dedas
Turkcella

John Barleycorn - Jack London Kitap özeti, konusu ve incelemesi

John Barleycorn kimin eseri? John Barleycorn kitabının yazarı kimdir? John Barleycorn konusu ve anafikri nedir? John Barleycorn kitabı ne anlatıyor? John Barleycorn kitabının yazarı Jack London kimdir? İşte John Barleycorn kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 21.02.2022 14:00
John Barleycorn - Jack London Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Jack London

Çevirmen: E. Murat Cengiz

Yayın Evi: Oda Yayınları

İSBN: 9789754068849

Sayfa Sayısı: 144

John Barleycorn Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

"Viski" klasiklerinden biri olan John Barleycorn, otobiyografik yanıyla da Jack London okurlarının ilgisin istiyor.

Alkol karşıtı tutumuyla, yazıldığı yıllarda epey sansasyon yaratan yapıt, 1919'lu yılların Amerikası'nda uygulanmaya çalışılan içki yasağına da damgasını vurmuş; okul yıllarından beri eline kitap almamış yüz binlerce okur, yapıta hayli ilgi göstermiş; içki tekelleri, el altından harcadıkları büyük paralarla, yapıtın sinemaya uyarlanmasına bile engel olmaya çalışmıştır. Yapıt konusunda, yazarının, "gerçeği tam olarak yazacak cesareti olmadığını", bu durumun da Jack London'a karşı nesnel bir tavır almayı zorlaştırdığını belirtelim.

John Barleycorn Alıntıları - Sözleri

  • Dünyayı döndüren tüm iyi hayallerin hepsine inanıyordum.
  • Bırak sevsinler. Başkalarının zevkleri beni ilgilendirmez.
  • Hayatta adalet diye bir şey yoktur. Hepsi de bir piyangodur.
  • Koştuğumuz her sinir maratonunun bedelini öderiz bizler.
  • Benim tanışmak istediklerim iyi insanlar, rahat konuşulabilir, iyi yürekli, cesur ve sırası gelince çılgın olabilen insanlardı, yoksa tavşan yürekliler değil.
  • Onlar benim bu hareketleri kendilerini eğlendirmek için yaptığımı sanıyorlardı, oysa ben seyirciler önünde boğulan bir insan gibiydim.
  • Parayı elde eden beyindi, adale değil.
  • Bakma sen birbirimizle dost göründüğümüze, gerçekte dost falan değiliz onunla.
  • Gerçekten de çok çalışıyor, az uyuyordum. Eleştiriciler benim yarattığım kahramanlardan biri olan Martin Eden'in çok süratli bir eğitimden geçtiğini dillerine dolamışlardı. Eden'i basit bir ilkokul eğitiminden ve üç yıl denizci­likten sonra başarılı bir yazar yapmıştım. Eleştirici­ler bunun imkansız olduğunu söylüyorlardı. Oysa Martin Eden bendim. İki yılı ortaokulda ve üniversi­tede, bir yılı da yazma denemelerinde geçen üç yıl sonunda Atlantic Monthly gibi dergilerde hikayele­rim çıkıyor, bir yandan ilk kitabın tashihlerini ya­parken, bir yandan da Cosmopolitan ve McClure dergilerine toplumsal konulu makaleler satıyordum.
  • Bedava bir halk kütüphanesi bulmuş, sinirlerim harap oluncaya kadar kendimi okumaya vermiştim.
  • Şimdi yeniden düşününce hiçbir zaman çocukluğumun olmadığını fark ediyorum.
  • Benim için artık çok geçti. Bu dünyada henüz az yaşamış olmama karşın, ben ne bir çocuktum ne de bir delikanlı.
  • Yaşamın anlamının bu mu olduğunu sorardım kendi kendime ; yani bir hayvan gibi çalışmak?
  • Dünyayı ışığa boğmalı artık.
  • Korkmak, sağlıklı olmak demektir. Ölüm korkusu, insanı yaşama yöneltir.

