Köy Enstitüsü Yılları - Talip Apaydın Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Köy Enstitüsü Yılları kimin eseri? Köy Enstitüsü Yılları kitabının yazarı kimdir? Köy Enstitüsü Yılları konusu ve anafikri nedir? Köy Enstitüsü Yılları kitabı ne anlatıyor? Köy Enstitüsü Yılları PDF indirme linki var mı? Köy Enstitüsü Yılları kitabının yazarı Talip Apaydın kimdir? İşte Köy Enstitüsü Yılları kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Talip Apaydın
Yayın Evi: Literatür Yayıncılık
İSBN: 9789750404924
Sayfa Sayısı: 211
Köy Enstitüsü Yılları Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
17 Nisan 1940 tarihli yasayla kurulan ve tamamen Türkiye'ye özgü eğitim kurumları olan Köy Enstitüleri, üzerinde en çok konuşulan, tartışılan kurumlardan biridir. Köylerde çalışacak öğretmenler, tarım ve sağlık görevlileri yetiştirerek, köyleri bir an önce kalkındırma ereği güden, üretime dönük bir eğitim anlayışıyla faaliyet gösteren bu kurumlar, çok partili rejime geçildikten sonra tutucu çevrelerin ve Demokrat Parti'nin yoğun eleştirileriyle karşılaştı. Ve eğitim programları, önce klasik ilköğretmen okullarının programıyla birleştirilen Köy Enstitüleri, sonunda tümüyle kapatıldı.
Köy Enstitüsü Yılları, bu kurum içinden yetişen bir yazarın, Talip Apaydın'ın kaleme aldığı, öğrencilik yıllarına ilişkin anılarından oluşuyor. Köy Enstitülerinin kurucusu Hakkı Tonguç'la son görüşmelerinde, Tonguç'un "Enstitü'ye nasıl girdiniz, nasıl okudunuz, bu duruma nasıl geldiniz, biriniz bunu anlatın" sözü üzerine, "Geç de olsa, ben bu görevi yerine getiriyorum" diyen Apaydın, her zamanki duru ve içten anlatımıyla Köy Enstitüleri gerçeğini birinci ağızdan aktarıyor.
Köy Enstitüsü Yılları Alıntıları - Sözleri
- Köy enstitülerinin yıkılışı ile en büyük darbeyi köy kızları yedi. Onlar bir zaman daha anaları, ablaları, teyzeleri, halaları gibi köylerde yitecekler. Yobaz böyle istedi.
- "Dünya işleri ile Allahın hiçbir ilişiği yok" dedim. "Allah bu işleri çözümleyelim diye bize akıl vermiş. Yoksulsak, eziliyorsak, aklımızı kullanmıyoruz da ondan.
- İnsanı sevmeyen, insana saygısı olmayan kişinin ulusseverligi sözden öteye geçemezdi. Hatta milliyetçiyim diye milleti soyar, halkı uyutur, karanlıkta bırakırdı.
- İnsanı sevmeyen, insana saygısı olmayan kişinin ulusseverliği sözden öteye geçemezdi. Hatta milliyetçiyim diye milleti soyar, halkı uyutur, karanlıkta bırakırdı.
- Hep o yıllardaki öğretmenlerimizi düşünüyorum. Bugünkü ölçülerle anlamak zor oluyor. İşi nasıl kutsal bilmişler. Çalışmayı ve çalıştırmayı nasıl benimsemişler.
- Kuşlarla, hayvanlarla dosttum. Sonsuz bir sessizlik içinde doğayla baş başa yaşardım. Kitaplarımı okurdum, ağaçlara tırmanırdım. Ormanda dolaşırdım. Kuşların sesini dinlerdim. Her çeşit kabalıklardan, küçüklüklerden uzak, mutlu bir dünyam olurdu. Yaşamak buydu bence.
- Köy Enstitülerinin yıkılışı ile en büyük darbeyi köy kızları yedi. Onlar bir zaman daha anaları, ablaları, teyzeleri, halaları gibi köylerde yitecekler. Yobaz böyle istedi. Ama değişecek bu gidiş, hiç kuşkum yok. Göreceksiniz.
- Gitmek, buradan kurtulmak dayanılmaz bir arzu olmuştu içimde.
