Köy Enstitüleri - Can Dündar Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Köy Enstitüleri kimin eseri? Köy Enstitüleri kitabının yazarı kimdir? Köy Enstitüleri konusu ve anafikri nedir? Köy Enstitüleri kitabı ne anlatıyor? Köy Enstitüleri kitabının yazarı Can Dündar kimdir? İşte Köy Enstitüleri kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Can Dündar
Yayın Evi: Can Yayınları
İSBN: 9789750722370
Sayfa Sayısı: 104
Köy Enstitüleri Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Biz, istiklal mücadelesinden itibaren sosyal hayatımızda yaptığımız büyük devrimleri köylere götürecek adam yetiştirmek isteriz. Çünkü ümmet devrinin böyle bir adamı vardır. Bu, imamdır. İmam, insan doğduğu vakit kulağına ezan okuyarak, vefat ettiği vakit mezarının başında telkin verene dek, doğumundan ölümüne kadar bu cemiyetin manen hâkimidir. Bu manevi hâkimiyet, maddi tarafa da intikal eder. Çünkü köylü hasta olduğu vakit de sual mercii imam olur. Biz imamın yerine, köye devrimci düşüncenin adamını göndermek istedik.
-Hasan Âli Yücel-
Köy Enstitüleri fikri böyle doğdu ve 1940-1953 arasındaki 13 yıl boyunca 21 enstitüden 17 bin mezun verdi.
Bu kitap, Köy Enstitüleri gerçeğini tanıklar, belgeler ve fotoğraflarla yansıtıyor. Ayrıca enstitülerin kuruluş ve kapatılış gerekçelerini ve bu konudaki bitmek bilmez tartışmaları da gündeme getiriyor."Devrimci düşüncenin köydeki adamları", yıllar sonra Türkiye'nin enstitüleri kapatmakla neyi kaybettiğini anlatıyorlar. Köy Enstitüleri, yarım kalmış bir mucizenin, büyük bir hayal kırıklığının hikâyesi...
(Tanıtım Bülteninden)
Köy Enstitüleri Alıntıları - Sözleri
- “Okulların adı ‘enstitü’ konuldu, çünkü bilgiyi iş haline getirerek uygulayan bir eğitim sistemi öngörülüyordu.”
- Hasan Âli Yücel: “Biz köylere, istiklâl mücadelesinden itibaren sosyal hayatımızda yaptığımız büyük devrimleri götürecek adam yetiştirmek isteriz.”
- “Her enstitünün büyük bir kütüphanesi vardı ve Hasan Âli Yücel’in çevirisini yaptırdığı klasikler burada bulunabiliyordu. Her öğrenci bir yıl içinde 25 klasik eseri okumak zorundaydı.”
- “Ne zaman Türkiye’de erinden generaline, sade vatandaşından cumhurbaşkanına kadar herkes ekmekle kitabı azığıyla bir araya getirebilirse Türkiye’nin kalkınması daha gerçekçi olacak.”
- Bu serbest okuma saatinde, isteyen öğrencilere müzik öğretmenleri tarafından mandolin, keman, akordeon, bağlama dersleri de veriliyordu. Hatta bağlama dersini kimi zaman, enstitüleri birer birer gezen Âşık Veysel veriyordu. Abdullah Özkucur O ortaya çıkar; saz meraklıları da onun karşısına yarımay şeklinde otururlar: Âşık Veysel'in çaldığı türküye göre sazına bakarak seslerini de ayarlayarak ona göre tele vurmaya, çaldığı gibi çalmaya temrin ederlerdi. Böyle kısa bir zamanda da ona uyarlar, onu öğrenirlerdi. Âşık Veysel'in kazası Âşık Veysel, Köy Enstitüleri'ni gezer, saz hevesi vermek için enstitülerde belli bir süre dururdu. Bir gün başka bir yere gitmeden önce, "Çevreyi gezelim," dediler. Mualla Eyüboğlu var, Ferit Oğuzbayır var; epeyce kalabalığız. Bir gün önceden erzak hazırlandı, söğüşler yapıldı, kumanyalar alındı, arabaya dolduruldu. Ertesi sabah Âşık Veysel'le Küçük Veysel, erzak arabasına bindiler, dağın eteğinden gidecekler; biz İdris Dağı'nın yamaçlarından gideceğiz. Böyle yola çıktık. Çok kalabalıktık. Mualla Hanım'ın yanından hiç ayrılmadığım için biliyorum, karlara basarak gidiyoruz. Dağı aştık, Dereşik köyüne vardık, Dereşik köyünde hafif bir yamaç var, ondan sonra köy görünüyor. Oraya vardık. Tonguç da var