Kara Kitap - Orhan Pamuk Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Kara Kitap kimin eseri? Kara Kitap kitabının yazarı kimdir? Kara Kitap konusu ve anafikri nedir? Kara Kitap kitabı ne anlatıyor? Kara Kitap kitabının yazarı Orhan Pamuk kimdir? İşte Kara Kitap kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Orhan Pamuk
Yayın Evi: Yapı Kredi Yayınları
İSBN: 9789750826139
Sayfa Sayısı: 476
Kara Kitap Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Galip, çocukluk aşkı, arkadaşı, amcasının kızı, sevgilisi ve kayıp karısı Rüya'yı karlı bir kış günü İstanbul'da aramaya başlar. Çocukluğundan beri yazılarını hayranlıkla okuduğu yakın akrabası gazeteci Celâl'in köşe yazıları, bu arayışta ona işaretler yollayacak ve eşlik edecektir. Okuyucu, bir yanda her bacası, her sokağı, her insanı başka bir esrarlı âlemin işaretine dönüşen İstanbul'da Galip'in araştırmalarını ve karşılaştığı kişileri izlerken, bir yandan da bu araştırmaları değişik işaretler ve tuhaf hikâyelerle tamamlayan Celâl'in köşe yazılarıyla karşılaşır. Eski cellatların hikâyelerinden Boğaz'ın sularının çekileceği felaket günlerine, kılık değiştiren paşalardan kültür tarihimizde kalmış esrarlı cinayetlere, karlı gecenin aşk hikâyelerinden yüzlerimizin üzerindeki anlamın sırlarına, İstanbul'un ücra ve karanlık köşelerinden gülünç ve tuhaf kişilerine, yakın tarihimizden günlük hayatımızın unutulmuş ve şaşırtıcı ayrıntılarına kadar uzanan bu araştırma Galip'i hem kayıp karısına, hem de hayatımızın içine gömüldüğü kayıp esrar doğru çekecektir.
"Zengin, yaratıcı, modern bir ulusal destan."
- The Sunday Times, İngiltere
“Pamuk "Kara Kitap"la, romanın bir edebi tür olarak hâlâ hayatta olduğunu, hâlâ bir potansiyeli ve geleceği olduğunu kanıtladı. Bunları yapan biri ne zamandır çıkmıyordu.”
–Nobel Komitesi Başkanı Horace Engdahl
France Culture Ödülü (1994)
Kara Kitap Alıntıları - Sözleri
- Az yaşıyoruz, az görüyoruz, az biliyoruz; bari hayal edelim.
- Az oku, ama severek oku, çok ama sıkıntıyla okuyandan daha okumuş gözükürsün.
- Üç büyük tema, tabii ki, ölüm, aşk ve müziktir.
- “Hiçbir zaman kendisi olamaz insan.”
- Bütün hayatım boyunca aldatılmıştım, bütün hayatım boyunca kandırılmıştım!
- Hayat dertlerle doluydu, acılarla, biri bitince öbürü gelen, öbürüne alışırken bir yenisi bastıran ve yüzlerimizi birbirine benzeten derin acılarla.
- Kendileri olamadıkları için yıkılıp gittiler.
- Zaten okumak yazarın harflerle anlattığı şeyleri aklın sessiz sinemasında bir bir resimlendirmekten başka nedir ki?
- Kendi ruhuma açılan bir kapıdan içeri, yeni bir aleme en sonunda girmeyi başarmıştım.
- Hafızanın bahçesi çoraklaşmaya başlayınca, insan elde kalan son ağaçların ve güllerin üzerine şefkatle titrer.
- Nefretle saklandığın o fare yuvasında arkadaşsızlıktan, yoldaşsızlıktan, yalnızlıktan vidaların gevşemek üzere.
- “İnsan terkederken bir sebep gösterir. Bunu söyler. Karşısındakine cevap verme hakkı tanır. Öyle durup dururken gidilmez. Yok çocukluk bu.”
- " Modern illüzyonist, istediği kadar seyircisine yaptığı işin bir hilesi olduğunu söylesin, onu heyecanla izleyen seyirci, bir an olsun, bir hileyle değil, bir büyüyle karşılaştığını sanabildiği için mutlu oluyordu."
