diorex

İnsan Doğasını Anlamak - Alfred Adler Kitap özeti, konusu ve incelemesi

İnsan Doğasını Anlamak kimin eseri? İnsan Doğasını Anlamak kitabının yazarı kimdir? İnsan Doğasını Anlamak konusu ve anafikri nedir? İnsan Doğasını Anlamak kitabı ne anlatıyor? İnsan Doğasını Anlamak PDF indirme linki var mı? İnsan Doğasını Anlamak kitabının yazarı Alfred Adler kimdir? İşte İnsan Doğasını Anlamak kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 21.06.2022 21:00
İnsan Doğasını Anlamak - Alfred Adler Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Alfred Adler

Çevirmen: Deniz Başkaya

Orijinal Adı: Understanding Human Nature

Yayın Evi: İlya Yayınları

İSBN: 9789756249529

Sayfa Sayısı: 310

İnsan Doğasını Anlamak Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Viyana Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni bitirdi. İlk yıllardan başlayarak hastayı çevresiyle ilişkileri içinde ele almak gerektiğini vurguladı. Bireysel Psikoloji okulunu kuran ve eksiklik duygusu terimini ilk kez ortaya atan psikiyatrdır.

Bu kitap, her kesimden insana Bireysel Psikoloji'nin temel ilkelerini tanıtmayı amaçlamaktadır. Bunun yanında sadece dünyayla ve diğer insanlarla olan ilişkilerinde değil kendi hayatlarını düzenlemekte de insanların bu ilkeleri nasıl uygulamaya geçirebileceklerini sergilemektedir.

Kitabın amacı, bireyin yanlış davranışlarının toplumsal hayatın içindeki uyumu nasıl olumsuz etkileyebileceğine dikkat çekmek ve bireye hatalarını fark etmeyi öğreterek toplumsal hayata nasıl uyum sağlayabileceğini göstermektir.

Bu kitap, insanların, insan doğasını daha iyi anlamalarını sağlamak amacına adanmıştır.

(Tanıtım Yazısından)