- Bilgiyi iş haline getirmek gerekir. Bilmek, söylemek değil, yapmaktır. İlkel hayatı değiştirmek, güzelleştirmek, geliştirmektir.
- (...) okuyalım, ekmek yer, su içer gibi boyuna okuyalım, farkında bile olmadan, pek çok şeyler öğreneceğiz, yararlanacağız... Bilgimiz, kültürümüz gelişecek...
- Birbirimizi anlayamaz olmuştuk. Eve gelinceye dek tartıştık. Ne o benim görüşümü beğeniyordu ne ben onun. Yavaş yavaş anlıyordum, öz babamdan başlayarak çevreye, topluma karşıt bir çizgiye geliyordum. Ama onların gerçek çıkarlarından yanaydım. Onlardan ayrılmak istemiyordum. Yaşantımla, düşündüklerimle, köylümle birlik olayım diyordum. Babamsa,”Efendilerin yanına git, efendi ol” diyordu. Sonu nasıl gelecekti bakalım?
- Okul yaşamın bir parçasıydı. Biz karada yüzme talimi yapar gibi hazırlanmıyorduk, bizzat hayatı yaşıyorduk, hayatın bütün gereklerini yerine getiriyorduk.
- "İnsanlardan buz gibi soğudum İşte yalnız sen varsın Bir akşam bize gel Beni anlarsın"
- Canlı konuşacaksın arkadaş, canlı! Haklıysan hatta, bağıracaksın. Boyun eğen insan, yalvaran, miskin insan bu çağın adamı değildir. Hakkını tırnaklarınla koparıp alacaksın. Kimseden korkmak, çekinmek yok.
- Çalışmayan, hazır yiyen insan, iyi insan değildir. Efendilik de değildir. Eskidenmiş o. Şimdimi efendilik başka. Çalışan, bir iş yapan, çevresine yararlı olan insan değerlidir artık.
Köy Enstitüsü Yılları İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Öğretmen hep biraz öğrencidir. Hem öğrenmeyi sürdürdüğü için hem de sürekli çocuklarla iç içe, onların olaylara bakış açısını içinde hep diri tuttuğundan. Bu kitabı okurken ben de hem öğretmendim imrendim hem çocuktum özendim. Bu nedenle tarafsız bir incelemeden ziyade bende uyandırdığı duygulardan bahsedeceğim. O yılları hep dinlemişizdir büyüklerimizden. Ben hep güzel anlatanlara rastladığımdan, biraz da Köy Enstitülerinin neden kapatıldığını genel hatlarıyla bilsem de nasıl kapatıldığının detaylarını hiç araştırmamamdan gelen cahilliğimden olsa gerek, en çok, zamanında Köy Enstitülerinin hakkında söylenen, düşünülen kötü yorumları okuduğumda şaşırdım. Bir hayli de üzüldüm. Bir de bunca yıldan sonra hala benzer bakış açılarıyla gerek görev yaptığım köyde gerek şu anki okulumda savaşmak zorunda kalmamıza çok üzüldüm. Üzüldüm çünkü bu demektir ki bunca insan zamanında boşuna uğraşmış bu kadar. Kitapta yazarın Çifteler Köy Öğretmen Okulu'na girme aşamasından başlayıp Köy Enstitülerinin kuruluşu ve kapatılışına kadar geçen sürede biriktirdiği anılar yer alıyor. Öyle bir anlatımı var ki yazarın; beraber gidip ördük o duvarları, İnönü ziyarete geldiğinde benim tabağımdaki incirden yedi sanki, mandolinle türkülerin notalarını beraber çıkarıp ağacın altında birlikte okuduk o kitapları. Köy ziyaretinde; enstitü ile ilgili anlatılanların yalan olduğunu - hatta yazarın tabiriyle "Ateş olmayan yerden duman tüttürüldü"ğünü- köylünün kalkınması gerektiğini bunun yolunun da okumaktan, düşünmekten, üretmekten geçtiğini, kaderciliğin kabul edilemeyeceğini anlatırken adeta hep yanında duruyordum yazarın. Okulların işleyişindeki azmi, çalışkanlığın nasıl karaktere dönüştüğünü, bireysel değil