Karıncaların Günbatımı - Zaven Biberyan Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Karıncaların Günbatımı kimin eseri? Karıncaların Günbatımı kitabının yazarı kimdir? Karıncaların Günbatımı konusu ve anafikri nedir? Karıncaların Günbatımı kitabı ne anlatıyor? Karıncaların Günbatımı PDF indirme linki var mı? Karıncaların Günbatımı kitabının yazarı Zaven Biberyan kimdir? İşte Karıncaların Günbatımı kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Zaven Biberyan
Yayın Evi: Aras Yayıncılık
İSBN: 9786052100066
Sayfa Sayısı: 528
Karıncaların Günbatımı Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Karıncaların Günbatımı, Ermenice romanın 20. yüzyıldaki zirvelerinden biri. Biberyan, başyapıtı olarak kabul edilen bu romanında, bir aile ekseninde Türkiyeli Ermenilerin 1940'lı ve 50'li yıllardaki yaşamından bir kesit sunuyor. "Varlık Vergisi" uygulaması altında ezilen, varını yoğunu kaybeden bir baba, bu güç koşulları onun yüzüne vuran aile bireyleri ve üç buçuk yıllık zorlu Nafıa askerliği günlerinden sonra geri döndüğünde hiçbir şeyi bıraktığı gibi bulamayan oğul Baret.
Yazar, Baret karakterinde, bir delikanlının hızla değişen toplumsal koşullara uyum mücadelesini ve bireysel çatışmalarını çarpıcı, yalın bir dille sunarken ülkedeki siyasi gelişmelerin azınlıkları nasıl etkilediğini farklı roman karakterlerinin ağzından bire bir ortaya koyuyor.
Yalnızlar ve Meteliksiz Âşıklar romanlarıyla büyük beğeni kazanan Zaven Biberyan, Karıncaların Günbatımı’nda, Felaket’in şekillendirdiği ruhların akıp giden hayata bağlanmakta yaşadığı zorlukları, ailenin dönüp dolaşıp fertlerini ve kendini yok eden karanlık yanını, on yılda bir büyük bir siyasi sarsıntıyla kesintiyle uğrayan güvenlik duygusunun insanlar üzerinde yarattığı tahribatı adeta bir tragedya canlılığıyla anlatıyor. Karıncaların Günbatımı, Türkiye edebiyatının da en önemli romanlarından biri olmaya aday.
(Tanıtım Bülteninden)
Karıncaların Günbatımı Alıntıları - Sözleri
- "Esas yalnızlık, insanların arasındayken hissettiğindir."
- -Serseri diyorsunuz, çünkü kıskanıyorsunuz. Siz haklı olduğunuzu kendinize ispatlamak zorundasınız. Karanlık bir delikte günlerinizi hareketsiz geçirmeye, yaşamak diyorsunuz. Geçiminizi kazanacaksınız. Peki ne zaman yaşayacaksınız? Çalışmak için çalıştığının farkına varmazsın. Hayatın amacı çalışmak değil ki! Ne demiş Tanrı? Çalış çabala diye bir şeyler zırvalanmış. Bir kişi çalışmadan yaşasın diye, bin kişi yaşamadan çalışır. Okul kitaplarımız çalışmanın övgüsünü yapar. Enayiler çoğalsın diye. Çalışmadan yaşayanlar oldukça, çalışmak enayiliktir. Forsalık. Forsalar kürekleri çeker, gemi yol alır. Forsalar gökyüzünü görmez ama kaptan denizin karşısında keyif çatar. Eğer gemi batarsa kaptan canını kurtarır, forsalar da farelerle birlikte boğulur. Vay, vay, vay, sen gel bak Tanrı'ya ki, bu kadar aptal bir yaratığı güya kendine benzer yaratmış. İyi iş dediğin nedir? Temiz bir ev, yeni giysiler. Dostun sana kravatını nereden aldığını sorduğunda sevinir ve gururlanırsın. Günün iki üç saati zaten yemek, yıkanmak ve tıraş olmaya gider. Ötede bir şey kalmaz. Ev sahibin için, bakkal için, kasap için, devlete vergi vermek için, polise, jandarmaya aylık vermek için çalışırsın, kafana vursunlar diye. Çamaşırcıya, terziye, ayakkabıcıya çalışırsın. Kazandığını verirsin. Sana ne kalır? Pazardan pazara bir yarım gün kalır sana hayatından. Eğer o yarım gün de yaşıyorum demek için yetiyorsa, işin iş. Sen yaşadığını sanırsın. Eğer yaşamak, senin için yemek, giyinmek, bir delikte başkası için çalışmaksa, eğer nefes almaksa, hazmetmek için ilaç, uyumak için ilaç, sevişmek için ilaç almaksa, yaşıyorsun tabii. Benim için yaşam bu değil. Ben tenimde, kanımda hissetmeliyim dünya yüzünde yaşadığımı. Her dakika, uykumda bile. Evrenin ortasında olduğumu, onun bir parçası olduğumu hissetmeliyim.
