diorex
dedas

İnsan Sonrası - Rosi Braidotti Kitap özeti, konusu ve incelemesi

İnsan Sonrası kimin eseri? İnsan Sonrası kitabının yazarı kimdir? İnsan Sonrası konusu ve anafikri nedir? İnsan Sonrası kitabı ne anlatıyor? İnsan Sonrası PDF indirme linki var mı? İnsan Sonrası kitabının yazarı Rosi Braidotti kimdir? İşte İnsan Sonrası kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 29.09.2022 11:00
İnsan Sonrası - Rosi Braidotti Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Rosi Braidotti

Çevirmen: Öznur Karakaş

Yayın Evi: Kolektif Kitap

İSBN: 9786055029272

Sayfa Sayısı: 240

İnsan Sonrası Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Tüm gezegenimizin sürdürülebilirliğini büyük ölçüde etkileyen günümüz piyasa ekonomisi, sadece öteki türlerin değil yaşayan her şeyin kontrolünden ve metalaştırılmasından kâr sağlayan, insanla diğer türler -tohumlar, bitkiler, hayvanlar ve bakteriler- arasındaki kategorik ayrımları bulanıklaştıran bir melezleştirme süreci olarak ortaya çıkmaktadır. İnsan sonrası kuramı, *insanın sahnesi* olarak bilinen biyogenetik çağda, insanın evrende bütün bir yaşamı etkileme gücüne sahip jeolojik bir kuvvet hâline geldiği bu tarihi anda, insan için temel ortak referansın ne olduğunu yeniden düşünmemize yardımcı üretken bir araçtır. Ayrıca evrensel ölçekte, hem insan hem insan olmayan faillerle etkileşimimizin temel ilkelerini yeniden düşünmemize de yardımcı olacaktır.

*Yaşamsal materyalizmin bir kolu olan insan sonrası kuramı, insanmerkezciliğin kibrine ve insanın aşkın bir kategori olarak ‘istisna addedilmesine’ karşı çıkar. Bunun yerine, zoe’nin veya insan olmayan vasıflarıyla yaşamın üretken ve içkin kuvvetiyle ittifak içerisindedir. Bu da eleştirel düşünmeyi bir yana bırakalım, düşünmenin bile ne anlama geldiğine dair ortak anlayışımızın değişmesini gerektirir.*

*Braidotti’nin bu çalışması gelecekte çağımızın asıl felsefi sorununun ne olduğu tartışılırken temel bir kaynak sayılacak.*

- Paul Gilroy, King’s College London

*Hümanizm ve hümanizm sonrası meselesi, feminist felsefeden edebiyat kuramına ve sömürgecilik sonrası araştırmalara kadar pek çok şekilde ele alınmıştır. Rosi Braidotti’nin bu son çalışması, önümüzde uzanan zor kararların bir kısmı için bizlere aklı selim bir uyarıda bulunurken, feminizm, tekno-bilimlerin iç