Kara Kitap İncelemesi - Şahsi Yorumlar
"Hiçbir şey hayat kadar şaşırtıcı olamaz. Aşk hariç!" Sevgili Galip, Senin hikâyeni yazmak iğneyle kuyu kazmak kadar zordu, ancak seni anlamak ondan bile daha zordu. Kaleme alındığından beri hakkında bir sürü şey yazıldı çizildi, pek çok akademik çalışmaya ilham oldun, seni sevenlerimiz de oldu, senden nefret edenlerimiz de. Seni büyük bir hevesle okuyup sana hayran kalanlar da vardı aramızda, bu ne biçim bir kitap deyip senin hikâyeni yarım bırakanlar da oldu. Hikâyeni beğenenler çok beğendiler, öyle ki tekrar tekrar okudular ve her seferinde başka işaretler buldular. Hikâyenin sonunu öğrenemeyenler çok şey kaçırdılar. Olsun, onlara da sonunu biz anlatırız, olmaz mı? İtiraf etmek gerekiyor ki seni anlamak kolay değildi, çok uzun cümlelerle kafamızı bulandırdın, neyin nerede başladığını, nerede son bulduğunu anlamak hiç kolay değildi. O kadar çok şey anlattın ki bize bir ara ne okuduğumuzu da unuttuk. Senin hikâyeni ne şekilde okumamız gerektiğini bilemez olduk, o yüzden hepimiz seni farklı şekillerde yorumladık. Hikâyeni sadece biz değil, dünya da beğendi. O kadar beğenildin ki sana ödül bile verdiler bu yüzden. Hem de en güzelinden. Nobel Komitesi ödülü verirken gerekçe olarak en çok senin hikâyeni gösterdi. Orada çok da güzel bir konuşma yaptın. Sana bunları yıllar önce söylemek isterdim ama bir türlü cesaretimi toplayıp sana yazamadım. Seni çok seven bir okurun bu konuda beni cesaretlendirmeseydi sessizliğimi daha uzun yıllar bozmayacaktım sanırım. Ben senin kadar güzel yazamıyorum, her şeyi birbirine karıştırıyorum, ama sen dikkatli bir okursun aynı zamanda, Rüya kadar olmasa da sen de şifreleri çözmeyi seversin, eminim bu yazımda sakladığım şifreleri seninle birlikte dikkatli okurlar da çözeceklerdir. Ben nereden başlayacağımı bilmiyorum, çünkü senin hikâyenin bir başı ve sonu yok. Her şeyi rüya gibi anlatmışsın bize. Kusura bakmazsan ben de aynı şekilde anlatmak istiyorum senin hikâyeni. Senin hikâyeni Doğulu ve Batılı yazarlar kendilerine ilham aldılar. Şeyh Galip’i bilir misin? Hani Mevlana’yı okuyup şeyhlik mertebesine ulaşmıştı. Tıpkı senin de Celal’in yazılarını okuyarak Şeyh Galip’in “Hüsn ü Aşkı” yazdığı gibi sen de bize Kara Kitap’ı yazmıştın. Şeyh Galip, “Hüsn ü Aşk”ı senin hikâyeni okuduktan sonra yazdı. İkinizin arasında paralellikler çok. Aşk da Hüsn'e kavuşabilmek için senin geçtiğin engellerden geçti. Her ne kadar sen hikâyende Rüya’ya “Hüsn ü Aşk”ı okuduktan sonra âşık olduğunu söylüyorsan da biz sana inanmıyoruz. Bunun dışında “Mesnevi”, “Binbir Gece Masalları” da sana bakılarak yazıldı. Gazetecilik tarihimizden sinemaya, tasavvuf düşüncesinden politikaya, çocuk dergilerinden İstanbul’un binbir yüzüne kadar sayılmayacak derecede zengin bir kültür birikimi sağladın bize. Sana ilginç bir örnek daha vereyim. Hani “Beni Tanıdınız Mı” başlıklı bölümde mankenler cehennemine girmiştin, kat kat yerin altına inen dehlizlerde yüzlerce umutsuz mankenlerle karşılaşmıştın ya, bizim aklımıza hemen Dante'nin “Inferno” (Cehennem) bölümü geldi, pavyonda hikâye anlattığınız bölüm bize “Decameron” kitabını hatırlattı. Hikâyen birbirini izleyen olaylar dizisinden çok birbirini çağrıştıran öyküleri hatırlatıyor insana. İstanbul’un sokaklarında dolaşmanla Odysseus'un denizlerde dolaşması arasında bir benzerlik kurabilir miyiz? Bunların dışında daha pek çok benzerlikler var ama sen onların çoğunu okura bırakmışsın ama biz bulduk onları. Belki anlamadıklarımızı bir gün sen bize başka bir hikâyenle tekrar anlatırsın, olmaz mı? Senin hikâyen belki bir aşk romanı, belki bir dedektif romanı ama herhalde inkâr edilemeyecek bir biçimde bir arayış romanı. Sen hem kendini, hem karını, hem sevgilini, hem rüyanı, hem de Rüya’nı aradın. Belki Rüya’na kavuşamadın ama rüyana kavuştun. Bir rüyanın peşine düşmek senin için bir kimlik arayışına, bizim için ulusal kimliğin anlaşılması çabasına dönüştü. Bu sadece senin ve eşinin hikâyesi olmaktan çıkıp içinde ortak bilinçaltımızın izlerini gördüğümüz büyük bir labirent aynaya dönüştü. Zaten sen “benim hikâyeme göre okumak aynanın içine bakmak demektir” dememiş miydin bize. Aynanın senin hikâyeni mi yoksa bizi mi yansıtıyor biz hâlâ bunu tartışıyoruz. Sevgili Galip, buraya kadar anlattıklarımı seni okuyan herkes biliyordu ama bundan sonra anlatacaklarımı sadece iki kişi biliyoruz. Biz Rüya’nın cismani varlığını yalnızca bir kez, kitabın ilk sayfasında uyurken senin gözünle gördük, sesini de onunla telefonda konuşurken duyduk. Her şeyi o kadar detaylı anlatmana rağmen, Rüya neden silik kaldı? Biz en çok onu merak ettik Galip. Sen bize her türlü özelini açmışken Rüya’yı hiç anlatmadın. Rüya’yı kıskançlıkla sevdiğini söylerken bizden mi kıskandın