Kayıp Gül - Ekim Yağmurları - Serdar Özkan Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Kayıp Gül - Ekim Yağmurları kimin eseri? Kayıp Gül - Ekim Yağmurları kitabının yazarı kimdir? Kayıp Gül - Ekim Yağmurları konusu ve anafikri nedir? Kayıp Gül - Ekim Yağmurları kitabı ne anlatıyor? Kayıp Gül - Ekim Yağmurları kitabının yazarı Serdar Özkan kimdir? İşte Kayıp Gül - Ekim Yağmurları kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Serdar Özkan
Yayın Evi: Artemis Yayınları
İSBN: 9786051421216
Sayfa Sayısı: 220
Kayıp Gül - Ekim Yağmurları Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
65'i aşkın ülkede 44 dilde okunan Türk romancı Serdar Özkan'ın yeni kitabı Kayıp Gül "Ekim Yağmurları" hayata, kendinize ve AŞK'a bakışınızı değiştirecek.
Kitapları, Penguin (ABD), Random House (İngiltere), Hachette, Bertelsmann, RCS Libri gibi, dünyanın en seçkin ve prestijli yayınevleri tarafından yayınlanan Serdar Özkan'ın yeni romanı yüreğinizi ısıtacak.
"Daha ilk kitabının bütün dünyada Simyacı, Küçük Prens ve Martı gibi klasiklerle kıyaslanması bir romancı için sık rastlanan bir durum değil."
-Deccan Herald, Hindistan-
"Bu romanın bizi birleştirmeye gücü var."
-TVA Televizyonu, Kanada-
"Serdar Özkan ismi şimdiden Paulo Coelho, Richard Bach ve hatta Antoine de Saint-Exupéry ile birlikte anılıyor."
-Corriere della Sera, İtalya-
"Türklerin Küçük Prens'i tüm dünyayı büyülüyor."
-Helsinki Sanomat, Finlandiya-
(Tanıtım Bülteninden)
Kayıp Gül - Ekim Yağmurları Alıntıları - Sözleri
- 'Belki bir Ekim akşamında...' Aslında tek ihtiyaç duyduğum ve aradığım şeyin sevilmek olduğunu fark etmiştim.Geriye kalan her şey ise onun bir türeviydi sadece. Ama insanlardan gördüğüm sevgi beni hiç bir zaman mutlu etmiyordu ,çünkü içten içe beni tanımadıklarını biliyordum. Egom tatmin oluyordu,evet ama ruhum kalbim asla tatmin olmuyordu. Bazen bir kitabı okumaya üç cümle yeterken bir insanı anlamaya ömür yetmez.(Glsm)
- Bazen ışıktan korkuyordu. Bir yarasa gibi.
- Aslında herkes aynı şeyi arzuluyordu. Sevilmeyi. Ruhlarımız ve bedenlerimiz her yerde sevgiyi arıyordu, bıkmadan, usanmadan, gündüz ve gece.
- Aslında tek ihtiyaç duyduğum ve aradığım şeyin sevilmek olduğunu fark etmiştim. Geriye kalan her şey ise onun bir türeviydi sadece.
- Neden beğenilmek isteriz?
- Bil ki, sürekli ben demenin bedeli, öz benliğini unutmandır.
- Aslında tek ihtiyaç duyduğum ve aradığım şeyin sevilmek olduğunu fark etmiştim. Geriye kalan her şey ise onun bir türeviydi sadece.
- Çünki bəzən, nəyinsə dəyərini anlamaq üçün itirmək lazımdır.
- Herkesin içi farklıydı ve herkes dış dünyayı kendi içine göre görüyordu.
- Bildiğimiz bir yere giderken kendi yolumuzu, kaybolduğumuz zamansa Tanrı'nın yolunu takip ederiz. Tanrı'nın, yolu benden daha iyi bildiğine ve beni, benim gitmek istediğim yerden daha iyi bir yere götüreceğine tüm kalbimle inanıyorum.