- Biz yaşamımızı çalışarak ve uyuyarak geçiriyoruz. Yaşamaya zaman kalmıyor. Güya yaşamak için çalışıyoruz. Nefes almayı yaşamak sanıyoruz.
- -Karıncaları hep mükemmel örnek diye gösteriyorlar. İnsanı karıncaya dönüştürmek istiyorlar. Başarıyorlar da. Tüm sevimsiz ve çirkin şeyleri insanların yapacağı, hayranlık duyacağı araçlara dönüştürmekte gerçekten çok ustayız. Ben karıncadan nefret ediyorum. Hayatım boyunca ne karınca olmak istedim ne de olabildim. Çalış, çabala, taşı, depola, kışın ye, sonra yeniden çalış çabala, taşı, depola. Koca bir hayat. Sonra da öl. Piramitler yap, şehirler yap, binalar, fabrikalar, makineler, sanayi, uygarlık. Bütün bunlara hizmet et. Koca bir hayat. Sonra da öl. Kim için? Ne için? Kim yararlanıyor? Kim keyfini sürüyor? Dört kişi. Yani hiç kimse.
- -Altı gün çalış, yarım gün yaşa! Yaşamak nedir? Hangisidir? Yaşasan ne olacak, yaşamasan ne olacak...
- -Aklından hiç geçti mi hayatın ne rezil bir şey olduğu? Seni doğuranı gömeceksin, bazen senin hayat verdiğin kişiyi bile gömeceksin. Tüm sevdiklerini birer birer kaybedeceksin. Yalnız kalacaksın, yaşlanacaksın. Bir gün elin ayağın da tutmayacak. Bütün bunlar olacak. Her şeyi kaybedeceksin ama unutma ki, hatıralarını kaybedemezsin. Onlar canına okuyacak. Tam sabah olmuşken bir de bakacaksın ki akşam olmuş. Gözünü açıp kapamışsın akşam olmuş ama sabahtan akşama kadar neler görmüşsün. Sana en tatlı şeyleri göstermişler, sonra birden elinden almışlar. Bari güzel şeylerin tadını almamış olsan, dert değil. Tadını alırsın, bir daha da vermezler. Ne tarafa dönsen kaybetmek var, kazanmak yok. Kelebek bir gün yaşar ve ışığın sevdasına ölür.
- -Hayata yapışıp kalmak kötüdür, çirkindir. Bıkkın sevgililerine yapışan karılar gibi! İnsan değişmeli oğlum, eskimeli, yıpranmalı, bozulmalı, karmakarışık olmalı ki hayatın geçtiğini anlasın. Ölmeye razı olmalı. Yola çıkmaya hazırlanmalı. Bir yer gelir ki, içinde değişiklik hissetmediğin için korkarsın.
- "Bir kişi çalışmadan yaşasın diye, bin kişi yaşamadan çalışır. Okul kitaplarımız çalışmanın övgüsünü yapar. Enayiler çoğalsın diye. Çalışmadan yaşayanlar oldukça, çalışmak enayiliktir. Forsalık. Forsalar kürekleri çeker, gemi yol alır. Forsalar gökyüzünü görmez ama kaptan denizin karşısında keyif çatar. Eğer gemi batarsa kaptan canını kurtarır, forsalar da farelerle birlikte boğulur. Vay, vay, vay, sen gel bak Tanrı'ya ki, bu kadar aptal bir yaratığı güya kendine benzer yaratmış."