İnsan Sonrası Alıntıları - Sözleri

  • Sıradan insan yaşamının tümüne dair keskin bir görüş ve hisse sahip olsaydık eğer, çimenin büyümesini ve salyangozun kalp atışını duy­mak gibi olurdu bu, ve sessizliğin öte tarafındaki bu kükreyiş karşısın­da son nefesimizi vermemiz gerekirdi. Öyle ya, en süratlimiz, ahmak­lıkla çepeçevre dolanıp durur etrafta. George Eliot
  • Hepimiz ölümle senkron hâlindeyiz, hepimiz ödünç alınmış bir zamanda yaşadığımızdan ölüm, yaşayışımızın zamanıdır. Olay ola­rak ölümün zamanı, sadece doğrusal ve bireyleşmiş Chronos değil, Aioriun kişisel-olmayan sürekli şimdisi, sürekli oluştur. Ölümün zamansallığı bizzat zamanın ta kendisidir, ki bundan zamanın toplamı­nı kastediyorum.
  • “Bizzat yaratmadığımız ve yok edilmesi de bize düşme­yen karmaşık bir entelektüel mirasın mevcut neslinin vasilerinden başka bir şey değiliz.” Stefan Collini
  • Yarının kentleri, yoğun bir sosyal ağ temelinde yaşayan öğrenme, bilgi alışverişi ve ortak biliş­sel pratik merkezleri olacaktır. Askeri limanlar ve havaalanlarının ar­dından internet limanları, üçüncü milenyum kentlerinin seyrüsefer kapıları olacaktır.
  • Soğuk Savaş’ın zirvesinde, köpeklerin ve maymunların, geliş­mekte olan uzay keşif programlarının bir parçası olarak uzaya gönde­rildiği, ABD ve Sovyetler Birliği arasındaki rekabetin yükseldiği dö­ nemlerde George Orwell ironik bir biçimde, “Bütün hayvanlar eşit­tir, ama bazıları diğerlerinden daha eşittir,” demişti (Orwell, 1946). Belirsiz ve teknolojinin dolayımında savaşlara kapılmış üçüncü milenyumun şafağındaki dünyada, böylesi bir metaforik ihtişam epey boşa çıkıyor. İnsanmerkezcilik sonrası, daha ziyade aksini savunur: Hiçbir hayvan bir diğerine eşit değildir, çünkü hepsi eşit derecelerde metalaştırılan ve böylece de aynı ölçüde elden çıkarılabilen gezegen boyutunda değiş-tokuşların bir parçasıdır.
  • Öğrenime dayalı toplumlar inşa et­mek aslında bir hayaldi ve hâlâ hayal olmayı sürdürüyor: Yansıttıkla­rı, hizmet ettikleri ve inşasına katkıda bulundukları topluma benze­yen okullar, üniversiteler, kitaplar ve müfredat, tartışma grupları, ti­yatro, radyo, televizyon ve medya programları, daha sonrasında web siteleri ve bilgisayar ortamları... Toplumsal adalet, insan toplumsal­lığı ve çeşitliliğine dair temel ilkelere uygun, sahte evrenselliğe karşı çıkan, farkın olumluluğunu, akademik özgürlüğü, ırkçılık karşıtlığı­nı, başkalarına karşı açık olmayı ve neşeyi olumlayan, toplumsal olarak karşılığı olan bir bilgi üretme hayali bu.
  • Michel Foucault’nun Hapishanenin Doğuşunda. (1977) iddia ettiği üzere söylem, belli anlamlara veya anlam sistemlerine bilimsel meşruiyet kazandırmak adına atfedilen siyasi geçerlilik üze­rinedir; bunlar hiçbir şekilde nötr veya verili değildir. Öyleyse bilim­sel hakikat, söylemsel geçerlilik ve iktidar ilişkileri arasında eleşti­rel, materyalist bir bağlantı kurulmaktadır. Söylem analizine böylesi bir yaklaşım, öncelikle toplumsal olarak kodlanmış cebri “farklara” ve bunları tesis eden bilimsel doğruluk, etik değerler ve temsil sis­temlerine inancı yerinden etmeyi amaçlamaktadır.
  • İleri kapitalizm bede­ni enerji kaynağı olarak bilgi cevherine indirgediğinden, “belli ya­şam biçimlerinin, başka bir canlılık kapasitesinin diğerleri karşısın­da daha değerli olmasını sağlayacak denklikler bulunabilir”. İçinde bulunduğumuz toplumsal sistemde sermaye değeri oluşturan şey, bizzat bilginin birikimi, kendisine içkin canlı nitelikleri ve kendini örgütleme kapasitesidir.
  • İleri kapitalizm, metalaştırma uğruna aktif bir biçimde farklar üre­ten bir eğirme tezgahıdır. “Yeni, dinamik ve müzakere edilebilir kim­likler” etiketi altında paketlenmiş, yersiz yurtsuzlaştırılmış farklar çarpanı ve tüketim malları arasında bitmez bir tercihtir. Bu mantık seçeneklerin çoğalmasını ve vampirane tüketimi tetiklemektedir. Bu seçeneklerin çoğu, füzyon adı verilen aşçılık yönteminden “dün­ya müziğine” dek kültürel “ötekilere” ilişkindir. Yeni organik yemek endüstrisine dair analizinde Jackie Stacey (Franklin vd., 2000) harfiyen, küresel ekonomiyi yediğimizi söylemektedir. Paul Gilroy (2000) ve Celia Lury (1998) bunu giydiğimizi, dinlediğimizi ve ek­ranlarımızdan günbegün izlediğimizi de anımsatmaktadır.
  • Sanat, Deleu­ze için Yaşamın sonsuz imkanlarını düşünme, algılama ve hissetme yönlü yeni güzergahlar yaratma amacı taşıyan yoğunluklu bir pra­tiktir (Deleuze ve Guattari, 1994). Sanat bizleri bağlı olduğumuz kimliklerin sınırlarının ötesine aktararak, etrafımızı saran hayvani, bitkisel, yeryüzüne ve gezegene mahsus kuvvetlere bağlandığından, insan-olmayan anlamında zorunlu olarak insan-dışıdır. Sanat, yine rezonansı açısından kozmik ve böylelikle de yapısı itibariyle insan sonrasıdır; öyle ki bizleri, cisimleşmiş benliğimizin muktedir olabildiği veya katlanabildiği sınırlarına taşır. Sanat temsil sınırların en uç noktasına kadar esnettiğinden, bizzat yaşamın sınırlarına erer ve böylelikle ölümün ufkuyla karşı karşıya kalır. Bu açıdan sanat, sınır­lar deneyimi olarak ölümle bağlantılıdır.