başımızda. Yaya yürüyor. İşte köyü gezdi arkadaşlarımız, öğlen oldu, yemek zamanı geldi fakat erzak arabası gelmedi. Bekliyoruz, gelmez. Bir de haber geldi ki arabanın dingili kırılmış, araba devrilmiş, erzaklar etrafa saçılmış, Âşık Veysel yaralanmış, sazı kırılmış. Hemen bir ekip çıktı, Âşık'ı aldılar, getirdiler. Ama Âşık Veysel'in suratı asık, sanki yağmur yağacak gibi, bulutlar aşağı inmiş hava kararmış gibi, canı sıkılıyor. Epeyce dinlendikten sonra Âşık, yanındaki Hidayet Gülen'e, “Eline kâğıdı kalemi al," dedi, kalemi kâğıdı aldı, “yaz bakayım,” dedi. “Ben gidersem, sazım sen kal dünyada / gizli sırlarımı aşikâr etme / olsun dillerin söyletme yâre” diyerek “Sazım” türküsünü yazdırdı. Abdullah Özkucur
- Sürer eker biçeriz güvenip ötesine Milletin her kazancı milletin kesesine Toplandık baş çiftçinin, Atatürk'ün sesine Toprakla savaş için ziraat cephesine
- Hasan Âli Yücel (bant kaydından): Dedim ki İnönü'ye, “Bizde metot daima dediktiftir. Yukarıdan aşağıya iner. Bu demokrasi tecrübesi de böyle yukarıdan aşağıya iniyor. Sizden aşağıya iniyor. Halbuki müesseseler demokratlaştırılmadıkça bu memlekette demokrasi bir hevesten ibaret kalır ve dayandığı şey, bir ütopya olur. Herhangi bir vaziyette tam tersi bir rejim suhuletle gelebilir. Hatta demokrasi soysuzlaşabilir.” Sordu bana, "Ne yapmalı?" Ben dedim, “Bana düşeni ben yaparım.” “Nedir?” dedi, "Ne yapacaksın?" “Bu maarif teşkilatını demokratize edelim." Tarih, Yücel'i haklı çıkaracaktı. Yukarıdan empoze edilen demokrasinin ilk hedefi Köy Enstitüleri oldu ve İnönü'nün tahmin ettiği gibi savaş bitince konu hemen gündeme geldi. Üstelik mecliste, muhalefet ilk çıkışını bu konuyla yaptı. 1945 Mayıs'ında Milli Eğitim bütçesi görüşülürken Emin Sazak, “Köylere verilen enstitü mezunlarının kendilerini birer Atatürk zannettiklerini,” söyledi. Hasan Âli Yücel, bu eleştiriyi yanıtlarken, “Bu çocukların birer Atatürk olması temenni edilir,” dedi ve sözü büyük toprak sahibi Emin Sazak'a getirdi: “Emin Sazak arkadaşım, oturduğu yerden iç çekebilir; çünkü feodal sistemle idare edilmek isteyenler, ilköğretim davasını istemezler.”
- “Enstitüde işbaşı zeybek havasıyla yapılıyordu. Öğrenciler her sabah erkenden kalkıp okulun önündeki büyük alanda toplanıyor ve güne, sabah sporu niyetine kızlı erkekli halk oyunları oynayarak türkülerle başlıyorlardı.”
- “Hasan Âli Yücel, bir yasa tasarısı hazırlatarak, ülkeyi tarım koşullarına göre her biri 3-4 ili kapsayan 21 bölgeye ayırdı. Bu 21 bölgenin en uygun yerlerine birer Köy Enstitüsü kurulacaktı.”
- Paşa sokuluyor kızın yanına, "Kızım çantanda ne var görebilir miyiz?" diyor. "Görebilirsiniz paşam," diyor kız. Çantasından bir çeyrek köfte ekmek ve bir de Antigone adlı, klasiklerden yeni çıkmış bir kitap çıkarıyor. İnönü yanındakilere dönüyor, "Görüyor musunuz?" diyor, "Köy Enstitüleri'nde kitap, ekmekle bir tutuluyor. Ne zaman Türkiye'de erinden generaline, sade vatandaşından cumhurbaşkanına kadar herkes ekmekle kitabı azığıyla bir araya getirebilirse Türkiye'nin kalkınması daha gerçekçi olacak. Tam bağımsızlık o zaman gerçekleşmiş olacak." İşte Köy Enstitüleri bunun yolunu açıyor:
- Sürer eker biçeriz güvenip ötesine Milletin her kazancı milletin kesesine Toplandık başçiftçinin, Atatürk'ün sesine Toprakla savaş için ziraat cephesine Biz ulusal varlığın temeliyiz köküyüz Biz yurdum öz sahibi, efendisi köylüyüz Talip Apaydın Bunu 1000 kişi hep bir ağızdan söylerdik, inanırdık... Milletin efendisi olacaktı köylü... Ne kadar aldanmışız. Ah... ah... Ne kadar aldanmışız!..