Galip? Biz onu senin kadar sevemezdik zaten ama yine de Rüya’nın dış görünüşünü çok merak ettik. Hepimiz onu farklı hayal ettik ama lafla ağzından kaçırdığın şu özellikleri hepimizin hayallerinde aynı kaldı: Rüya’nın saçları sincap rengindeymiş, üst dudağı Tolstoy’un kadın kahramanları gibi öne biraz çıkıkmış ve bacakları da uzunmuş. Rüya’nın güzel olduğunu da kapıcının karısı Kamer Teyze’den öğrendik. Doğru bilmiş miyiz? Günlük yaşamda bir kadının kocasını terk etmesi gibi basit bir olay senin elinde nasıl olağanüstü bir hikâyeye dönüştü biz hâlâ anlamış değiliz. Yeşil tükenmez kalemle yazılan yalnızca on dokuz kelimelik o terk mektubunu okuyunca ne hissettin? “Seni bıraktığım yerde bulamamaktan korkardım” derdin hep, bu korkun gerçek oldu. Rüya'nın yeşil kalemle imzaladığı imzasıyla saatlerce bakıştın. Unutmadan şunu da söyleyeyim, Alaattin artık o yeşil tükenmez kalemden satmıyor. Bir daha kimse sevgilisine yeşil kalemle terk mektubu yazmasın diye satmaktan vazgeçmiş. O mektubu kaç kez okudun? Bize söylediğin gibi Rüya mektubunda geri döneceğini belirtmediği gibi, dönmeyeceğini de belirtmiyordu. En kötüsü de buydu ya: Belirsizlik. Kelimeleri saymak nereden aklına geldi? Bizle o mektubu neden paylaşmadın? Mektupta “Annemleri idare edersin” demişti. Galip sen bunu çok iyi yaptın, belki yakın çevrene onun yokluğunu hissettirmedin ama biz çok hissettik. “Sana haber veririm” demişti, seninle birlikte roman boyunca biz de o haberi korkuyla karışık bir endişeyle bekledik. Her şeyi unutan, dalgın Rüya sana haber vermeyi de unuttu sanırım. Bize verdiğin ipuçlarından biz mektubun eksik parçalarını şöyle tamamladık. Tam 19 kelime: Galip, Ben bu hayattan çok sıkıldım artık. Kimseye haber vermiyorum. Annemleri idare edersin. Uygun zamanda sana haber veririm. Rüya Mektup buna benziyor muydu? Keşke bizimle paylaşsaydın. Belki sana yardımcı olabilirdik. Rüya’ya dair bizimle hiçbir şey paylaşmadın. Kadın okurlarımız belki Rüya’nın içinde bulunduğu durumu, ruh halini daha iyi yorumlayabilirdi. Bazen düşünüyoruz da acaba Albertine de Rüya’ya mı özendi de Marcel'e mektup yazarak evden çekti gitti? Rüya gidince, senden önce biz evin içindeki nesnelerin ve gölgelerin yeni kişiliklere büründüğünü, evin başka bir ev olduğunu fark ettik. Evle birlikte biz de değiştik. Mektubunu bizimle paylaşmadın ama bunun yanında bizlere çok daha güzel yazılar bıraktın. Hikâyenin yarısını köşe yazılarıyla doldurdun. Ancak bunlar bizim alışık olduğumuz, bildiğimiz köşe yazılarına hiç benzemiyordu. İçlerinde öykü gibi olanlar vardı, deneme türüne girenler, otobiyografik serüvenler de vardı. Biz bunları boşuna anlatmadığını biliyorduk. Hepsinin senin hikâyenle bir bağlantısı olduğunu, bize yol göstermeye ya da işaretler göndermeye çalıştığını biz biliyorduk. Bunları bize Celal’in yazdığını söylemiştin ama Celal’den sonra onun yerine geçerek yol gösterici sen oldun bizim için. Ama onun başkalarını taklit ettiği gibi onu taklit etmedin bu sefer, onun gibi işe sarılarak, onun açısından bakmayı öğrenerek yaptın bu işi. “Rüyamda en sonunda olmak istediğim kişi olduğumu gördüm” diye başlayarak yazdığın o yazıyı da çok beğendik. Sevdiğin kadını ve hayran olduğun gazeteciyi bulmak amacıyla boşa bekleyişlerle, kaçırılmış randevularla dokulu, bitmek bilmez bir kış haftasında, kar, korku ve sırlarla örtülü, tenha sokaklarda, dış mahallelerde, kalabalık meydanlarda, kahvehanelerde, popüler kültürüyle, gizli tarihiyle, esrarıyla karanlık mezarlarıyla akla hayretler veren bir İstanbul’da gezindin. Seninle birlikte biz de aylak aylak gezindik. Seni gözetlediğini düşündüğün şey Celal’in gözü değildi, bizdik. “Biri Beni Gözetliyor” bölümündeki “Biri” de bizdik. Bu yolculukta Celal’in köşe yazılarıyla biz de sana eşlik ettik. Plastik poşetlerin üzerindeki resimlerde, çekili perdelerde, sana zamansız havlayan köpeklerde Rüya’ya dair bir işaret ararken bizi hiç görmedin mi? Arşivci Saim’le sabaha kadar gazetelerde Rüya’yı ararken, Celal’in eski yazılarını okurken de mi bizi görmedin? Bazen karını, bazen kendini aradın. Her yerde karının izine rastladın ama kendisine değil. Karının adını ilk nerede okumuştun hatırlıyor musun? Rüya’nın adını ilk kez babaannelerdeki bir kartpostalda okumuştuk. Ortaokulda aynı sınıftaydınız, aynı sırada oturur, aynı hocalardan ders alırdınız. Aynı apartmanda büyüdünüz, aynı merdivenleri çıktınız, aynı aslan şekerleriyle lokumları atıştırdınız, birlikte ders çalıştınız, aynı hastalıklara birlikte yakalandınız, aynı yaştaydınız, aynı okula gittiniz, aynı sinemada birlikte hafızanızı kaybettiniz. Bunları nereden mi biliyoruz? Hakkında sandığından daha çok şey biliyoruz: Hikâyelerine bayıldığın amcaoğlu size bir gün bir kitap getirmişti de siz de sayfaları merakla çevirmiştiniz. O kitapta aşk o kadar güzel anlatılmıştı ki sen de ondan sonra Rüya’ya âşık olmuştun. Seni okuyanlar da senin hikâyeni okuduktan sonra âşık oldu. İzin verirsen bundan sonra seni sana biz anlatalım. 