İnsan Sonrası İncelemesi - Şahsi Yorumlar

ENTELLEKTÜALİTESİ YETENE.: Entellektüel birikiminizin yetmesi gereken kitaplardan biri daha. Benimki henüz yet(e)medi. Deleuze’yi bilmeniz gerekiyor. Foucault zaten. Bir de ‘Hümanizm’ akımını da içmiş yutmuş bitirmiş olmak şart. Gene de anlamaya çalıştım. İçinden çıkılmayacak gibi değil ama kavramların derinliğine sahip değilsen sıkıcı. Sıradan bir okuyucu için, anlamak adına, fazlaca yan ve destekleyici okuma gerektiriyor. Baştan uyarmış olayım. (Arda)

Hep sonradan gelir aklım başıma hep sonradan: Dünya 4,5 milyar yaşında insansı türler 200 milyon yıldır burda. Tarım dan bu zaman 12 bin yık geçti. Bilişim çağı henüz 100 yaşında bile değil ama çok hızlı şekilde ilerliyor. Ama acaba dünyanın kainatın sonuna kadar burada olacak mıyız? Bu soruya felsefi temeller üzerinden insan nedir, hayvandan ayıran nedir ve sonrasından ne olur ne olacak sorularına cevap arıyor. Okuması zor. Karışık bir dlde yazılmış. Belki yazar iyi yazmıştır ama çeviri kötü de olabilir. (Fatih)

İnsan Sonrası PDF indirme linki var mı?

Rosi Braidotti - İnsan Sonrası kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de İnsan Sonrası PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Rosi Braidotti Kimdir?

Çağdaş Batı Felsefesi Araştırmacısı ve Feminizim kuramcısı, Rosi Braidotti, hem İtalyan hem de Avusturalya vatandaşıdır. İtalya'da doğup, çocukluk ve gençlik zamanlarını Avusturalya'da geçirmiştir. 1977 yılında Canberra, Avusturalya Devlet Üniversitesinden Felsefe dalında ödül almaya hak kazanmıştır.