ulusal kalkınmanın önemini kavramış ve uygulayan bir neslin nasıl da yetişebildiğini gördüm. Öğretmenler ile öğrenciler arasındaki dayanışmanın, tartışma ortamlarının kalitesine, yaparak-yaşayarak öğrenme modeline çok imrendim. Okuyan çocukların, öğretmenleri ve arkadaşlarıyla fikirlerini serbestçe paylaşabilmesi, doğruların ve yanlışların, bilgilerin dikteyle değil doğal sohbetler aracılığıyla iletilmesi çok hoşuma gitti. Hayal ettiğim sınıf ortamının heyecanıyla okudum bu kısımları. Özeniriz ya hani Finlandiya modeline. Beyaz Zambaklar Ülkesinde'yi okurken hissettiğimiz, imrendiğimiz o çalışkanlık, vericilik aslında bizim topraklarımızda, bizim insanımızda da uyandırılmış. Önleri kesilmese biz de o imrendiğimiz eğitim sistemini hala sürdürüyor olabilirdik, diye düşündüm hep biraz buruklukla. Ne kadar yazsam anlatmada yazar gibi başarılı değilim ben, hep biraz eksik kalıyor. Okuyun, okutun. Tek diyebileceğim budur. (Amy Pond)
EĞİTİM!.. EĞİTİM!.. EĞİTİM!..: kitap/koy-enstitusu-yillari--29962... yazar/Talip-Apaydin' ın Enstitüye kabulüyle başlayıp, mezun olana kadar ki anılarından oluşan, dönemin eğitim seferberliğini bize ibret dolu gerçeklerle anlattığı kitabı... Elimden gelse kitabı olduğu gibi alıntılayabilirdim... Beni o derece etkileyen, duygulandıran, içimi burkan, kızdıran, mutlu eden, sayısız hissiyat yaşattı... Köy Enstitülerinin ilk kuruluş amacı; köylüyü bilinçlendirecek eğitmenler yetiştirip yine, o eğitmenleri kendi veya başka köylere gönderip köy okullarında eğitim seferberliğini başlatmaktı... Böylelikle insanlar kendi topraklarında eğitilecek, yetişecek ve de gelişecekti... Bununla beraber ne olacaktı peki; köyden kente göç olmayacaktı, bilinçli tarım yapılacaktı, zanaât sahibi olunacaktı, bilinçlenilecekti, söz sahibi olunacaktı, sonra mı sonra hakkını aramayı bilecekti, kendini ezdirmeyecek, kula kul olunmayacaktı, en nihayetinde en çok hakkettiği insan gibi yaşayacaktı... Ama ne acı ki, olmadı... O Toprak Ağalarının işine gelmedi, üzerine oynanan oyunlarla üzerine yapıştırılan yaftalarla, siyasi partilerin oy güdümü uğruna önce sindirildi sonra müfredatı değiştirildi, Milli Eğitim Bakanı görevden alındı, İlköğretim Genel Müdürü görevden alındı ve sonunda belki de Cumhuriyet tarihinin en büyük devrimlerinden biri sonlandırıldı... Bugünleri anlamakta biraz zorlanıyorsak dünleri çok iyi incelememiz gerekiyor diye düşünüyorum... Bugün Cumhuriyet'in 100.yılına bir adım kala ham maddeden, yarı mamule, enerjiden, tahıl ürününe, gübreye varana kadar dışa bağımlı kaldıysak, bu bizim devamlı, düzenli, desteklenen çağdaş bir eğitim sistemimizin olmamasıdır... Bu çokk açıkk ve de çok acıdır, ne yazık ki... kitap/koy-enstitusu-yillari--29962 yazar/Talip-Apaydin (Serkan)
