diorex
sampiyon

Keklik - Fakir Baykurt Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Keklik kimin eseri? Keklik kitabının yazarı kimdir? Keklik konusu ve anafikri nedir? Keklik kitabı ne anlatıyor? Keklik PDF indirme linki var mı? Keklik kitabının yazarı Fakir Baykurt kimdir? İşte Keklik kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 25.03.2022 16:00
Keklik - Fakir Baykurt Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Fakir Baykurt

Yayın Evi: Literatür Yayıncılık

İSBN: 9789750404368

Sayfa Sayısı: 346

Keklik Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Ankara'nın Dökülcek köyündendir Yaşar Oğlan. En çok dedesini sever bu dünyada. Dedesi Elvan Çavuş da yaman bir ihtiyardır hani. Dayanamaz haksızlığa. Sözünü sakınmaz hiç kimseden, ipe götüreceklerini bilse de. Bir de Gülnare'sinin sevdası dağlar Yaşar Oğlan'ın yüreğini; ama en çok kekliğine tutkundur o. Kırda bulup "elcik" ettiği bir kekliktir bu. Kafesini açıp salsa da, birkaç gün sonra bulur evin yolunu, yalnız koymaz Yaşar Oğlan'ı.

Gerek Dökülcek gerek civar köyler Amerikalıların av alanıdır o dönemde. Yabandomuzu avlar bir kısmı, bir kısmı da keklik diye tutturur. Günlerden bir gün, Yaşar'ın babası Seyit bir Amerikalı avcıyla tanışır. Daha ilk görüşte vurulur Yaşar'ın kekliğine bu Amerikalı. Seyit de, kâh çevrenin baskısıyla kâh kendisine iş bulur umuduyla, gizlice aldığı kekliği gidip Amerikalı'ya hediye eder. Yaşar Oğlan'ın yüreği dayanmaz buna. Tabii Elvan Çavuş'un da... Kekliğin peşinden, her şeyi göze alıp, Ankara'nın yolunu tutarlar. İşte asıl bundan sonra, insanın insana yaptığı zulüm neymiş bizzat yaşayarak görürler...

Fakir Baykurt bu romanında, kayırmacılığın, haksızlığın, ahlaksızlığın, hukuksuzluğun alıp başını gittiği bir memlekette, biri genç biri yaşlı iki yüreğin her şeye rağmen nasıl doğrudan, güzelden ve adaletten yana atabildiğini anlatıyor bize.

(Tanıtım Yazısından)

Keklik Alıntıları - Sözleri

  • Kul oluyorlar. Kimi yokluğa, kimi cahilliğe, kimi yalana, kimi korkuya, kimi beş on kuruşluk çıkarına.
  • Anam gibisi var mı ? O dünyanın akıllısı, iyisi... ____
  • İnsan asıl kendine karşı dürüst olmalı. ____
  • İyi değildir insanın içindeki, dışındaki bir yarayı kaşıyıp durmak. ...
  • "Kitaplardan öğrenilmiş bilgi işe yaramaz. İnsan pratikte pişer. Döğüle döğüle…" ....
  • Olmuşlan ölmüşe çare var mı? Yok!.. ...
  • Ellisine geldiği halde eline kitap almamış "büyük"ler var.
  • Gökten ne yağarsa millet tamam diyor. Yular yağsa alıp boynuna takıyor. ....
  • İçi başka, dışı başka âlemin. Herkesin en az iki yüzü var. Biri içinde, biri dışında. Kimse içindekini göstermiyor birden. Dışındaki de yapmacık. ...
  • "Zaman böyle şimdi. .. Sayılmıyor büyükler eskisi gibi. Korunmuyor küçükler…" ...
  • Derdimizi dinliyorlar da kuş mu konduruyorlar!! ...
  • «Dostluk gibi var mı, dostluk gibii?..» ...
  • Gitti, gelmez artık! Giden gelseydi gömütlükten babacığım gelirdi!.. __''
  • Herkesin akıp gittiği yönde heralde yeni çıkarlar vardır. Çıkarını kim istemez? ....
  • Gün akşam oldu bir dost bulamadım. ...