3 yıllık evlilik hayatınız boyunca, belirsiz bir yerdeki bilinmeyen bir hayatın neşe ve eğlencesini kaçırmaktan şikâyetçi görünen hep Rüya olmuştu, sen değil. Sen işten eve gelince, Rüya ya çamaşır kokan bir evin soğanlı mutfağında ya da dağınık mavi bir yatak odasında uyuyor olurdu hep. Sen işten eve gelince, küllüklerdeki sigaraların sayısından ve cinsinden, eşyaların, nesnelerin duruşundan ve eve girmiş bir yenisinden, yüzünün teninden Rüya’nın o gün ne yaptığını pek de fazla yanılmadan çıkarırdın. Rüya bir işte çalışmak istemez, kendine bir başkasına bakar gibi bakardı hep. Mutlu gülüşünü çok severdin. Evli barklı ev kadını Rüya seninle konuşurken bile seninle mi yoksa okuduğu kitaplardaki kahramanlara mı sorardı bilemezdin, biz de o zaman çok üzülürdük. “O kitabın kahramanı ben olsam beni sever miydin” diye sorduğunda, Rüya “saçmalama” diye kestirip attığında da çok üzülürdük biz. Akşamları kâbus gibi karanlık çöktüğünde sabırsız ve sinirli oturur, bacaklarını sabırsızca çekiştirirdi, arada bir derinden derine iç çekerek bir şeylerin hayalini kurduğunu gözünden kaçmazdı. Rüya'nın seni sevmesini çok istiyordun, biz de çok istiyorduk. Yıllardır hayran olduğun o zatın, Celal’in kimliğine girerek yazdığın o köşe yazılarını Milliyet gazetesinde her sabah bir zamanlar senin sabırsızlık ve heyecanla okuduğun gibi biz de okuyoruz. Ama Rüya’yı hiç anlatmıyorsun. Belki sana acını hissettirdiği için ondan bahsetmiyorsun. Buna rağmen ondan bahset Galip, onun seninle yaşadığı hüznü, kaderi anlat, gözümüzden kaçtıysa seni neden sevmediğini anlat, sevdiyse de neden sevdiğini de anlat. Seni neden sevmediğine dair bizim birkaç fikrimiz var. Yanılıyorsak, seni üzersek bağışla bizi. Konak sinemasından kolunda şefkatle tuttuğun karın lobideki afişlerde ve kalabalığın içinde kendisine başka bir dünyanın kapılarını açacak bir yüz aradığını Belkıs’tan önce biz fark etmiştik. İlkokul ikinci sınıftayken çokça oynadığınız “yok oldum” oyununda saklanma sırası sana geldiğinde ve Rüya'nın seni aramadığını hayal ederken, aslında o çoktan seni aramayı bırakıp Celal'le Alaattin’in dükkânına gitmiş olurdu, sen o zaman ne hissederdin? Hangi hikâyeler, hangi anılar, hangi masallar hafıza bahçesinde açan hangi çiçeklerdi ki onlar, tadına, kokusuna, keyfine iyice varabilmek için Celal’le Rüya, seni dışarıda bırakma zorunluluğunu duymuşlardı? Sen hikâye anlatmayı bilmediğin için mi? Onlar kadar renkli ve neşeli olamadığın için mi? Celal’le Rüya’nın aralarındaki yaş farkına karşın bazı yanlarıyla birbirlerine benzedikleri için mi? Yaşama sevinçleri, merakları, giz çözme istekleri seninkilerden çok mu farklıydı ki? Senin içine giremediğin o dünyaları o kadar küçük müydü? Sen açıkça belirtmesen de biz olayın kişiliklerinizdeki farktan kaynaklandığını sezmiştik. Tüm bunlara rağmen biz Rüya’ya kızmayışını sevdik, onu olduğu gibi kabul etmeni, onun için her şeyi yapabileceğini sevdik. 73 yaşında hani Rüya’nın artık başka hayatları özlemeyecek kadar yaşlandığında seni seveceğini söylediğinde biz o günü gerçek sandık ve seni sevdiğini duyduğumuzda çok mutlu olduk. Özlemlerini de bilirdik Galip. Boğaz’ın karanlık sularında bir sandal gezisine çıkmayı değil, Rüya’nın kapıları kapalı bahçenin söğütleri, akasyaları, asmalı gülleri ve güneşin altında gezinmeyi ne kadar çok isterdin. Sessizliğin, Rüya’nın sessizliğinin acımasızlığını bilirdin. “Ne var aklında?” diye merak ederdin, yıllar sonra onun akşam işten dönen kocası olduğunda sana yasak olan aklın o gizli bahçesindeki esrarı ne sen ne biz öğrenebildik. Sana kızdığımız taraflarımız da oldu. Seninle evlenmek isteyen o hayat kadınıyla olan erkekçe deneyiminde senin İstanbul’u arşınladığın gibi Joyce'un Dublin’i arşınlayan Stephen Dedalus'una mı özendin? Kendini o kadar yalnız ve çaresiz mi hissettin? Yoksa o kadında bizim göremediğimiz, sana Rüya’yı anımsatan bir şey mi vardı? Özelse bu soruma cevap vermeyebilirsin. Rüyanın cesedine bakamadın, biz de bakmadık. Babasının tek tek sağ sola dağıttığı, kimilerini sattığı eşyaları da görmek istemedin hiç? Buna nasıl müsaade ettin? Rüya’dan sonra onun geçtiği sokaklardan geçmek istemedin, yolunu gece değiştirir kendini İstanbul’un tuhaf ve karanlık ara sokaklarında bulup kaybolduğunda biz de kaybolmuş olurduk seninle. Rüya’yı nasıl sevdiğini de biliyorduk: Belleğinizin ve hatırladıklarınızın ne kadar farklı olduğunu korkuyla anladığında severdin onu, seni terk eden ruhunu arar gibi severdin onu, esrarlı ve hüzünlü yüzünde kapıldığın çaresizlik acı ve kıskançlıkla severdin onu. Galip, keşke Rüya saklandığı yerden çıksaydı, keşke “seni seviyorum, beni affet, seni çok üzdüm” deseydi. İşte biz o zaman inan çok sevinirdik. Biz de üzüntüden ağlamaz, içimizde ağlamasını bilenler mutluluktan ağlardı o zaman. Sen Rüya’nı değil kendini buldun, biz de senin sayende senin gibi sevdiklerimize değer vermeyi ve onları daha çok sevmeyi öğrendik. İmza Bir akıl hastası değil, sadece sadık bir okurunum (N)