- Enstitüde işbaşı zeybek havasıyla yapılıyordu. Öğrenciler her sabah erkenden kalkıp okulun önündeki büyük alanda toplanıyor ve güne, sabah sporu niyetine kızlı erkekli halk oyunları oynayarak türkülerle başlıyorlardı. Sonra, kendilerinden önce kalkıp fırınlarda ekmek pişiren arkadaşlarının hazırladığı kahvaltıya geçiyorlardı. Sabah yedi buçuktan sonra da serbest okuma saati başlıyordu. Her enstitünün büyük bir kütüphanesi vardı ve Hasan Âli Yücel'in çevririsini yaptırdığı klasikler burada bulunabiliyordu. Her öğrenci bir yıl içinde 25 klasik eseri okumak zorundaydı.
Köy Enstitüleri İncelemesi - Şahsi Yorumlar
“Köy Enstitüleri” fikriyle ilk olarak, Kırıkkale’de bulunan Hasanoğlan Köy Enstitüsünü ziyaret ederek tanışmıştım. Kütüphane rafında bu kitapla karşılaşınca orada yaşadığım duygulara tercüman olacak mı diye alıp okumak istedim. Oldu da… Kurtuluş Savaşı’nın üzerinden 15 yıl geçmesine rağmen savaşın izleri Anadolu’nun üzerinden kalkmamış, ülke yoksulluktan ve cehaletten kurtulamamış. Ülke nüfusu 16 milyon, okuryazar sayısı ise sadece 2,5 milyon… Yani 7 kişiden sadece biri okuma yazma biliyor. Mustafa Kemal, askerliğini çavuş olarak yapmış okuma yazma bilen gençleri kendi köylerinde ‘eğitmen’ olarak görevlendirmeyi düşünüyor. Projeyi uygulasalar da çok verim alınamıyor. Daha sonrasında ise Atatürk’ün ölümü, bir dönemin kapanışının da habercisi oluyor. (Sf. 25) Hayatını eğitime adamış bir felsefe hocası olan ve Milli Eğitim Bakanlığına getirilen Hasan Âli Yücel, onu ölümsüzlüğe kavuşturacak Köy Enstitüleri projesini ortaya koyuyor. Tarım koşullarına göre ayrılan 21 bölgede, 21 enstitü kuruluyor. Enstitülerin içerisinde Hasanoğlan en önemlilerinden biriydi, Ankara’ya yakın olduğu için hem siyasiler hem de Türkiye’ye gelen yabancı misafirler için burası bir örnek kurum olarak hazırlanacaktı. Bu hazırlığı diğer enstitülerden gelen öğrenciler, muazzam bir iş birliği içerisinde yapıyor. 6 ayda 20 bina… Normal derslerin yanında her öğrenci kendine uygun eğitim alanı seçiyor; erkek öğrenciler marangozluk, demircilik vb. kolları seçebiliyorken, kız öğrenciler dikiş, yemek vb. kolları seçebiliyor. Bunların yanında müzik aleti eğitimleri, yılda mutlaka 25 klasik kitap okuma zorunlulukları da var. Öğrenciler kendi yaptığı açık hava tiyatrosunda; Gogol, Moliere, Shakespeare, Çehov oynuyor, köylüler izliyor. Ama ne yazık ki çeşitli görüşlerden dolayı (Kız-erkek yatakhanesinin aynı kampüste olduğu, öğrencilerin mezun olunca kendi köylerinde zorunlu olarak 20 yıl öğretmenlik yapacakları, enstitünün inşaasında öğrencilerin kullanıldığı, öğrencilerin komünizme yöneldiği, sağ-sol tartışmaları, particilik vb.) kapatılıyor. Böylece Köy Enstitüleri başladığında olan ihtişamını kaybedip, 13 yıllık koşusunu hazin bir şekilde tamamlıyor. Kitabın ayrıca bir belgeseli de var: https://youtu.be/zP7X36MscBo Keyifli okumalar. (S ⠀ོ)
Köy Enstitüleri: En baştan söyleyeyim kitap mükemmel. Köy enstitüleri projesi Türkiye tarihinin en mükemmel projelerinden biridir. Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç başta olmak üzere Allah mekanlarını cennet eylesin çok mükemmel işler yaptılar kısa sürede. Ama bizim halkımız herzaman ki gibi yapacağını yapıp siyaseti oraya da alet etti ve köy enstitülerinin sonunu getirdi. (Mehmet Akgül)