Keklik İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Elcik Kekliğim...: Merhaba Dostlar, sizlere elimden geldiğince, dilimin döndüğünce anlatmak istediğim yine muhteşem bir kitap var. Sadece kitap mı? Tabi ki hayır! Kitabın yazarı Fakir Baykurt'u anlatmadan geçmek olmaz. yazar/fakir-baykurt, köy çocuğu olarak dünyaya gelmiş, Köy Enstitüsünde yetişmiş, köy öğretmenliği yapmış değerli bir yazarımızdır. Hayatı köylerde geçen birinden daha iyi kim bilebilir köy hayatını? Bilemez tabi ki! Yazılarında hep köy hayatını anlatarak, köylülerin yaşadığı sıkıntıları dile getirmiştir. Çoğunuzun bildiği kitap/yilanlarin-ocu--2396 filmi, Fakir Baykurt'un aynı adlı kitabından sinemaya uyarlamadır. Hatta yazdığı bu roman yüzünden başı belaya girmiş ve bakanlık emrine alınmıştır. Ama boş durmamış tabi, yine bildiği yoldan giderek köylünün sorunlarını anlatan romanlarını yazmaya devam etmiştir. Toplumcu gerçekçiliğin en önemli temsilcilerinden olan Fakir Baykurt, sadece bir edebiyatçı değil, aynı zamanda mücadeleci bir eğitimciydi. 1980’de yollar birçok aydına, yazara; yurdunun iyiliği için düşünen, uğraşan insana olduğu gibi, ona da kapandı. Yazmak için soluğu Almanya'da aldı. 70 yaşında Almanya'da hayata gözlerini yumduğunda geriye bir çok eser bıraktı. kitap/keklik--6764, o güzel eserlerden sadece biridir. Kitabın konusu, Yaşar ve onun elcik kekliği etrafında döner. Yaşar'ın bir de Elvan dedesi vardır ki, başladığı mücadeleden asla geri adım atmayan cesur bir köylüdür. Elvan Çavuş'un dört torunu vardır, ama en çok Yaşar'ı sever. Ona bir 'dedeşim' diyişi vardır ki, Yaşar'ı mest eder. Yaşar'ın bir de garip anası vardır. Her zaman dizleri sızım sızım sızlar. O köyde bütün kadınların dizleri sızlar aslında. Çünkü hergün ırmağı yürüyerek geçip, çobanlara azık götürürler. Bu da yine kadınların bir çilesi. Erkekler neden yapmaz anlamam. Onlar ancak köy kahvesinde otursun. Neyse biz hikayemize geri dönelim. Erkekleri başka zaman yine gömeriz (!) Yaşar'ın babası şeherde iş bulmak için çırpınıp duru verir. Ama ne mümkün. Kim onun gibi köylü birine iş verir ki? Rastlantı bu ya bigün Amarikalı Harpır ile yolları kesişir. (O konuyu anlatırsam inceleme uzar gider. Okuyunca rastlantıları öğrenirsiniz) Harpır'ın da en çok sevdiği spor, avlanmak. Avlanmaya da nasıl spor derler onu da anlamış değilim ya neyse. Hem de keklik avlamak! Yaşar'ın babası olacak Seyit, (ya da dürzü mü desek) iş bulmak uğruna oğlunun çok sevdiği, "Aynı Gülnare'me benziyor" (Gülnare, Yaşar'ın sevdiği kız) dediği elcik kekliğini, bu  Amarikalı Harpır'a gizlice verir. Elvan Çavuş durur mu? Dedeşim dediği torunu Yaşar'la soluğu kaymakamlıkta alır. Kaymakamlığa dilekçe ile başvurarak Yaşar'ın kekliğini ister. Kaymakamlık onu Valiliğe gönderir. Onlar için artık Ankara yolu görünmüştür. Bizim iki kafadar ta, dönemin başbakanı olan, Çoban Sülü'nün evine gidip Nazmiye Hanım' dan yardım ister. O da tamam der. Eve gelene de hayır denmez ya. Ama bizim iki kafadar bu arada boş durmaz, gidip Harpır' ın evinin önünde beklemeye başlar. Vay efendim, siz kim oluyorsunuz da binaya bakıp duruyorsunuz? Kodaman yerlerde, kodaman ahbapları olan tüccar bozuntusu hemen telefon eder, "Alın bunları karakola, bir temiz hizaya çekin" der. Kitabın hemen hemen her sayfasında gülerken, bu bölümü ağlaya ağlaya okudum. Hangi vicdana sığar, on üç yaşındaki Yaşar'la, yetmiş yaşındaki Elvan Çavuş'a işkence yapmak. Hem de işkencenin her türlüsü. (Dayak, falaka, cop sokmak, elektrik vermek) Yaşar'ın o küçücük yüreği ile tek düşündüğü ise Gülnare'sinin duyması. Duyarsa nasıl bakacak yüzüne. Karakolda hep aynı soruyu sorarlar, "Kim gönderdi sizi binanın önüne? Hangi örgüte üyesiniz?" Onlar da hep aynı cevabı verir "Kimse göndermedi, örgüt bilmeyiz, kekliğimizi Harpır'dan almaya geldik" İnanmazlar tabi, işkenceye devam. Bir hafta sonra salarlar. Çünkü sonunda gerçeği birilerinden öğrenmişlerdir. Yedikleri dayak yanlarına kar kalmıştır ne yazık ki. Anlayacağınız keklik yüzünden başlarına gelmeyen kalmaz. Ama bizimkiler yine soluğu binanın önünde alır. O sırada, binada oturan üniversite öğrencileri olayı öğrenir ve yardım etmek amacı ile evlerine alırlar. Vay efendim siz misiniz eve alan? Haydi karakola. Dayaktan zor kurtulur bizim yardımsever öğrenciler. İş bulma umudu ile oğlunun elcik kekliğini elin Amarikalısına veren Seyit'in de tüm hayalleri yıkılır bu arada. Çünkü yapılan soruşturmada biri, İşçi Partisine oy verdiğini ispiyonlamıştır. Öğrenciler hem Amarika'ya, hem Harpır'a gıcık oldukları için boş durmazlar. Kafa kafaya verip, kekliği geri alma planları yaparlar. Bu arada Harpır'ın, can güvenliği sebebiyle, yurt dışına tayini çıkmıştır. Çok az zamanları vardır. Yaşar'ın elcik kekliğini acaba elin Amarikalısı Harpır'dan almayı başarabilecekler mi? Arkası yarın demek isterdim, ama yok. Benden bu kadar dostlar. Sonunu okuyan öğrenir. Fakir Baykurt, kitapta kullandığı dil ile her sayfasında gülümsetir. Özellikle Harpır'ın ve onunla konuşanların kullandığı dil tam bir tarzancadır. Okuya okuya bende baya öğrendim tarzancayı. Ben var bu incelemeyi yazmak, ama ben bilmiyor siz beğenmek. Siz var okumak, ben sevinmek. Ben var gitmek. Siz var iyi olmak. Gut! gut! (Sultannn)