- -Özgür olmayı kolay mı sanıyorsun? Hayatına karışma hakkını başkasına vermemek için özgürlüğünü feda etmek zorundasın. Özgürlük bile, bedeli özgürlükle ödenerek korunur. (...)Hayat ne zaman senin olur biliyor musun? Hayat senin olmadığında.
- -Gerçek değişir miydi? Boşluk boşluktu. Bir hayatın boşluğu blöfle dolmazdı ki.
Karıncaların Günbatımı İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Eser hakkında bilgi vermeden önce hikayenin odağında olan Varlık Vergisi meselesine değinmekte fayda var. Varlık Vergisi, 11 Kasım 1942’de savaşın getirdiği sıkıntıların önüne geçmek amacıyla servet sahibi kişilerden alınan bir vergi türü. Bu verginin alınışında herhangi bir dini veya etnik grup hedef almasa da gayrimüslimler bu vergi yüzünden maddi ve manevi olarak yıkıma uğramışlardır. Varlık Vergisi’ni vermeyenlere yahut veremeyecek olanlar ise Aşkale’ye giderek orada devlet adına zor şartlar altında çalışmak zorundadır. . Karıncaların Günbatımı, 1970 yılında Jamanak gazetesinde 294 gün boyunca tefrika edilmiş. 1998 yılında Türkçe’ye, sansürlü olarak ve orijinal adından uzakta çevriliyor (Babam Aşkale’ye Gitmedi). 2007 yılında ise Aras Yayıncılık tarafından eksiksiz bir şekilde yayımlanıyor. . Eser, merkezine, bir Ermeni aile olan Tarhanyanları alıyor. Varlık Vergisi yasasının çıktığı yıllarda Aşkale’deki çalışma kampına gitmemek için elinde avucunda ne varsa satıp Varlık Vergisi’ni ödeyen baba ve sonrasında fakirliğin getirdiği makam kaybı sonucu paramparça olmuş bir aile. Özelde ise onların oğulları olan ve 3,5 yıllık zorunlu Nafıa askerliğinden dönen Baret’in hikâyesi. Baret, eğitimli bir genç. Askerden döndükten sonra ailesini hiç de düşündüğü gibi bulmuyor. Özellikle annesinin paraya tamahı, Varlık’ı ödediği için Bart’in babasına kini, kız kardeşine davranışları Baret ile annesi arasına aşılmaz duvarlar örüyor. Bu duvarlar aslında ailenin diğer üyeleri arasında bulunuyor. O zamanlarda Baret’in sığınma yeri Büyükada’da yaşayan amcası Dırtad oluyor. Annesinin gözbebeği ise Varlık döneminde servetine servet katmış, insanlara tepeden bakan akrabaları Suren’dir. Böyle bir ortamda Baret, ne yapacağını bilmez bir şekilde oradan oraya savrulmaktadır. Bir yandan hayatın idame ettirmek için iş ve para ararken bir yandan da ailesinin yaptıklarını öfkeyle izlemektedir. Ama bu öfke içten içe bir öfkedir. . Karıncaların Günbatımı ismiyle de imgesel bir dünya yaratmış yazar. Buradaki karıncalar Tarhanyan ailesi ve onun simgeledikleri olarak düşünülebilir. Baret eserin sonlarına doğru şu cümleyi kurar: “Yıllardan beri böyle gelmiş, böyle gider. İnsan denen yaratık alışmıştır ama her yıkımdan sonra da inşa etmediği görülmemiştir. Karınca gibi (s.477) Günbatımı ise artık umutsuzluğu, geri dönüşü olmayan bir durumu simgeler konumdadır. . Karıncaların Günbatımı, çarpıcı bir roman. Gerek karakterleriyle gerekse de anlatımıyla oldukça etkileyici. Hacimce büyük olsa da (528 sayfa) çok rahat okunan bir eser. Tavsiyedir. (Harun Eytemiş)