John Barleycorn İncelemesi - Şahsi Yorumlar

“Aptal değilim ben. Domuz gibi içmem.” demiş London kitabının henüz başlarında. Ancak bu sözünü hiç tutamamış bu büyük usta. Kısacık ömrünün son yıllarında, ölümüne topu topu 3 yıl kala, hastalıkları arasında boğuşurken alkol ile -kısa da olsa- bir ömür boyu süren arkadaşlığını “John Barleycorn”da kağıda dökmüş. Bu otobiyografik bir roman, ancak bize London’un hayatından kesitler sunmak yerine yazarımızın içki ile tanışıklığının peşinden gidiyor. Dolayısıyla London’ın hatıralarından ziyade iç dünyasındayız. Daha 40ına gelmeden bir dolu hastalıkla boğuşmak zorunda kalan ve bunca hastalığın sebeplerinden birinin alkol olduğunu bilen yazarımız kimi zaman bahanelerini, kimi zaman alkolün dostluğundan aldığı keyfi, kimi zaman da alkolün hayatını nasıl mahvettiğini paylaşıyor okuyucusuyla. Belki daha önce belirtmem gerekirdi ama “John Barleycorn” Amerikan sokak ağzında “içki”ye verilen admış. Bir alkoliğin ağzından alkol ile ilişkisine dair okunabilecek en güzel kitap bence John Barleycorn. Hatta bunu tüm bağımlılıklar için de genişletmek mümkün. Bağımlılığın nasıl başladığını, insanı nasıl pençesinin içine aldığını ve kurtulmanın gün geçtikçe nasıl zorlaştığını kendi yaşadıkları ile çok güzel betimlemiş London. Roman birebir bir alkoliğin ağzından aktarıldığı için çok etkileyici, ama bir o kadar da tutarsız. Zira yazarımız, benzeri pek çok bağımlı gibi, yeri geldiğinde bağımlı olduğunu reddediyor -“ben bağımlı değilim, istediğimde bırakıyorum”-, sokaklarda gördüğü ayyaşlardan nefret ediyor ve onlar gibi olmaktan ölesiye korkuyor -“ben onlar gibi değilim, bünyem güçlü benim. Onlardan daha çok içsem bile yürürken yalpalamam, konuşurken ağzım kaymaz, dilim sürçmez.”-, sonra bir anda alkole öfke kusuyor -“John Barleycorn ile arkadaşlık intihardır”-. Yani tüm içtenliğiyle ve tutarsızlığıyla, bir alkoliğin neler yaşadığını ve neler hissettiğini bizlerle paylaşıyor. “Canım istediği zaman içebiliyor, canım istemediği zaman içmeyebiliyor, içtiğim zaman sarhoş olmuyor ve bütün bunlardan daha önemlisi, bu zıkkımı zerre kadar sevmediğimi çok iyi biliyordum.” diyor genç Jack London… Daha ergenliğe ulaşmadan zorlu bir iş hayatına atılan, gemilerde, yaşça büyük sayısız sert erkeğin arasında kendini ispatlama ve “erkek” olma mücadelesine girişen bu genç adam, komaya girecek kadar içmeye işte o dönemlerde başlamış. Söylediğine göre içkiye bağımlı olmamış, denize açıldığında içmemiş. Ancak karaya çıkışını hep, diğerleri gibi, meyhanelerde kutlamış. Denizcilikten vazgeçip karada çalışmaya çabaladığı yıllar boyunca da, bu sefer de ucuz ve sıcak bir yer olduğu için, meyhanelerden kopamamış. Yoksullukla geçen, stresli hayatının sonunda bir anda üne ve paraya kavuştuğunda ise, bu sefer de bu yeni ortamın getirdiği stresten dolayı, yine içkiye sığınmış. Henüz 40ında, çok erken yaşta hayatını kaybetmiş Jack London. Kafası zehir gibi çalışan, becerikli, çalışkan, disiplinli, ancak yoksul bir gencin varolma savaşında içine düştüğü zorluklar ve göğüslediği stres, hiç bizler gibi sıcak yuvalarında oturanlarla bir olur mu? Yoksulluğunun getirdiği cahilliği kendi kendine okuyarak aşsa da kabalığı -o nasırlı elleri, argoya kaçan dili, lüks sofralarda nasıl davranacağını bilmemenin verdiği ezikliği-, ünlü olduktan sonra da bir stres kaynağı olmuş London için. Aileden uzak, yalnız başına, sevgisiz büyümenin verdiği acılar, belli ki onu en çok rahata eriştikten sonra vurmuş. London, suçluyu aradığı kitabının son bölümünde suçu büyük ölçüde, alkolün serbest satışına izin veren hükümetlere atmış ve içkinin her yerde yasaklanmasını önermiş. Her istendiğinde ulaşılamasa, alkole bağımlılığın ciddi ölçüde azalacağını savunmuş. Nitekim bu yüzden ölümünden sonra Amerika’nın meşhur içki yasağı dönemine de damgasını vurmuş ve içkinin yasaklanmasını isteyen -ve kazanan- grubun propoganda aracı olmuş. London’ın önerdiği şekli ile 1919da yasaklanan içki satışları, büyük bir kaçakçılık mafyasına zemin hazırlayıp siyasi kurumlar büyük ölçüde rüşvete batınca 1933 yılında kaldırılmış. Alkol yasak olsaydı Jack London için durum daha farklı olur muydu? Açıkçası, pek sanmıyorum. “John Barleycorn'un zorla biçtiği fiyat, kısa ya da uzun yoldan intihardır; birden dökülüp boşalmak, yahut yıllarca sızarak tükenmektir. John Barleycorn'la dostluk eden hiç kimse, onun hakkı olan, ona ödenmesi gereken bu ücreti ödemekten kurtulamaz.” diyecek kadar alkolün zararının farkında olan birinin, alkolü bırakmak için yasaklara değil; ama daha fazla sevgiye, ilgiye, dinlenmeye, affetmeye ve terapiye ihtiyacı olduğunu sanıyorum. Bu cesur adamı daha iyi tanımak için ise John Barleycorn’u mutlaka okumanızı öneriyorum. (AkilliBidik)

