? Hisler kambur oluyor dökülünce yazıya. Kısacası gönlümü verdim Ulu Gazi’ye. Göğsümde şimdi yalnız onun aşkı yatıyor.” 1934 (Şiirler)
- Herkes kendi havasında ve menfaat peşinde. (Kağnı)
- °Ben dünyadan ziyade kafamın içinde yaşayan bir insanım. (Bütün Eserleri)
- Ben zannediyorum ki, olan şeylerin karşısında şu anda duyduğumuz elem ve ızdırap, bunların niçin böyle olduğunu düşünmekten bizi menedecek kadar kuvvetlidir. (Bütün Öyküleri - 2)
- Anlarsın niçin uzak yerlere baktığımı, İçinde yaşanmaz bir dünyada yaşıyorum. (Leylim Ley)
- Ve ozaman kalbimi sen alacaksin ! (Gramofon Avrat)
- İçindeki bütün yıkıntılara, bütün kederlere rağmen başını yere eğmek istemiyordu. (Kuyucaklı Yusuf)
- Çünkü azlıkta kalanlar çok olanlara nedense tepeden bakarlar. (Kırlangıçlar)
- “Şimdi şiir bence senin yüzündür Şimdi benim tahtım senin dizindir Sevgilim, saadet ikimizindir Göklerden gelen bir yadigar gibi.” (Çocuklar Gibi)
- İki kişi birbirlerini yeni tanıdıkları zaman havadan sudan bahsetmek âdettir. (Kamyon)
- Dünyada bir tek insana inanmıştım. O kadar çok inanmıştım ki, bunda aldanmış olmak, bende artık inanmak kudreti bırakmamıştı. (Kürk Mantolu Madonna)
- "Rızkını vermediğimiz, veremediğimiz müddetçe ne çocuk, ne nüfus isteyemeyiz. Karnını doyuramadığımız, sıhhatini koruyamadığımız, tahsilini temin edemediğimiz her çocuk, "Bu memlekete yüz milyon lazım!" diyenlerin gözüne, onları gaflet uykularından uyandırmak için sokulmuş birer parmaktır." (Ehliyetsiz İktidar)
- "Hiçbir fikre inanmadıkları için fikirlere, insanı insan eden duygulara yabancı oldukları için insanlık sevgisine, herhangi bir şeyi bilip öğrenemeyecek kadar beyinsiz ve tembel oldukları için bilgiye ve kitaba düşman olanlara lânet olsun..." (Ehliyetsiz İktidar)
- “Hanım, burası neresi? Mahpus koğuşu, hırsız yatağı. Adamın gözünden sürmeyi çalarlar.” (Ses & Duvar ve Diğer Öyküler)
- İçimde, kendime de izah edemediğim karışık ve üzücü birtakım hisler belirmişti.” (Yeni Dünya)
- Ve onların arasında nasılsa kalmış olan beyaz bir kasımpatı, buraları örten siyah perdenin üzerinde geçmişi görmek için bırakılmış bir delik gibiydi (Arabalar Beş Kuruşa)
- 'Demek hayat böyle iki adım ilerisi bile görülmeyen sisli ve yalpalı bir denizdi..' (İçimizdeki Şeytan)
- Gökyüzüne baktı, bir bulut aradı ve bekledi… (Kamyon)
- Elbette, dünyada her şey parayla olur... (Beyaz Bir Gemi)
- Aya hitap eder gibi, şarkısına devam etti: Ayın şavkı vurur sazım üstüne Söz söyleyen yoktur sözüm üstüne Gel ey hilâl kaşlım, dizim üstüne, Ay bir yandan, sen bir yandan sar beni. (Kamyon)