Rosi Braidotti Kitapları - Eserleri

  • İnsan Sonrası
  • Kadın-Oluş
  • Göçebe Özneler

Rosi Braidotti Alıntıları - Sözleri

  • Lacan'a göre dişil ve eril, toplumsal cinsiyet sistemi olarak bilinen, cinsiyetler arası simetrisiz farkların toplumsal inşasını hem sürdüren hem de onun tarafından onaylanan imgesel ve toplumsal­ maddi kurumlardır. (Kadın-Oluş)
  • Olumlayıcı feminist taklide dayalı bir politik stra­teji, öznenin toplumsal olarak dayatılan modellerle arasına mesafe koymasını sağlamak üzere harekete geçirilebilecek bir unsur olarak açık uçlu bilinçdışı yapılar gerektirir. Arzular po­litiktir ve politika arzularımızla başlar. (Kadın-Oluş)
  • Sıradan insan yaşamının tümüne dair keskin bir görüş ve hisse sahip olsaydık eğer, çimenin büyümesini ve salyangozun kalp atışını duy­mak gibi olurdu bu, ve sessizliğin öte tarafındaki bu kükreyiş karşısın­da son nefesimizi vermemiz gerekirdi. Öyle ya, en süratlimiz, ahmak­lıkla çepeçevre dolanıp durur etrafta. George Eliot (İnsan Sonrası)
  • Foucault'dan Irigaray ve Deleuze'e, postyapısalcı fark fel­sefeleri üstüne okumalarımdaki temel vurgu, öznenin mad­di ve cinsiyetli yapısıdır. Bu cinsel doku, doğası itibariyle ve çeşitli şekillerde, toplumsal ve politik ilişkilerle bağlantılıdır; bu açıdan kesinlikle bireyci bir kendilik değildir. Toplumsal ve sembolik, maddi ve semiyotik bir kurum olarak cinsellik, hem makro hem de mikro ilişkileri kapsayan bir karmaşıklık içinde, iktidarın birincil mevkii olarak ayırt edilir. Cinsel fark, yani cinsiyetlendirilmiş iki kutupluluk, cinsiyetlendirilmiş kimliklerin politik ekonomisinin sadece toplumsal bir uygu­lamasıdır. Bu bakımdan cinsel fark, hem olumsuz ve baskıcı (potestas/iktidar) hem de olumlu ve güçlendirici (potentia/güç) bir anlamı olan iktidar/gücü (power) ifade eden başka bir terimdir. Cinsiyet, Erillik/Dişiliğe özgü kurumların kutuplu ve düalist modeli içinde toplumsallaşan ve cinsiyetlendirilen öznelere toplumsal ve morfolojik düzeyde atanan kimlik ve uygun erotik faillik biçimidir. Toplumsal cinsiyet, kuvvetlerin bu karmaşık etkileşiminin içerdiği türdeki iktidar mekaniz­malarını tanımlayan genel bir terimdir. Deleuze'den yola çı­karak, toplumsal cinsiyet düalizminin, maddi ve imgesel top­lumsal çerçevemizi yapılandıran Ödipalleştirilmiş bir politik ekonominin çıkarlarını tahkim eden Çoğunluk konumunu temsil ettiğini söyleyebiliriz. (Kadın-Oluş)
  • Göçebe teorinin temel biçimi, istikrar yerine değişime ve harekete öncelik tanıyan bir süreç ontolojisidir. Bu aynı zamanda, genel bir azınlık-oluş veya göçebe-oluş yahut da moleküler kadın/hayvan-oluş vb. olarak adlandırılabilir. Azınlık, göçebe teoride değişimin dinamik veya yeğinlikli ilkesi iken, (fallogosantrik) Çoğunluğun merkezi ölüdür. Er­kek, çoğunluğu temsil ettiği sürece, yaratıcı veya olumlayıcı "erkek-oluş" olamaz: Hakim özne, kendi kendini sürdüren Varlığın yükü ve var olan modellerin yavan tekrarı altında sıkışıp kalmıştır. (Kadın-Oluş)
