Köygöçüren - Fakir Baykurt Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Köygöçüren kimin eseri? Köygöçüren kitabının yazarı kimdir? Köygöçüren konusu ve anafikri nedir? Köygöçüren kitabı ne anlatıyor? Köygöçüren PDF indirme linki var mı? Köygöçüren kitabının yazarı Fakir Baykurt kimdir? İşte Köygöçüren kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Fakir Baykurt
Editör: Abdullah Yılmaz
Editör: Gökçe Çiçek Çetin
Çizer: Kubilay Dağbatıran
Tasarımcı: Mithat Çınar
Orijinal Adı: Köygöçüren
Yayın Evi: Literatür Yayıncılık
İSBN: 9789750404337
Sayfa Sayısı: 560
Köygöçüren Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Susuzluktan kavrulan bir köydür Kantarma. Toroslar keser yağmuru; ne toprak suya kavuşabilir ne de gariban köylüsü doğru dürüst ekmeğe aşa... Bir gün, köy muhtarı Musa ile durmadan çekiştiği dostu Hıdır'ın cahil cesaretiyle giriştiği bir teşebbüs sonucunda, olacak bu ya, Büyük Başkan Kantarma' yı ziyaret eder. "Dileğiniz nedir?" diye sorar köylüye. Hıdır "su" der, başka bir şey demez. Destekler onu köy ahalisinin bir kısmı. Diğerleri ise Kuran kursu açılsın ister; budur dünyadaki tek önemli (!) dilekleri. Büyük Başkan her iki dileği de geri çevirmez. Tez zamanda köyde Kuran kursu açılır, bir de hoca atanır. Su çalışmaları ise kaplumbağa hızıyla, ite kaka ilerler. Şaşı bir mühendis görevlendirilir sonunda bu iş için. Şaşı, hem de biraz pısırık... Geç de olsa, makineler getirilir, sondaj yapılır ve nihayet su fışkırır topraktan. Ne var ki, su acıdır. Toprağa, Kantarma köylüsüne hayat vereceği yerde, dert olur. Bir anlamda bu acı su, sonun başlangıcıdır...
Fakir Baykurt bu romanında, aklın yolunun her zaman bir olmadığını gösteriyor bize. Çıkarlarını her şeyin önüne koyan, arkası sağlam kaymak tabakanın bürokrasiden nasıl yararlandığını; diğer yandan, zaten yoksulluktan belini doğrultamayan cahil köylünün, bir de araya ikilik girdiğinde, onlar karşısında nasıl ezildiğini anlatıyor.
(Tanıtım Yazısından)
Köygöçüren Alıntıları - Sözleri
- Eşşoğlu beşkulak!
- Görüyorsunuz değil mi durumları? Yarın bir savaş olsa nasıl duracağız cephede, ayakta, yıkılmadan? Nedir bu köylerin hali?
- Benim bu dünyanın adaletine aklım ermedi, senin erdi mi acabola?
- «Gomünizm tehlikesi alıp yürümüştür! Bunca gaflet bize nereden gelmiştir? Çocuklarımızın elindeki Gurani Kerim'i yırtan alçaklara dur demenin zamanı gelmiştir! Gecikirsek. iş iş ten geçmiş olacaktır arkadaşlar! Gün bugündüür!.. Bu Allahsızların haddini bildirmek için yuvalarını bozacağız arkadaşlar! .. Gün bugündür! .. Allahını seven yürüsün, bugündüüüür! .. »
- Altı çocuk girdi bizim köyden, yok bi dene gazanan! Arpa ekmeği yiyerek çocuk mu okur? Anaları desen akılsız, bubaları desen fikirsiz. Tabiikine ot da kökünün üstünde bitecek biraz ...
- Sizler terbiyeli arkadaşlarsınız. Benim hanım sizin bir bacınız ...O göğüsleri önden önden giden hanımı anımsadı Hıdır da, Musa da.
- Dedik ya, Arap eli öpmeylen dudak gararmaz !
- Ulan şu gızın gözelliğine bak! Şu sesin gözelliğine, inceliğine bak! Bu gızınan var ya, bi gececik yatsam, ondan keri hemen ölüme razıyım bak! .. Çüüüüşşşş ! .. Şart olsun kendi gönlümle ölürüm aha! Çüüüüüüüş dedik! ..
- Her kadın gibi Sunacık'ın da iki memesi vardır. Emme birinden süt, birinden de bal gelir.
- Güldü muhtar: "Düşündün madem, içinde galsın!" "İçimde galırsa dert olur, söyleyim çıksın.." "Siyasetin zayıf!.." "Siyasetin içine tüküreyim!.." Gene güldü Musa: "O zaman siyaset de senin içine tükürür..."
- Gözel sesli gızlar da bizden çıkmıyor ki baksınlar yüzümüze!
- “Yani sen ille diyorsun ki, su su su!..” “Evet Başganım, çölde garga gibiyiz!..” Başkan, döndü çevresindekilere: “Öyle mi? Siz de su mu diyorsunuz?” (...) Topal Galip çıktı: “Ekin bol olur emme, eğerkine diniyeyi biraz daha gevşedirsek milletimiz batar. Kalkan ekinlerin bereketi olmaz. Senin bize böyük eyiliğin, diniyemizi guvatlendirmek için bir gors, Guran Gorsu!” (...) Gene kalabalığa döndü Başkan: “Fikirler ikileşti şimdi: Su mu, kurs mu?” Beş altı kişi fısıldaştı: “Su tabiii, su, su!..” Topal Galip'i destekleyenler daha çoktu: “Yarın kim okuyacak ölülerimize Gurani Kerimi: Gors!”
- Bu zina dölleri uydurur yazar. Hepsi yalan.
- Ulen yeğenim, bu gızları yime ... yanlarında yat! Yani öyle gevrek lokumlar ki, nerelerden bulurlar da dıkarlar bunları uçaklara bilemem.