Tarih 20 Mart 2020 Koronavirüsün dünyada en son ulaştığı ülkelerden biri olan Türkiye'de yaşıyoruz. Aslında bunun bir dezavantaj olduğunu ve önlemleri çok daha üst seviyelere taşımamız gerektiğini anlamak yerine imanımız güçlü! Melekler tarafından korunuyoruz bize bir şey olmaz dedik geçtik. Mizahını bolca yaptık ölen "gavur"lara sevinenlerimiz bile oldu. Şimdi bizi ne bekliyor hiç bilmiyoruz. Çünkü virüs taşıyıcısı binlerce kişi son iki ayda yurt dışından memleketine döndü. Çok az bir kısmı karantinaya girdi. Çoğu dedesinin nenesinin elini öptü, kucağında yattı. Gün geçtikçe cehaletle savaşın öneminin ne kadar büyük olduğunu anlıyoruz.. Bu virüs bize ne kadar bilinçsiz ve duyarsız olduğumuzu öğretti. Hâlâ insanlar sokaklarda ve hâlâ kolonya stokları ile kendimizi kurtarmaya çalışır vaziyetteyiz. Televizyon programları virüsü kovan duaları, peygamber rüyalarını anlatmaktadır. Sözde profesörler bazı yiyeceklerle kendinizi savunun demekte vesaire... Bu salgın günlerinde hangi yazarı okumak isterdin diye sorsanız toplumcu gerçekçi yazarları derdim. Hiç beklemeden Keklik ile başladım. Fakir Baba cehaletle savaşın en büyük neferi aydınlığın en büyük savunucularından biridir. Onu ve onun enstitülü arkadaşlarını okudukça ülkemizde hiçbir şeye şaşırmamak gerektiğini anlıyorum. Okuyun ki siz de yıllar önce yazılan ve hâlâ geçerliliğini koruyan kitlesel cehaletimizin farkına varın... Evde kalın ve kitap okuyun... Fakir Baykurt Köy hayatının ulu çınarıdır kendisi ve can suyunu Akçaköy'den almaktadır. Boy verdikçe yetmemiş ona köyünün toprağı Tonguç Baba'nın harmanına doğru yol almış ve Tonguç Baba'nın kıymetli mahsullerinden biri olmuştur. Anadolu'nun binlerce yıllık hasretini sırtına yüklenen Fakir Baykurt; "Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine" felsefesini kitaplarının ortak teması haline getiren önemli bir değerimizdir. Gelelim kitabımıza: KEKLİK Ben Adam Yayınlarının Ocak 2000 baskısından okudum. Kitabımızın kahramanları Ankara'nın Sulakça köyünde yaşarlar. Olay örgüsü ailenin en küçük ferdi Yaşar ve onun kekliği üzerinde gelişir. Yaşar köylerinde güz oldu mu çok üşümeye başladığını söyler ve kitabın başında Anadolu kadının yazgısı gözümüze çarpar; "Ben heralım babamdan çok anama çekmişim. Güz dedi mi donmaya başlıyorum. Anam da öyle. Sızılı her yanları. Çul çuval örtünür otururken." Der Yaşar. Anasının çul çuval örtünmesi köylerinde köprüsü olmayan ırmağı geçme yazgısını erkeklerin kadınlara devretmiş olmasından kaynaklanır. Kadınlar ırmağın karşı tarafında bulunan ağıllara varmak için her gün o ırmağı geçmeye zorlanmışlardır. Yaşar da akıl yürütmeleri ile şu sonuca ulaşacaktır: "Güzleri çok üşürdü anam. Bu zalim sızıları ırmaktan aldı. Köyümüzün avratlarının yarısı sızılı, iyi biliyorum ırmaktan. Heves güves koştular sızılandılar. Erkekler gitmedi, onlardan sızılı olan az. Anamın belden aşağısı, yazları bile keman gibi öter." Cesur erkeklerin dünyası köprüler kurulduktan sonra başlıyor zannımca.. Anadolu köylülerinin yakından tanıdığı, beslediği ve avladığı bir kuş türüdür Keklik. Köylüler keklik avında da kafese tıktıkları bir kekliği kullanırlar. Onu gür bir çalılığın ardına gizler ötmesi ile toplanan keklikleri vurarak avlarlar. Yaşar'ın köyünde de keklik avı epey popüler bir erkek uğraşıdır. Yaşar'ın da bir kekliği var ki ama ne keklik elcik bir keklik bıraksa kırlara döner dolaşır geri gelir ve de yanına başka bir kekliği takarak.. Yaşar'ın bu kekliği gün geçtikçe ün kazanır. Keklik avı için ele geçmez bir fırsattır bu keklik. Onunla avlanan bereketli avlarla geri döner lakin Yaşar tutkundur kekliğine çünkü onu sevdiği kız kadar Gülnare kadar sevmektedir... Demirel iktidarının zamanlarında yaşamaktadır Yaşar. Amerikan emperyalizminin hızla yayıldığı, Amerikan fabrikalarının hızla açıldığı ve hızla sömürüldüğümüz zamanlarda yaşamakta olan köylü çocuğudur. Ona kitapta her an eşlik eden bir de dedesi vardır: Elvan Çavuş Atatürk zamanında yaşamış, aydınlık umudunu görüp sonrasında gelen emperyal karanlıkla köylülük kaderine boyun eğmiş bir dededir. ABD düşmanıdır, düzen partilerinin hiçbirini sevmez her seçimde oyunu İşçi Partisine atmaktadır. Bir şey olacağından değil de en iyi onlar konuşuyor diye onlara atar oyunu. Elvan Çavuş ABD emperyalizmine öfkesini şöyle yansıtır: "Herifler içimize girdi, ne sırrımız saklımız varsa görüyorlar. Bubkadsr olmaz" diye dövünür yıllardır. En çok İsmet Paşa'ya kızar. Bayar'a, Menderes'e temelli zıt. "Daha iyi bir çoban da yok ki oy vereyim!" diyor, gitmiyor sandık başına gitse de İşçi Partisine atar oyunu. "Ne zaman bir hükümet çıkar hastir çeker Amerikanlara, o zaman atarım!" Diyor. Köylünüm halide ortada o vakitlerde yiyecek yemeği kendi toprağından çıkmıyor olsa açlıktan kırılacak Anadolu köylüsü... "Köylü milletin efendisidir"den en alt tabakaya doğru sürüklenen köylüler bu siyasi sapmalardan kaynaklı itilen hor görülen bir durumdadır. Amerika Ankara'ya yerleşmiş, fabrikalarını açmış ve mühendislerini getirmiştir. Romanda da geçer bir mühendisin adı: "Harpır" en sevdiği şey de hafta sonu ava çıkmak ve özellikle keklik avına... Yaşar'ın babası da köylü sefilliğinden bıkar Amerikalılara yanaşarak iş bulmaya çalışan bir tip bi gün şehirde gittiği akrabasının yanında Harpır'la konuşur laf keklik avına gelir Harpır da köye ava gitmek istediğini söyler ve maceramız başlar... Harpır köye gelince köyün zengihi Karami hemen dibinde biter ve onu yanına çekmeye çalışır Yaşar'ın babası Seyit de ünlü kekliğimizi alarak ava götürmüşt Amerikalıyı Harpır kekliği çok sever talip olur ilk başta Seyit vermek istemez lakin kendisine iş bulacağı vaadi karşısında büyülenir oğlunun canından çok sevdiği kekliği adeta oğlundan kaçırıp Harpır'a teslim eder. Uyandığında kekliği göremeyen Yaşar çok üzülmüştür bu üzüntüye de dayanamayan dedesi elinden tutar ver elini Ankara'ya kekliği geri almaya ne olursa olsun o kekliği geri almaya... Şimdi kitabı okuyanlar bir keklik için değer mi bu kadar maceraya diye sorabilir ki romanda da Amerikan yanlısı olan herkes aynı şeyi söyler Elvan Dede ile Yaşar'a ama "Keklik" aslında kuş olmaktan çok ötedir bizim için keklik Anadolu'nun hepsini temsil eder sömürülen Anadolu'da en son elde edilmeye çalışılan değerimizdir keklik Amerikalılar yer altı ve yer üstü kaynakları burcuvalar ile birlikte yiyip bitirirken Yaşar'ın kekliğine de el atması bardağı taşıran son hamledir artık bir şeyler yapmanın sırası gelmiştir lakin karşımızda hem güçlü Amerikan emperyalizmi hem de destekçisi devlet yetkilileri vardır bu kekliği nasıl alacaz geri o da bir bütün olarak bir direnmeyle... Elvan Dede alır Yaşar'ı ilkin kaymakamın huzuruna çıkar Kaymakam dinler tam terslemek üzereyken Elvan Çavuş verir gazı durur mu "Sen Türkiye'nin kaymakamı biz herhal Amerika'nın buyrugunda değiliz heralım değil mi efendim" bu gazla kaymakam dilekçesini kabul eder ve Vali'ye atar topu Elvan Dede alır Yaşar'ı İl makamında beklerken bir yardımcı gelir şu aklı verir: "Bu kekliği mutlaka geri alalım diyorsanız, bunun yasa yollarından başarılacağını sanmıyorum. Adalet Partisi'nden bir adam bulmalı, o adam önünüze düşmeli, onun ardından yürümelisiniz." Yardımcı kolay ve var olan gerçek yolu söylemektedir aslında "torpil" bu olmadan işlerin yürür mü hiç? Hele sefilsen köyden gelmiş bir garibansan şehirde yerler adamı.. Valinin huzuruna çıkarlar Vali dinler bu kadar mı değerli der şu keklik evet der Elvan Çavuş oğlan verem olacak almazsak başını kaşır Vali bu iş kolay iş değil ki Amerikalılarla ilişkimizi zedelenir özel yollardan halletmek lazım bu işi der akıl verir Başbakan Demirel'in karısına gidin der ya da Atilla Sunay'a doktordur Cumhurbaşkanının da oğlu haliyle bir yardımı dokunabilir... Ne hale gelmişiz biz elcik kekliğimizi istemek için en tepeye kadar vardık yine vermezler çünkü ona bir Amerikalı el koymuştur ve Anerikanlar bizim kutsalımız böyle arayıp azarlayıp alamayız el pençe divan yalvarırız verirlerse ne gözel yoksa kaderine razı gel derler... Her türlü özel yolu zorlayan ikili sonuç alamayınca Harpır'ın evine dayanır bir sivil ekip gelir onları karakola alır göz altına atılırlar... Artık Anarşist olmuştur bu ikilimiz... Gözaltında onlarca öğrenci ile beraberler ilerde yargıç olacak olan bir öğrenci şöyle anlatır onlara Amerikan emperyalizminin ülkemizde nasıl yayıldığını: "Halkımız için bunların tümü, bulanık şeyler. İlk bakışta anlamak zor: Uzman adı altında binlerce Amerikalı doldu yurdumuza. Her işimize karışıyolar. Bakanlıklarda, genel müdürlüklerde kendi elemanlarımızı baskı altına alıyorlar. Bozuyorlar işlerimizi. Sanayileşmemizi önlüyorlar. Yoksul bir tarım ülkesi halinde kalmamızı istiyorlar. Politikacılarımızın beyinlerini yıkayıp kendi çıkarlarına konuşturuyorlar. Daha seçilmeden götürüp okutuyorlar bunları. İsteklerine göre yetiştirip getiriyorlar. Para ve her türlü olanakla destekleyip seçilmelerini sağlıyorlar. İstediklerini iktidara getirip ülkemizi şarıl şarıl sağıyorlar borçlandırıyorlar.." Gerçekleri söyleyen herkes göz altında, sadece orta yolcular ve tam emperyalist destekçileri serbesttir. İlla demir parmaklıklara gerek yok dışarıda da göz altında tutulur kısıtlanır, işsiz bırakılır aç kalır gerçekleri söyleyenler. Fakir Baykurt da öyledir. Gözaltılar, hapisler en son Almanya hayatı ile son bulan bir yaşam ama hep gerçekleri söyledi ve savundu. Çünkü ilkeli olmak halktan yana olmak bunu gerektirirdi. Karakolda İşkence edilir onlara ne sebeple Harpır'ın apartmanını gözledikleri sorulunca keklik derler. Daha çok vururlar falakalar, elektrik vermeler cop ile tehtitler en sonunda bir haftaya salınırlar yine giderler Harpır'ın evine.. yolda onları aynı apartmanda kalan öğrenciler görür evlerine davet ederler ve örgütlü mücadeleye başlamış oluruz. Apartmanda öğrencilerin ilişki içinde olduğu birkaç eli uzun erkeğin eşleri ve kapıcı Tecir'in eşi Gülcan ile örgütlenmeye kadınlar da katılır el birliği ile yapılan plan devreve sokulur. Ezilenlerin birlik olduğu zamanlarda emperyalimle dahi baş edebileceğini bu kitapta anlatır bize Fakir Babamız kitabın tümünde yöresel dil kullanılmakla beraber Harpır da kırık bir Türkçe ile konuşturulur. Çok sevdim ben bu kitabı, Anadolu köylüsünün halini, değişmeyen yazgısını gördüm. Para hırsı için kılıktan kılığa giren siyasileri, yandaşları gördüm bilinçli köylülerin mevki sahibi şehirli beyleri, ağaları alt edebileceğini gördüm mücadele ve azmin vücut bulmuş halini gördüm elde edin ve okuyun Keklik biziz, ve şuan dört cepheden bizi saran kapitalizmin kölesi olmaktan kurtaracak Elvan Çavuşlar ve Yaşarlar tek umudumuz... (Adem Yüce)