Bir gecede cahil kaldık!..: Ankara'dan doğu illeri istikametine ne zaman yolculuk etmişsem, Hasanoğlan tabelası mutlaka gözūme ilişmiştir. Her defasında içim burkularak bakmışımdır o tabelaya, çünkü Hasanoğlan demek, benim için Köy Enstitüleri demekti. Okuduğum kitabı bitirince yine gözümün önünden içimi burkarak geçti gitti o tabela... Bir iki sayfa çevirdikten sonra: "Tonguç Baba'nın saygıdeğer anısına sunuyorum. Son görüşmemiz de "Enstitü'ye nasıl girdiniz, nasıl okudunuz, bu duruma nasıl geldiniz, biriniz bunu anlatın" sözü üzerine, çok geç de olsa, ben bu görevi yerine getiriyorum. Talip Apaydın" başladım okumaya. Yoksulluk ve sıkıntı içinde büyüyen, her şeye aç bir köy çocuğunun, köy enstitüsü gerçeğini bizlere ilk ağızdan anlatımıdır aslında bu kitap. Köy Enstitülerinin amacı, onları salt teorik bilgi ile donatmak değil, işleyen demir ışıldar misali her türlü mesleki eğitimi kazandırarak köy öğretmenliğine hazırlamaktı. Tarım işleri, kendi sebze meyvesini üretmek, inşaat işleri, tuğlacılık, demir işçiliği, marangozluk, dikiş, temizlik, aşçılık konularında uygulamalı mesleki dersler alıyorlardı. Kendi binalarını inşa ediyorlar, elektrik santrali kuruyorlar, araziyi tarıma elverişli hale getirerek üretim yapıyorlar... “Hani eğitimde amaç “üretim” değildir falan derler ya, bizim amacımız düpedüz üretimdi. Daha çok daha fazla iş çıkarmaya, verim almaya çalışıyorduk. Okul yaşamın bir parçasıydı. Biz karada yüzme talimi yapar gibi hazırlanıyorduk, bizzat hayatı yaşıyorduk, hayatın bütün gereklerini yerine getiriyorduk.” demiş yazarımız. Düşünün ki, Köy Enstitüleri marşı bile bizlere bu kurumların amacını bütün çıplaklığı ile anlatmaktadır. Sürer, eker, biçeriz güvenip ötesine. Milletin her kazancı, milletin kesesine. Toplandık baş çiftçinin Atatürk'ün sesine Toprakla savaş için ziraat cephesine. Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz. Biz yurdun öz sahibi, efendisi, köylüyüz. İnsanı insan eden, ilkin bu soy, bu toprak En yeni aletlerle, en içten çalışarak, Türk için, yine yakın dünyaya örnek olmak, Kafa dinç, el nasırlı, gönül rahat, alın ak. ... Kuracağız öz yurtta dirliği, düzenliği. Yıkıyor engelleri ulus egemenliği. Görsün köyler bolluğu, rahatlığı, şenliği. Bizimdir o yenilmek bilmeyen Türk benliği. ... Bedenleri çalışıyor, elleri işliyor ama davranışlarının, konuşmalarının ve düşüncelerinin de gelişmesi gerekiyordu. Gelsin sıra kültürel derslere.. Kitap okuyorlar, resim yapıyorlar, müzik dersi alıyorlar, enstrüman çalmayı öğreniyorlar, yazarlık, tiyatro… Dönem dönem kültür derslerine katkı sağlayan isimleri duyunca etkilenmemek elde değil. Ruhi Su, Sabahattin Ali, Sabahattin Eyüboğlu, Yaşar Kemal, Melih Cevdet Anday, Cahit Külebi bunlardan sadece bir kaçı. Bu arada enstrüman çalmak demişken, Mandolin çalıyorlardı bu çocuklar birçok fotoğrafta farketmiştim hatta kitabın kapağında da böyle bir resim yer alıyor. Bununla ilgili ufak çaplı bir araştırma yaparken istediğimi buluyorum ve mandolinin çocukların müzik eğitimindeki önemini size, ben değil Gürer Aykal anlatıyor. “Mandolin, yaylı sazlara, özellikle de kemana geçişte müthiş bir kolaylık sağlamasıyla tanınır ve bilinir. Bu yüzden de müziğe saygısı olan tüm dünya ülkelerinde ilk ve ortaöğretim çağındaki çocukların öğrenmesi teşvik edilir. Çalgıların nota veya akor basmak için kullanılan uzantılarına “tuş” denir. Keman ile mandolinin tuş ölçüleri aynıdır. Mandolinde tuş bölümü perdelerle ayrılmışken, kemanda bu bölüm düzdür. İşte mandolin üzerinde çalışan ve eğitilen parmaklar, kemana geçtiği zaman bir yabancılık