Köygöçüren İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Birlikten kuvvet doğar ama...: “Epeyden beri kafamda gezen bu romanı Mamak Askeri Cezaevi’nde yatarken geliştirdim. Bitmedi, Ankara Sivil Merkez Cezaevi’ne geçtim. Yapacak başka iş yok. Yazma olanağı yok. Ne yapayım? Vurdum voltamı, saatin zembereği gibi kurdum kurdum romanımı. Çıkınca da hemen yazdım… Gerçi bu romanda doğrudan doğruya cezaevi geçmiyor. Ama halkımızın macerasına cezaevinden bakıyorum. Ne rastlantı, hem de Cumhuriyet’in 50. Yılında!” diye yazmış Fakir Baykurt kitabının çıkış öyküsünü anlatırken… Onun bu kitabı yazmasının üstünden de bir 50 yıl daha geçti. Ama okuyunca da farkedeceksiniz ki, çok şey değişmemiş. Depremde, sel baskınlarında, hastalıklarda sorunun tedbirsizlik olduğunu kendi adlarından iyi bildiği halde fırsat bu fırsat diyerek kafirleri, örtünmeyenleri, solcuları, velhasıl kendilerine kanmayan cümlesini suçlayıp kanal kanal gezen kimi hacı-hocalar hala var; -aynı hikayede çıkan kuyu suyunun tarıma uygun olmamasını cinlere bağlayan hocalar gibi- ama artık köy yerinde değil, TVlerde ahkam kesiyorlar. Hocalarını korumak için yalan, hak, hukuk bilmeden acımasızca ve insafsızca saldıran müritler de artık kahvede değil klavye başında zaman geçiriyor mesailerini. Maden kazalarında yüzlerce gencini sadece gerekli tedbirlerinin alınmaması nedeniyle kaybeden, televizyonlarda isyanını haykıran, ölen işçi yakınlarının devlet görevlileri tarafından tekmelendiği kasabalarda iş seçimlerde oy vermeye gelince değişiyor -hikayemizde kendileri için eylem yapan üniversiteli gençleri üç kuruş para karşılığı “gomonist" diye taşlayan eski köylü, yeni şehirlilerimiz gibi-. Devlet hala vatandaşına hizmet ettiğinin ayırdında değil; vatandaşı ona hizmet etsin ve zor sorular sormasın istiyor. “Ahlak" denince sadece cinselliği anlayan, beş vakit okuduğu tüm dualarda geçen hak yememe, hukuk, adaletin lafını bile etmeyen nüfusumuz hala epey bir yüzde tutar. İhale, devlet bankalarından kredi alma, ucuza arsa kapatma, vs… boyut değiştirmiş sadece. Ezilenin bir gün “ezen” olma sevdası da hala devam. Nietzsche’nin güzel tespiti ile “kölenin istediği özgürlüğüne kavuşmak değil, kendi kölesinin efendisi olmak” hala… Bu uzun romanında Fakir Baykurt Kantarma köyüne götürüyor bizi. Anadolu’nun bağrında Konya ovasında susuzluktan kırılan köyünde duruma bir çare arayan Hıdır ve arkadaşı Muhtar Musa cahilliklerine rağmen onu-bunu araya sokup devletin “Su İşleri”ne seslerini duyurmaya çalışırken, köylerine uğrayan Başkan’a yoksulluklarını haykırırken köyün muhafazakar kesimi ise camiye minare ve Kuran kursu peşinde koşar. İktidar partisi hangisine öncelik verir dersiniz? Roman köydeki yaşamın, çaresizliğin, cahilliğin hikayesi olduğu kadar köyden kente göçün ve varoşlarının oluşumunun da şeffaf, gerçek bir resmini çekiyor bize. Çaresizlikleri ve cahillikleri yüzünden ellerindeki toprakları yok pahasına kaybeden köylülerin bir işleri düştüğünde hala Doktor Zihni’den, kendilerinin mallarını ucuza kapatan bu ekibin üyesinden, çare beklemeleri yaşanan ironiyi gözler önüne seriyor. Cahiller ama herkesin kendine göre bir fikri var. Bir araya gelemiyorlar, ortaklık oluşturmayı bilmiyorlar. Kazıklandıklarını er geç anlıyorlar ama kendilerini kazıklayanlara karşı laf etmedikleri gibi hala onlardan medet bekliyorlar. Çok güzel bir roman “Köygöçüren”; bizi bize bu kadar şeffaf, bu kadar yalın ve tarafsız anlatabildiği için çok değerli. Romanda bir köy öğretmeni de var; o yoksul köyde canını dişine takıp birkaç öğrencisini öğretmen okuluna sokmaya çabalayan, bu arada açılan Kuran kursu hocası kendi öğrencilerini okuldan koparmasın diye tek başına mücadele eden, elinden geldiğince köylülere akıl veren. Durumu en doğru tespit eden o zaten; diyor ki: "Benim çalıştığım köyde iktidarın yürüttüğü hizmetler, ciddi tutulmadığı için fiyasko ile sonuçlanmıştır. Köylülerim, topraklarını bırakıp şehre göçmüşlerdir. Okulum, kapanma tehlikesinin en son sınırına gelmiştir. Köylülerimin topraklarını şehirdeki bürokratik burjuvazi, son derece gülünç karşılıklarla güya satın almış, şimdi bunlar üzerinde modern tarım uygulamalarına yönelmiş durumdadır. Bu yönelişi, başta devletin Ziraat Bankası olmak üzere, bütün organlar var güçleriyle desteklemektedir. Köylülere ikişer yüz lira krediyi çok gören Ziraat Bankası şimdi bu beylere yüz binleri hiç nazlanmadan sunmaktadır. Yasaların herkese eşitlikle uygulanması gereken bir ülkede, bir çiftçiye iki yüz lira kredi çok görülürken, asıl mesleği çiftçilik olmayan bir doktora, bir avukata, bir tüccara yüksek tarımsal kredilerin verilmesi açık bir haksızlık hatta yolsuzluk değil midir?” Romanın en büyük kaybedeni de o; sürülüveriyor. Kendi arazilerini elinde tutmayı becerememiş köylülerin hocaları için de tek yapabildikleri arkasından “hoşçakal” demek, o kadar. Yaşanan haksızlıklara isyan ediyor insan okurken… Ama bunun yanında gücün etkisini ve uzlaşmanın önemini de anlıyor. Yolsuzluk yapanlar, dini inançları sömürenler, bundan kendine güç devşirenler var evet; işte fırsat, ama muhalefet? Ortada yok. Canla başla çırpınan bir köy öğretmeni var evet, ama desteği? O da yok. Uzlaşma kültürümüzde yok galiba, 7 hanelik köyde bile üç-dört grup var. Bir arada olmadan, fraksiyonlara bölünmeden ortak bir amaç çevresinde tutunamıyorlar, para ve güç sahiplerine karşı işte tam da o an kaybediyorlar. Velhasıl romanı bitirdikten sonra yolsuz burjuvaziye, dini sömürüye ve cahilliğe haklı olarak ağız dolusu küfredebilirsiniz. Ama sadece bu yarar mı işe, ondan şüpheliyim işte… (AkilliBidik)