yaralı gerçekler ve sonsuz acılar: İncelemem sadece şahsi düşüncelerim üzerine olacaktır. Eserin üslubu ya da herhangi bir özelliği üzerine eleştiri yapmayacağım. Sadece bende önceden beridir var olan sorgulama anlayışıyla birlikte hissettiklerimi yazacağım. Bu türde melonkolik değil belki ama insanı hayatı sorgulatan, hayatı sorguladıkça insanı kahreden kitaplardan bahsediyorum. Yeraltından notlar, tutunamayanlar, bulantı, olağanüstü bir gece, amok koşusu, dönüşüm ya da babaya mektup. Bu kitaplar neden bu kadar canlı hep merak etmiş sorgulamışımdır. Beni kendisine çeken şey doğruları söylemelerimi yoksa hayatı daha çok nihilizme yormaları mı? Tek bildiğim şey çoğuna katılmak istemesem de katılıyorum hem de tüm irademle. Böyle kitapları okudukça gelişiyorum bir şeyler öğreniyorum hayat hakkında ama gitgide budalalaştığımı farkediyorum. Hayattan zevk alamaz bir hale döndüğümün, her dakikamı düşünmekle harcadığımı ya da ne bileyim sürekli kitap okumaya sarmam gibi. Böyle kitaplar okudukça daha da okuyasım geliyor ama bu tür kitaplarda da derin bir depresyona giriyorum. Çoğu kısımları eleştiriyorum ama tutunduğum kısımlar tüm zamanımı alıyor, amansızca derin bir sorgulama içgüdüsü ile beni yoruyor. Ama mutlu bir aptal olmaktansa böyle kitaplar okumayı tercih ederim. Eser... Eser harika capcanlı okuduğunuz sürece sanki sizinle yaşıyor gibi. Başta bazı şeyler abartılı geliyor ama yaşamayan ne bilir değil mi? Aslında ben sadece içki ile olan düşüncelerinin çıkmazlığı dışında hayatın boş beleş şeyler üzerine kurulu olduğunu söyleme cesaretinde bulunamayan anlatıcının sarhoşlukla bezeli olarak düşüncelerini yansıttığı kanısındayım. Ve bence kitabın asıl konusu da bu. Yazarın sayfalarca bahsettiği şey emin olun ki sarhoşluk içme değil toplumun sığ ve dar bakış açısı sonucu mecbur kalınmışlıklar. Hepimiz mecbur kalıyoruz ve çoğumuz topluma uyuyoruz. Sonunda ise bunu istemeyenler tutunamayanlar tutunmaya çalışırken çoğu kez onları izliyoruz. İşte bir seçim daha sunan bir kitap daha. "aptal olmak mutlu olmaktır" gerçek hep canını acıtır. Seç tarafını... (rêveur)