Hiçbir zaman kendisi olamaz insan: Bu kitaptan ya nefret eder, ya da onu çok seversiniz tıpkı Tutunamayanlar gibi, belki de kaliteli bir eseri belli eden bir niteliktir bu. İşin aslı zor bir kitap bunu inkar edemem. Bu kitabı okuyup anlamak, anlamlandırabilmek için belirli bir bilgi birikimi olmalı insanın. Merkezine bir aşk hikayesini oturtan kitap; bir kış günü karısı Rüya’nın arkada küçük bir not bırakarak kendisini terk ettiğini öğrenen Galip’in şehirde dolaşıp nerede olabileceğine dair ipuçlarını aramasıyla başlıyor. Bu arayışta kendisine kuzeni, Celal Salik’in köşe yazıları da yol gösteriyor. Bu hikaye kitabın içinde resmen eriyor ve elbet -ucu açıkta olsa- bir “oldukça ilginç” sonuca bağlanıyor. Bununla ilgili varsayımlarımı yazarsam spoiler vermiş olurum bu sebeple ben incelememi yaparken daha çok kitabın işleyişi ve bize anlatmak istedikleriyle ilgili fikirlerimi yazacağım. Kitaptaki işleyiş çok farklı bir sarmal halinde ilerliyor. Çok katmanlı bir kitap olduğu bir gerçek. İçerisinde bir sürü bilgi, hikaye ve gizem barındırıyor. Yazarın öyle bir üslubu var ki herhangi bir kitap okurken pek de önem taşımayan ifadeler parantez aralarında bir bilgi dağarcığına dönüşüp hayrete düşürüyor insanı. Toplu iğnenin Türkiye'de ilk hangi fabrikada üretildiğini başka yerde okumazsınız mesela. Ya da hiç olmadık bir konuda Kur'an'dan deliller sunarken bunu Marcel Proust 'un görüşleriyle destekleyen bir yazara eminim denk gelmemişsinizdir. Bir bakarsınız kahraman yazarın kendisidir aslında, bir bakarsınız yazar anlatıcıdır. Yazarın konudan uzaklaştığını düşünürken bir de bakarsınız ki aslında tam ortasına düşmüşsünüz anlatılmak istenenin. Kitap bir dünyadan başkasına sürükler sizi. Hurufilikten, Mevlana'nın aşkı Şems'e nasıl geçtiğini alamazsınız. Sonra bir bakarsınız Binbirgece masallarının birinin içinde bulursunuz kendinizi. Tarih ile bu günü, gerçek ile düşü, doğu ile batıyı çok güzel harmanlayarak sunar önünüze. Kara kitap'ın olağanüstü bir roman olmasının asıl nedenide bu noktada ortaya çıkıyor işte. Orhan Pamuk'un moderniteyle kaybolan ve unutturulan hikayelerin, geç kapitalizmin kültürel mantığı altında günden güne soluklaşan ruhlarımıza nasıl da ilaç gibi geldiğini herkesten daha iyi bilmesi. Batılı ve "batılılaştırılmış" okur için artık mevcut olmayan hikayeleri yorumlayarak ve yeniden dolaşıma sokarak, bir anlamda batı'nın felsefesiyle doğu'nun hikayelerini, doğu'nun felsefesiyle de batı'nın hikayelerini bir araya getiriyor, Kara Kitap. ama yalnızca batılı ve doğulu olmak, ya da batı ile doğu arasında yaşamak üzerine yazılmış bir roman olsaydı, sanırım Orhan Pamuk'a karşı yöneltilen oryantalist suçlamalarını belki de bir yere kadar kabul etmemiz gerekebilirdi. Romanı gerçek anlamda eşsiz yapan yönüyse, hayatın kendisinin bize anlatılan, başkalarına anlattığımız ve belki de en önemlisi kendimize anlattığımız hikayeler üzerinden kurgulanan bir üst-hikaye, bir anlatı olduğunu göstermesi. Bu anlamda, batı'nın ve doğu'nun hikayeleri ve felsefesi meselesini göz önünde bulundurduğumuzda, gecekonduda oturan devrimcilerin, Türk filmlerindeki artistlere benzeyen fahişelerin, Çin padişahının kızı Belkıs’ın, Celal Salik'in ya da hurufilerin anlattığı hikayelerin, tam da modern öznenin otantikliğini, batılı öznenin bilincinin saflığını sorgulaması ve nihai olarak yıkması nedeniyle bu kadar kuvvetli, bu kadar kucaklayıcı, ve bir o kadar da esrarlılar. Kara kitap hakkında, "Bu roman belki bir aşk romanı, belki bir dedektif romanı; ama herhalde inkar edilemeyecek bir biçimde arayışın romanı." demiş Mustafa Kutlu. Katılmamak elde değil. Bir kimlik arayışının destanıdır Kara Kitap. “Hiçbir şey hayat kadar şaşırtıcı olamaz yazı hariç.” Kitaptan alıntılayarak incelememe son veriyor ve bu ödüllü romanı kesinlikle okumanızı tavsiye ediyorum. (Nilllll)
Kitabın Yazarı Orhan Pamuk Kimdir?
Ferit Orhan Pamuk (d. 7 Haziran 1952, İstanbul), Türk yazar. Birçok başka edebiyat ödülünün yanı sıra 2006 yılında Nobel Ödülünü kazanarak bu ödülü alan en genç yaşta alan iki kişiden biri olmuştur. Kitapları altmış dile çevrildi, yüzü aşkın ülkede yayımlandı ve 11 milyon baskı yaptı. 2006 yılında TIME dergisi tarafından dünyanın en etkili 100 kişisinden biri seçilen Pamuk, Nobel edebiyat ödülünü alan ilk Türk'tür.