"Ütenlerle, ütülenlerin çağı bu yeme kendini...": Fakir Baykurt diyor ki: "Epeyden beri kafamda gezen bu romanı Mamak Askeri Cezaevinde yatarken geliştirdim. Bitmedi, Ankara Sivil Merkez Cezaevine geçtim. Yapacak iş yok. Yazma olanağı da yok. Ne yapayım? Vurdum voltamı, kurdum romanımı. Çıkınca da hemen yazdım... Gerçi bu romanda doğrudan doğruya cezaevi geçmiyor. Ama halkımızın macerasına cezaevinden bakıyorum. Ne rastlantı, hem de Cumhuriyet'in 50'nci yılında! Ve başka bir rastlantı, bu notu yazdığım gün, kesinleşmiş bir cezayı çekmek üzere gene cezaevine giriyorum. Yeni voltalara, yeni romanlara..." Şu zorba düzenin gerçek yazarlarımıza tek katkısı da bu olsa gerek, yüzlerce roman, hikaye atılan o voltalar esnasında gelişti, kaleme alındı bize ulaştı. Fakir Baykurt da bu koca eseri kesinleşmiş cezalarını çekerken kurguladı. Bu coğrafyada daima var olacak iki şey nedir diye sorda biri şunları söylerdim: 1- Cehalet 2- Cehaletle savaşı anlatan yazarlar. Fakir Baykurt 1972'de yazdı bu kitabı yaklaşık yarım asır geçti üzerinden geldiğimiz seviye Koronavirüs salgınında acemice verilen bir sokağa çıkma yasağında panik olan halkın marketlerde "Luppo, Cola ve pırasa alması" demek ki geçen yarım asır ve değişen dünya cehaletin adeta bir arsenik gibi ruhumuza damıtılmış olduğu o vaziyetten kurtulamadık o zehrin bizi ne zaman öldüreceğini bekler bir vaziyetteyiz. Okullar okuyup kendine fikri hür, insanlık bilinci gelişmiş süsü veren insanlarımıza bakıyorum felsefe, sosyoloji, psikoloji ve en önemlisi post-modern kitaplar ellerinden düşmüyor evreni ve kendimizi anlamlandırma çabalarımız gayet güzel ama özümüze bakmıyoruz bizim etrafımız dört koldan cehaletle sarılı cehaletle verilen savaşların hiçbirinde o üst okumaların faydası olmayacaktır çünkü karşınızda hacı hoca tarafından işlenen, toprak ağaları tarafından sömürülen hala cinlerin yeraltı mağaralarında yaşadıklarına inanan zihinler var bu savaşta onları iyi bilen onlara rağmen ayakta kalan yazarlar kulak vermeyip kendi kendine bu sorunu halledebileceğine inanan şehir insanları; vücut bulmuş cahillikle karşılaştığı vakit lütfen afallayıp, bocalamasın ya arkasını dönüp kaçsın ya da düşmanı tanımak için harekete geçsin. Fakir Baykurt'tan okuduğum dördüncü kitap, daha önce Keklik kitabını incelemiştim. gonderi/65520890 Eserimizin adı Köygöçüren... Elimizde bir adet başkan var, Başkan ülkemizin çorak köylerinde değil de daha çok batı coğrafyasında yetişen, sulak arazilerden her mevsim ayrı ayrı yetişen ürünlerin tadına bakabilen Anadolu bozkırına ve kültürüne sadece turist gözuylet bakabilen köylüleri biraz hor görmesine karşın çok da kibirli sayılmayan ve makam odasında oturmaktan sıkılacak yerde cipine atlayıp köyleri gezen köylülerin isteklerine kulak verip emir komuta zincirinde bakanlarına ve valisine aktaran bir şahıs tabi aktaran dedik yaptırma kısmı ise kısmi olacaktır. Başkanımız köylerin durumunun pek parlak olamadığını Amerika'nın verdiği traktörin gelişime yetmediğinin bilincinde lakin bu onun için büyük bir dert değildir. Akşam oynacagi bezik oyunları memleketteki tüm köylüleri unutturmaya yeter de artar. Evet Siyah Chervolet'i çalıştırıp köylere geziye gider başkan bakar ki köylülerin kıyafetleri çok pis, köylerin yarısı ağıl, ahır yarısı ev. Köylülerin ellerini sıkarken aklından şunları geçirir Başkan: "Bunlar acab bizim mi, yoksa başka bir ülkenin köylüleri mi? Yani Afganistan'ın filan mı? Nedir, nedendir bu kadar sefillik? Çökmüş avurtları, belleri! Bak bak dişleri de piyore olmuş çoğunun!.." Sonra bakar ki her ineğin başında batıl inançlar gereği takılan incik boncuklar var garibine gider bu tür safsatalara inanan var mı ayol deyip söküp atın der köylülere o an sokak başında duran hayvanların takıları sökülür başkanımız köyün en büyük (tek) ikramlarından olan ayranı da içerek devam eder yoluna. Başkanın köyleri gezdiği haberi köyümüz olan Kantarma'da radyoda duyulur. Kantarma il merkezine on üç kilometre. Muhtar ve köylüler kahvedeler, radyo açılır ilk haber: Başkanın yurt gezisi... Hıdır: Bir de bizim köye gelse, biz de çok içten bir gösteri yapsak Büyük Başkanımıza! Şak şak şak şak... Muhtar Musa Hıdır'a takılır: "Çok hevesliysen git çağır adamım, kırmaz hatırını." Der. Efendim bu karşılıklı konuşmalar ikisinin de kafasına gidip bir şekilde başkanı çağırma fikrini sokuverir. Birbirlerinden habersiz şehre giderler parti ocağında rastlaşırlar ikisinin de eli boştur lakin akşam Vali'nin Başkan'ın şerefine bir parti vereceğini duyarlar akşam olur bizim köylüler oradalar nasıl bir şölen bu hiç yemedikleri yemekler, içmedikleri içecekler başkanı görürüz diye bir köşe de beklerken başkan onları görür bana şu iki köylüyü çağırın der. Başkanın huzurunda.... Başkan başlar suallere köyünüz hangisi, durumunuz nasıl, su var mı köyünüzde?... E en sonunda aç mısınız diye sorar? Bizimkiler utangaç şekilde değiliz der demesine ama otururlar sofraya pirzolalar, köfteler, kebaplar içkiler... köyde kim görmüş bunları Hıdır-Musa ikilisi o kadeh senin bu kadeh benim götürürler. Başkan gitmeden önce yarın sizin köye geleceğim der Vali, komutan diken üstünde hemen bir asker yollayıp muhtara köydeki ineklerin başındaki boncukları sökmelerini emreder.... Büyük Başkan Kantarma Köyüne gelmeden evvel... Şafak sökmeden Jandarma köye yetişir boncuk davası çok önemli muhtarın evi bulunur boncuk davası hatırlatılır, tellal köye gider ineklerin boncukları sökülecek diye duyurur. Boncuk?? İneklerin boncuğu tamam öküzler ne olacak? Ya koyunlar ne olacak onların boncukları sökülecek mi? Bu nasıl bir muamma abicim ya İnek dediler başkan neden sadece ineklere takmış acaba? Ulan öküzlerden, koyunlardan size ne! Başkan ineklerinkini dedi. Peki maksat ne ulan! Ben ne bileyim ulan sökün dedilerde sökün..! Ben boncuk moncuk sökmüyorum diye bir ses duydunuz mu işte bu köyümüzün gericisi Topal Talip işine gelince gericilikten sıyrılan bir gerici bakın ne diyor: Madem demokrasi var bu ülkede, ne boncuk yolarım, ne de ahıra kapatırım... Cinler anamı ağlattı ulan başkan gelecek diye boncuk falan sökemem Gali...!! Başkan Kantarma'da... Başkan iner arabadan yanında saz ekibi vardır tabii ama bize lazım olan Doktor Zihni sivrisineği partiden biri eli uzundur, yeri sağlamdır... Doktor Zihni: Başkanım bugün köy tarihinde en büyük gündür. Buyurun buradan... Başkan selamlaşma faslına geçerken Hıdır atladı arkadan Başkanım!!! Başkanım!! Köyümüzde bir damla su yok... Ulan tilki topal Taliba durur mu.. En birinci isteğimiz bir Kur'an kursudur... Başkan gittiği her yerde bol keseden kabul ediyor istekleri ama döndü köylülere Su mu, Kurs mu?.. Ulan böyle soru mu