- "O hayattayken önümüzde ayrılık vardı bizi bekleyen. Ama bir daha ayrılmak yok, kavuşmak var sadece."
- Çünkü insan , ruhuyla insandır her şeyden çok .
- "İçin değiştiğinde dış dünya da değişir."
- "Ama işin sırrı kalpten istemekte. Yani kalpte. Çünkü kalp Tanrı 'nin evidir ve eğer hür bir istek o evden geliyorsa, bütün evren bu istek karşısında boyun eğer. Ama kalbin Tanri' nin evi olması aynı zamanda şu anlama geliyor, kalbin sahibi O'dur. Ve biz, emanet aldığımız bu evin kapısını evsahibine hep açık tutmalıyız. "
- Güller haklıydı; Aşkın aşk olması için özlem gerekir. Aşkı büyüten özlemdir. Kavuşmanın güzelliğini verense ayrılık...
Kayıp Gül - Ekim Yağmurları İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Bir oturuşta bitirebileceginiz kadar akıcı (ya da hafif diyeyim bilemedim) bir eser. Peki bu aynı zamanda güzel bir eser olduğu anlamına mı geliyor? Benim için hayır. Öncelikle, kitap yeni bir şey söylemiyor, yüzyıllardır işittiğimiz Tanrı ve sevgi felsefelerinin bir tekrarından ibaret. Yeni bir şekilde mı söylüyor peki? Ona belki evet diyebiliriz ancak bu söyleyiş usulü de ne yazık ki büyüsünü yine kendi usulünden ötürü bozuyor. Yazar kitapta bazı şeyleri metaforlar yoluyla anlatıyor , daha sonra o metaforlari açıklıyor, yetmiyor bir de ne demiştik diye bize hatırlatma geçiyor. Yazarın sürekli tekrarlara düşmesi ve çoğu yerde okuyucuyu hafife alıp her şeyi açıklaması da eserin büyüsünu yok ediyor. Özetle eser bana göre vasati. Neden bilmiyorum çok abartılmış. Ben tavsiye edecek kadar beğenmedim. Bir kaç güzel alıntılanabilir cümle dışında da eserden bir şey edinemedim. (Kıvılcım KURTULDU)
Ekim yağmurları Hepimiz bir tek kişiyiz, bir tek. Ne diye böyle şaşı olmuşuz? Haydi şu benlikten kurtul, herkesle birleş. Kendinle kaldıkça bir damlasın, Herkesle birleşirsen, okyanussun. Bizliğinden vazgeçmeyen herşey Bencinliğinden kurtulmuş demektir. Yeryüzünün sıfır noktasında olan okyanusdan kopan bir damla su ne kadar yükseğe çıkarsa çıksın adı su damlası da olsa okyanusa aittir. İnsan gibi. Topraktan yaratılmış olan bedene Allah kendi ruhundan bir nefes üfledi. Ve Adem(insan) oldu. Kimi göklere çıktı Kimi yeryüzünde yaşadı ama hepside emanetti. Rabbine döndürülmek üzere Toprağın Sıfır noktasından 1 metre havaya kalkmış ve yürümek üzere olan Toprak bedenlerdi sadece. Bedenin değil ama içinde olan Ruhun bir özelliği vardı. Allah bedenlere kendi ruhundan bir nefes üflemişti. Yani ikilik yoktu Birlik vardı. Rabbinin birliğini bilmenin inancı vardı. Bunu içinde tutanlar Rabbiyle beraber oldular ama tutamayanlar Yaratıcıdan ayrı bir hayat yoluna koyuldular. Tıpkı Çok yükseklere çıkan okyanus damlasının kendini ben bir damlayım okyanusla ilgim yok demesi gibi. Dönüşü yine okyanusa olacağını bile bile benliğinden vazgeçmesi, su damlasını, Kibrin ve egonun zirvelerine çıkartmıştı. İnsan ne zaman bencilliğin kibrin ve egonun içine düştü işte ozaman kaybetti. Bu kaybediş öyle bulunabilir bir kaybediş değildi. Gözlerini yüreğini düşünme yetisini ve