Yaşam öyküsü
Orhan Pamuk yazarlığa 1974 yılında başladı. 1979 yılında ilk romanı olan "Karanlık ve Işık" ile katıldığı Milliyet Roman Yarışmasında birincilik ödülünü Mehmet Eroğlu ile paylaştı. Bu romanı ancak 1982 yılında Cevdet Bey ve Oğulları adıyla yayımlandı. 1983 yılında bu kitapla Orhan Kemal Roman Ödülüne layık görüldü.
Pamuk'un daha sonra yazdığı kitaplar da çok sayıda ödül kazandı. İkinci romanı olan Sessiz Ev 1984 yılında Madaralı Roman Ödülünü kazandı. Bu romanın Fransızca tercümesi de 1991 yılında Prix de la Découverte Européenne ödülüne hak kazandı. 1985 yılında yayımlanan tarihi romanı Beyaz Kale ile 1990 yılında ABD'de Independent Award for Foreign Fiction ödülünü kazandı ve yurtdışında tanınmaya başlandı. Orhan Pamuk, 2002 yılında yayımlanan Kar kitabını, Türkiye'nin etnik ve politik meseleleri üzerine kurulu bir politik roman olarak tanımlamaktadır. Kar romanı Amerika'da 2004 yılında "yılın en iyi 10 kitabından biri" olarak gösterilmiştir. Yıllar geçtikçe Orhan Pamuk'un Türkiye dışındaki ünü artmaya devam etti. 1998 yılında yayımlanan Benim Adım Kırmızı 24 dile çevrildi ve 2003 yılında İrlanda'nın ünlü International IMPAC Dublin Literary Award ödülünü kazandı.
Romanlarının dışında, yazılarından ve söyleşilerinden seçmelerin ve bir hikâyesinin yer aldığı Öteki Renkler (1999) ve Ömer Kavur'un yönettiği Gizli Yüz adlı filmin senaryosu (1992) vardır. Bu senaryo, 1990 yılında yayımladığı Kara Kitap romanındaki bir bölümden yola çıkılarak yazılmıştır.
Orhan Pamuk ABD'de yayımlanan Time dergisinin 8 Mayıs 2006 tarihli sayısının "Time 100: Dünyamızı Biçimlendiren Kişiler" başlıklı kapak yazısında tanıtılan 100 kişiden biri oldu. 2007 Mayıs'ında yapılan 60. Cannes Film Festivali'nde jüri üyeliği yapmıştır.
Nobel Ödülü
Orhan Pamuk 12 Ekim 2006 tarihinde Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanarak Nobel Ödülü kazanan ilk Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak tarihe geçmiştir. Akademi'nin 12 Ekim 2006 günü saat 14:00 civarında yayımladığı,
“ 2006 Nobel Edebiyat Ödülü 'Kentinin melankolik ruhunun izlerini sürerken kültürlerin birbiriyle çatışması ve örülmesi için yeni simgeler bulan' Orhan Pamuk'a verilmiştir. ”
şeklindeki basın bildirisiyle Nobel Edebiyat Ödülü'nün Orhan Pamuk'a verildiği resmen açıklandı. Pamuk 7 Aralık 2006'da, İsveç Akademisi'nde Babamın Bavulu başlığı altında hazırladığı Nobel konuşmasını Türkçe yaptı, Türkçe bilmeyen izleyiciler ellerindeki çeviri metinden konuşmayı takip etti, birçok televizyon kanalı konuşmasını canlı yayınladı. Orhan Pamuk ödülünü 10 Aralık 2006 günü Stockholm Konser Salonu'nda düzenlenen ödül töreninde İsveç kralı XVI. Carl Gustaf'ın elinden aldı.
Romancılığı
Orhan Pamuk'un romancılığı postmodern roman kategorisinde değerlendirilmektedir. Eleştirmen Yıldız Ecevit Orhan Pamuk'u Okumak adlı kitabında onun avangard romancılığını değerlendirmektedir. Özellikle Beyaz Kale, Kara Kitap, Yeni Hayat, Benim Adım Kırmızı'dan yola çıkarak bize kendisini ve olayların gelişimini anlatır. Aynı şekilde edebiyat tarihçisi Jale Parla da Don Kişot'tan Günümüze Roman adlı kapsamlı yapıtında, Benim Adım Kırmızı'dan hareketle Orhan Pamuk'un eserlerini karşılaştırmalı edebiyat bağlamında irdeler. Parla'ya göre Pamuk, Türk romanının aldığı önemli dönemeçlerin sahibi olan bir yazardır. Doğu-batı sorunsalıyla estetik düzeyde hesaplaşmaya yönelen Ahmet Hamdi Tanpınar ve Oğuz Atay gibi önemli yazarlardan birisidir Pamuk, bu sorunsalı kültürel ve felsefi içerimleriyle edebiyatına taşımış, özellikle Kara Kitap'ta bu tema bağlamında önemli, çok katmanlı bir edebi metin örneği sergilemiştir.