Dede Korkut tan gireyim konuya Kitap, kitap dersem sana arlanma kitap! Bağrımın eziği kitap! Yoksulluğun resmi kitap..... Bir #fakirbaykurt şaheseri daha okudum ben.... Nedense ne zaman okusam yüreğimde bir Anadolu rüzgarı eser. Buram buram Anadolu kokar Fakir Baykurt romanları. İçimi yakar yoksulluk cayır cayır Anadolu nun çorak toprağı gibi. Ankara'nın Dökülcek köyünden bir oğlan Yaşar... Yaşar merimdir.,Yaşar alçakgönüllüdür, akkındır;Yaşar bütün güzel huyları dedeşinden almıştır. Var sa yoksa bir dedeşi,bir elcik kekliği birde Gülnaresi vardır. Yoksulluk diz boyu ondandır belki anasının dizleri ırmağı geçmekten sızım sızım sılar....Babası bir iş bulma sevdasına verir Harpır'a Yaşar'ın elcik kekliğini. Yaşar tutkun kekliğini verem olacak oğlan Gülnare'sine kavuşamadan.... Düşer dedeşiyle yollara elcik kekliğinin SEVDASINDAN. Süleyman Demirel'e, Nazmiye hanıma, karakollardan işkencelere kadar sürünür kekliğinin sevdasıyla vazgeçmez kekliğinden en sonunda bu işi 3 öğrenci 3 te kadın çözer ama nasıl çözer okuyun da görün Efendim derim....Biraz Aziz Nesin hiciv edebiyatı kokusuda geldi burnuma. Hele köylülerin Amarikalılarla konuşması çok iyiydi.... Var ben bu kitabı çok sevmek, sizlere azcık anlatmaya çalışmak... Var siz okumadan anlamamak... Kelime hazinem yine genişledi efendim Anadolu ağzıyla onları okuyun da sizde öğrenin....Var ben amarikan ağzıyla yorum yapmaya çalışmak birazda var alıntı yapmak Sen var vermek bizim keklik! Ben gitmiyor almadan.... Deeert.... Kiminde diremle, kiminle okkayla;bizde tonla.... Akılla izanı insanlara Allah dağıtmış ;kimine az, kimine çok düşmüş Türkiye Atatürk'ün gününde bağımsız oldu. Şimdi o bağımsızlık görünüşte var;aramıza girip bizi bağladılar. Sat bakalım bakırını, demirini başka devletlere. Satamazsın! Al bakalım makinaları, mermileri başka devletten! Alamazsın. Kazık mazık Amerika'dab alacaksın! Ucuz pahalı, Amerika'ya satacaksın. Ama bir kapalı yanı var insanın. Belki her insanın.... Karşıdan anlaşılmıyor... #okudumbitti #fakirbaykurt #literatüryayınları #kitapyorumu #kitap (Duygu korkmaz)