en çokta Sevgi yetisini kaybetti bir bir … Tıpki Azazil gibi. Azazil cennette çok ibadet edenin adıydı. Ama Allah’tan gelen emire Kibirlenip ben Ateşten yaratıldım o ise topraktan Ateş topraktan üstündür diyerek secde emrini yerine getirmeyince “Şeytan” ismini Aldı. Ve Cennetten kovuldu. Allah kullarını en güzel fıtrat üzerine yarattı. İnsanın içinde Allah’ın kendi Ruhundan üflediği bedeni insan suretinde yarattı. Ama çoğu insan, içinde Rabbinin ruhundan bir nefes olduğunu unutarak Şeytanın yolunu tercih etti. Ve bu sayede insanlar birlik makamını ikilik olarak ayırarak iyilik ve kötülüğü ortaya çıkarttı. Okyanusun ortasındaki bir şişe şuursuzca sallana sallana yol alıyorsa bunun sebebi, içinin okyanus suyuyla dolu olmadığı içindir. İçi Rabbiyle dolu olan Rabbini bilen ve onunla yol alan yolda kalmaz. Her rüzgarda her dalgada her kötülükte sürüklenmek istemiyorsan İçini Kazanacaklarınla doldurmalısın. Çünkü için değişirse dış dünyan da değişir. Beden sadece basit bir topraktan yaratılmıştır. “Ama içindeki Ruh Allah’ın ruhundan bir nefestir.” (secde suresi 9.ayet) Güller haklıydı, Aşkın Aşk olabilmesi için özlem gerekirdi. Aşkı büyüten özlemdir. Kavuşmanın güzelliğini veren ise ayrılık. Haklıydı güller, kaybetmenin en büyük acısını yaşayanlar Aşkı en çok anlayanlardır. Allah’ı bulmak adına yapraklarını dikenleriyle beraber tespihe davet eden güller, gün geldiğinde Yapraklarını döküp Rabbine seslenişlerinde çaresiz kalırlar. Acı ve özlem Rablerine olan samimiyeti bir kat daha arttırır. Sabırla Rablerine tekrar tespih etmek için beklerler. Bülbülün Gül dalında ötüşü güle değildir. Rabbini tespih eden Güle eşlik etmektir. Öyle dememiş miydi Şeyh Sadi:” Allah'a yalnız gül dalı üstündeki bülbül tesbih okumaz; gülün her dikeni Hakk'ın tesbihi için bir dildir.” Ve böyle bir Aşk,kavuşma ve bulma kavramı içinde izmire gelen Diana, annesinin mektuplarından yola çıkarak Mavi Elmaslı vazoyu aramaya koyulur. Koyulur koyulmasına ama vazonun nerede olduğunu ve nasıl bulacağına dair hiçbir ip ucu yoktur. Annesinin yönlendirmesiyle Bedrettin dede’den yardım ister ama Bulması gerektiği şeyi kendisi aramalıdır. Çünkü başkasının yardımıyla çıkılan ağaçtan inemez hiç kimse, düşer. 1 hafta boyunca bulmak zorunda olduğu vazoyu aramaya koyulur. Bahçede dikilmiş olan güllerden yardım diler. Pembe güllerle konusur sonra Eflatun güllerle ve daha sonra beyaz güllerle Hepsi birşeyler anlatırlar ama kimse Mavi elmaslı vazonun nerede olduğunu söylemezler. Çünkü onlar Rablerini bulmadan ona ulaşmadan aranılanın bulunmayacağını bilirler. Her gün bir güle sormak şartı ile sabırla bekler ama bütün güllerin derdi başından aşkındır hiç biri mavi elmaslı vazonun nerede olduğunu bilmemektedir. Çünkü aramak için ilk önce o yolda yürümek gerekir. İstemek azmetmek gerekir. Sadece yolu göstererek ve yol üstündeki taşları anlatarak yol yürünmezdi. Her gülün dakikalarca Rabbini bulmak adına anlattıkları vardı. Ama hiç biri Rabbini bulmak adına bir şey yapmıyordu. Yol belli gidiş belli