olur diyenler vardır.... Olur tabiii elhamdülillah Müslümanız neyimize su neyimize ekinler aç kalırız yine de imansız kalmayız diyerekten kurs tarafrari daha fazla gözükür... Allah'tan Başkan insafsız değil hem su hem kursa tamam der... Günler geçer sudan haber yok hani etüd hani teknik eleman ses seda yok... Ama Topal Talip köylülerin varsılıdır varır şehre birkac tanıdık sokar devreye kurs hocası gelir... Artık suyu isteyen Hıdır insan içine çıkamaz yine gerici kazandı köyün kalkınmasını istemek suç kardeşim bu dönemde isteyin minare hoca haftaya yapalım ama şu için bekleyeceksiniz böyle hemen olacak iş değil bu.... Bekleriz, bekleriz,.... Suyun gelişini beklerken, kuraklıktan yarım verim veren toprakların buğdayı biter, çorak topraklarpn verdiği otları yiyip bitiren hayvanlar cılız ve az verim verir ama bunlar önemli değil biz cinleri kovar boncuğu takar ölüleri yıkarken dualarımızı okuyacak birini buluruz yeter Gali!! Umudu kesmistik ki gali köye bir araba yanaştı şaşı bir mühendis ama ne de olsa mühendis bu etüd yapacak bize şu çıkaracak e ama bu mühendis ülkenin en büyük müteahhitlik şirketinin sahibi Sadık Can'ın damadı.. Ulan şansa bak bize şu çıkaracak olan adam hatır gönül için görev verilen bir zat... Ama su Allah'ın suyu sonuçta kısmet varsa çıkar dimi şaşı mühendis Cafer Efendi... Çıkar tabi kısmetse çıkar neden çıkmasın... Cin Kenti... Sonda haberi duyulur Topal Talip ve Kur'an kursu hocasının tayfası toplanıverir.. Bizim köyün arasında büüüüüyük bir mağara var kardeşlerim bir ucu çin şehrine bir ucu bizim köye varıyor kardeşlerim... Bu mağarada yaşar bir yılan ben diyeyim otuz sen de kırk metre işte o yılan bu su sondası mı nedir benim tenime değecek olursa salarım cinleri size görürsünüz sondayı... Suyu batsın istemiyoruz gali, cinler şehrini yıkmaya hakkımız yok suyu mevlam gökten versin biz dovamızı edek namazımızı kılalım yeter... Köyün büyük çoğunluğu öyle düşünedursun bu ülkede kanun var nizam var 6200 nolu kanun var devlet istediği yerde açar suyu hacı hoca da karışamaz... Gelsin sonda, gelsin usta, gelsin motorlar açalım şu şu kuyusunu... Coşkun bir su çıktı masallah şimdi Topal Talip ve ekibi çıldırsın köyümüz sulanacak araziler tam verim ürün verecek hepimiz yoksulluktan kurtulacağız derken bu suyun tadı bir garip Hıdır acı mı ne sabaha düzelir Muhtar sabah hâlâ acı bu su Hıdır su akar acı acı ekibi toplar gider sondacı... Köy su göletine döndü yakında deniz olacak kimse gelip bize bakmıyor nerede bu devlet nerede bu hükümet.... Koca köy Hıdır itinin ardına takılıp giderse, sonu böyle olur işte! Ben size dedim cinler bizim yanımıza komaz bunu hesap sorar dedim!! Ben bilirim onun anası orobuydu zaten o kim oluyor da köye sonda getiriyor alın temizleyin şimdi, her yer acı su alın başınıza çalın cinleri saldınız üzerimize. Üç gün geçer, beş gün geçer şu hala akıyor varıp bı Vali'ye haber edelim belki bir çare bulur.. Vali bey hani bize bir Greyder versen de kanal açsak şu lanet suyu akıtsak... Tamam siz alın elinize kazma küreği açmaya başlayın ben Greyder müsait olunca yollarım böyle yan gelip yatmak yok köylü dediğin kendi işini kendi görecek efendim her şeyi devletten bekle bekle sıkılmadınız mı? Kanal açılmaya başlar.... Şehir Kulübü... Doktor Zihni sinsi bir politikacı bakanlığa oynuyor haliyle cahil köylüyü yanında tutacak ki oy deposu sağlam olsun o yüzden öz kardesleri gibi ilgilenir onlarla her sorunlarına yetişir halleder bizimkiler de onu kardeş belleyip her seçimde ona oy verir durur işte Kantarma köyünün acı su olayını konuşmak için de Vali ile bu şehir kulübünde görüşmek üzere yola çıkar... Şehir kulübü Özel İdarenin yıllardan beri köylerden topladığı parayla oluşturduğu bir yapı demek ki en faydalı şey bina dikmekmiş neyimize köylünün yoksulluğu böyle şaşalı bir bina lazım değil mi efendim büyüklerimiz nerede toplanıp memleket sorunlarını ( bezik partileri, içki kokteylleri..) konuşacaklar.. hem sorunları konuşurken iftihar ede ede bu bina köylülerin parası ile yapıldı diyeceğiz, bizim canımız o köylüler lüks eşyalar, en kaliteli yemekler de çıkar bu kulüpte hemide köylünün parası ile... Bazen memleket sorunları da konuşulur canım hakkını verelim binanın Komünizmle mücadele faaliyetleri, karşıt görüşlüleri destekleme adımları, göz boyamak için köylülerin bazı sorunlarına el atma gibi neyse Doktor Zihni burada Validen bir Greyder sözünü alır Kantarma Köyü için ama bu önemsiz bir konu daha önemli bir sorun var Zihni Bey'in apartmanındaki kapıcı işi bırakıyor nereden bulacaktı böyle saf salak birini büyük sorundu bu.... Bahar geldi, geçiyor.. Kantarma'da oturanlar bilmez ama yaşadıkları yer bir kocaman bir havzası olan bir havza... Vede kapalı çevre yörelerden esen soğuk rüzgarlar buraya uğramaz, Doğudan hiç İmbat gelmez. Velhasıl şu acı su olmasa kıymetli bir ova Kantara ama lanet su acı seçimler de yaklaşıyor İl Başkanı Doktor Zihni ben size yeni sondalar getiririm el ele verip düzeltiriz buraları der Hıdır ile Musa'ya ama sütten ağzımız yandı bı kez istemeyiz biz sonda monda bir tanesi anamızı ağlattı bu da yetmez gibi etrafı sarmaz mı bir ot ne üdüğü belirsiz bir ot bu her yeri sardı, mallar da yemiyor şu otu tarlalar da battı, buna lazım bir çare... Muhtar artık bu hengameden bıkmış ama vazife bu ya alır bir iki kök varır Doktor Zihni'ye... Acayip çok acayip...bu nasıl bir ot tüm köyü sardı öyle mi? Hmm siz orada ne yapacaksınız artık Muhtar valla beş para etmez artık sizin oralar iş yok, tarla yok.. Ne yapalım göçelim mi Zihni Bey nasıl olsa muhtarız hiç yoktan.. Aman sen de Muhtar kalıp ne yapacaksın benim apartmana bir kapıcı lazım yarım öbür gün başkasını alırım ha bana sağlam biri lazım güveneceğim gel gör kira da vermek yok çocuklar al gel... Görelim mi bu daireyi? Şu otu Ziraat odasına verelim görürüz Muhtar.... ......Cirsium Arvense... Bir Greyder verip kanal açtırmak için bir ay bekleyen hükümet köydeki garip ot için köye Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Botanik Bölümü şefini yolladı hemide Profesör imiş... Efendim biz otu yerinde görelim dedik hem sizi aydinlatalım dedik kıymetli