çekmez. Bu da mandolinin yaylı sazlara geçişteki kolaylığını açıklar. Mandolinden diğer telli sazlara geçiş de aynı şekilde kolaylık sağlar. Türkiye, çok sesli müzik sanatında cumhuriyetin ilk yıllarındaki temposunu bir daha yakalayamamış ise, bunda yürütülen müzik eğitim politikalarının büyük etkisi vardır. Yalnızca bu kadarcık bir çerçeveden bakıldığında bile, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki eğitim atağının gücü ve kapsayıcılığı ortaya çıkmaktadır." Köy Enstitüleri bir eğitim devrimiydi. Bu enstitülerde özellikle köyde doğmuş, büyümüş ve oranın yaşam koşullarına yatkın çocuklar eğitilerek öğretmen olacaklar ve yurdun dört bir yanına dağılan eğitim neferleri olarak, bilgilerini taze fidanları yetiştirmek için kullanacaklardı. Ama yobazlar boş durur mu cehalet iksiri hazırlıyorlardı.. Kazanın içinde neler yoktu ki, komünist yetiştiriyorlar, kızlı erkekli okuyorlar, bunlar köylüyü uyandıracaklar, köye ağa olacaklar, dedikodular ve iftiralar... kazanın altına habire odun sürerek kaynamasını hızlandırıyorlardı. Ve ne yazık ki, gericiliğe, siyasete kurban ettirilerek kapatılan aydınlığın yüzü Köy Enstitüleri. Bir gecede cahil kaldık! Harf inkılâbına atıfta bulunan bu mesnetsiz söylemin, köy enstitülerinin kapısına kilit vurulmasıyla ilişkilendirmek sizce daha doğru olmuyor mu? Bindiği dalı kesip, filiz veren fidanları kör testerelerle budayanlar kimler acaba? Talip Apaydın'ın sizinle konuşur gibi anlattığı yaşanmışlıklarını, karanlığın acısını çeken çocuğun nasıl aydınlığa çıktığını, Çifteler Köy Enstitüsünde başlayıp, Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsünde son bulan eğitimini kaleme aldığı anılarını okuyunuz, okutunuz lütfen. (Aysun A.)
Köy Enstitüsü Yılları PDF indirme linki var mı?
Talip Apaydın - Köy Enstitüsü Yılları kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Köy Enstitüsü Yılları PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Talip Apaydın Kimdir?
Polatlıya bağlı Ömerler Köyünde doğdu. İlk eğitimini Beypazarında yaptı. Daha sonra Çifteler Köy Enstitüsü (1943) ve Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümünü bitirdi. Çeşitli okullarda öğretmenlik yaptı.
Günümüz yazarlarındandır. İlk şiir ve hikâyelerini Köy Enstitüleri Dergisinde yayınladı (1945-1946). 1948-1950 yılları arasında Yücel, Varlık, Edebiyat Dünyası, Fikirler, İmece, Yeni Ufuklar vs. gibi dergilerde çıkan hikâyelerinden sonra romancılığa başladı. Eserlerinin hemen hemen hepsinde vaktiyle Köy Enstitülerinde benimsetilmiş köy anlayışına uygun klişe anlayışı işier. Bu kitaplarda köy daima sefil ve sömürülmüştür. Köylü câhildir, hurafelere inanır. Müsbet hiçbir davranışları yoktur. Bu toplumda tak iyi insan köy öğretmenidir. Öğretmen, köylüyü eğiterek modern ve taık hâle getirmeye uğraşır. Eserlerinde Yaşar Kemâl, Kemâl Tahirve Orhan Kemâlin etkisi görülür.
Şiir kitabı: Susuzluk (1956).
Hikâye kitapları:
1. Ateş Düşünce (1967), 2. öte Yandaki Cennet (1972), 3. Koca Taş (1974), 4.0 Güzel İnsanlar (Çocuklar için hikâyeler, 1978), 5. Yolun Kıyısındaki Adam (1979), 6. Duvar Yazılan (1981), 7. Kökten Ankaralı (1981), 8. Yangın (Çocuklar için, 1981).