ulaşmak belli ama çaba yok. Bir Sır vardı Mavi gülün dilinde insana aktardığı “Birbirinizi sevin, Eğilin birbirinize” kendini bulmak adına ikiliği birlik yapmak adına ve Rabbini bulmak adına Sevin birbirinizi, Dış görünüşten dolayı değil, içinizde Allah’ın insanlara kendi Ruhundan bir nefes koyduğu için sevin birbirinizi. Allah’ın Yarattığını Sırf Allah Rızası için Sevmek gerektiği için Sevin birbirinizi. Ve eğilin Kendi benliğinizden çıkıp Birliği bulmak adına eğilin. Şeytanın Secde Etmediği Kibrin ve bencilliğin sonunda Kovulduğu Cenneti hak etmek için eğilin. Allah’ı Bulmak adına eğilin. Kapandığınız Secdelerde fısıldayacağınız her dua hürmetine eğilin. Ben size Şah damarınızdan daha yakınım diyen Rabbe Seslenmek adına eğilin. Ve… Sıyrılın benliğinizden Bencilliğinizden. Güneşin bencilliği olsaydı Ne yıldızlar görünürdü ne Ay. Paylaşmak Benliği terk edip Biz olabilmenin adı insan olmaksa Vazgeçin Benlikten. Benlik kavramının Şeytandan geldiğini bilerek Yaşayın. Benlik kavramını terk etmeyenler Rabbine ulaşamaz. Nerde kalmıştık. Evet Mavi Elmaslı Vazo’yu arıyordu Diana. Ertesi gün ona verilmiş olan sürenin sonuna gelecekti. Ve o gece Ellerini açtı Rabbine yalvardı. Beni bilen sensin. İçimde olanları bilende sen. Eğer sen yoksan içimde kendimi bulamam Sen bende ol. Beni sende var et. Var et ki. Seninle var olmanın mutluluğuna ereyim. Annemin bulmamı istediği Mavi elmaslı vazoyu bulamadım. Eğer sen bulmamı istersen bulurum ve bana bulma fırsatı ver. diye Dua edip yatağına yattı. Ekim yağmurları başlamıştı Gök gürültüsü ve yağmurlar eşliğinde uykuya daldı. Sabah uyandığında Güllere veda edecek Bedrettin dede ile vedalaşıp yola çıkacaktı. Uyanıp elini yüzünü yıkadı Rüyasında mavi elmaslı vazodan hiçbir sır ona verilmediğini de anlayınca bir burukluk güllerin yanına gitti. Güllerle vedalaşmak için. Peki Vedalaşırken ne mi oldu O sırda kitap içinde sizleri beklemekte. "Kim olmak istersen osundur, Bir başkası olamayacak kadar sen olduğunda yaşayacakların kaderini belirler. Tıpkı Diana gibi." İyi okumalar… (Osman)
"Toprağı arayan gül, Güneşi arayan ışık, Okyanusu arayan damla için..." Öncelikle söylemek istediğim şey şu, Ekim Yağmurları kesinlikle boş bir kitap değil. Değil, fakat boş bir kitap olmaması çok da nitelikli bir kitap olduğu anlamına gelmiyor maalesef. Özellikle Kayıp Gül'ü ve Ölümsüz Kalp'i okuduysanız Ekim Yağmurları'nı okumanıza çok da gerek olmadığını söyleyebilirim sanırım. Serdar Özkan'ın bana göre en büyük sıkıntısı devamlı kendini tekrar etmesi. Tamam, Kayıp Gül'de güzel bir konu işledin, zıtlıkları ele aldın, bir insanın kendi içindeki iyi tarafı keşfetme yolculuğunu anlattın, bazı çevrelerce kitabın Küçük Prens, Simyacı, Martı gibi büyük kitaplarla kıyaslandı, bu reklamların önemli derecede katkısıyla çok satanlara girdin vs. vs. Bunların hepsi tamam ama daha sonra çıkan kitaplarında da hep aynı konu üzerinden gitmekle yazar biraz kolaya kaçmış diye düşünüyorum. Galiba baktı konu iyi tutuyor, "Bir Kayıp Gül Romanı" diye diye