Tutunamayan Bir Alkoliğin Romanı: John Barleycorn: İnceleme Öncesi Giriş Notu: Bu incelemeyi okumak yerine izlemeyi tercih ediyorum diyenler için: https://youtu.be/nBHGX9kVu2I Ayrıca bendenizin de katıldığı uzunca bir Jack London yayını https://youtu.be/ELchgIZPFLM Kitaba ismini veren John Barleycorn, Amerikan argosunda sert içkilere verilen bir isimdir. Bu kitap bir anlamda da alkolik olan Jack London'ın zihninde ve anılarında alkolle yaptığı mücadelenin otobiyografik romanıdır. Kitap her ne kadar otobiyografik öğeler içerse de kurmaca yönünün de olmasıyla roman değeri taşımaktadır. Yani anlatılanlar yüzde yüz gerçek olmayıp yazarın kurgu alemini de taşımaktadır. Fakat özellikle alkolle mücadele eden bir insanın yaşadıklarını özellikle onun ruh dünyasından gözlemleyebilmek adına harika bir kitap John Barleycorn, diğer adıyla Alkollü Anılar. Kitap, Jack London'ın bulunduğu bölgede alkolün yasaklanmasını istemesiyle başlar. Hatta alkolik adamların çilesini en çok kadınlar çektiğinden onların oy verme hakkını elde etmesini de ister. Anlattığına göre ta çocukluğundan başlar yazarın alkolle tanışması ve mücadelesi. Her bir paragrafta alkolden ne kadar nefret ettiğini, ona doğuştan gelen bir düşkünlüğünün olmadığını, uzun bir süre alkole hükmedebildiğini ama en sonunda alkolün ona üstün geldiğini samimiyetle anlatır Jack London. Aslında bu kitap, Jack London'ın hayata ve yaşadığı ortamların hiçbirine tutunamama hikayesidir. Bu eser, hepimizin kitaplarından büyük bir maceracı olarak tanıdığımız yazarın bir bakıma asıl hikayesini anlatır. Daha 14 yaşında konserve fabrikasında başladığı çalışma hayatını gezgincilik, istiridye avcılığı, balina avcılığı, altın arayıcılığı, çamaşırhanede çalışma gibi birçok işle süsler. Tabii ki buradaki süsleme bolca acılıdır. Yarım bıraktığı eğitimine devam etmeye çalışır, liseyi derslerini çok kısa bir sürede verir ve Kaliforniya Üniversitesi'ni kazanır. Ama daha ilk yılından parasızlık nedeniyle bırakmak zorunda kalır London. Yani elini neye atsa bir anlamda kurur hayat ağacında. O da yazarlığa başlar. Bir çok farklı konuda yazar, yazıları reddedilir ya da cevap alamaz. En sonunda öyküleri yayınlanmaya başlar ve onun yazarlık serüveni de burada başlar. Ve daha önce dahil olduğu ortamlardan çıkıp bambaşka bir ortamın insanı olmaya başlar Jack London. Fakat bu ortamların da insanı olamaz. Daha fazla alkole düşmeye başlar. Bu sefer nefret ettiği alkol onun arkadaşı olmaya başlar. Zenginleşmesi ve ünlenmesi ona çokça arkadaş kazandırır belki ama o, bu ortamlarda kalabilmek adına ardı ardına kokteylleri içer ve katlanır. Sahte gülen insanların yüzlerine onlar gibi gülerek ve daha çok içerek katlanır. Parası olunca yatına atlayıp denizleri aşar maceradan maceraya koşar ama hep içer. Küp gibi içer, belki de yaşadığı en büyük talihsizlik de bünyesinin içkiye aşırı dayanıklı olmasıdır. Başkaları sızıp kalırken dayanıklı vücudu yüzünden küp gibi içmeye devam eder. Tasmanya'ya dahi gider ve orada da içer. Litrelerce absent içer, vücudunu zehirler ama bunu bildikçe yine de içer. Jack London yaşadığı kırk yıl boyunca ne tam kök salabilmiştir yaptırdığı kurt eviyle, ne de seyyah olarak gezebilmiştir gemilerinde. O ne tam denizin adamı ne tam karanın adamı ne de tam olarak yazının adamı olabilmiştir. Ne yazıların tutunabilmiştir ne de serüvenci ruhuna. Belki de tek arkadaşı nefret ettiği alkol olmuştur ve o alkol de bir gün gelip canını almıştır kırk yaşında London'ın. Ve geriye Demir Ökçe'den Martin Eden'a kadar 50 civarında harikulade eserler bırakmıştır. Ve bu kitap yazarın ruh dünyasını, çaresizliğin ve yaşama tutunamayan kişiliğini en iyi anlatan kitabıdır. Eğer Jack London'ı gerçekten tanımak istiyorsanız, bu kıyıda kalmış kitabı Mete Ergin'in harika Türkçesi ve Arthur Calder-Marshall'ın tam 26 sayfalık önsözünden okuyun. (Turhan Yıldırım)