“Karıncaların Günbatımı” ilk kez 1970’te Ermenice “Mrçünneru verçaluysı” adıyla günlük tefrika edilmiş, 1984’te Ermenice basılmış ve kitap 1998’te Aras yayıncılık tarafından “Babam Aşkale’ye Gitmedi” adıyla yayımlanmıştır. Kitabın beşinci basımında esere orijinal ismi uygun görülmüştür. Roman İstanbul’da yaşayan bir Ermeni ailenin 1940’lı yıllardan 1955 kadar geçen sürede yaşadıkları çöküşü anlatıyor.Eserde, Aşkale’ye gitmemek için tüm parasını Varlık vergisine veren bir ailenin yoksullaşmasını, toplumdan kopuşunu okuyoruz. Ailenin oğlu roman kahramanı Baret, “Nafıa” askerliğinde üç buçuk yıl askerlik yapıp döndükten sonra ailesine ve İstanbul’a yabancılaşıyor.Huzursuz ailesine, insanları sömüren patronlara öfke duyuyor. Kendileriyle aynı durumda olup “işçilerin çalışma saatlerinden yiyerek” zenginleşen eğitimsiz ve çıkarcı akrabalarına katlanamıyor.Sadece, o hayattan uzaklaşan amcası Dırtad’a kendini yakın buluyor. O da amcası gibi yaşamı sorguluyor. “Altı gün çalış, yarım gün yaşa!Tıraş olma, yıkanma, yeme, içme! Yaşamak nedir? Yaşasan ne olacak, yaşamasan ne olacak?” diyor. Kitapta Lula’nın trajedisini okuduğumda dili, dini, kültürü ne olursa olsun bu topraklarda geleneğin en çok baskı altında tuttuğu kesmin kadınlar olduğunu bir kez daha anladım. Zaver Biberyan’ın kalemiyle o dönem İstanbul’un mahallerinde, adalarında gezindim. Yıllar geçtikçe değişen şehre ve insanların yaşamlarına tanık oldum. Birileri, sanki şehre ve Diran’ın ailesine büyü yapmış; bundan böyle sevgisiz yaşayın, diye lanet yağdırmıştı. Sosyal sınıf farkının açtığı yaralar hoşgörü ile kapanmaz mıydı diye düşündüm. Anne çocuklarını, çocuklar da anne babalarını daha çok sevseydi bütün bunlar yaşanmazdı, dedim kendi kendime. Vatan da ana da her koşulda evlatlarını sarmalı, onların kendilerini güvende hissetmelerini sağlamalı sonucuna vardım. Tüm kapıları açan “sevgi ve hoşgörü” yü kaybetmemek dileğiyle kitapla kalın. (Berna Karakaya)
1940 zamanlarında başlayan hikâye ve hâli vakti yerinde olan bir azınlık ailesinin oğlunun Nafıa'ya askerliğe gönderilmesi ve döndüğü zaman ailesini, durumlarını istediği gibi bulamamasını ; kısaca hazin bir yaprak dökümünü anlatıyor. Ana kahraman Baret ve yazarın harika ruh betimlemeleri ile âdeta nefretinizi toplayacak bir karakter yaratmış. Dönemin şartlarını, aile yapısını ve olay yerlerini son derece ustalık ile anlatan yazar karşısında kitabı okumanızı şiddetle önermek dışında elimden bir şey gelmiyor. (Random)
Karıncaların Günbatımı PDF indirme linki var mı?
Zaven Biberyan - Karıncaların Günbatımı kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Karıncaların Günbatımı PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Zaven Biberyan Kimdir?
İlk eğitimini Kadıköy Aramyan-Uncuyan ve Dibar Gırtaran (Sultanyan) Ermeni ilkokullarında alan Biberyan, sırasıyla Saint Joseph Lisesi ve İstanbul Ticari İlimler Akademisi'nde eğitim gördü.
Ermenice yayın yapan birçok gazetede yazılar yazdı, yöneticiliğini yaptı. 1946'da Nor Lur adlı gazetedeki Al Gı Pave... (Artık Yeter) başlıklı yazısından dolayı hapis yattı. Bu yazısı Ermeniler aleyhinde tutuma ve Ermeni karşıtı yayınlara karşı yazılmıştı. Daha sonra bulunduğu işlerden de sosyalist düşüncelerinden ötürü baskılar görerek ayrılmak zorunda kalan Biberyan, 1949'da Beyrut'a yerleşti. Orada da gazeteciliğe devam etti ve Ermenice yayın yapan Zartonk ve Ararad 'ın yazı işlerinde görev aldı.