Eleştiriler
Orhan Pamuk'un Nobel Edebiyat Ödülünü kazanması değişik tepkilerle karşılaştı. Ödülün Pamuk'a Türkiye tarihi ile ilgili demeçleri dolayısıyla verildiği iddiasında bulunuldu. Orhan Pamuk Nobel ödülünü almadan on ay önce 19 Aralık 2005 Cumhuriyet Gazetesi'nde yayımlanan Erol Manisalı'nın "Orhan Pamuk Nobel'i Garantiledi" başlıklı yazısı Pamuk'un ödülü almasının ardından popülerleşti ve Orhan Pamuk'un Nobeli hakkındaki olumsuz eleştiriler bu yönde gelişti. TRT'de Banu Avar'ın hazırlayıp sunduğu "Sınırlar Arasında" adlı belgeselin Pamuk'un Nobel ödülünü almasından bir gün sonra yayımlanan bölümünde Pamuk, Nobel ödülleri ve İsveç ile ilgili olumsuz eleştiriler yer aldı. Demirtaş Ceyhun hazırladığı imza metninde Orhan Pamuk'un kitaplarını "Amerikan patentli postmodern romanlar olarak" adlandırmış ve "Nobel ödülünün Pamuk'a verilmiş bir ücret" olduğunu söylemiştir. Basında Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in Orhan Pamuk'u kutlamadığına dikkat çekildi. Ödüle yabancı basından olumsuz eleştiriler de gelmiş, ödülün siyasi sebeplerden dolayı verildiği belirtilmiştir.
Orhan Pamuk'un eserlerinde Atatürk hakkında kullandığı üslup ve yazıları da kimi eleştirilere uğradı.
Bir kısım edebiyatçı Orhan Pamuk'un eserlerindeki bazı bölümlerin diğer yazarlara ait başka eserlerden fazlasıyla esinlendiğini savunmakta, özellikle bazı romanlarındaki belli kısımların diğer kitaplardan neredeyse tamamen alıntı olduğunu öne sürmektedir. Hürriyet Gazetesi yazarı Murat Bardakçı 26 Mayıs 2002 tarihinde belgeleri ile yazarı sahtecilik ve intihal ile suçlamıştır. Murat Bardakçı'ya göre Orhan Pamuk'un Benim Adım Kırmızı romanı, hikâyesi ve anlatım şekli ile Amerikalı yazar Norman Mailer'in Ancient Evenings adlı romanının bir kopyasıdır. Ayrıca suçlamalara göre Orhan Pamuk'un Beyaz Kale adlı romanı Mehmet Fuat Carım'ın Kanuni Devrinde İstanbul isimli eserinden birebir pasajlar içermektedir. Orhan Pamuk günümüze dek bu konuyla ilgili herhangi bir açıklamada bulunmamıştır.
Orhan Pamuk'un Sri Lanka'da düzenlenecek olan Edebiyat Festivaline katılması Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (Reporters sans frontières) tarafından eleştirildi. Örgüt Orhan Pamuk'u ve festivale katılmak isteyen diğer edebiyatçıları Sri Lanka'daki baskıları meşru hale getirmekle suçladı.
Orhan Pamuk davası
Yazar Orhan Pamuk, Das Magazin adlı haftalık İsviçre dergisine verdiği bir röportajda, "Bu topraklarda 30 bin Kürt ve 1 milyon Ermeni öldürüldü. Benden başka kimse bundan bahsetmeye cesaret edemedi" açıklamasında bulununca hakkında TCK'nın 301. maddesinden ‘Türklüğe hakaret’ davası açıldı.
16 Aralık 2005'de ilk duruşması yapılan Pamuk davası Adalet Bakanlığı'ndan beklenen yazı gelmediği için 7 Şubat 2006 tarihine ertelendi. Şişli Asliye Ceza Mahkemesi, bu tür davalar için Adalet Bakanlığı'nın yazılı izninin gerektiğini belirterek izin verilip verilmediğinin sorulması için bakanlığa yazı yazılmasına karar verdi ve duruşmayı da 7 Şubat'a erteledi. Duruşmanın ertelenmesi kararına AB yetkililerinden tepkiler geldi. Dava günü Şişli Adliyesi önündeki Pamuk ve yabancı yetkililere yönelik protesto gösterileri, Türkiye ve dünya basınında önemli yer tuttu.
AB - Türkiye Karma Parlamento Eş Başkanı Joost Lagendijk, "hükümet, parlamentoya değişiklik yasası getirebilir. Yapılacak şey budur. Türkiye'nin imajına büyük bir zarar vermiştir. Avrupa'da kötü bir imaj doğmuştur. Ünlü bir yazar hakkında dava açarsanız, dışarıda milliyetçiler bu yazarı dövmek için arabasına saldırırsa, burada ciddi bir sorun vardır" dedi.
AP Türkiye Raportörü Camiel Eurlings de, hükümetin yazar Orhan Pamuk davasını düşürmesi gerektiğini belirterek, hükümet reform taahhüdüne sadık kalmalı şeklinde konuştu.
Türkiye ile AB arasında ciddi gerilime neden olan Orhan Pamuk’un hakkındaki dava 22 Ocak 2006 tarihinde düştü.
Adalet Bakanlığı, Şişli İkinci Asliye Ceza Mahkemesi'ne gönderdiği yazıda, Yeni Ceza Yasası gereği izin yetkisi olmadığını hatırlatarak, Pamuk'un yargılanması için Adalet Bakanlığı’nın izin verdiğine ilişkin belge bulunmadığı gerekçesiyle davanın düşmesine karar verdi.