Romanları:
1. Sarı Traktör (1958), 2. Yarbükü (1959), 3. Emmtog-lu (1961), 4. Ortakçılar (1964, 1974), 5. Ferhat ile şirin (Halk için roman, 1965), 6. Toprağa Basınca (Çocuklar İçin, 1966), 7. Define (1972), 8. Yo* Duvar (1973), 9. Toz Duman İçinde (1974), 10. Tütün Yorgunu (1975), 11. Kente İndi Idris (1981), 12. Vatan Dediler (1981).
Hâtıraları:
1. Bozkırdaki Günler (1952), 2. Karanlığın Kuvveti (1967J.
Tiyatro eseri: Bir Yol (1966).
Radyo oyunu: 1. Yapılar Yapılırken, 2. Otobüs Yarışı (Basılmadı).
Talip Apaydın Kitapları - Eserleri
- Köy Enstitüsü Yılları
- Sarı Traktör
- Tütün Yorgunu
- Yarbükü
- Toz Duman İçinde
- Köylüler
- Ortakçılar
- Vatan Dediler - II
- Yoz Davar
- Define
- Dağdaki Kaynak
- Biz Varız
- Akan Sulara Karşı
- Kente İndi İdris
- Elif Kızın Elleri
- Öte Yakadaki Cennet
- Emmioğlu
- O Güzel İnsanlar
- Koca Taş
- Bir Yol
- Toprağa Basınca
- Merdiven
- Yolun Kıyısındaki Adam
- Bozkırda Günler
- Karabasan
- Duvar Yazarları
- Öykülerle Çizgiler
- Susuzluk
- Hem Uzak Hem Yakın
- Yangın
Talip Apaydın Alıntıları - Sözleri
- Ne suç işledik de ceza çekiyoruz bu kadar? Hırsızlık yapanlar serbes geziyor baksana... Ula nasıl dünya bu? (Yoz Davar)
- Tüm düşleri gerçekleşmişti sanki. Öyle heyecanlı konuşuyordu. (Dağdaki Kaynak)
- Çalışmayan, hazır yiyen insan, iyi insan değildir. Efendilik de değildir. Eskidenmiş o. Şimdimi efendilik başka. Çalışan, bir iş yapan, çevresine yararlı olan insan değerlidir artık. (Köy Enstitüsü Yılları)
- Ozanın dediği gibi,'Halka dahleylemek nemize, cümle vebal bizdedir.' (Tütün Yorgunu)
- Koridorda dolaştı. Sağa sola bakındı. Padişahların camlı çerçeveli resimlerini asmışlardı. Koç burunlu, kulağı küpeli başı kavuklu padişahlar. Tüylü kaftanlar, allı güllü entariler... Hepsine teker teker baktı. «Ya halk? diye mırıldandı. Siz böylesiniz ama, halkınız nasıl? Halkınızı unutmuşsunuz. Halksız, bilimsiz bir devletin hükümdarlarısınız siz. Onun için, sonunuz iyi gelmemiş.» (Koca Taş)
- «Böyle birisi olmak şimdi... Duymamak bilmemek. Düşünceyi bambaşka yönlere çevirip, asıl sorunların farkında olmamak... Olacak şey değil. İnsanlık dışı bir tutum. Başkalarının işine geliyor ama, kendimiz için kendi halkımız için gaflet, delâlet ve hatta hıyanet!...» (Koca Taş)
- Halkımız mutlu olmadan hiçbirimiz mutlu olamayız dostum. Her şey yarım kalır, eksik kalır. (Tütün Yorgunu)
- Ne vergi diye multezimler geliyor, ne hacılar hocalar tepemizde tuz dövüyor. Rahatladık doğrusu. (Köylüler)
- -Nasıl sizin köy? -Güzel. Ormanlık. Hem de geniş çayırı var. -Orada olsak ne güzel top oynanır, değil mi? -Oynanır emme biz top bilmeyiz. Topumuz yok. -Siz ne oynarsınız? -Saklambaç oynarız. Ağaçlara çıkarız. Kuzu güderiz... (Dağdaki Kaynak)
- Bana öyle gelirdi ki şu köyün evlerini, sokaklarını ip çekip yeniden kuralım, insanların kafası değişiverecek. Bu eğri büğrülük, bu plansızlık insanların kafasını bulandırmış, dolaştırmış. Göremez, anlayamaz etmiş. İyiyi kötüden ayırt edemez olmuşlar. Yılanın deri değiştirmesi gibi insanımızı bu ilkellikten birden alıp çıkarmak gerekiyor. (Akan Sulara Karşı)