1953 yılında İstanbul'a dönerek, Osmanlı Bankası ve Meydan Larousse: Büyük Lugat ve Ansiklopedisi 'nin redaksiyon kurulunda görev aldı. Ayrıca 1968 yılında TİP'ten İstanbul Belediye Meclis üyeliğine seçildi.
Zaven Biberyan, 4 Ekim 1984'te vefat etti ve Şişli Ermeni Mezarlığı'nda toprağa verildi.
Yazar varlık vergisi mağdurlarındandır ve o dönemlerde çok acılar çekmiştir. Bu konuyla ilgili Mırçünneru Verçaluysı (Karıncaların Günbatımı) adlı romanı 1970 yılında Jamanak gazetesinde tefrika edilmiş ve ölümünden birkaç hafta önce Aras Yayıncılık tarafından yayınlanmıştır. Bu kitap, "Babam Aşkale'ye Gitmedi" adıyla, 1998'de Türkçe'ye çevrildi.
Bazı eserleri
- Lıgırdadzı (Arsız) - 1959
- Dzovı (Deniz) - 1961
- Angudi Siraharnerı (Meteliksiz Aşıklar) - 1962
- Mırçünneru Verçaluysı (Karıncaların Günbatımı) - 1984, 2007
Zaven Biberyan Kitapları - Eserleri
- Yalnızlar
- Karıncaların Günbatımı
- Meteliksiz Aşıklar
- Babam Aşkale'ye Gitmedi
- Car Vıvre, C’étaıt Se Battre Et Faıre L’amour
Zaven Biberyan Alıntıları - Sözleri
- Gezmek buna mı diyorlar? Sokaktan sokağa saatlerce dolanıp durmak. Tek başına oturup bir dondurma yemek. Başkalarını seyretmek. Eve dönmek. Yapayalnız. (Yalnızlar)
- "Ona göre mesele basitti. Her kadın gibi, o da evlenmeliydi, yaşı da zaten geçmek üzereydi. Eve bir erkek girecekti, Margos olmuş, Giragos olmuş ne fark eder? Gerçekten de ne fark edebileceğini anlayamıyordu. Bu yüzden, kendi kendine bile sormamıştı bunu. Annesi büyüklerin elini öpmeyi, iki büklüm durmayı bilen Kevork'u beğenmişti. 'Neticede bunlar taşralı, büyüğü sayarlar' diye övüyordu onu. Meline on yedi yaşındayken ve babası sağken, taşralıya kız vermek istemediğini unutmuştu." (Meteliksiz Aşıklar)
- "Hayat bilir misin neye benzer, Madam Yeranik? Rüyanda denizi görürsün, sana olmuş mudur hiç? Yüzmek istersin. Tam yüzeceğin anda kurur, kendini yerde yatmış bulursun. İstanbul'un karına da benzer. Şehri örter, sevinirsin. Kalkayım gezeyim, kartopu oynayayım dersin. Bir de bakarsın, erimeye başlamış, sokaklar çorbaya dönmüş. Çamura batarsın." (Yalnızlar)
- -Hayata yapışıp kalmak kötüdür, çirkindir. Bıkkın sevgililerine yapışan karılar gibi! İnsan değişmeli oğlum, eskimeli, yıpranmalı, bozulmalı, karmakarışık olmalı ki hayatın geçtiğini anlasın. Ölmeye razı olmalı. Yola çıkmaya hazırlanmalı. Bir yer gelir ki, içinde değişiklik hissetmediğin için korkarsın. (Karıncaların Günbatımı)
- Sen kimse için adım atmazsan, başkası senin için yerinden kıpırdar mı hiç? (Yalnızlar)
- Biz yaşamımızı çalışarak ve uyuyarak geçiriyoruz. Yaşamaya zaman kalmıyor. Güya yaşamak için çalışıyoruz. Nefes almayı yaşamak sanıyoruz. (Karıncaların Günbatımı)