vatandaşlar.. Bu otun adı Cirsium Arvense latincesi bu efendim biz Latinca söylemek zorundayız bilim yapıyoruz burada! Öze gelelim bu çok arsız bir ot efendim hayatınızda gördüğünüz en arsız ot bu daha arsızını ne ben gördüm ne de siz görebilirsiniz. Efendime söyleyeyim bu ot nereleri sever bilir misiniz? Basit aletlerle, örneğin capayla, örneğin sabanla, yani sizin kullandığınız karasabanla, öküzle falan, öküz olmadığı zaman inekle, eşekle hatta bazan da affedersiniz karınızı koşarak, kendinizi koşarak sürdüğünüz yani geri usullerle çiftçilik yapılan yerden hoşlanır.. Yani efendim siz kısaca ayvayı yediniz.. adını Latince dedim size bı de Türkçesini diyeyim de anlayın başınıza geleni bunun yerel adı Köygöçüren'dir efendim yani bundan sonra işiniz zor, eğer güçlü motorlarınız varsa pahalı ilaçlarınız varsa belki kurtarabilirsiniz kendinizi ben size ilacın adını söyleyeyim gidin alın ama Türkiye'de bulunmayabilir çok pahalı bir ilaç bu efendim... Biz sizi aydınlattık gerisini siz düşünün... Köylüler oturur avuçları yüzlerinde.. Ümmet Emmi söz alır valla benim damat(Muhtar Musa) en iyisini yaptı aldı tası tarağı gitti şehire biz burada kaldık Köygöçüren'le beraber... Efendim devlet yok hükümet yok biz köylüler ne yapabiliriz banka kredi vermez köyde traktör yok iyisi mi bu çorak ve arsız otla sarılı toprakları satıp gidelim e kim alacak bu kadar toprağı kim alır işe yaramaz cinli, acı sulu arsız otlu toprağı.... Biz alacağız değerli köylüler sizi ne zaman yalnız bıraktık dediğiniz şeye bakın hemen kapışırız biz Burjuvalar, biz alırız şu işe yaramaz toprakları siz yeter mi sehirlere gidin iş bulun kurtulun şu sefaletten artık dimi ama.. Akbabaların Toprak paylaşımı... Ünlü müteahhit Sadık Can: 500 dönüm Veteriner Turgut: 250 dönüm Doktor Zihni: 200 dönüm Torunoğlu: 200 dönüm Yüksek Ziraat Mühendisi : 250.. Köylülerin her aracı lazım olduğunda koştuğu Zaman Ahmet: 500 dönüm Komünizmle Savaşım Derneği Başkanı Doktor Hıfzı: 300 dönüm . . . . Artık şehirlerde kapıcılıklar, itfaiye de memurluklar bizim köylülerin ellinden bir taraftan aldıklarını bir tarafa veriyor çarkın bir dişlisi oluyorlardı. Köylülere iyilik yapan zat-ı muhteremler Köylülere bir kuruş kredi vermeyen Ziraat bankasından milyonlar çekip örnek çiftlikler kurmaya başladılar. Biz bir hikayeyi geride bırakırken iliklerine kadar sömürülen halkımız hangisine yanacak acaba cahilliğine mi, cahilliğini kullanıp onları enayi yerine koyan devlet yetkililerine mi, hacı hocaya kanıp inandıkları magara sahibi cinlere mi bilemiyorum ama değişen bir şey yok. Köylüler hâlâ aynı şekilde sömürülüyor ve mücadele veren köylü aydınlar, köylü öğretmenle kitaptaki Köy okulunun öğretmeni Sefer Hoca gibi ya sürülüyor ya hapse attırılıyor demir ökçe ya kafanıza inecek ya sesinizi kesip size uğramaması için boynunuzu bükeceksiniz. Fakir Baykurt içinden çıktığı köylerin cehaletinin kurbanıdır. Çünkü onlar büyük ağalarla el ele verip kendilerini kurtarmaya çalışan her şahsi ya yok ettiler ya da susturdular seçimden seçime gözüken devlet adamlarına rağmen sürdürdüler bu işi çünkü sömürülmek bizim için bir gelenek ve biz geleneklerimizi kolay kolay geride bırakıp çağdaşlaşma yoluna gidemiyoruz. Eğitim sisteminin arızaları giderilmediği sürece yüzyıllar da geçse düzen değişmez kitapta geçen bir alıntı da dediği gibi Fakir Baba'nın. Ütenlerle, ütülenlerin çağı bu yeme kendini. https://youtu.be/Uz2cR0HgWvc (Adem Yüce)
1980 li yılların ortalarında okumuştum ..fakir baykurt , kıskaca alınmış , gericeleştirmek için uğraşılan anadolu köylüsnün içler acısı fakirliği ve dramnı çok güzel anlatır hak aramanın vatan hainliği eşittir "gominstlik" suçlandığı bir dönemi anlatıyor ..menderes gericliğinin köylü üzerindeki oyunları köylülüğün modern şehirli hayata bakış açısı kitpatan aklımda kalan " stalinin biçleri gıpgızıl içleri " sloganının köylünün ekmeği haline getirilişidir (koray)
Köygöçüren PDF indirme linki var mı?
Fakir Baykurt - Köygöçüren kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Köygöçüren PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Fakir Baykurt Kimdir?
Fakir Baykurt (Asıl adı Tahir'dir) (d. 15 Haziran 1929, Burdur - 11 Ekim 1999, Almanya) Türk yazar, sendikacıdır.
Çocukluğu
Fakir Baykurt (Asıl adı Tahir'dir) Burdur'un Yeşilova ilçesine bağlı Akçaköy'de doğdu, Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber şu sözleri ile 1929 yılında haziran ortası olduğu varsayılmaktadır; "1929 doğumlu olduğum doğru. Ay, gün bilinmiyordu. Anamla konuştuk. Köyde orak mevsimi. Tarlada sancılanıp eve gelmiş. Haziran ortasıdır..." Tahir Baykurt'un annesinin adı Elif ve babasının adı Veli'dir. Doğduğunda ona savaşlarda vurulup geri dönmeyen Amcasının adı olan Tahir adı verilir. Tahir 1936 yılında Akçaköy İlkokulu'na başlar ve iki yıl sonra babasını kaybeder. Babasının ölümünden sonra dayısı Osman Erdoğuş tarafından Balıkesir iline bağlı Burhaniye köyüne götürülür ve orada dayısının yanında dokumacılık yapmaya başlar. II. Dünya Savaşı'nın başlaması ile dayısı askere alınır ve Tahir Akçaköy'e dönerek okula devam etme imkânı bulur. 1942 yılında ağır bir sıtma geçirir bu dönem aynı zamanda şiir yazmaya başladığı dönemdir.
Köy Enstitüsü yılları
İlkokulu bitirdikten sonra Isparta Gönen Köy Enstitüsü'ne yazılır. Köy enstitüsü yıllarında özellikle şiire olan ilgisi artar, kendini okumaya verir. Bu dönemde özellikle Türkçe'ye çevrilen klasikleri okur. Fakir Baykurt Köy enstitüsündeki yıllarını ve kendisine kazandırdıklarını şu şekilde anlatmıştır;
"...Köy enstitüsü benim için olağanüstü bir fırsat oldu. İlkokulu bitirdikten sonra gidebileceğim başka hiçbir okul yoktu. Ailemin gücü yetmezdi. Ben okumak istiyordum enstitü benim gibi köy çocuklarını çağırıyordu..."
"...Klasiklerin en iyi okuru enstitülü gençlerdi. Ceplerimizi ona göre yaptırırdık, kitap sığsın. Kız arkadaşlarımız koyun kuzu gütmeye giderken, torbaya azıkla birlikte kitap da katardı..."
Bu yıllarda Bursa Cezaevi'nde olan Nazım Hikmet'in şiirleri ise gizli gizli yayılmaktadır. Tahir Baykurt da bu dönem Nazım Hikmet'in şiirlerini bulur ve gizli gizli okumaya başlar.