  • Öğrenime dayalı toplumlar inşa et­mek aslında bir hayaldi ve hâlâ hayal olmayı sürdürüyor: Yansıttıkla­rı, hizmet ettikleri ve inşasına katkıda bulundukları topluma benze­yen okullar, üniversiteler, kitaplar ve müfredat, tartışma grupları, ti­yatro, radyo, televizyon ve medya programları, daha sonrasında web siteleri ve bilgisayar ortamları... Toplumsal adalet, insan toplumsal­lığı ve çeşitliliğine dair temel ilkelere uygun, sahte evrenselliğe karşı çıkan, farkın olumluluğunu, akademik özgürlüğü, ırkçılık karşıtlığı­nı, başkalarına karşı açık olmayı ve neşeyi olumlayan, toplumsal olarak karşılığı olan bir bilgi üretme hayali bu. (İnsan Sonrası)
  • Yarının kentleri, yoğun bir sosyal ağ temelinde yaşayan öğrenme, bilgi alışverişi ve ortak biliş­sel pratik merkezleri olacaktır. Askeri limanlar ve havaalanlarının ar­dından internet limanları, üçüncü milenyum kentlerinin seyrüsefer kapıları olacaktır. (İnsan Sonrası)
  • Sanat, Deleu­ze için Yaşamın sonsuz imkanlarını düşünme, algılama ve hissetme yönlü yeni güzergahlar yaratma amacı taşıyan yoğunluklu bir pra­tiktir (Deleuze ve Guattari, 1994). Sanat bizleri bağlı olduğumuz kimliklerin sınırlarının ötesine aktararak, etrafımızı saran hayvani, bitkisel, yeryüzüne ve gezegene mahsus kuvvetlere bağlandığından, insan-olmayan anlamında zorunlu olarak insan-dışıdır. Sanat, yine rezonansı açısından kozmik ve böylelikle de yapısı itibariyle insan sonrasıdır; öyle ki bizleri, cisimleşmiş benliğimizin muktedir olabildiği veya katlanabildiği sınırlarına taşır. Sanat temsil sınırların en uç noktasına kadar esnettiğinden, bizzat yaşamın sınırlarına erer ve böylelikle ölümün ufkuyla karşı karşıya kalır. Bu açıdan sanat, sınır­lar deneyimi olarak ölümle bağlantılıdır. (İnsan Sonrası)
  • İleri kapitalizm, metalaştırma uğruna aktif bir biçimde farklar üre­ten bir eğirme tezgahıdır. “Yeni, dinamik ve müzakere edilebilir kim­likler” etiketi altında paketlenmiş, yersiz yurtsuzlaştırılmış farklar çarpanı ve tüketim malları arasında bitmez bir tercihtir. Bu mantık seçeneklerin çoğalmasını ve vampirane tüketimi tetiklemektedir. Bu seçeneklerin çoğu, füzyon adı verilen aşçılık yönteminden “dün­ya müziğine” dek kültürel “ötekilere” ilişkindir. Yeni organik yemek endüstrisine dair analizinde Jackie Stacey (Franklin vd., 2000) harfiyen, küresel ekonomiyi yediğimizi söylemektedir. Paul Gilroy (2000) ve Celia Lury (1998) bunu giydiğimizi, dinlediğimizi ve ek­ranlarımızdan günbegün izlediğimizi de anımsatmaktadır. (İnsan Sonrası)