- İkide bir kesiyorlarmış elektrikleri. Okulunki de bir yıldır kesikmiş. Öğretmene demişler «nasıl olsa gece ders yapmıyorsun. Gündüz de ışığın gereği yok. Ama caminin ışıkları pırıl pırıl yanıyor. Hatta minareyi de ışıklandırmışlar bir güzel. (Karabasan)
- Çalışan insanlara neden hakları olduğu değer verilmez? Gayret neden alkışlanmaz? Ben çalışan insandan daha aziz bir şey bilmiyorum. (Bozkırda Günler)
- -Sıkma canını, geçici bunlar. Bir gün biz de oturacağız o güzel evlerde. Plânını da kendimiz yapacağız, birlikte... - Kendini avut sen. Hiçbir zaman oturamayız.Varsıllar için çalışacağız işte böyle. -Neden? Tanrı böyle mi yazmış? -Tanrı yazmamış ama başkaları yazmış. (Karabasan)
- Düşmanı asla küçümsemeyin. (Vatan Dediler - II)
- İçimde bir yalnızlık duygusu vardı. Silkinip atmaya çalışıyordum da atamıyordum. (Ortakçılar)
- - Tahmin etsek ne olacaktı? Hem sorun bu değil. Sorun gerici politikanın tırmanışı ve yönetime el koyması. Bu önlenebilir miydi? Toplumun ekonomik yapısı bu düzende başka bir sonuç veremez. Halk uyanmadan, kendi çıkarlarına sahip çıkmadan yürütülen demokrasi böyle olur işte. Köy okulu bu duruma düşer. Yüksek öğretim, orta öğretim arap saçına döner. Ama geçecek bu, sürüp gidecek değil. Kendimizi dağıtmayalım. Üzülsek bile, umudumuzu kesmiyelim. Yahu Seyit, öyle diyorsun ama bu bir cinayet be! Nasıl yapılır bu? - Yaptılar. Demin kendin söyledin. Memleketi değiş tirmek istemiyenler egemen oldu. Ama düzelir, üzülme. Belki ileri sıçramak için bir geri çekilmedir bu. Ömrümüz varsa görürüz. Kalktılar, ağır ağır yürüdüler köye. İkisinin de içi doluydu. (Yolun Kıyısındaki Adam)
- Kuşlarla, hayvanlarla dosttum. Sonsuz bir sessizlik içinde doğayla baş başa yaşardım. Kitaplarımı okurdum, ağaçlara tırmanırdım. Ormanda dolaşırdım. Kuşların sesini dinlerdim. Her çeşit kabalıklardan, küçüklüklerden uzak, mutlu bir dünyam olurdu. Yaşamak buydu bence. (Köy Enstitüsü Yılları)
- MUHTAR: Gomunistmiş bu öğretmen. Öğretmenlerin çoğu gömunistmiş (Bir Yol)
- Size bir şey soracağım abi, kendim çözemiyorum Geldiğimiz yerler belli, biz halk insanlarıyız. Çok açığımız var. Bazı okumuş bayan arkadaşlarla konuşurken bunu daha iyi anlıyorum. Kültürel boşluk... Herhangi bir konu üstünde fikir yürütebilmek. Yeterince yapamıyorum bunu. Cesaret edip, söz alıp konuşamıyorum. Siz ne önerirsiniz? «Anlıyorum, Çok haklısın. Hepimizde var bu. Aldığımız eğitim biçiminden geliyor. Önce iyi okumalıyız. Gazete dergi kitap... Eleştirici bir gözle, kendi düşüncemize uyuyor mu, uymuyor mu, irdeleyerek... Ben olsam bu konuda ne derdim diye kendimizi yoklayarak okumalıyız. Açık bir dünya görüşüne ulaştık mı, gerisi kolay. O bir ölçektir elimizde. Her konuyu o ölçekle tartarak kendi düşüncemizi üretebiliriz. Sonra her alanda konuşmak zorunluğu da yok. Bazı şeyler ilgilendirmeyebilir insanı. (Karabasan)
- Sizde hiç Allah korkusu yok mu? (Yarbükü)