"...Kitaplıkta Nazım Hikmet'in kitapları yoktu. Yasaklandığını öğrenince Çivril'in bir köyüne gidip onları buldum. Nazım'ın yedi kitabını kendi yaptığım defterlere kitap harfleri ile yazıp defalarca okudum."
Köy enstitüsü yıllarında ilk şiiri Fesleğen Kolum Eskişehir'de çıkan Türke Doğru dergisinde çıkar. Edebiyata olan ilgisinden dolayı enstitüde de kitaplığın yönetimine seçilir ve daha fazla okuma fırsatı bulur. 1947 yılında Köy Enstitüleri ve Kaynak Dergisi'nde şiirleri çıkar ve bu yıllarda önce şiirlerinde daha sonra tüm yazılarında Fakir Baykurt adını kullanmaya başlar. Köy enstitüleri üzerindeki baskıların artması ile birlikte tüm enstitülere daha baskıcı yönetimler atanmaya başlar. Bu dönemde enstitüler daha önceki bir çok özelliğini yitirmeye başlarken eski öğrencilerin yaşam alışkanlıkları da bu yeni yönetimlerce sorun olmaya başlar. Fakir Baykurt da yeni atanan müdürle sorunlar yaşar ve defalarca kovuşturmaya maruz kalır. Ancak 1947 yılında Köy enstitüsünü başarı ile bitirir ve Yeşilova'nın Kavacık Köyü'ne öğretmen olarak atanır.
Öğretmenlik ve yazarlık yılları
1951 yılında ölene kadar birlikte olacağı Muzaffer Hanım'la evlenir. Bu yıl ayrıca körbağırsağı patlar ve iki kez amelliyat olur. Öğretmenliği Dereköy'e aktarılır. Üzerindeki baskılar devam eder, savcılıkça evine baskın yapılır ve koğuşturma geçirir. 1953 yılında Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümüne girer ve bir sene sonra bu sefer Gayret Dergisi'nde çıkan bir yazısı nedeni ile yargılanır. 1955 yılında Gazi Enstitüsü'nü de başarı ile bitirirerek Hafik'de açılan ortaokula atanır. Aynı yıl ilk kitabı olan Çilli yayınlanır. 1957 yılında askere alınır ve Ankara Piyade Yedek Subay Ortaokulu'na öğretmen olarak atanır. İlk kızı Işık da bu yıl dünyaya gelir. 1958 yılında ilk romanı Yılanların Öcü Cumhuriyet Gazetesi'nin açtığı Yunus Nadi Roman Ödülleri'nde birinci olur. Ancak roman nedeni ile hem Baykurt hem Cumhuriyet koğuşturma geçirir. Baykurt bu dönemden sonra Cumhuriyet Gazetesi'nde yazmaya başlar.
Askerlikten sonra Şavşat Ortaokulu'na öğretmen olarak atanır ve ikinci kızı Sönmez dünyaya gelir. Yılanların Öcü adlı romanı da Remzi Kitapevi tarafından basılır. Ardından Köy ve Eğitim Yayınları tarafından Efendilik Savaşı adlı kitabı yayımlanır. Cumhuriyet'teki bazı yazıları yüzünden öğretmenlikten alınıp Ankara'da Milli Eğitim Bakanlığı Yapı İşleri Bölümü'nde görevlendirilir. Sürüp giden yazıları ve Yılanların Öcü romanı yüzünden Bakanlık buyruğuna alınarak cezalandırılır. Altı ay açıkta kaldıktan sonra 27 Mayıs 1960'da Ankara İlköğretim müfettişliğine atanır ve aynı yıl Efkar Tepesi adlı kitabı basılır. 1961 yılında yazarın Yılanların Öcü adlı romanı tiyatroya ve filme uyarlanır. Tiyatro gösterimi yasaklanır, film ise ancak Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'in konuya el koyması ile gösterime girer ancak filmin gösterimi sırasında olaylar çıkar. Bu yıl ayrıca yazarın Onuncu Köy, Karın Ağrısı, Irazca'nın Dirliği kitapları yayımlanır. Bir sene sonra yazarın oğlu Tonguç dünyaya gelir. Baykurt Amerika'ya giderek, Bloomington'daki Indiana Üniversitesi'nde göze kulağa hitap eden ders araçları ve yetişkinler için yazma öğrenimi görür. 1963 yılında yurda dönerek Ankara İlköğretim müfettişliği görevini sürdürür. Onuncu Köy Bulgarca'ya çevrilir ve kitapları Bulgaristan'da Türkçe olarak da basılır. Yılanların Öcü ile Irazca'nın Dirliği de Almanya'da, "Die Racheder Schlangen" adıyla basılır. Yılanların Öcü Rusça'ya çevrilir.
Türkiye Öğretmenler Sendikası
1965 yılında TÖS'ün kuruluşuna katılır ve genel başkan seçilir. 1966 yılında İlköğretim müfettişliğinden uzaklaştırılarak yeni kurulan Milli Folklor Enstitüsü'nde uzman olarak atanır. Kaplumbağalar ve Amerikan Sargısı romanları yayımlanır. 1967 yılında Onuncu Köy adlı eseri de Rusça'ya çevrilir. Yazıları ve TÖS'teki çalışmaları yüzünden sık sık kovuşturma geçiren Baykurt Gaziantep'in Fevzipaşa bucağına sürülür. TÖS "Devrimci Eğitim Şurası"nı düzenler. Bir yıl sonra da TÖS "Büyük Eğitim Yürüyüşü"nü bir sene sonra da "Genel Öğretmen Boykotu"nu düzenler. Bu faaliyetlerinden sonra tekrar görevden alınarak bakanlık emrine alınır ancak Danıştay kararı ile görevine geri döner. 1970 yılında Fevzipaşa'dan Ankara'ya Ortadoğu Teknik Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Yayın Müdürlüğü görevine getirilir. Anadolu Garajı ve Tırpan kitapları yayımlanır. Tırpan ve Sınırdaki Ölü ile TRT Ödülleri'ni kazanır. Ardından Onbinlerce Kağnı adlı kitabı yayımlanır.
Sıkıyönetim yılları
1971'de ordunun yönetime el koyması ile başlayan sıkıyönetim döneminde Baykurt iki kere gözaltına alınır. Aynı yıl Tırpan ile Türk Dil Kurumu Ödülü'nü kazanır. Kitaplarının yeni basımları yapılırken yazar askeri tutukevinden Ankara Merkez Cezaevi'ne aktarılır. 1973 yılında Can Parası ve Köygöçüren basılır. Baykurt'un yurt dışına çıkışı da yasaklanmıştır. 1974 yılında İçerdeki Oğul basılır. Keklik romanını yazar. Can Parası ile Sait Faik Ödülü'nü kazanır. Askeri Yargıtay'da TÖS Davası'ndan beraat eter. Sınırdaki Ölü ve Keklik kitap olarak basılır. 1976 yılında Sakarca basılır.