Hakkında birçok şey yazıldı,çizildi hatta bir kesim birçok yönüyle Köy Enstitüleri'ni şehir efsanesi yapmaya kalktı. Kişisel fikrimi soracak olursanız: kesinlikle maddi ve manevi olarak arkasında durulması gereken bir projeydi. Burda salt ideoloji yarıştırmaktan özenle kaçınmamız gerekir. Bir başka söylemle, Finlandiya'yı Beyaz Zambaklar Ülkesi yapan Johan Vilhelm Snellman ve arkasındaki zümre ile aynı temel düşünceleri paylaşmaktadır Köy Enstitüleri. En belirgin fark ise - maalesef ki - Köy Enstitülerinin başarısız sonuçlanmasıdır. Can Dündar yerinde bir çalışmaya imza atmış, içinde geçen her bir karakterden ayrı ayrı sayfalar dolusu otobiyografi çıkabilir. Fotoğraflarla sayfaları süslemek projenin anlaşılması açısından çok yararlı olmuş. Son olarak objektif bir çalışmaya imza atan Can Dündar, sansür vurmadan,elekten geçirmeden projenin artılarını, eksilerini direkt okuyucuya aktarmış. Muhakkak ki hepsi birbirinden değerli lakin en etkilendiğim kısım Aşık Veysel ile ilgili olan pasajdır. Bahsi geçen türkü benim için ayrı bir anlam kazanmıştır. Tüm bu proje için başta Hasan Ali Yüce, İsmail Hakkı Tonguç olmak üzere daha nice isimsiz kahramanlara, böyle yürekli davranıp, hayıflanmayı bir kenara bırakarak bizzat ilk elden taşın altına el koydukları için derin saygı duyduğumu belirtmek isterim. Başarılı bir çalışma olmuş emeği geçenleri kutluyorum. (Celal Uslu)
Kitabın Yazarı Can Dündar Kimdir?
Can Dündar (d. 16 Haziran 1961, Ankara), Türk araştırmacı, gazeteci, televizyoncu ve belgesel yapımcısı.
Türkiye'nin yakın tarihi, politikası ve popüler kültür konularında hazırladığı belgeselleri ile tanınmış bir belgesel yapımcısıdır. Özellikle Sarı Zeybek (1993) belgeseli ilgi görmüştür.
Şubat 2015'te Cumhuriyet Gazetesi’nin genel yayın yönetmeni olan Dündar'ın, bu gazetede 29 Mayıs 2015 tarihinde kendi imzasıyla yayınlanan MİT TIRlarındaki silah haberi büyük yankı uyandırmış ve gazeteci bu haber nedeniyle tutuklanıp yargılanmıştır.
Yargılama sonucunda casusluk ve hükûmeti ortadan kaldırma suçlamalarından beraat eden Dündar, devletin gizli belgelerini elde edip yayınlamaktan ceza aldı. Davanın temyiz sürecinde tutuksuzluğu devam eden gazeteci, can güvenliği endişesiyle Almanya'ya gitti. Dündar, Cumhuriyet gazetesi genel yayın yönetmenliğinden ayrılmış; aynı gazetede köşe yazarlığına devam edeceğini açıklamıştır. 31 Ekim 2016 tarihinde hakkında yakalama kararı çıkarılmıştır. Oslo Barış Araştırmaları Enstitüsü tarafından açıklanan 2017 Nobel Barış Ödülü adayları arasında üçüncü sırada yer aldı.
Ali Rıza ve Öznur Dündar çiftinin tek çocuğu olarak doğdu.
İlk ve orta öğrenimini Ankara'da tamamladı. Ankara Atatürk Lisesi'nden mezun olduktan sonra 1982'de Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın Yayın Yüksek Okulu'ndan mezun oldu.
Üniversite yıllarında gazeteciliğe başladı. 1979'dan itibaren sırasıyla Yankı, Hürriyet, Nokta, Haftaya Bakış, Söz ve Tempo’da çalıştı.
1986'da Birleşik Krallık'ta London School of Journalism'i bitirdi. Orta Doğu Teknik Üniversitesi İktisadî ve İdarî Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü'nde siyaset bilimi dalında yüksek lisansını aynı senede tamamladı. “Media and democracy, a comparative case study on the press portrayal of the Belgrane and Kocatepe affairs” (Medya ve Demokrasi, Belgrano ve Kocatepe Olayları’nın medya tasviri üzerine karşılaştırmalı bir inceleme) başlıklı yüksek lisans tezinde iki ülkede birer savaş gemisinin yanlışlıkla batırılıp devlet sırrı olarak saklanması konusunu inceledi.