Ödülleri
1979 Milliyet Roman Yarışması Ödülü Karanlık ve Işık (iki yazar arasında paylaşıldı)
1983 Orhan Kemal Roman Ödülü Cevdet Bey ve Oğulları
1984 Madaralı Roman Ödülü Sessiz Ev
1990 Independent Yabancı Roman Ödülü (Birleşik Krallık) Beyaz Kale
1991 Prix de la Découverte Européene (Fransa) Sessiz Ev (Fransızca çevirisi nedeniyle)
1991 Antalya Altın Portakal film festivali en iyi senaryo Gizli Yüz
1995 Prix France Culture (Fransa) Kara Kitap
2002 Prix du Meilleur Livre Etranger (Fransa) Benim Adım Kırmızı
2002 Premio Grinzane Cavour (İtalya) Benim Adım Kırmızı
2003 Premio rinzane Cavour (İtalya) Benim Adım Kırmızı
2003 International Impac-Dublin Literary Award (İrlanda)
2005 Prix Médicis Etranger (Fransa) Kar
2005 Alman Yayıncılar Birliği'nin Barış Ödülü (Almanya)
2005 Richarda Huch Ödülü (Almanya)
2006 Le Prix Méditerranée étranger Ödülü (Fransa) Kar
2006 Nobel Edebiyat Ödülü (İsveç)
2006 Washington University'nin Seçkin Hümanist Ödülü (Amerika Birleşik Devletleri)[24]
2006 Commandeur de l'ordre des arts et des lettres (Fransa)
2008 Ovid Ödülü (Romanya)
2010 Norman Mailer Yaşam Boyu Başarı Ödülü (Amerika Birleşik Devletleri)
2012 Sonning Ödülü
Fahri Doktoraları
2006 Tiflis Üniversitesi
2007 Berlin Serbest Üniversitesi
2007 Boğaziçi Üniversitesi
2007 Georgetown Üniversitesi
2007 Tilburg Üniversitesi
2007 Madrid Üniversitesi
2008 Floransa Üniversitesi
2008 Beyrut Amerikan Üniversitesi
2009 Rouen Üniversitesi
2010 Tiran Üniversitesi
2010 Yale Üniversitesi
2011 Sofya Üniversitesi
Onur üyelikleri
2005 American Academy of Arts and Letters Onur Üyesi (Amerika Birleşik Devletleri)
2008 Social Sciences of Chinese Academy Onur Üyesi (Çin)
2008 American Academy of Arts and Sciences Onur Üyesi (Amerika Birleşik Devletleri)
Orhan Pamuk Kitapları - Eserleri
- Masumiyet Müzesi
- Kar
- Cevdet Bey ve Oğulları
- Sessiz Ev
- Beyaz Kale
- Kara Kitap
- Gizli Yüz
- Yeni Hayat
- Benim Adım Kırmızı
- Öteki Renkler
- İstanbul
- Babamın Bavulu
- Manzaradan Parçalar
- Saf ve Düşünceli Romancı
- Ben Bir Ağacım
- Kafamda Bir Tuhaflık
- Şeylerin Masumiyeti
- Kırmızı Saçlı Kadın
- Hatıraların Masumiyeti
- Balkon
- Babalar, Analar ve Oğullar
- Turuncu
- Ara Güler's İstanbul
- Veba Geceleri
- Evden Kaçmanın Yolları
- Seçilmiş Əsərləri
- Üç İstanbul Romanı: Kara Kitap - Masumiyet Müzesi - Kafamda Bir Tuhaflık
Orhan Pamuk Alıntıları - Sözleri
- Yeni yazarlar denemek lazım.bazen gerekli sakinlik için yenilik için (Hatıraların Masumiyeti)
- Her şeyin budalalık olduğunu biliyor, gene yaşıyorum. (Babalar, Analar ve Oğullar)
- Kafamda bir tuhaflık var, ne yapsam bu alemde yapayalnız hissediyorum kendimi. (Kafamda Bir Tuhaflık)
- . Bütün bilincim silinsin, geçmişimden hiçbir iz kalmasın, gelecekten ve beklentilerimden de hiçbir iz kalmasın istiyorum. . (Sessiz Ev)
- Ama mutsuzluk gerçek bir intihar nedeni olsaydı Türkiye’deki kadınların yarısı intihar ederdi. (Kar)
- Mutluluk nedir ? ''Bütün bu yokluğu, ezikliği unutabileceğin bir dünya bulmak. Birisini bütün bir dünya gibi tutabilmek..' (Kar)
- "Ölümden korkuyorum." (Beyaz Kale)
- Eğer orada yeterince uzun bir süre yaşamışsak bir şehir hatıralarımız için bir çeşit müze olur. (Hatıraların Masumiyeti)
- Ben, beni kimse görmediği zaman en çok kendim oluyorum. (Kırmızı Saçlı Kadın)
- Roman sanatı,kendimizden bir başkası gibi ve başkalarından kendimiz gibi söz açabilme hüneridir. (Saf ve Düşünceli Romancı)
- “Ruhum hem bir eşyanın ruhu hem de bir saatin. Karanlıkta ışıldar ve aydınlıkta kendi içine kapanınca ben de kendi içime dönerim.'' (Şeylerin Masumiyeti)
- Ah ne kadar da güzeldir çocukken haksızlığa uğrayıp, yatağa yatıp ağlaya ağlaya uyuyakalmak! (Benim Adım Kırmızı)
- İnsan ne kadar sıkılırsa o kadar hayal kurar. İyi yazabilmem için, iyi sıkılabilmem; iyi sıkılabilmem için de hayatın içine girmem gerekir. (Öteki Renkler)
- Ahmet keyifle: “Canım burası Türkiye!” dedi. “Gerçeğin kendisiyle değil, kötü bir taklidiyle karşı karşıyayız!” (Cevdet Bey ve Oğulları)
- Bir kadına uygulanan en sert şiddet sarılmak olmalıydı. (Kar)
- Mutluluğumuzun ve mutsuzluğumuzun nedeni yaşadığımız hayattan çok, ona verdiğimiz anlam. (Babamın Bavulu)
- Zaten okumak yazarın harflerle anlattığı şeyleri aklın sessiz sinemasında bir bir resimlendirmekten başka nedir ki? (Kara Kitap)
- İnsan Dostoyevski’yi hem kendini kaptırarak hem de hayatın tam böyle olmadığını düşünerek okur. (Saf ve Düşünceli Romancı)
- Çocuk olmak istiyordum! (Beyaz Kale)
- "Tekrar, mutluluğun kaynağı, garantisi ve ölümüdür!" (İstanbul)