İnsan Doğasını Anlamak Alıntıları - Sözleri

  • Çok fazla şefkatle birlikte uygulanan eğitim, şefkatin olmadığı bir eğitim kadar sakıncalıdır. Şımartılmış bir çocuk, nefret gösterilen bir çocuk gibi, büyük zorluklar altında yetişir. Böyle bir durumda, bütün sınırların ötesinde bir şefkat arzusu ortaya çıkar; sonuçta el üstünde tutulan çocuk bir ya da daha çok bireye bağlanır ve ayrılmayı reddeder. Şefkatin değeri pek çok yanlış deneyimle öyle bir vurgulanır ki çocuk kendi sevgisinin yetişkinleri örtük bazı sorumluluklar almaya zorladığını düşünür. Bu durum çok kolay gerçekleşir: Çocuk ebeveynlerine, "Sizi sevdiğim için şunları ve şunları yapmalısınız" der.
  • Bugüne kadar okullar yalnızca çocuklara bilgiyi ham haliyle verip onların ilgisini uyarmadan sindirebilecekleri kadar bilgiyi onlara yedirmeye uğraşmışlardır. Bu okulların çoğuna okul da denemez ya!
  • Bir çocuğun bir oyuna yaklaşımı, onun oyun seçimi ve oyuna atfettiği değer onun tavrının, çevre ile ilişkisinin ve diğer insanlarla ilişkisinin göstergesidir. Düşmanca mı dostça mı bir tavrı olduğu, hükmetme eğilimi olup olmadığı oyunda belirginleşir. Bir çocuğu oyun oynarken gözleyerek onun hayata karşı tüm tavrını görebiliriz. Oyun her çocuk için müthiş bir önem taşır. Çocukların oyunlarının geleceğe yönelik bir hazırlık olduğuna dair kanıtlar ortaya çıkaran birey bir pedagoji profesörü olan ve aynı eğilimlerin hayvanlarda da var olduğunu keşfeden Gross'dur.
  • Bakış açısı ile bağlantılı olan duygularındaki farklılaşmalar çocuğu çok değişik biçimlerde yönlendirir. İyimserlik, çocuğa karşılaştığı sorunları kolayca çözebileceği konusunda güven aşılar. Bu durumda çocuk hayatın güçlüklerinin kendi gücü ile kolayca aşılabilir olduğunu düşünen bir karakterde olur. Böyle bir bireyde cesaret, açıklık, içtenlik, sorumluluk, çalışkanlık ve benzeri özelliklerin geliştiğini gözleriz. Bunun tersi karamsarlığın gelişmesidir. Sorunlarını çözme konusunda kendine güveni olmayan çocuğun amacını hayal edin! Böyle bir çocuğa dünya ne kadar da kasvetli görünecektir! Bu çocukta utangaçlığa, içedönüklüğe, güvensizliğe ve zayıf hali ile kendini korumaya çalıştığı tüm diğer karakter özellikleri ve çizgilere rastlayabiliriz. Amacı ulaşılabilirlik sınırlarının ötesinde, ancak hayat kavgasında vuku bulduğu cephenin çok çok arkasında kalacaktır.
  • Bir kız çocuğunun ruhsal hayatının gelişiminde karşılaştığı zorluklar asla gözden kaçırılmamalıdır. Her kadına mutlak bir eşitlik sağlayamadığımız sürece, o kadının hayatla, uygarlığımıza ait gerçeklerle ve toplumsal yaşamımızla tam anlamıyla barışık olması beklenemez.
  • Zekâ ve yetenek testlerinin karşılaştırılmasında, belirli konularda, örneğin matematikte erkek çocukların daha yetenekli olduğu, buna karşın kızların diğer konularda, örneğin dilde daha yetenekli oldukları ortaya çıkmıştır. Erkek çocuklar kendilerini erkeksi mesleklere hazırlamada kızlara oranla daha başarılıdırlar ama bu başarı yalnızca görüntüde daha fazladır. Eğer kızları daha yakından inceleyecek olursak kadınların daha yeteneksiz olduğunun bir masaldan ibaret olduğunu görürüz.
  • Darwin, çok önceleri zayıf hayvanların asla yalnız yaşamadıkları gerçeğine dikkat çekmiştir, insanı da bu zayıf hayvanlar arasında saymak zorundayız, çünkü o da tek başına yaşayacak kadar güçlü değildir. Doğaya karşı yalnızca küçük bir direniş gösterebiliyor. Bu gezegen üzerindeki varlığını sürdürebilmek için güçsüz bedenini birçok yapay araçla desteklemek zorunda.
  • Kabaca, rüyaların gün boyu kurulan hayallerin yinelemeleri olduğu söylenebilir. Deneyimli ruh bilimciler insanın karakterinin rüyalarından kolayca çözebileceği gerçeğine işaret etmişlerdir. (...) Rüyalarda, hayallerde olduğu gibi güvenlik amacına yönelik olarak bir organizmanın geleceğini planlamaya ve düzenlemeye yönelik bir faaliyet söz konusudur. En belirgin farklılık, hayallerin rüyalara göre daha kolay anlaşılması, rüyalarınsa çok seyrek anlamlandırılabilmeleridir. Rüyaların anlaşılmaz oluşu şaşırtıcı değildir, anlaşılmaz oluşları da bizi onların gereksiz ya da önemsiz olduğunu düşünmeye itebilir. Zorlukların üstesinden gelmeyi ve gelecekte durumunu korumayı hedefleyen bireyin iktidar arzusunun rüyalarında yankı bulduğu söylenebilir. Rüyalar bize ruhsal yaşamla ilgili sorunlara dair önemli ipuçları verir.
  • Ruhsal yaşamda tekil olguları incelemek yeterli gelmez. Tek tek olguların toplumsal yaşamla ilişkileri içinde değerlendirilmeleri gerekir. Toplu yaşamayla ilgili en önemli ve geçerli sav şudur: Bir insanın karakteri asla ahlaki bir yargıya temel oluşturmaz, karakter o insanın çevresine karşı tavrı ve içinde yaşadığı toplumla ilişkisinin bir göstergesidir.
  • Erkek genellikle egemenliğini yalnızca sahip olduğu konumunun doğal oluşunu öne sürerek değil, aynı zamanda egemenliğinin kadınların daha aşağı düzeyde olduğunu öne sürerek korur. Kadınların aşağı olduğu düşüncesi öyle yaygındır ki her ırkta buna rastlanır. Bu önyargı, erkeklerin kadının gerçek bir kaygı kaynağı olduğu anaerkilliğe karşı savaştığı döneme ait belli bir huzursuzlukla bağlantılıdır.
  • Erkek egemenliği doğal bir şey değildir. Bu egemenlik ilkel kavimler arasında dur durak bilmeyen savaşların sonucunda, erkeğin savaşçı olarak daha önemli rolü üstlendiği zaman diliminde ortaya çıkmıştır ve sonucunda erkek yeni yeni ele geçirdiği üstünlüğünü, liderliği kendine saklamak ve çıkarlarını korumak için kullanmıştır. Bu gelişmenin yanında mülk ve veraset haklarında yaşanan gelişmeler de erkek egemenliğinin temelini oluşturmuşlardır. Bunun da altında yatan erkeğin mal ve mülk edinmesi ile bunların sahibi konumunda olmasıdır.
  • Kadın; çoğu zaman, İncil'deki ilk günahın ya da Hemeros'un İlyada'sında olduğu gibi tüm kötülüklerin kaynağı olarak görülmüştür. Helen'in öyküsü tek bir kadının nasıl olup da halkları felakete götürebileceğini sergilemiştir. Her çağda efsaneler ve peri masalları kadınların ahlaki düşüklüğüne, kötülüğüne, güvenilmezliğine, ihanete yatkın oluşuna ve kaypaklığına işaret ederler. Hatta "kadının yarım akıllılığı" adli vakalarda bir savunma olarak öne sürülmüştür. Bu önyargılara bağlı olarak kadının yapabilecekleri, çalışması ve yetenekleri hor görülmüştür. Tüm yazınlarda ve tüm halklarda söz sanatları, anektotlar, mottolar ve fıkralar kadını alçaltan eleştirilerle doludur. Kadının kinciliği, çıtkırıldımlığı, aptallığı ve benzeri özellikleri kınanır. Kadınların aşağılığını kanıtlamak için bazen alışılagelmedik derecede sert ifadelere rastlanır. Strindberk, Moebius, Schopenhauer ve Weininger bunu savlamışlardır ve çok sayıda kadının bu sav karşısında geri çekilmesi de kadınların aşağılığına dair inancı güçlendirmiştir. Bu kadınlar boyun eğen kadın rolünü en iyi biçimde üstlenmişlerdir. Kadının ve kadın emeğinin küçümsenmesi, kadının erkekle aynı işi yapmasına karşın daha az ücret alması ile perçinlenmiştir.
  • Her çocuk yetişkinlerin içinde büyümek zorunda olduğundan kendini zayıf, küçük ve yalnız yaşamaktan aciz olarak kabul etmeye yatkındır; kendinin yerine getirebileceği düşünülen basit görevleri bile hatalı ya da beceriksizce yapmaktan korkar. Eğitimle ilgili birçok hatamız bu noktada ortaya çıkar. Çocuğun yapabileceğinden fazlasını istemekle kendi kafasındaki acizlik düşüncesini yüzüne vurmuş oluruz. Bazı çocuklara küçüklükleri ve acizlikleri bilinçli bir biçimde bile hissettirilir. Bazı çocuklar oyuncaklar ya da hareketli bebekler olarak görülür, bazılarıysa yine üstüne titrenmesi gereken pahalı eşyalar gibi. Kimilerine de işe yaramaz bir yük oldukları hissettirilir. Ebeveynlerin ve yetişkinlerin tavırlarının bileşkesi çocuğu elinde iki güç olduğuna inandırır; büyüklerinin memnuniyeti ve memnuniyetsizliği. Ebeveynlerin neden olduğu aşağılık duygusu uygarlığımıza özgü bazı niteliklerle birlikte daha da büyüyebilir. Çocukları ciddiye almamak bu tip bir özelliktir. Çocuk hiçbir hakka sahip olmayan kimliksiz biri olduğunu, göz önünde olması ancak sesinin duyulmaması gerektiğini düşünür, uslu ve sessiz olmasi gerektiği izlenimine kapılır.
  • Erkek egemenliği doğal bir şey değildir.