Keklik PDF indirme linki var mı?

Fakir Baykurt - Keklik kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Keklik PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Fakir Baykurt Kimdir?

Fakir Baykurt (Asıl adı Tahir'dir) (d. 15 Haziran 1929, Burdur - 11 Ekim 1999, Almanya) Türk yazar, sendikacıdır.

Çocukluğu

Fakir Baykurt (Asıl adı Tahir'dir) Burdur'un Yeşilova ilçesine bağlı Akçaköy'de doğdu, Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber şu sözleri ile 1929 yılında haziran ortası olduğu varsayılmaktadır; "1929 doğumlu olduğum doğru. Ay, gün bilinmiyordu. Anamla konuştuk. Köyde orak mevsimi. Tarlada sancılanıp eve gelmiş. Haziran ortasıdır..." Tahir Baykurt'un annesinin adı Elif ve babasının adı Veli'dir. Doğduğunda ona savaşlarda vurulup geri dönmeyen Amcasının adı olan Tahir adı verilir. Tahir 1936 yılında Akçaköy İlkokulu'na başlar ve iki yıl sonra babasını kaybeder. Babasının ölümünden sonra dayısı Osman Erdoğuş tarafından Balıkesir iline bağlı Burhaniye köyüne götürülür ve orada dayısının yanında dokumacılık yapmaya başlar. II. Dünya Savaşı'nın başlaması ile dayısı askere alınır ve Tahir Akçaköy'e dönerek okula devam etme imkânı bulur. 1942 yılında ağır bir sıtma geçirir bu dönem aynı zamanda şiir yazmaya başladığı dönemdir.

Köy Enstitüsü yılları

İlkokulu bitirdikten sonra Isparta Gönen Köy Enstitüsü'ne yazılır. Köy enstitüsü yıllarında özellikle şiire olan ilgisi artar, kendini okumaya verir. Bu dönemde özellikle Türkçe'ye çevrilen klasikleri okur. Fakir Baykurt Köy enstitüsündeki yıllarını ve kendisine kazandırdıklarını şu şekilde anlatmıştır;

"...Köy enstitüsü benim için olağanüstü bir fırsat oldu. İlkokulu bitirdikten sonra gidebileceğim başka hiçbir okul yoktu. Ailemin gücü yetmezdi. Ben okumak istiyordum enstitü benim gibi köy çocuklarını çağırıyordu..."

"...Klasiklerin en iyi okuru enstitülü gençlerdi. Ceplerimizi ona göre yaptırırdık, kitap sığsın. Kız arkadaşlarımız koyun kuzu gütmeye giderken, torbaya azıkla birlikte kitap da katardı..."

Bu yıllarda Bursa Cezaevi'nde olan Nazım Hikmet'in şiirleri ise gizli gizli yayılmaktadır. Tahir Baykurt da bu dönem Nazım Hikmet'in şiirlerini bulur ve gizli gizli okumaya başlar.

"...Kitaplıkta Nazım Hikmet'in kitapları yoktu. Yasaklandığını öğrenince Çivril'in bir köyüne gidip onları buldum. Nazım'ın yedi kitabını kendi yaptığım defterlere kitap harfleri ile yazıp defalarca okudum."

Köy enstitüsü yıllarında ilk şiiri Fesleğen Kolum Eskişehir'de çıkan Türke Doğru dergisinde çıkar. Edebiyata olan ilgisinden dolayı enstitüde de kitaplığın yönetimine seçilir ve daha fazla okuma fırsatı bulur. 1947 yılında Köy Enstitüleri ve Kaynak Dergisi'nde şiirleri çıkar ve bu yıllarda önce şiirlerinde daha sonra tüm yazılarında Fakir Baykurt adını kullanmaya başlar. Köy enstitüleri üzerindeki baskıların artması ile birlikte tüm enstitülere daha baskıcı yönetimler atanmaya başlar. Bu dönemde enstitüler daha önceki bir çok özelliğini yitirmeye başlarken eski öğrencilerin yaşam alışkanlıkları da bu yeni yönetimlerce sorun olmaya başlar. Fakir Baykurt da yeni atanan müdürle sorunlar yaşar ve defalarca kovuşturmaya maruz kalır. Ancak 1947 yılında Köy enstitüsünü başarı ile bitirir ve Yeşilova'nın Kavacık Köyü'ne öğretmen olarak atanır.

Öğretmenlik ve yazarlık yılları

1951 yılında ölene kadar birlikte olacağı Muzaffer Hanım'la evlenir. Bu yıl ayrıca körbağırsağı patlar ve iki kez amelliyat olur. Öğretmenliği Dereköy'e aktarılır. Üzerindeki baskılar devam eder, savcılıkça evine baskın yapılır ve koğuşturma geçirir. 1953 yılında Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü’ne girer ve bir sene sonra bu sefer Gayret Dergisi'nde çıkan bir yazısı nedeni ile yargılanır. 1955 yılında Gazi Enstitüsü'nü de başarı ile bitirirerek Hafik'de açılan ortaokula atanır. Aynı yıl ilk kitabı olan Çilli yayınlanır. 1957 yılında askere alınır ve Ankara Piyade Yedek Subay Ortaokulu'na öğretmen olarak atanır. İlk kızı Işık da bu yıl dünyaya gelir. 1958 yılında ilk romanı Yılanların Öcü Cumhuriyet Gazetesi'nin açtığı Yunus Nadi Roman Ödülleri'nde birinci olur. Ancak roman nedeni ile hem Baykurt hem Cumhuriyet koğuşturma geçirir. Baykurt bu dönemden sonra Cumhuriyet Gazetesi'nde yazmaya başlar.