Televizyona 1988'de TRT'de Seynan Levent ile başladı. 1989-1995 arasında 32. Gün program ekibinde çalıştı. 1993-1994 yıllarında Show TV'de Mehmet Ali Birand’la birlikte 'Çapraz Ateş’i hazırladı. Özellikle 1993’te Sivas Valisi Ahmet Karabilgin, Sivas Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu ve yazar Aziz Nesin’in konuk olduğu bölüm gündem yarattı ve üzerinden tartışmalara sebep oldu.
Gazetecilik ve belgeselciliğe ağırlık verdiği dönemden sonra 2006'da televizyonculuğa yönelen Dündar, 19 Eylül 2006'da başladığı "Neden?" isimli tartışma programını 9 Haziran 2009 tarihine kadar hazırlayıp sundu. 2009-2010’da NTV kanalında yayımlanan Canlı Gaste’yi hazırlayıp sundu ve aynı kanalda 2010-2011’de canlı ana haber bültenini sundu.
Mehmet Ali Birand ve Bülent Çaplı ile birlikte ‘Demirkırat’ (1991) ve ‘12 Mart’ (1994) adlı belgesel dizilerini hazırladı. Ayrıca Türkiye’nin güzellik kraliçelerini anlatan ‘Cumhuriyet’in Kraliçeleri’ belgesel dizisini ve Atatürk’ün son 300 günün anlatan Sarı Zeybek belgesellerini hazırladı. 1994-1995 yıllarında Türkiye tarihinin gölgede kalmış kahramanlarının öykülerini anlatan ‘Gölgedekiler’ adlı belgesel serisini hazırladı.
Köşe yazarlığı 1994'te Aktüel’de başladı; aynı yıl Yeni Yüzyıl gazetesinde günlük köşe yazıları yazmaya başladı ve bu gazetede beş yıl çalıştı.
Köşe yazarlığı ve belgesel yapımcılığı sürerken ODTÜ’de doktora çalışmalarına da devam eden Dündar, 1996'da “Terör ve medya: Liberal Teori ışığında, terör olaylarının televizyonda işlenişine eleştirel bir yaklaşım” başlıklı tezi ile doktorasını tamamladı. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ ve ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümü Kültürlerarası Çalışmalar programında yüksek lisans dersi verdi.
1996 ve 1997 yılında Show Tv için hazırladığı 10 bölümlük ‘Aynalar’ belgesel ile politik ve tarihî konuların dışına çıktı; popüler kültür alanında çalışmalara yöneldi.
1996-1998 yıllarında 40 Dakika isimli belgesel-haber programını hazırlayıp sundu. Özellikle 7 Ocak 1997’de yayınlanan programda Susurluk Kazası’ndan yola çıkarak yapılan araştırmalarla ilgili iddialar uzun süre gündemde kaldı.
Atatürk'ün öğrencilik hayatındaki ülke durumunu ve Atatürk'ün beraberliğinde gerçekleşen değişimleri anlatan Yükselen Bir Deniz belgeseli ile 1998'de belgeselciliğe döndü. Türkiye siyasi tarihi ve popüler kültüründeki önemli kişiler ve Köy Enstitüleri, Devlet Tiyatroları, İş Bankası, Mülkiye gibi kurumlara ilişkin çok sayıda belgesel yaptı.
1999 Ocak'ından 2001 Ocak sonuna kadar Sabah gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. 2001 Ocak ayından itibaren Milliyet gazetesinde, Ada başlıklı köşe yazısı yazdı. 2003-2004 yıllarında Milliyet gazetesi için ‘Popüler Kültür’ ekini çıkardı. Milliyet gazetesiyle yolları 1 Ağustos 2013 tarihinden itibaren ayrılmıştır. Milliyet'ten ayrıldıktan sonra BirGün'de Doğan Tılıç'ın köşesinde bir ay boyunca haftada üç gün yazdı.
Mustafa Kemal Atatürk'ün hayatını anlatan Mustafa adlı filmi yazıp yönetti. 2008 yılında vizyona giren film, Atatürk’ü yargıladığı ya da kötülediği yönünde eleştirilere maruz kaldı.
25 Ekim 2013 tarihinden beri Cumhuriyet gazetesinde yazan Dündar, 8 Şubat 2015'te gazetenin genel yayın yönetmenliği görevine getirildi.
2014 yılında Gezi Parkı protestoları ile ilgili ‘Gözdağı’ adlı belgeseli hazırladı.