devam etmiş diğer kitaplarına da. Diyelim yazarın bunu yaparkenki amacı bir nevi kitap serisi ortaya çıkarmaktı. (Tutulan kitaplar için devam kitapları yazılması da genel ve sık rastlanır bir durumdur zaten.) Ama burada yazarımız bir kitap çıkardıktan sonra ardından çıkardığı diğer kitaplarda da sürekli aynı tema etrafında dönüyor. Konu güzel mi, güzel. Evrensel değerler mi anlatılmış, evet. De ben zaten bu kitapta verilmek istenen mesajı Kayıp Gül'de ve Ölümsüz Kalp'te fazlasıyla almışım. Ne gerek vardı bir de Ekim Yağmurları'na, demeden edemiyor insan. Bu nedenle ben ek diyebileceğim bu kitaba çok da gerek olmadığını, kitabın satış yapmak, bir kitap daha çıkarmış olmak amacıyla yazılmış olduğunu düşünüyorum. Gelelim kitabın konusuna. Dediğim gibi kitap Kayıp Gül'ün devamı niteliğinde. Ana karakterimiz Diana, ressam bir çocukla tanışıyor Kayıp Gül'de, Mathius. Çeşitli olaylar zincirinden sonra bir ilişki başlıyor aralarında. Ekim Yağmurları'na geldiğimizde ise Diana'nın yeni bir yolculuğa çıkması gerekiyor. Kendini arayışına devam ediyor çünkü. Annesinin mektupları devam ediyor. Bunun için Diana İzmir'e, Efes'e geliyor. Hem Artemis Tapınağı'nı hem Meryem Ana'yı bir arada görüyor burada. Anlatılanlara göre, Artemis kibrin, benliğini yüceltmenin sembolüyken Meryem Ana tevazunun, alçakgönüllülüğün sembolü. Ve yazar insanın her ikisini de kendisinde barındırdığını söylüyor. Diana Efes'te bir dedeyle tanışıyor, Bedrettin Dede. Bedrettin Dede de Zeynep Hanım gibi güllerin konuşmasını duyabiliyor. (Kayıp Gül'ü okuyanlar güllerin konuşması olayını bilirler, bu kısmı anlatmak birazcık zahmetli geldi şu anda.) Ve Diana, Bedrettin Dede aracılığıyla gülleri dinliyor. Güllerin anlattıkları da yine insanın içindeki zıtlıklar, kibir ile tevazu, iyi ile kötü gibi kavramlarla alakalı. Mathius'a gelirsek açıkçası bu kitapta Mathius, Diana'dan daha çok ilgimi çekti. Aslında başta Diana'nın planı (daha doğrusu her ikisinin planı) Efes'e birlikte gitmek. Ama Mathius o sıralar bazı şeyler düşünmeye başlıyor. Kafasına takılan bazı şeyler var. Sahilde gördüğü bir dilenciye "Neden sürekli beğenilmek istiyoruz?" diye soruyor. Sürekli aklında bu soru. "Neden beğenilmek istiyoruz?" Mathius insanın hayattaki temel amacının beğenilmek olduğunu düşünüyor. Bu beğenilme kaygısı üzerine o kadar çok düşünüyor ki Diana ile beraber Efes'e gitmekten vazgeçip kendi yolculuğuna çıkmaya karar veriyor. Ama buradan sonra yazar Mathius'a bir daha değinmiyor, Mathius'un yolculuğunu anlatmıyor. Halbuki bana göre asıl anlatılması gereken Mathius'un düşünceleri, yolculuğuydu. Her neyse, uzun lafın kısası ille de bir Serdar Özkan kitabı okuyayım, yazarla bir tanışayım diyorsanız Kayıp Gül'ü okuyun. (Biraz daha masal tadında bir şey istiyorsanız Ölümsüz Kalp de fena değildir ama fazla çocuksu gelebilir, bilemiyorum.) Ekim Yağmurları'nı okumayın demiyorum kesinlikle. Ama özellikle tavsiye ettiğim bir kitap mı, hayır. Keyifli okumalar dilerim. (peyderpey)
Kitabın Yazarı Serdar Özkan Kimdir?