  • Bedenleşmiş özne, kesişen kuvvetlerden (duygular) ve uzay-zaman değişkenlerinden (bağlantılar) oluşan bir sü­reçtir. Beden kavramıyla, öznelliğin çokişlevli ve karmaşık yapısına atıfta bulunuyorum. Beden, kendisini yapılandıran değişkenleri -sınıf, ırk, cinsiyet, milliyet, kültür- hem kap­sayan hem de bunların ötesine geçen, insana özgü bir ka­pasitesidir. Bu yaklaşım, toplumsal imgesel mefhumunu da etkiler. Özne-oluş süreci, bir dizi kültürel dolayım gerektirir; özne, maddi ve semiyotik koşullarla, yani kurumsal kurallar ve düzenlemelerin yanı sıra bunları sürdüren kültürel tem­sil biçimleriyle de uğraşmak zorundadır. İktidar (potestas) yasaklaması ve sınırlaması bakımından olumsuzdur. Güç (potentia) ise, güçlendirmesi ve eylemeyi mümkün kılması bakımından olumludur. Bu iki kutup arasındaki sürekli mü­zakere, politik anlamda, öznellik açısından, iktidar ve arzu terimleriyle de ifade edilebilir. Bu görüş, özneyi, hem ikti­darla hem de ona direnişle eşuzamlı olan, süreç halindeki bir terim olarak ortaya koyar. Anlatısallık burada önemli bir bağlayıcı kuvvettir, ama ben anlatısallığı, dönüşmekte ol­duğumuz öznenin mitlerinin, operasyonel kurgularının ve önemli figürasyonlarının oluşumuna katılan ve katkı sunan politik yönelimli kolektif bir süreç olarak yorumluyorum. Göstergebilim paradigması bu anlatısallık mefhumunu hak­kıyla kapsayamaz, bu mefhumun bir yeni-materyalizm içine yerleştirilmesi ve onda bedenleşmiş olması gerekir. (Kadın-Oluş)
  • Bir öznenin etik çekirdeği, kendi ah­laki niyetlerinden ziyade, eylemlerinin dünya üzerinde ya­ratacağı iktidar/güç etkileridir (baskıcı potestas/olumlayıcı potentia). Etik olarak iyi, olumlayıcı güçlenmeyi amaçlayan ilişkisellik demek olduğundan, etik ideal de, çoklu ötekilerle ilişki tarzlarına girebilme kapasitesinin artışı olarak tanım­lanacaktır. Politika, olumlayıcı oluşları edimselleştirme­nin pragmatik pratiğidir. Karşıtlık bilinci ve politik öznellik diyalektiğinin yerini, bir neşe veya olumlama etiğinin üre­tilmesi yoluyla, bu etik dürtüyü edimselleştiren asamblajlar ve süreçler alır. (Kadın-Oluş)
  • İleri kapitalizm bede­ni enerji kaynağı olarak bilgi cevherine indirgediğinden, “belli ya­şam biçimlerinin, başka bir canlılık kapasitesinin diğerleri karşısın­da daha değerli olmasını sağlayacak denklikler bulunabilir”. İçinde bulunduğumuz toplumsal sistemde sermaye değeri oluşturan şey, bizzat bilginin birikimi, kendisine içkin canlı nitelikleri ve kendini örgütleme kapasitesidir. (İnsan Sonrası)
  • 1979'da Herbert Marcuse, 1980'de Jean-Paul Sartre ve 1981'de Jacques La­can aramızdan ayrılmıştı. Hoca olarak bize daha yakın olan diğer düşünürler de vakitsiz vefat etmişti: Nicolas Poulant­zas 1979'da intihar etti, Roland Barthes 1980'de bir kazada öldü, bir süre ruhsal bunalım geçiren Louis Althusser karısı­nı boğduktan sonra akıl hastanesine kapatılmıştı. 1980'de General Tito'nun ölümünün karışık hisler uyandırdığı, Ro­nald Reagan'ın başkan seçilmesinin endişelere yol açtığı sırada, benim kuşağım yine o yıl New York'ta bir suikasta kurban giden John Lennon'un arkasından ağlıyordu. (Kadın-Oluş)