MİT TIR'ları davası
Tutuklanması
Suriye'ye gönderilen MİT TIR'ları ile ilgili haberin 29 Mayıs 2015 tarihinde Cumhuriyet'te,‘İşte Erdoğan'ın yok dediği silahlar’ başlığıyla ve Can Dündar imzasıyla duyurulmasının ardından bu haberlere yayın yasağı getirildi. Aynı gün Can Dündar'a ‘devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etme, siyasî ve askerî casusluk, gizli kalması gereken bilgileri açıklama, terör örgütünün propagandasını yapma’ suçlarından, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma başlatıldı.
Birkaç gün sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan “Bu haberi yapan kişi, bunun bedelini ağır ödeyecek, öyle bırakmam onu.” demiştir.
Erdoğan'ın savcılığa yaptığı bireysel başvuru ile Can Dündar'a ‘gerçeği yansıtmayan haber, yorum ve görüntüleri yayınlamak suretiyle adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs suçunu’ öne sürerek iki kez ağırlaştırılmış müebbet ve 42 yıl hapis cezası talep edildi. Bu davada 26 Kasım 2015 tarihinde gazetenin Ankara temsilcisi Erdem Gül ile birlikte tutuklanmıştır.[19] Erdoğan, 24 Kasım'da ise “O TIR'lar Bayırbucak Türkmenlerine yardım götürüyordu. Şimdi diyecekler ki ‘Başbakan TIR'ların içinde silah yoktu’ diyordu... Varsa ne olacak, yoksa ne olacak.” demiştir.
‘Devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasi veya askeri casusluk amacıyla temin etme’, ‘devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri casusluk maksadıyla açıklama’, ‘cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen ya da tamamen engellemeye teşebbüs etmek’ ve ‘silahlı terör örgütüne üye olmaksızın bilerek isteyerek yardım etme’ suçlamalarını içeren iddianame, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi. 26 Kasım 2015'te tutuklu yargılanmak üzere cezaevine götürüldü.
Tahliyesi
Dündar ve Gül, 6 Aralık 2015'te AYM'ye bireysel başvuruda bulunarak tutuklu yargılanırken haklarının ihlâl edildiğini söylediler. Bu başvurunun ardından 25 Şubat 2016'da İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nin “Siyasî casusluk yaptıklarına ilişkin somut bilgi yoktur” şeklindeki gerekçeli karar ile tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edildiler.
AK Parti Grup Başkanvekili Bülent Turan, kararı sevinçle karşıladıklarını ancak mahkeme kararları üzerinden AK Partinin itham edilmesini doğru bulmadığını söyledi. CHP Grup Başkanvekili Levent Gök, bu kararı alan Anayasa Mahkemesi üyelerini kutladığını söyledi. MHP Grup Başkanvekili Erkan Akçay, HDP Grup Başkanvekili İdris Baluken ve Pervin Buldan kararı sevinçle karşıladıklarını ifade etti.
Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Thorbjorn Jagland ve AGİT, kararı memnuniyetle karşıladıklarını ve basın özgürlüğü açısından önemli bulduklarını ifade ettiler.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 28 Şubat günü Can Dündar için Anayasa Mahkemesi'nin verdiği tahliye kararını “Mahkeme bu şekilde bir karar vermiş olabilir. Ben Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu karara sadece sessiz kalırım o kadar. Ama onu kabul etmek durumunda değilim (...) Ve verdiği karara da uymuyorum, saygı da duymuyorum. (...) Aslında onlarla ilgili kararı veren mahkeme kararında direnebilirdi. Eğer kararında direnmiş olsaydı, bu bireysel başvuru veyahut da AYM'nin vermiş olduğu karar boşa çıkacaktı.” şeklinde yorumladı.
Erdoğan 4 Mart'ta ise "Evet ortada bir Anayasa ihlali vardır. Ama Anayasa’yı ihlal eden değilim. Bu Anayasa Mahkemesi’nin karar merciinde olanlardır. Birinci mahkeme Anayasa Mahkemesi'nin kararına uydu. Ama bu işin bittiği anlamına gelmez. Savcı karara itiraz edebilir. İtiraz durumunda, bir üst mahkeme yeni bir süreci başlatabilir." dedi.
Yargılanması
6 Mayıs 2016'da gerçekleşen dördüncü duruşma sonucunda Dündar ve Gül, hükûmeti ortadan kaldırma suçlamasından beraat etti. İkili hakkındaki casusluk suçlaması da düştü. Devletin gizli belgelerini elde edip yayınlamaktan yedi yıl hapis cezası alan Dündar'ın cezası beş yıl 10 aya indirildi. Davanın temyiz sürecinde tutuksuzluğu devam eden Dündar, can güvenliği endişe ile Almanya’ya gitti. Dündar, Ağustos 2016’da Cumhuriyet gazetesi genel yayın yönetmenliğinden ayrılmış; aynı gazetede köşe yazarlığına devam edeceğini açıklamıştır.