- -Karıncaları hep mükemmel örnek diye gösteriyorlar. İnsanı karıncaya dönüştürmek istiyorlar. Başarıyorlar da. Tüm sevimsiz ve çirkin şeyleri insanların yapacağı, hayranlık duyacağı araçlara dönüştürmekte gerçekten çok ustayız. Ben karıncadan nefret ediyorum. Hayatım boyunca ne karınca olmak istedim ne de olabildim. Çalış, çabala, taşı, depola, kışın ye, sonra yeniden çalış çabala, taşı, depola. Koca bir hayat. Sonra da öl. Piramitler yap, şehirler yap, binalar, fabrikalar, makineler, sanayi, uygarlık. Bütün bunlara hizmet et. Koca bir hayat. Sonra da öl. Kim için? Ne için? Kim yararlanıyor? Kim keyfini sürüyor? Dört kişi. Yani hiç kimse. (Karıncaların Günbatımı)
- Vatanseverlik adına ölüme gönderilen askerin, işin içyüzünü öğrenince, vatandan nefret etmesi gibi... (Yalnızlar)
- "Etrafında bir dostun olduğunu bilip korkmamak ne güzel şey." (Meteliksiz Aşıklar)
- "Bir kişi çalışmadan yaşasın diye, bin kişi yaşamadan çalışır. Okul kitaplarımız çalışmanın övgüsünü yapar. Enayiler çoğalsın diye. Çalışmadan yaşayanlar oldukça, çalışmak enayiliktir. Forsalık. Forsalar kürekleri çeker, gemi yol alır. Forsalar gökyüzünü görmez ama kaptan denizin karşısında keyif çatar. Eğer gemi batarsa kaptan canını kurtarır, forsalar da farelerle birlikte boğulur. Vay, vay, vay, sen gel bak Tanrı'ya ki, bu kadar aptal bir yaratığı güya kendine benzer yaratmış." (Karıncaların Günbatımı)
- -Serseri diyorsunuz, çünkü kıskanıyorsunuz. Siz haklı olduğunuzu kendinize ispatlamak zorundasınız. Karanlık bir delikte günlerinizi hareketsiz geçirmeye, yaşamak diyorsunuz. Geçiminizi kazanacaksınız. Peki ne zaman yaşayacaksınız? Çalışmak için çalıştığının farkına varmazsın. Hayatın amacı çalışmak değil ki! Ne demiş Tanrı? Çalış çabala diye bir şeyler zırvalanmış. Bir kişi çalışmadan yaşasın diye, bin kişi yaşamadan çalışır. Okul kitaplarımız çalışmanın övgüsünü yapar. Enayiler çoğalsın diye. Çalışmadan yaşayanlar oldukça, çalışmak enayiliktir. Forsalık. Forsalar kürekleri çeker, gemi yol alır. Forsalar gökyüzünü görmez ama kaptan denizin karşısında keyif çatar. Eğer gemi batarsa kaptan canını kurtarır, forsalar da farelerle birlikte boğulur. Vay, vay, vay, sen gel bak Tanrı'ya ki, bu kadar aptal bir yaratığı güya kendine benzer yaratmış. İyi iş dediğin nedir? Temiz bir ev, yeni giysiler. Dostun sana kravatını nereden aldığını sorduğunda sevinir ve gururlanırsın. Günün iki üç saati zaten yemek, yıkanmak ve tıraş olmaya gider. Ötede bir şey kalmaz. Ev sahibin için, bakkal için, kasap için, devlete vergi vermek için, polise, jandarmaya aylık vermek için çalışırsın, kafana vursunlar diye. Çamaşırcıya, terziye, ayakkabıcıya çalışırsın. Kazandığını verirsin. Sana ne kalır? Pazardan pazara bir yarım gün kalır sana hayatından. Eğer o yarım gün de yaşıyorum demek için yetiyorsa, işin iş. Sen yaşadığını sanırsın. Eğer yaşamak, senin için yemek, giyinmek, bir delikte başkası için çalışmaksa, eğer nefes almaksa, hazmetmek için ilaç, uyumak için ilaç, sevişmek için ilaç almaksa, yaşıyorsun tabii. Benim için yaşam bu değil. Ben tenimde, kanımda hissetmeliyim dünya yüzünde yaşadığımı. Her dakika, uykumda bile. Evrenin ortasında olduğumu, onun bir parçası olduğumu hissetmeliyim. (Karıncaların Günbatımı)
- Kalbi sıkışıyordu . Hayatı beğenmiyordu . Dünyadaki hiç bir şeyi beğenmiyordu . (Babam Aşkale'ye Gitmedi)