Askerlikten sonra Şavşat Ortaokulu'na öğretmen olarak atanır ve ikinci kızı Sönmez dünyaya gelir. Yılanların Öcü adlı romanı da Remzi Kitapevi tarafından basılır. Ardından Köy ve Eğitim Yayınları tarafından Efendilik Savaşı adlı kitabı yayımlanır. Cumhuriyet'teki bazı yazıları yüzünden öğretmenlikten alınıp Ankara'da Milli Eğitim Bakanlığı Yapı İşleri Bölümü'nde görevlendirilir. Sürüp giden yazıları ve Yılanların Öcü romanı yüzünden Bakanlık buyruğuna alınarak cezalandırılır. Altı ay açıkta kaldıktan sonra 27 Mayıs 1960'da Ankara İlköğretim müfettişliğine atanır ve aynı yıl Efkar Tepesi adlı kitabı basılır. 1961 yılında yazarın Yılanların Öcü adlı romanı tiyatroya ve filme uyarlanır. Tiyatro gösterimi yasaklanır, film ise ancak Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'in konuya el koyması ile gösterime girer ancak filmin gösterimi sırasında olaylar çıkar. Bu yıl ayrıca yazarın Onuncu Köy, Karın Ağrısı, Irazca'nın Dirliği kitapları yayımlanır. Bir sene sonra yazarın oğlu Tonguç dünyaya gelir. Baykurt Amerika'ya giderek, Bloomington'daki Indiana Üniversitesi'nde göze kulağa hitap eden ders araçları ve yetişkinler için yazma öğrenimi görür. 1963 yılında yurda dönerek Ankara İlköğretim müfettişliği görevini sürdürür. Onuncu Köy Bulgarca'ya çevrilir ve kitapları Bulgaristan'da Türkçe olarak da basılır. Yılanların Öcü ile Irazca'nın Dirliği de Almanya'da, "Die Racheder Schlangen" adıyla basılır. Yılanların Öcü Rusça'ya çevrilir.

Türkiye Öğretmenler Sendikası

1965 yılında TÖS'ün kuruluşuna katılır ve genel başkan seçilir. 1966 yılında İlköğretim müfettişliğinden uzaklaştırılarak yeni kurulan Milli Folklor Enstitüsü'nde uzman olarak atanır. Kaplumbağalar ve Amerikan Sargısı romanları yayımlanır. 1967 yılında Onuncu Köy adlı eseri de Rusça'ya çevrilir. Yazıları ve TÖS'teki çalışmaları yüzünden sık sık kovuşturma geçiren Baykurt Gaziantep'in Fevzipaşa bucağına sürülür. TÖS "Devrimci Eğitim Şurası"nı düzenler. Bir yıl sonra da TÖS "Büyük Eğitim Yürüyüşü"nü bir sene sonra da "Genel Öğretmen Boykotu"nu düzenler. Bu faaliyetlerinden sonra tekrar görevden alınarak bakanlık emrine alınır ancak Danıştay kararı ile görevine geri döner. 1970 yılında Fevzipaşa'dan Ankara'ya Ortadoğu Teknik Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Yayın Müdürlüğü görevine getirilir. Anadolu Garajı ve Tırpan kitapları yayımlanır. Tırpan ve Sınırdaki Ölü ile TRT Ödülleri'ni kazanır. Ardından Onbinlerce Kağnı adlı kitabı yayımlanır.

Sıkıyönetim yılları

1971'de ordunun yönetime el koyması ile başlayan sıkıyönetim döneminde Baykurt iki kere gözaltına alınır. Aynı yıl Tırpan ile Türk Dil Kurumu Ödülü'nü kazanır. Kitaplarının yeni basımları yapılırken yazar askeri tutukevinden Ankara Merkez Cezaevi'ne aktarılır. 1973 yılında Can Parası ve Köygöçüren basılır. Baykurt'un yurt dışına çıkışı da yasaklanmıştır. 1974 yılında İçerdeki Oğul basılır. Keklik romanını yazar. Can Parası ile Sait Faik Ödülü'nü kazanır. Askeri Yargıtay'da TÖS Davası'ndan beraat eter. Sınırdaki Ölü ve Keklik kitap olarak basılır. 1976 yılında Sakarca basılır.

Emeklilik Yılları

Sosyal Sigortalar Kurumu'ndan emekli olan Baykurt Madaralı Roman Ödülü'nün kuruluşuna yardımcı olur. 1977 yılında İsveç'te öğretmen yetiştirme çalışmalarına katılır ve Yayla romanı basılır. Frankfurt Uluslar arası Kitap Fuarı'na katılır ve Almanya, Hollanda ve İsviçre'ye geziler yapar, göçmen işçilerle iletişim kurar. 1978 Yılında Sakarca sahneye uyarlanarak İstanbul Şehir Tiyatroları'nca oynanır. Kara Ahmet Destanı ile Orhan Kemal Ödülü'nü kazanır ve Kültür Bakanlığı'na danışman olur. 1979 yılında Tırpan adlı eseri de tiyatroya uyarlanır. Devlet Tiyatrosu tarafından İzmir, Ankara ve Antalya'da oynanır. Baykurt, göçmen işçi konusunu incelemek üzere tekrar Almanya'ya gider. Duisburg şehrinde yaşamaya başlar. Yandım Ali kitap olarak basılır. Bu dönemde ODTÜ'de öğrenci olan oğlu Tonguç da tutuklanır. 1980 yılında Tırpan İstanbul Şehir Tiyatroları'nca da sahneye konulur ve iki mevsim oynanır. Tırpan'dan ötürü Baykurt ve Taner Barlas, "Avni Dilligil En Başarılı Yazar" ödülü kazanırlar. Suna Pekuysal da "En Başarılı Oyuncu" seçilir. Rur Havzası'nda Türk işçi çocukları için başlatılan RAA programında görev alır ve bir İngiltere gezisi yapar. Kızı Işık da bu yıl tutuklanır. Baykurt, Taner Barlas ve oyunda rol alan sanatçılar "İsmet Küntay Ödülü" kazanırlar. Tırpan'daki oyunu nedeniyle Suna Pekuysal "Ulvi Uraz Ödülü"nü kazanır.