Emeklilik Yılları
Sosyal Sigortalar Kurumu'ndan emekli olan Baykurt Madaralı Roman Ödülü'nün kuruluşuna yardımcı olur. 1977 yılında İsveç'te öğretmen yetiştirme çalışmalarına katılır ve Yayla romanı basılır. Frankfurt Uluslar arası Kitap Fuarı'na katılır ve Almanya, Hollanda ve İsviçre'ye geziler yapar, göçmen işçilerle iletişim kurar. 1978 Yılında Sakarca sahneye uyarlanarak İstanbul Şehir Tiyatroları'nca oynanır. Kara Ahmet Destanı ile Orhan Kemal Ödülü'nü kazanır ve Kültür Bakanlığı'na danışman olur. 1979 yılında Tırpan adlı eseri de tiyatroya uyarlanır. Devlet Tiyatrosu tarafından İzmir, Ankara ve Antalya'da oynanır. Baykurt, göçmen işçi konusunu incelemek üzere tekrar Almanya'ya gider. Duisburg şehrinde yaşamaya başlar. Yandım Ali kitap olarak basılır. Bu dönemde ODTÜ'de öğrenci olan oğlu Tonguç da tutuklanır. 1980 yılında Tırpan İstanbul Şehir Tiyatroları'nca da sahneye konulur ve iki mevsim oynanır. Tırpan'dan ötürü Baykurt ve Taner Barlas, "Avni Dilligil En Başarılı Yazar" ödülü kazanırlar. Suna Pekuysal da "En Başarılı Oyuncu" seçilir. Rur Havzası'nda Türk işçi çocukları için başlatılan RAA programında görev alır ve bir İngiltere gezisi yapar. Kızı Işık da bu yıl tutuklanır. Baykurt, Taner Barlas ve oyunda rol alan sanatçılar "İsmet Küntay Ödülü" kazanırlar. Tırpan'daki oyunu nedeniyle Suna Pekuysal "Ulvi Uraz Ödülü"nü kazanır.
1981'de "Sakarca" İsveç'te çizgi film yapılır ve Macarca'ya da çevrilir. DDR'de bir inceleme gezisi yapar. Öyküleri Gürcistan'da da kitap olarak basılır. "Kaplumbağalar" filminin senaryo çalışmalarına katılmak üzere İsviçre'nin Neuchatel şehrine gider. Almanya'daki göçmen işçilerin yaşamını konu alan öyküleri "Gece Vardiyası" adıyla basılır. İşçi çocuklarının yaşamını dile getiren öyküleri de "Barış Çöreği" adıyla basılır. Kitaptan yapılan seçmeler Almanya ve Hollanda'da iki dilli olarak yayımlanır. 1983 yılında "Yüksek Fırınlar" kitap olarak basılır. Oğlu Tonguç'la birlikte Sovyetler Birliği gezisi yapar. Moskova, Bakü, Batum ve Leningrad şehirlerine ve Yasnaya Poliana'ya giderek Tolstoy'un Yurtluğu'nu ziyaret eder.
1984 yılında Berlin Senatosu Çocuk Yazını Ödülü'nü kazanır. Gece Vardiyası ve Kara Ahmet Destanı Almanca, Yılanların Öcü ile Irazca'nın Dirliği Bulgarca basılır. Türkiye'de "Barış Derneği İkinci Davası"nda sanık olarak aranır. 1985 yılında Gece Vardiyası ile Alman Endüstri Birliği BDI'nin Yazın Ödülü'nü alır. Dünya Güzeli ve Saka Kuşları adlı Kitapları Türkçe ve Almanca olarak basılır. 1986 yılında Duisburg'ta öğretmenliğe başlar ve yurt dışında oluşan Türkiye Aydınlarıyla Dayanıma Girişimi'nin yönetiminde görev alır. "Duisburg Treni" adlı eseri basılır. Kopenhag'ta Dünya Barış Kongresi'ne katılır aynı yıl Koca Ren basılır.
1987 yılında Keklik romanı 20 öyküsüyle birlikte Rusça’ya çevrilip basılır. Londra’ya bir gezi yaparak Highgate’te Karl Marx’ın gömütünü ziyaret eder. Aynı yıl aralarında birçok yabancı dile çevrilen kitabının da bulunduğu 19 kitabı Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Aziz Nesin, Halikarnas Balıkçısı, Mihail Şolohov, Ernest Hemingway, İvan Gonçarov, Tolstoy, Gogol, Panait Istrati gibi yazarlarla beraber gerekçe göstermeden yasaklanır. Aynı yıl Sakarca adlı eseri de Hollandaca ve Almanca olarak basılır. Türkiye – Yunanistan Dostluk Gelişimi’nin Avrupa’da kuruluşunda görev alır. Tiflis’te İlaya Cavcavadze’nin 150’nci doğum yıldönümü konferansına katılır.
1988 yılında İçerdeki Oğul’u oyun olarak tekrar yazar. A. Çetinkaya ile birlikte Fridan Halvaşi’nin şiirlerini Türkçe’ye çevirir; Kitap Eninde Sonunda adıyla Almanya’da basılır.
1989 yılında Kuru Ekmek romanını yazar. İçerdeki Oğul, Amersfoort Halk Tiyatrosu’nda oynanır. Şiirleri de Bir uzun yol adıyla basılır. Moskova’ya yeni bir gezi yaparak Nâzım Hikmet’in evinde ve arşivinde çalışır.
Baykurt ders vermeyi Pestalozzi Okulu’nda sürdürür. Şiirleri Hollanda’da “Vuurdoorns – Ateşdikenleri” adıyla basılır. 1991 yılında Ortaokul öğrencileri için, “KALEM – Schreiber” dergisini çıkarmaya başlar aynı yıl boynundan bir ameliyat geçirir. 1992 yılında, bugün Literaturcafé Fakir Baykurt adıyla varlığını sürdüren Duisburg Edebiyat Kahvesi'ni kurar. Bir Uzun Yol’un Almanca’sı “Ein langer Weg” adıyla çıkar. Yazar bu yıl bir de Çin gezisi ertesi yıl da Avustralya gezisi yapar. 1995 yılında Almanya’da öğretmenlik yaptığı çalıştığı Pestalozzi Okulu’ndan emekliye ayrılır. Öykü Kitabı bizim İnce Kızlar basılır ve 7 kitaptan oluşan Özyaşam öyküsünü bititir. 10 Mart'ta Devlet Tiyatroları Opera ve Balesi Yardımlaşma Vakfı tarafından “Fakir Baykurt’a Saygı Gecesi” düzenlenir. Bu yıl Yarım Ekmek romanı da yayımlanır. 1998 yılında Telli Yol öykü kitabı ile birlikte, “Özyaşam” dizisinin ilk cildi “Özüm Çocuktur” yayımlanır. Gezi yazılarının bir bölümünü Dünyanın Öte Ucu (Avustralya Gezi İzlenimleri) adıyla yayımlanır. Benli Yazılar deneme kitabıyla birlikte “Özyaşam” dizisinin ikinci ve üçüncü ciltleri (Köy Enstitülü Delikanlı; Kavacık Köyünün Öğretmeni) çıkar. 1999 Nisan genel seçimlerinde Özgürlük ve Dayanışma Partisi İzmir milletvekili Adayı olur. 11 Ekim 1999 Pazartesi günü tedavi gördüğü Almanya’da Essen Üniversitesi Kliniği’nde pankreas kanserine yenik düşerek ölmüştür.