Kitabın Yazarı Jack London Kimdir?

12 Ocak 1876’da San Francisco’da doğdu. Gerçek adı John Griffith Chaney’dir. Evlilik dışı bir çocuk olarak dünyaya gelen Jack London, soyadını, henüz sekiz aylıkken annesinin evlendiği John London adlı savaş gazisinden aldı. Maddi sıkıntılar nedeniyle küçük yaşta okulu bırakıp gazete satıcılığı, tayfalık, balıkçılık, istiridye korsanlığı, gazetecilik, sahil koruma devriyeliği gibi çeşitli işlerde çalıştı ve Amerikan işçi sınıfını tanıdı. 1894’te serserilik suçlamasıyla otuz gün hapis yattı. Hapisten çıktıktan sonra hayatını değiştirmek arzusuyla liseye kayıt yaptırdı. Lise öğrenimini bir senede tamamlayarak 1896 yılında Kaliforniya Üniversitesi’ne girdi. Bir dönem okuyabildiği üniversiteden maddi zorluklar sebebiyle ayrıldı. 1897’de Klondike bölgesinde altın arayanlara katıldı ama bir yıl sonra yine yoksul ve işsiz olarak geri döndü. Yoğun bir çalışma programı hazırlayarak şansını yazarlıkta denemeye karar verdi. Soneler, baladlar, nükteli fıkralar, anekdotlar, korku ve serüven öyküleri yazmaya başladı. 1909’da yazdığı Martin Eden bu dönemi yansıtması bakımından otobiyografik izler taşır. İlk kitabı Kurt Dölü (1900) büyük ilgiyle karşılandı. Aynı yıl Elisabeth Maddern ile evlendi ve bu evlilikten iki kızı oldu. Ancak bu beraberlik uzun ömürlü olmadı ve 1904’te sona erdi. Charmian Kittredge ile ikinci evliliğin ardından 1916’da Kaliforniaya’daki çiftliğinde hayatını kaybetti. London yazarlık kariyeri boyunca elliye yakın kitap yazdı ve döneminin en çok okunan yazarlarından biri oldu. Yazdıkları, yaşadıkları etrafında şekillenmiş, sosyalizmin de etkisiyle toplumcu bir dünya görüşüne ulaşmıştır. Başlıca eserleri arasında Beyaz Diş, Martin Eden, Uçurum İnsanları, Vahşetin Çağrısı yer alır.