  • Hepimiz ölümle senkron hâlindeyiz, hepimiz ödünç alınmış bir zamanda yaşadığımızdan ölüm, yaşayışımızın zamanıdır. Olay ola­rak ölümün zamanı, sadece doğrusal ve bireyleşmiş Chronos değil, Aioriun kişisel-olmayan sürekli şimdisi, sürekli oluştur. Ölümün zamansallığı bizzat zamanın ta kendisidir, ki bundan zamanın toplamı­nı kastediyorum. (İnsan Sonrası)
  • Feminist teori düalist olmayan bir düşünmeye yönelir, gerek teorik gerekse politik zeminde ikilikleri reddeder. Feminist bilinç ataerkinin kopardığı bağlantıları yeniden kurar; bilgi ve haz bir haline gelir. "Arzunun, hatta harekete geçirilme­miş arzunun bile çok güçlü hissettirebileceğini öğrendim. Benim için, arzuyu öğrendiğim yer -arzunun beni enerji ve dürtüyle doldurduğu bu yer- feminizmdir.'' (Kadın-Oluş)
  • Feminist bilgi, varoluşumu­zun, özellikle de iktidara dahil oluşumuzun daha önce fark etmediğimiz yönlerini ortaya çıkaran etkileşimli bir süreç­tir. Deleuze gibi söylersek, feminist bilgi bizi "yersizyurtsuz­laştırır": Bizi, aşina, yakın, bilinir olandan uzaklaştırır ve ona dışarıdan ışık tutar. Foucault gibi söylersek de, bu bilgi bedenleşmiş kendilikten başlayan mikropolitikadır. (Kadın-Oluş)
  • Soğuk Savaş’ın zirvesinde, köpeklerin ve maymunların, geliş­mekte olan uzay keşif programlarının bir parçası olarak uzaya gönde­rildiği, ABD ve Sovyetler Birliği arasındaki rekabetin yükseldiği dö­ nemlerde George Orwell ironik bir biçimde, “Bütün hayvanlar eşit­tir, ama bazıları diğerlerinden daha eşittir,” demişti (Orwell, 1946). Belirsiz ve teknolojinin dolayımında savaşlara kapılmış üçüncü milenyumun şafağındaki dünyada, böylesi bir metaforik ihtişam epey boşa çıkıyor. İnsanmerkezcilik sonrası, daha ziyade aksini savunur: Hiçbir hayvan bir diğerine eşit değildir, çünkü hepsi eşit derecelerde metalaştırılan ve böylece de aynı ölçüde elden çıkarılabilen gezegen boyutunda değiş-tokuşların bir parçasıdır. (İnsan Sonrası)
  • “Bizzat yaratmadığımız ve yok edilmesi de bize düşme­yen karmaşık bir entelektüel mirasın mevcut neslinin vasilerinden başka bir şey değiliz.” Stefan Collini (İnsan Sonrası)
  • Michel Foucault’nun Hapishanenin Doğuşunda. (1977) iddia ettiği üzere söylem, belli anlamlara veya anlam sistemlerine bilimsel meşruiyet kazandırmak adına atfedilen siyasi geçerlilik üze­rinedir; bunlar hiçbir şekilde nötr veya verili değildir. Öyleyse bilim­sel hakikat, söylemsel geçerlilik ve iktidar ilişkileri arasında eleşti­rel, materyalist bir bağlantı kurulmaktadır. Söylem analizine böylesi bir yaklaşım, öncelikle toplumsal olarak kodlanmış cebri “farklara” ve bunları tesis eden bilimsel doğruluk, etik değerler ve temsil sis­temlerine inancı yerinden etmeyi amaçlamaktadır. (İnsan Sonrası)
  • Cinsel fark, cinselliği temel referans noktası olarak alan, öznenin pragmatik bir politik felsefesidir. (Kadın-Oluş)

Yorum Yaz