24 Ocak 2017'den beri Almanya merkezli Özgürüz adlı haber portalının genel yönetmenliğini sürdürmektedir.
Can Dündar Kitapları - Eserleri
- Abim Deniz
- Kırmızı Bisiklet
- Sarı Zeybek
- Aşka Veda
- Yüzyılın Aşkları
- Lüsyen
- Yârim Haziran
- Savaşta Ne Yaptın Baba?
- Tutuklandık
- Uzaklar
- Yağmurdan Sonra
- Nazım
- Yükselen Bir Deniz
- Nereye?
- Yaveri Atatürk'ü Anlatıyor
- Köy Enstitüleri
- Ergenekon
- Gölgedekiler
- Mustafa
- Birand/ Bir Ömür Ardına Bakmadan
- Karaoğlan
- Benim Gençliğim
- Büyülü Fener
- Yakamdaki Yüzler
- İsmet Paşa
- Yıldızlar
- Hayata ve Siyasete Dair
- "O" Gün
- Anka Kuşu
- Ben Böyle Veda Etmeliyim İsmail Cem Anlatıyor
- Uzaklar
- Canım Erdalım, Sevgili Babacığım
- Vatan Haini
- Mustafa
- Vehbi Koç & Özel Arşivinden Belgeler ve Anılarıyla
- Ecevit ve Gizli Arşivi
- Benim Gençliğim
- Gölgedekiler
- Sarı Zeybek
- Bir Yaşam İksiri
- Erdoğan
Can Dündar Alıntıları - Sözleri
- '20. Yüzyıl insan denilen vahşi kavmin, yaşadığı gezegene ve birbirine zulmettiği yüzyıl olarak geçecek tarihe' (Nereye?)
- "Neden hep iyiler Tanrım?" isyanı kabardı içimde..."Neden kötülere bir şey olmuyor?" Sonra "dünyevi adalet ile zaten bu kadar başın dertte iken bir de ilahi adalete bulaşma" dedim kendi kendime... (Yakamdaki Yüzler)
- Artık gidiyorum. Beni ugurlayin kardeşlerim... Hepinize eğilerek ayrılıyorum. Yalnız sizin son ve nazik sözlerinizi bekliyorum. Uzun zaman komşuluk ettik ama verebildigimden çok aldım. Şimdi gün ağardı, karanlık köşemi aydınlatan lamba söndü. Bir davet geldi ve ben yol için hazırım. Bu ayrılış gününde bana bol şans dileyin arkadaşlarım! Beraberimde ne götüreceğimi sormayın. Seyahatime boş eller ve ümideden bir kalple çıkıyorum. Gitanjali (Çeviren: Bülent Ecevit) (Karaoğlan)
- Bir kez öfkeye hak verdiniz mi, bir kez linci meşrulaştırdınız mı, yarın o öfkeden payınızı alınca şikayet hakkınız kalmaz. (Yağmurdan Sonra)
- Önce kirazlar tatsızlaştı, sonra günlerimiz... Yaz bitti. Ve hâlâ yorgunuz biz... (Nereye?)