Jack London Kitapları - Eserleri

  • Beyaz Diş
  • John Barleycorn
  • Martin Eden
  • Demir Ökçe
  • Ay Vadisi
  • Demiryolu Serserileri

  • Vahşetin Çağrısı
  • Deniz Kurdu
  • Uçurum İnsanları
  • Alın Teri
  • Şampiyon
  • Dehşet Ülkesi
  • Güneşin Oğlu

  • Yanan Günışığı
  • Kız, Kar ve Kan
  • Düş Ülkelerine Yolculuk
  • Sevginin Katıksızı
  • Tanrılar ve Köpekler
  • Suikast Bürosu
  • Kurt Dölü

  • Denizin Çağrısı
  • Midas'ın Müritleri
  • Yıldız Gezgini
  • Ölüme Boyun Eğmeyen Adam
  • Ataların Tanrısı
  • Beyaz Sessizlik
  • Can Yoldaşı

  • Devrim
  • Dönek
  • Gece Doğan
  • Halk Avcısı
  • İnsanın Sadakati
  • Meksikalı
  • San Fransisco'nun Güneyi

  • Sınıf Farkı
  • Makaloa Hasırı Üzerinde
  • Bana Göre Hayatın Anlamı
  • Hawaii Öyküleri
  • Büyük Serüven
  • Kurt Kanı
  • Yakalanış

  • Öyküler
  • Uzak Diyarlarda
  • Bir Kuzey Macerası
  • Gece Geçen Serseriler
  • Gemide İsyan
  • Geleceğin Hikayeleri
  • Beyaz Cehennem

  • Büyük Evin Küçük Hanımefendisi
  • Beyaz Diş - Madam Bovary
  • Şafak Kızı
  • Beyaz Diş - Esrarlı Ada
  • Yumruk
  • Buzun Çocukları
  • Bin Düzine Yumurta

  • Adem'den Önce
  • Oyun
  • Ateş Yakmak
  • Acemi Gece
  • Vahşetin Çağrısı (Çizgi Roman)
  • Kumarbazlar Cenneti
  • Vahşetin Çağrısı - Beyaz Diş

  • Ateş Yakmak
  • Hayatın Kanunu
  • Demir Yolu Çocukları
  • Kızıl Veba
  • Büyük Sorgu
  • Mapuhi’nin Evi
  • Ölümcül Dalgalar

  • Kadın Denen Mucize
  • İlk Savaş, İlk Zafer
  • İnsanlığın Sürüklenişi
  • Kepaze
  • Çinago
  • Bütün Dünyanın Düşmanı
  • Alice Ruhunu Açınca

  • Kahekili’nin Kemikleri
  • Dağ Adamı
  • Bir Dilim Biftek
  • Kırmızı
  • Tek Özgürlüğüm
  • Güneşe Doğru
  • Lost Face And Other Stories