Ağustos 1975'te doğan Serdar Özkan, ortaokul ve liseyi Robert Kolejde okudu. Lisans eğitimi için Amerika'ya giderek, Lehigh Üniversitesi'nde İşletme ve Psikoloji eğitimi gördü. Halen İstanbul'da yaşayan Serdar Özkan 2002 yılından beri full-time roman yazarlığıyla uğraşıyor. İlk romanı Kayıp Gül bugüne kadar 29 dile çevrildi, 40'tan fazla ülkede basıldı. Brezilya'dan Japonya'ya, Kanada'dan Endonezya'ya dünyanın dört bir yanında okurların büyük ilgi ve beğenisini kazanan Kayıp Gül, birçok ülkede haftalarca bestseller listelerinde yer aldı.
Serdar Özkan Kitapları - Eserleri
- Kayıp Gül
- Kayıp Gül 2: Ölümsüz Kalp
- Kayıp Gül - Ekim Yağmurları
- Hayatın Işıkları Yanınca
- Aşkın Resmi
- Mevlana Çağırınca
- Rumi'nin Bildiği Aşk
- Sen Ancak Sevdiğinsin
- Rumi'nin Kitabı
- Sarıl Bana
- Şimdi Hayal Et
- Sev
- Göklerin Ötesi
- Cennette Hüzün
- Aziz Sultan
- Mutlu Son
- Bir Tek Sen Varsın
- Mutluluk Yeniden
- When Life Lights Up
Serdar Özkan Alıntıları - Sözleri
- Kardeşim sen düşünceden ibaretsin Geriye kalan et ve kemiksin Gül düşünür gülistan olursun Diken düşünür dikenlik olursun. Rûmî (Rumi'nin Kitabı)
- "Havaya dalgaların fırlattığı damlalar gibiyiz bu hayatta. Damlalar olarak denizden geldik, yine denize döneceğiz. Havada olduğumuz zaman da bu dünyadaki ömrümüz kısacık... Ama onu küçümsememeliyiz. Çünkü bir damla havada olduğu anda dahi, denizdendir ve denizledir." (Mutluluk Yeniden)
- "Küçük çocuklar gibi olmadıkça, göklerdeki bilgeliğe erişemezsiniz." Sayfayı çevirdim. Bir sonraki bölümün en tepesinde şöyle yazıyordu. "Öyle masallar vardır ki, gerçek hayattan daha gerçektir..." Kitabı okumaya devam ettim, ama bir kaç dakika sonra şu cümleye gelince durdum: " Tanrı sevgidir. " " Sev, sadece sev, "demişti dostum bana. Ama hiçbir karşılık beklemeden sev. " En büyük mucize karşılıksız sevebilmektir. " (Hayatın Işıkları Yanınca)
- Yaşam tahterevalliye binmek gibi. Bir ucunda ümit , diğer ucunda hayal kırıklığı . Ümit ne zaman en yükseğe çıksa ,aynı hızla hayal kırıklığını yukarı fırlatmaya başlıyor. Ne kadar hızlı yükselmişseniz ,o kadar hızlı düşüyorsunuz. Bir ümit, bir hayal kırıklığı, bir ümit, bir hayal kırıklığı, bir ümit , bir hayal kırıklığı ve oyun böylece sürüp gidiyor. Ama sürüp giderken , sürekli kıç üstü yere oturan siz oluyorsunuz. (Hayatın Işıkları Yanınca)
- Bil ki, sürekli ben demenin bedeli, öz benliğini unutmandır. (Kayıp Gül - Ekim Yağmurları)
- “Soru ne olursa olsun cevabı sevgidir.” (Mutlu Son)
- Sevginin elini tutan insan, o eli hiç bırakmazsa, sevginin kendisi olur. (Mutlu Son)