- Yarını düşünmekten yaşamayı unutuyoruz: "Yarın... Yarından sana ne? Yarın böyle olur mu? Hava böyle güzel olur mu? Bir hafta sonra ne olur, belli mi? Yaşıyor olur muyuz? Gelecek ay İstanbul yerinde olur mu? Dünya yerinde olur mu? Yarın... Hayatta yarın yok ki. Ve bugünü elinden kaçırdığında, ne kalır geriye?" (Meteliksiz Aşıklar)
- -Altı gün çalış, yarım gün yaşa! Yaşamak nedir? Hangisidir? Yaşasan ne olacak, yaşamasan ne olacak... (Karıncaların Günbatımı)
- Hiç kimseye, hiçbir yere bağlı olmamak, hür olmak, harikulade bir şey olsa gerekti. Kimse sormasın: Nerede kaldın? Kimse emretmesin: Uzat saçlarını! Kimse azarlamasın: Niye geciktin! Kimse karışmasın: Niye onu giydin? (Yalnızlar)
- "Kalpleri hızlı hızlı, deli gibi çarpan, ama bir şey belli etmeyen kızlar... Köşebaşında, bir çocukla el ele tutuşmaya can atan kızlar... Kızlardan biri, bir çocukla el ele tutuşamadan, yıldızları kucaklayıp bu dünyadan göçmüş. Öbür kız, 'sinir bir çocuk' gelip elini tutsun diye yaşamaya devam etmiş, ne var ki çocuk, bu basit jestin o kız için ne kadar uzun ve heyecanlı bir bekleyişi taçlandırdığından bihabermiş. Ve o kız hayatının en büyük heyecanını, buna değmeyen sinir bir çocuk için harcamış. Sonra başka bir çocuk gelmiş, o heyecanı duyurmaya ve duymaya layık bir çocuk, ama bu sefer de kızda o heyecandan eser yokmuş." (Meteliksiz Aşıklar)
- -Aklından hiç geçti mi hayatın ne rezil bir şey olduğu? Seni doğuranı gömeceksin, bazen senin hayat verdiğin kişiyi bile gömeceksin. Tüm sevdiklerini birer birer kaybedeceksin. Yalnız kalacaksın, yaşlanacaksın. Bir gün elin ayağın da tutmayacak. Bütün bunlar olacak. Her şeyi kaybedeceksin ama unutma ki, hatıralarını kaybedemezsin. Onlar canına okuyacak. Tam sabah olmuşken bir de bakacaksın ki akşam olmuş. Gözünü açıp kapamışsın akşam olmuş ama sabahtan akşama kadar neler görmüşsün. Sana en tatlı şeyleri göstermişler, sonra birden elinden almışlar. Bari güzel şeylerin tadını almamış olsan, dert değil. Tadını alırsın, bir daha da vermezler. Ne tarafa dönsen kaybetmek var, kazanmak yok. Kelebek bir gün yaşar ve ışığın sevdasına ölür. (Karıncaların Günbatımı)
- Kimin yüzüne baksan, bizim köy, bizim tarla, bizim inekler, bizim eşekler... Kimse demez, bizim sefalet, bizim çektiğimiz... (Yalnızlar)
- "Silva memnundu. 'Babamı mars ettin' demişti. Bunu söylemesi, onu gururlandırmak yerine, tam tersi, üzüntüsünü artırmıştı. Silva, babasını mars etmenin onu sevindirdiğini mi sanıyordu? Oysa o kendisini mars edecek bir baba istiyordu. Gururla arkadaşlarına gösterebileceği, işte bu benim babam diyebileceği bir baba. Ne zaman bir sıkıntısı, endişesi, korkusu olsa güçlü kanatları altına sığınabileceği bir baba... Çözümsüz sorunlarını emanet edebileceği, her şeyi sorabileceği ve cevaplarına yüzde yüz güvenebileceği bir baba. Yeter ki kendisini sevdiğini bilsin. Böyle bir babaya sahip olanlar kim bilir nasıl mutluydular..." (Meteliksiz Aşıklar)
- "Buydu arzusu .Oh demek . Canı gönülden bir oooh . (Babam Aşkale'ye Gitmedi)