1981'de "Sakarca" İsveç'te çizgi film yapılır ve Macarca'ya da çevrilir. DDR'de bir inceleme gezisi yapar. Öyküleri Gürcistan'da da kitap olarak basılır. "Kaplumbağalar" filminin senaryo çalışmalarına katılmak üzere İsviçre'nin Neuchatel şehrine gider. Almanya'daki göçmen işçilerin yaşamını konu alan öyküleri "Gece Vardiyası" adıyla basılır. İşçi çocuklarının yaşamını dile getiren öyküleri de "Barış Çöreği" adıyla basılır. Kitaptan yapılan seçmeler Almanya ve Hollanda'da iki dilli olarak yayımlanır. 1983 yılında "Yüksek Fırınlar" kitap olarak basılır. Oğlu Tonguç'la birlikte Sovyetler Birliği gezisi yapar. Moskova, Bakü, Batum ve Leningrad şehirlerine ve Yasnaya Poliana'ya giderek Tolstoy'un Yurtluğu'nu ziyaret eder.

1984 yılında Berlin Senatosu Çocuk Yazını Ödülü'nü kazanır. Gece Vardiyası ve Kara Ahmet Destanı Almanca, Yılanların Öcü ile Irazca'nın Dirliği Bulgarca basılır. Türkiye'de "Barış Derneği İkinci Davası"nda sanık olarak aranır. 1985 yılında Gece Vardiyası ile Alman Endüstri Birliği BDI'nin Yazın Ödülü'nü alır. Dünya Güzeli ve Saka Kuşları adlı Kitapları Türkçe ve Almanca olarak basılır. 1986 yılında Duisburg'ta öğretmenliğe başlar ve yurt dışında oluşan Türkiye Aydınlarıyla Dayanıma Girişimi'nin yönetiminde görev alır. "Duisburg Treni" adlı eseri basılır. Kopenhag'ta Dünya Barış Kongresi'ne katılır aynı yıl Koca Ren basılır.

1987 yılında Keklik romanı 20 öyküsüyle birlikte Rusça’ya çevrilip basılır. Londra’ya bir gezi yaparak Highgate’te Karl Marx’ın gömütünü ziyaret eder. Aynı yıl aralarında birçok yabancı dile çevrilen kitabının da bulunduğu 19 kitabı Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Aziz Nesin, Halikarnas Balıkçısı, Mihail Şolohov, Ernest Hemingway, İvan Gonçarov, Tolstoy, Gogol, Panait Istrati gibi yazarlarla beraber gerekçe göstermeden yasaklanır. Aynı yıl Sakarca adlı eseri de Hollandaca ve Almanca olarak basılır. Türkiye – Yunanistan Dostluk Gelişimi’nin Avrupa’da kuruluşunda görev alır. Tiflis’te İlaya Cavcavadze’nin 150’nci doğum yıldönümü konferansına katılır.

1988 yılında İçerdeki Oğul’u oyun olarak tekrar yazar. A. Çetinkaya ile birlikte Fridan Halvaşi’nin şiirlerini Türkçe’ye çevirir; Kitap Eninde Sonunda adıyla Almanya’da basılır.

1989 yılında Kuru Ekmek romanını yazar. İçerdeki Oğul, Amersfoort Halk Tiyatrosu’nda oynanır. Şiirleri de Bir uzun yol adıyla basılır. Moskova’ya yeni bir gezi yaparak Nâzım Hikmet’in evinde ve arşivinde çalışır.

Baykurt ders vermeyi Pestalozzi Okulu’nda sürdürür. Şiirleri Hollanda’da “Vuurdoorns – Ateşdikenleri” adıyla basılır. 1991 yılında Ortaokul öğrencileri için, “KALEM – Schreiber” dergisini çıkarmaya başlar aynı yıl boynundan bir ameliyat geçirir. 1992 yılında, bugün Literaturcafé Fakir Baykurt adıyla varlığını sürdüren Duisburg Edebiyat Kahvesi'ni kurar. Bir Uzun Yol’un Almanca’sı “Ein langer Weg” adıyla çıkar. Yazar bu yıl bir de Çin gezisi ertesi yıl da Avustralya gezisi yapar. 1995 yılında Almanya’da öğretmenlik yaptığı çalıştığı Pestalozzi Okulu’ndan emekliye ayrılır. Öykü Kitabı bizim İnce Kızlar basılır ve 7 kitaptan oluşan Özyaşam öyküsünü bititir. 10 Mart'ta Devlet Tiyatroları Opera ve Balesi Yardımlaşma Vakfı tarafından “Fakir Baykurt’a Saygı Gecesi” düzenlenir. Bu yıl Yarım Ekmek romanı da yayımlanır. 1998 yılında Telli Yol öykü kitabı ile birlikte, “Özyaşam” dizisinin ilk cildi “Özüm Çocuktur” yayımlanır. Gezi yazılarının bir bölümünü Dünyanın Öte Ucu (Avustralya Gezi İzlenimleri) adıyla yayımlanır. Benli Yazılar deneme kitabıyla birlikte “Özyaşam” dizisinin ikinci ve üçüncü ciltleri (Köy Enstitülü Delikanlı; Kavacık Köyünün Öğretmeni) çıkar. 1999 Nisan genel seçimlerinde Özgürlük ve Dayanışma Partisi İzmir milletvekili Adayı olur. 11 Ekim 1999 Pazartesi günü tedavi gördüğü Almanya’da Essen Üniversitesi Kliniği’nde pankreas kanserine yenik düşerek ölmüştür.

Fakir Baykurt Kitapları - Eserleri

  • Özüm Çocuktur
  • Köy Enstitülü Delikanlı
  • Kavacık Köyünün Öğretmeni
  • Köşe Bucak Anadolu
  • Bir Tös Vardı
  • Sıladan Uzakta
  • Yılanların Öcü
  • Irazca'nın Dirliği
  • Eşekli Kütüphaneci
  • Kaplumbağalar
  • Onuncu Köy
  • Yarım Ekmek
  • Köygöçüren
  • Koca Ren
  • Genç Emekli
  • Yüksek Fırınlar
  • Yayla
  • Keklik
  • Tırpan
  • Amerikan Sargısı
  • Kara Ahmet Destanı
  • Yandım Ali
  • Dost Yüzleri
  • Dünya Güzeli
  • Can Parası
  • Dünyanın Öte Ucu
  • Benli Yazılar
  • Sakarca
  • Telli Yol
  • Gönül Ustası
  • Çilli
  • İçerdeki Oğul
  • Efkar Tepesi
  • Efendilik Savaşı
  • Sabır Dağı
  • Gece Vardiyası
  • On Binlerce Kağnı
  • Sınırdaki Ölü
  • Duisburg Treni
  • Bizim İnce Kızlar
  • Kalekale
  • Barış Çöreği
  • Unutulmaz Köy Enstitüleri
  • Öğretmenin Uyandırma Görevi
  • Sendika Ve Grev
  • Saka Kuşları
  • Anadolu Garajı
  • Yanar Bir Işık
  • Çilli Karın Ağrısı Cüce
  • Anadolu Garajı
  • Şamar Oğlanları
  • Yeni Kölelik mi?
  • Bir Uzun Yol
  • Ateşdikenleri
  • Kovboyculuk Oyunu