- -sahibine Allah'a iade edilmesi gereken bir ev olan kalbi,bir kula vermiş olman.....Allah aşkıyla dolmamışsa o kalp,bir kula aşık olabilir. (Aziz Sultan)
- "...ancak cahiller kendilerini yeterli görürler." (Mevlana Çağırınca)
- Aramakla bulunmaz; lakin bulanlar arayanlardır. (Sen Ancak Sevdiğinsin)
- Keyif, bir şezlongun üstüne uzanıp elinde bir kokteyl ile güneşlenmek değildir. Ya da bir yatın püfür püfür esen güvertesinde koy koy dolaşmak. Gerçek keyif, göğsünde genişlik, kalbinde sakinlik hissetmektir. (Rumi'nin Bildiği Aşk)
- Bu yaşa geldim içimde bir çocuk hâlâ Sevgiler bekliyor sürekli benden. İnsanın bir yanı nedense hep eksik Ve o eksiği tamamlayayım derken Var olan aşınıyor azar azar zamanla. Anamın bıraktığı yerden sarıl bana. Anıların kar topluyor inceden Bir yorgan gibi geçmişimin üstüne. Ama yine de unutuş değil bu Sızlatıyor sensizliği tersine. Senin kim olduğunu bile bilmezken. Sevgiden caydığım yerde darıl bana. (Sarıl Bana)
- ...o damla okyanusa aittir.özü okyanusun özüyle aynıdır.ve damla kendi içine bakarsa,özünü bulur. (Mevlana Çağırınca)
- Çünkü ancak yardım isteyen insanlara yardım ulaştırabilirsiniz, ama buradaki insanların hâl dilinden yardım istemedikleri anlaşılıyordu. Hâl diliyle sanki şöyle diyorlardı: "Mutsuzum, ama güçlüyüm. En azından güçlü görünmek zorundayım ve problemlerimi ben halledebilirim." Ve bunu başkalarından gizlemeye çalışıyorlardı. Bazen gülerek, bazen duygusuz görünerek, bazen de başka bir yüz ifadesiyle. Çoğu da gözlerini koyu renk camlar arkasına gizlemişti. Çünkü gözler insanı ele verir. Gözler ruhun aynasıdır, ya ışık vardır onlarda ya da loşluk. Dudaklara şekil verebilirsiniz, yanaklara, kaşlara, alna, ama gözlere asla. (Mevlana Çağırınca)
- "Allah'ım. Zaten bildiğin şeyleri bir kezde benden dinle. Çünkü sıkıntılar anlattıkça hafifler. Hüzün paylaştıkça dağılır. Ve ben, beni senden daha iyi dinleyecek birini bulabileceğimi zannetmiyorum. (Sarıl Bana)
- ....sevdiğini sadece ve sadece Allah için sevene kadar bekleyecekti. (Aziz Sultan)
- ''sen okyanusta bir damla değilsin.bir damlanın içindeki okyanussun". (Aziz Sultan)
- Mutluluk başarı ile elde edilebilecek bir şey değildi. (Şimdi Hayal Et)
- Sevgi, hayatın her alanında vardı. (Şimdi Hayal Et)
- Keyif, bir şezlongun üstüne uzanıp elinde bir kokteyl ile güneşlenmek değildir. Ya da bir yatın püfür püfür esen güvertesinde koy koy dolaşmak. Gerçek keyif, göğsünde genişlik, kalbinde sakinlik hissetmektir. (Rumi'nin Bildiği Aşk)