  • Theft
  • Tom Pomplun
  • Kaval Kemikleri

Jack London Alıntıları - Sözleri

  • “Sanki kendimin dışında durmuş da kuşkuyla kendime bakıyor gibiydim.” (Deniz Kurdu)
  • Henüz çıldırmadım ama çıldırmaya başladığım zaman beni görün;))) (Büyük Evin Küçük Hanımefendisi)
  • Yaşlılık zamanlarımızda dine ihtiyaç duyarız Alice. Din bizi yumuşatır, diğer insanların zayıflıklarına, özellikle de nerede sabah orada akşam hovardalık ettikleri ve ne yaptıklarını bilmedikleri gençlik zamanlarında gösterdikleri zayıflıklara karşı daha hoşgörülü ve affedici olmamızı sağlar. (Alice Ruhunu Açınca)
  • Ömrüm boyunca gövdemle hayvan gibi çalıştım ve ne kadar çok çalıştıysam çukurun dibine o kadar fazla yaklaştım. (Tom Pomplun)
  • °• İnsan her zaman hayattan talep ettiğinin daha azını alır . (Uçurum İnsanları)
  • Dünyaya egemen olan kanunu iyi biliyordu: zayıflar ezilir, güçlülere itaat edilirdi. (Beyaz Diş)

  • “Bana o gözleriyle bir dakika içinde, bin yılda kitaplarda okuyabileceğimden daha çok şey söylüyordu.” (Büyük Sorgu)
  • Bundan şu çıkıyordu ki bir kişi dostluğun d'sini bile bilmez ama soylu biri olabilir! (Uzak Diyarlarda)
  • İnsanlar neden şarap içer, at biner, aktristleri tutar, papaz ya da kitap kurdu olur? Öyle isterler de ondan. İşte sana cevap. Hepimiz, elimizdeyse, hoşlandığımız şeyleri yapmak isteriz, elde edelim etmeyelim, istediğimiz şeylerin peşinden koşarız. (Sevginin Katıksızı)
  • Güneş her sabah doğar. (Makaloa Hasırı Üzerinde)
  • Korkak olduğu için, zorbalığı da korkaklığıyla uyumluydu. (Can Yoldaşı)
  • Derler ki, bu aşk hayattan bile daha kıymetliymiş, aşık olanlar böyle söyler. Bir kadın ya da erkek, birini dünyadaki herkesten daha fazla severse, o zaman aşık olduğunu anlar. Böyle denir ama kelimelerle açıklamak fazlasıyla zor. Sadece bilirsin işte, o kadar. (Kadın Denen Mucize)
  • “Kalbimde sana duyduğum hisler yıldızlar kadar parlak ve çok, bunu ifade edebilecek bir dil yok. Sana nasıl anlatabilirim ki? Oradalar... Görüyor musun?" (Kadın Denen Mucize)

  • Tekdüzelikten uzak olması belki de serseri yaşantısının en güzel yanıdır. Topluluklar hâlinde yaşayan serserilerin ülkesinde, yaşamın yüzü sık sık biçim değistirir. (Demir Yolu Çocukları)
  • Yaşamaktan mutluyum, kendi akıl ve gücümden mutluyum, işleri yapmaktan mutluyum, kendim için yapmaktan. Bundan başka yaşamak için bir neden olabilir mi? Kendimden ve yaptığım işlerden keyif almayacaksam, neden yaşayayım? (Buzun Çocukları)
  • “Aramızda küçük bir tartışma yaşadık ve yapabileceğimiz en iyi şey, bunun bu kadarla kalmasını sağlamak.” (Vahşetin Çağrısı (Çizgi Roman))
  • Kötü olan iyi olanı bozar, her şey birlikte iltihaplanır. (Uçurum İnsanları)
  • Bugün n'oluyor, ilkokuldan sonra ortaokul, lise, sonra üniversite, sonra ya memur oluyoruz ya doktor moktor, bildiğimiz serüvenleri de sadece kitaplardan öğreniyoruz. (İlk Savaş, İlk Zafer)
  • Hayat hayal kırıklıklarıyla dolu ve öyle olmalı zaten. En tatlı et kıtlıktan sonra gelen ve en yumuşak yatak da zor bir avdan sonra yatılandır. (İnsanın Sadakati)
  • Kazanılacak bir oyun gibi gördükleri şeyi yıllarca oynayan insanları izledim. Sonunda kaybettiler... (Dönek)

Yorum Yaz