- “O topallama, çocuk ruhunda eziklik hissi yaratıyordu. Bu hisle baş edebilmek, bacağının kusurunu gizleyebilmek, aksamayı dengeleyebilmek için topuğunun altına gazete koymuştu. Mezuniyetinde gazete, baş tacı olarak hayatına girecekti.” (Birand/ Bir Ömür Ardına Bakmadan)
- Uzadıkça uzadı mektubum.. Kendine iyi bak.. Bana hemen cevap ver .. Beni unutma . Bana hemen cevap ver Akıllıdır "Münevver " Nasıl olsa yapar ,ne yapıp eder .. Falan filan kendini avutma. . ...sensiz perişanım Beni unutma .. Kendine iyi bak . Gözlerinden öperim canım. Güzel geceler .. Kendine iyi bak .. Bana hemen cevap ver . "Dertlerimi. ..aklında tutma Unut. ... Beni unutma. " (Nazım)
- TAGORE'dan Fikrin korkusuz olduğu ve başın dik tutulduğu yerde; ...bilginin serbest olduğu ve dünyanın özel duvarlarla dar bölmelere ayrılmadığı yerde; ...sözcüklerin, doğruluğun derinliğinden meydana çıktığı yerde; berrak akıl nehrinin, ölmüş âdetlerin hazin çölünde yolunu kaybetmediği yerde; zekânın sürekli olarak genişleyen fikir ve fiile senin tarafından sevk edildiği yerde... Tanrım sen benim memleketimi işte bu özgürlük cennetinde uyandır. (Çeviren: Bülent Ecevit) (Karaoğlan)
- Öksüzüm. Kimsem yok. (Yaveri Atatürk'ü Anlatıyor)
- Direksiyon kursunda öğretirler. Gözünüzü önünüzden ayırmamanız gerekir. Ama arada dikiz aynasından arkaya da göz atmak şarttır. Hiç arkaya bakmazsanız, yaklaşan tehlikeyi fark etmezsiniz. Hep arkaya bakarsanız, önünüze çarparsınız. Arada arkaya bakıp ileriye yol almak en doğrusudur. Araçlar için doğru olan, insanlar ve toplumlar için de doğrudur. Hep maziye bakıp iç çekerek yaşayanlar, günle ve gelecekle buluşamazlar. Ama maziyi unutanlar da aynı yanlış yollara sapar, hep aynı kazaları yaparlar. Hatırlamak ders almaktır; ders almak, bir daha aynı tuzaklara düşmemeyi sağlar. ("O" Gün)
- Zamanında ülkenin düşünen gençlerini gömenler, bugün gençlerin düşüncesizliğinden sorumsuzluğundan şikayet ediyor.. (Benim Gençliğim)
- Korku, insani bir duyguydu. Ama mühim olan korkmamak değil, korkuya teslim olmamak, cesaretle üzerine gidebilmekti. Yorulmamak değildi mesele, yıkılmamaktı. Yıkılsan da yeniden ayağa kalkabilmekti. Su yutmak dert değildi, önemli olan suya yutulmamaktı. Kaybetmemek değildi takdir edilmesi gereken; vazgeçmemekti. (Vatan Haini)
- Anladım ki, severken vazgeçmek cinayettir. Ve biz her suçlu gibi sonunda, cinayeti işlediğimiz yere, severken terk etmek zorunda kaldığımız şehre döneriz bir gün... Tıpkı severken vazgeçtiğimiz eski bir sevdalının telefonunu çevirir gibi gece yarısı... (Uzaklar)
- Aşk "sabır"dır belki, ama asla "tahammül" değil... (Nereye?)
- "Bilgi iktidardır." derler ya, işte en büyük gücün bilgi olduğunu anlayan siyasi iktidarlar, istihbaratı resmi kurumlardan alamazlarsa, bunu kendilerine bağlı "özel bürolar" aracılığı ile yapıyorlar ve bu bürolar , hem patronlarına bilgi aktarıyor; hem de muhalefetin telefonlarını dinlemekten, başbakanın damadının kaçırılması gibi "ufak tefek özel işlere" kadar her türlü gizli operasyona bulaşıyorlar. Bunları yapan kadro ise her dönemde aşağı yukarı aynı isimlerden oluşuyor. Büroyu kullanan başbakanlar değişiyor, ama büronun elemanları değişmiyor. (Ergenekon)
- Bu dünyadan bir Nazım geçti... (Nazım)
- Yalnızlık, onun yalnız başına baş edebileceği bir felaket değildi. (Lüsyen)
- Geçenlerde Erol Ağagil anlattı bana; 27 Mayıs'ta teğmenmiş. lhtilal olunca Harp Okulu'nun alay kumandanıyla beraber Mebusevleri'ne, babamın oturduğu eve gelmişler. Babamın yanına çıkmışlar. Alay kumandanı babama selam vermiş, kim olduğunu söylemiş. Onun üzerine babam ona fırsat bırakmadan "Çok kötü bir iş yaptınız," demiş. Albay izah etmeye çalışınca da "Çık dışarı" demiş. Ağagil, "Biz konuşamadan çıktık," diye anlattı. Bunu birçok yerde anlatmış, ama pek inanmamışlar. Dedi ki: "O zaman herkes çok mutluydu, herkes bizi kutluyordu. Bir tek İsmet Paşa 'Çok kötü bir iş yaptınız' dedi bize ... " (Anka Kuşu)
- İlk taksiye bindiğinde taksici ona 'Nereye patron' diye sormuş. Nazım çok bozulmuş, kızmış.Ne patron'u? Bu ülke emekçilerin, çiftçilerin ülkesiyken 'patron' da nereden çıktı"demiş. (Nazım)
- Babalar, çocuklarının doğumuyla büyür; çocuklarsa babalarının ölümüyle... (Kırmızı Bisiklet)