Fakir Baykurt Kitapları - Eserleri
- Özüm Çocuktur
- Köy Enstitülü Delikanlı
- Kavacık Köyünün Öğretmeni
- Köşe Bucak Anadolu
- Bir Tös Vardı
- Sıladan Uzakta
- Yılanların Öcü
- Irazca'nın Dirliği
- Eşekli Kütüphaneci
- Kaplumbağalar
- Onuncu Köy
- Yarım Ekmek
- Köygöçüren
- Koca Ren
- Genç Emekli
- Yüksek Fırınlar
- Yayla
- Keklik
- Tırpan
- Amerikan Sargısı
- Kara Ahmet Destanı
- Yandım Ali
- Dost Yüzleri
- Dünya Güzeli
- Can Parası
- Dünyanın Öte Ucu
- Benli Yazılar
- Sakarca
- Telli Yol
- Gönül Ustası
- Çilli
- İçerdeki Oğul
- Efkar Tepesi
- Efendilik Savaşı
- Sabır Dağı
- Gece Vardiyası
- On Binlerce Kağnı
- Sınırdaki Ölü
- Duisburg Treni
- Bizim İnce Kızlar
- Kalekale
- Barış Çöreği
- Unutulmaz Köy Enstitüleri
- Öğretmenin Uyandırma Görevi
- Sendika Ve Grev
- Saka Kuşları
- Anadolu Garajı
- Yanar Bir Işık
- Çilli Karın Ağrısı Cüce
- Anadolu Garajı
- Şamar Oğlanları
- Yeni Kölelik mi?
- Bir Uzun Yol
- Ateşdikenleri
- Kovboyculuk Oyunu
Fakir Baykurt Alıntıları - Sözleri
- Yaşam yenileniyor,töreler kalıyor... (Yarım Ekmek)
- Aborcin denilen o insanlar kendi aralarında barışçıl yaşıyor, savaş bilmiyorlar. İlkel silahları sadece avlanmak içindi. Amiral Cook'un adamları karaya çıkar çıkmaz, ilk el de 40000 Aborcin öldürdü. Aborcinler kurşun renkli, oval büyük burunlu insanlar. Gelen beyazları kendilerini var eden ataların dirilip gelen ruhu sandılar. Koşarak, toplanarak atalarını en saygılı devinimlerle, seslerle karşılamak istediler. Karşılık olarak kafalarına, gövdelerine durmadan kurşun yediler. Atalar kurşun attığına göre bunca yıldır biriken suçlarının cezasını veriyorlar diye yorum yaptılar. Birdenbire 40 bin ölü. (Dünyanın Öte Ucu)
- Eskiden cahillik fazlaydı;şimdi daha fazla. (Eşekli Kütüphaneci)
- Ankara uzak, seçim uzak, okul uzak, gökyüzü uzaktı.Büktü boynunu. (On Binlerce Kağnı)
- Tavuklar, horozlar, bizden erken uyanıyor. Kurt, kuş bizden erken uyanıyor. Biz niye geriye kalıyoruz. Hatta bazı horozlar, bizi daha tez uyandırmak için daha erken ötüyorlar. Ama niçin erken öten horozların boynuna vuruyoruz? (Efkar Tepesi)
- Bir sidikli yorgan meseli vardır hani: İnsanlar uyanacağına yakın, ecinni tayfası, sidikli yorganı alıp sokaklarda dolaşırmış. Hangi evde duman tütmüyor, o evin bacasından girermiş. Yorganı, şafak söktüğü halde eşşek gibi yatanların üzerine örtermiş. Yani bu yorgan, değirmen taşı...Ağır! Onu örtünen, öğlelere kadar uyurmuş. Uyansa bile bir ağırlık; kalkamazmış. Yani ben kısa aklımla şöyle diyorum: Bizim köylü milletinin de üstüne sidikli yorgan örtülmüş, kalkamıyor vesselam... (Onuncu Köy)
- "Eller bizi kınar, nerelere gidelim?" "Ellerden arkalara kaldık tüüüüüh!" (Yandım Ali)
- Sabahattin Ali; Pir Sultan Abdal, Garcia Lorca, Nazım Hikmet gibi büyük sanatçılardandı. Kahraman ve kurban olmasa da, olmadan da büyüktü. Onun yaşamında ve yapıtlarında büyük sanatçılığın bütün belirtileri vardır. Biliyoruz, büyük sanatçıların yaşamları da büyüktür. Onlar acıyı da, sevinci de büyük boyutlarda yaşarlar. Yapıtları, sadece içerik, biçim ve estetik yönlerinden değil, sanatın işlevi yönünden de bambaşka özellikler taşır. Bundan ötürü kitleleri çok yakından ilgilendirirler. Bu ilgi de giderek onları etkiler, sarsar, onlara bilinç verir, bunalımlardan çıkış yönlerini, yollarını sezdirir, eyleme dönüşecek maddi gücü aşılar. Büyük sanatçılar bu işlevi, bunalım içindeki halkların yaşamına karışarak, onlarla birlikte soluk alıp vererek, acıyı sevinci onlarla paylaşarak, dayatılan haksız koşullara direnerek, diretmekle yetinmeyip, gerektiğinde savaşarak; savaşım içinde oluşturdukları yapıtlarda halkın dilini, duygularını, düşüncesini sevgiyle, saygıyla kullanarak sağlayabilirler. Böylece yeni tipler, karakterler, yazma yenilikleri ortaya koyarlar. abece, Sayı 12 Mart 1987 (Yanar Bir Işık)
- Camiye, okula, kışlaya, fabrikaya, karakola siyaset girmez, Ferhat Efendi! Girdi mi, o melmeket hapı yutar! (Tırpan)
- Para gibi maymuncuk yoktur! (Duisburg Treni)
- “Evet Pablo Neruda çok büyük bir şairdir. Yalnız Şili’nin degil butün dünyanın, en başta da işçilerin, köylülerin şairidir!” (Genç Emekli)
- Asıl anlatılacak işler "Yılanların Öcü"nde oldu ... (Çilli Karın Ağrısı Cüce)
- Ta yirmi yıl önce bir iğde silkimi zamanı, köyünden kalkıp Almanya'nın yolunu tuttuğu günü hiç unutamaz Salih. Umutlarla doluydu. İçi o gün Karadenizin suları gibi çalkanıyordu. Hiç hesapta olmayan yönlere aktı gitti yaşam. " Bir yıl sonra yirmi olacak! Yaş da kırk yedi! Yaşadığım kadar yaşayacağım nereden belli? Ne anladım ben bu kıyımcı feleğin yönettiği dünyadan?" (Gece Vardiyası)
- Denizgil hücrelerinden çıkmışlar, kapılarının önündeki dar yerde geziniyorlar. Kuzey hücreler, hiç güneş almıyor. Kapılarının ortasında "gözet deliği" var. Celâl'le gözlerimizi uydurup baktık kaçak olarak. Hüseyin'i, Metin'i, Hacı'yı, Mustafa'yı gördük şöyle böyle. Yusuf çıkmamıştı belki... (İçerdeki Oğul)
- "Çok acılar çektik! Karamsar etti acılar bizi..." (Duisburg Treni)
- Eskiden cahillik fazlaydı; şimdi daha fazla. (Eşekli Kütüphaneci)
- Dillerinden bir tane “r” çıkmaz bunların. Doğru dürüst “Murat” diyemezler. O güzelim adı “Muğat Muğat” diye rezil ederler. (Barış Çöreği)
- « İstanbul'da Yaşar Kemal İnce Memed' i yazmış. Ben de Ali enişteyi yazacağım. Evinin önüne ev yapıyorlar, sesini çıkaramıyor. Kuzusunu çalıyorlar, sesini çıkaramıyor. Çıkarsam daha beter çullanırlar üstüme diye korkuyor» (Köşe Bucak Anadolu)
- “ Bugün it bağlasan eğleşmez olmuş hepsi .” (Gece Vardiyası)
- “Pişesiye sabreder, soğuyasıya sabredemez!” (Sabır Dağı)