Fakir Baykurt Alıntıları - Sözleri

  • Yaşam yenileniyor,töreler kalıyor... (Yarım Ekmek)
  • Aborcin denilen o insanlar kendi aralarında barışçıl yaşıyor, savaş bilmiyorlar. İlkel silahları sadece avlanmak içindi. Amiral Cook'un adamları karaya çıkar çıkmaz, ilk el de 40000 Aborcin öldürdü. Aborcinler kurşun renkli, oval büyük burunlu insanlar. Gelen beyazları kendilerini var eden ataların dirilip gelen ruhu sandılar. Koşarak, toplanarak atalarını en saygılı devinimlerle, seslerle karşılamak istediler. Karşılık olarak kafalarına, gövdelerine durmadan kurşun yediler. Atalar kurşun attığına göre bunca yıldır biriken suçlarının cezasını veriyorlar diye yorum yaptılar. Birdenbire 40 bin ölü. (Dünyanın Öte Ucu)
  • Eskiden cahillik fazlaydı;şimdi daha fazla. (Eşekli Kütüphaneci)
  • Ankara uzak, seçim uzak, okul uzak, gökyüzü uzaktı.Büktü boynunu. (On Binlerce Kağnı)
  • Tavuklar, horozlar, bizden erken uyanıyor. Kurt, kuş bizden erken uyanıyor. Biz niye geriye kalıyoruz. Hatta bazı horozlar, bizi daha tez uyandırmak için daha erken ötüyorlar. Ama niçin erken öten horozların boynuna vuruyoruz? (Efkar Tepesi)
  • Bir sidikli yorgan meseli vardır hani: İnsanlar uyanacağına yakın, ecinni tayfası, sidikli yorganı alıp sokaklarda dolaşırmış. Hangi evde duman tütmüyor, o evin bacasından girermiş. Yorganı, şafak söktüğü halde eşşek gibi yatanların üzerine örtermiş. Yani bu yorgan, değirmen taşı...Ağır! Onu örtünen, öğlelere kadar uyurmuş. Uyansa bile bir ağırlık; kalkamazmış. Yani ben kısa aklımla şöyle diyorum: Bizim köylü milletinin de üstüne sidikli yorgan örtülmüş, kalkamıyor vesselam... (Onuncu Köy)
  • "Eller bizi kınar, nerelere gidelim?" "Ellerden arkalara kaldık tüüüüüh!" (Yandım Ali)
  • Sabahattin Ali; Pir Sultan Abdal, Garcia Lorca, Nazım Hikmet gibi büyük sanatçılardandı. Kahraman ve kurban olmasa da, olmadan da büyüktü. Onun yaşamında ve yapıtlarında büyük sanatçılığın bütün belirtileri vardır. Biliyoruz, büyük sanatçıların yaşamları da büyüktür. Onlar acıyı da, sevinci de büyük boyutlarda yaşarlar. Yapıtları, sadece içerik, biçim ve estetik yönlerinden değil, sanatın işlevi yönünden de bambaşka özellikler taşır. Bundan ötürü kitleleri çok yakından ilgilendirirler. Bu ilgi de giderek onları etkiler, sarsar, onlara bilinç verir, bunalımlardan çıkış yönlerini, yollarını sezdirir, eyleme dönüşecek maddi gücü aşılar. Büyük sanatçılar bu işlevi, bunalım içindeki halkların yaşamına karışarak, onlarla birlikte soluk alıp vererek, acıyı sevinci onlarla paylaşarak, dayatılan haksız koşullara direnerek, diretmekle yetinmeyip, gerektiğinde savaşarak; savaşım içinde oluşturdukları yapıtlarda halkın dilini, duygularını, düşüncesini sevgiyle, saygıyla kullanarak sağlayabilirler. Böylece yeni tipler, karakterler, yazma yenilikleri ortaya koyarlar. abece, Sayı 12 Mart 1987 (Yanar Bir Işık)
  • Camiye, okula, kışlaya, fabrikaya, karakola siyaset girmez, Ferhat Efendi! Girdi mi, o melmeket hapı yutar! (Tırpan)
  • Para gibi maymuncuk yoktur! (Duisburg Treni)
  • “Evet Pablo Neruda çok büyük bir şairdir. Yalnız Şili’nin degil butün dünyanın, en başta da işçilerin, köylülerin şairidir!” (Genç Emekli)
  • Asıl anlatılacak işler "Yılanların Öcü"nde oldu ... (Çilli Karın Ağrısı Cüce)
  • Ta yirmi yıl önce bir iğde silkimi zamanı, köyünden kalkıp Almanya'nın yolunu tuttuğu günü hiç unutamaz Salih. Umutlarla doluydu. İçi o gün Karadenizin suları gibi çalkanıyordu. Hiç hesapta olmayan yönlere aktı gitti yaşam. " Bir yıl sonra yirmi olacak! Yaş da kırk yedi! Yaşadığım kadar yaşayacağım nereden belli? Ne anladım ben bu kıyımcı feleğin yönettiği dünyadan?" (Gece Vardiyası)
  • Denizgil hücrelerinden çıkmışlar, kapılarının önündeki dar yerde geziniyorlar. Kuzey hücreler, hiç güneş almıyor. Kapılarının ortasında "gözet deliği" var. Celâl'le gözlerimizi uydurup baktık kaçak olarak. Hüseyin'i, Metin'i, Hacı'yı, Mustafa'yı gördük şöyle böyle. Yusuf çıkmamıştı belki... (İçerdeki Oğul)
  • "Çok acılar çektik! Karamsar etti acılar bizi..." (Duisburg Treni)
  • Eskiden cahillik fazlaydı; şimdi daha fazla. (Eşekli Kütüphaneci)
  • Dillerinden bir tane “r” çıkmaz bunların. Doğru dürüst “Murat” diyemezler. O güzelim adı “Muğat Muğat” diye rezil ederler. (Barış Çöreği)
  • « İstanbul'da Yaşar Kemal İnce Memed' i yazmış. Ben de Ali enişteyi yazacağım. Evinin önüne ev yapıyorlar, sesini çıkaramıyor. Kuzusunu çalıyorlar, sesini çıkaramıyor. Çıkarsam daha beter çullanırlar üstüme diye korkuyor» (Köşe Bucak Anadolu)
  • “ Bugün it bağlasan eğleşmez olmuş hepsi .” (Gece Vardiyası)
  • “Pişesiye sabreder, soğuyasıya sabredemez!” (Sabır Dağı)

Yorum Yaz