İnsan Doğasını Anlamak İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Kitap bireysel psikolojinin kurucusu Alfred Adler tarafından yazılan, ismine hakkını veren, her okuyan kişinin mutlaka kendinden birşeyler bulacağı müthiş bir psikoloji eseri.. Tespitleri tek tek not alacağınız bir insan bilimi kitabı, ayrıca Freudun öğrencisi olan Adler; Freud kadar dolambaçlı bir dil kullanmak yerine daha yalın bir dili tercih ediyor. Halk deyişiyle okumalık kitabın dışında çoğu izlenimi gözlemi bulacağınız bir kitap herhangi bir sayfasını açıp düşüneceğiniz ve kendinizce katılabileceğiniz düşüncelere yönlendiren bir kitaptır. Psikojiye ilgisi olanların okumasını seve seve tavsiye edebileceğim bir kitap ve yazar. Ayrıca çocukluk döneminin altını sıkça çizerek güzel noktalara temas etmesi, çocuk yetiştirmenin ne kadar zor bir zanaat olduğunu dile getiriyor. Bu bilgiler ışığında ek olarak anlattığı vakalarla da okuyucunun hafızasında güzel yer ediniyor böylelikle. İyi okumalar sevgili 1k ailesi.. (İlhan avcı)

Kitap bir çok psikoloji-felsefe tarzda yazılan kitaplara göre gayet akıcı ve anlaşılır bir dil ile yazılmış. Eğer çok fazla bilginiz yoksa psikoloji alanında okunabilecek rahat bir kitap olduğunu düşünüyorum.Başlangıç için uygun bir kitap. Fazlaca örnekler mevcut içerisinde bu da daha net anlaşılmasını sağlıyor. Kitap daha çok çocukluk döneminin insan üzerinde nasıl etkiler bıraktığını ne kadar kalıcı izler meydana getirdiğini gösteriyor. İyi okumalar... (Aleyna Divarcioğlu)

Bu kitabı okumalısın! Neden mi? Çünkü neden olmasın!?: İnsanoğlu var olduğundan beri kendine "kim?" olduğunu soruyor ve gerçekliğin ne olduğunu aramaya uğraşıyor. Takdir edilir ki mutlak bir gerçeğe hiçbir zaman ulaşamamıştır. Adına "insan" dediğimiz kendimizi ne kadar anlayabiliriz, bunu hiçbir zaman tamamen bilemeyiz, çünkü dünya yedi buçuk milyar insan ve bir o kadar da kişilik barındırıyor. Fakat psikoloji her gerçeği olmasa da kendimiz adına bir çok gerçeğe ulaşmamızı sağlayabiliyor. Peki insan nedir? Buna yüz binlerce insan milyonlarca farklı cevap verebilir. Kimine göre "düşünen hayvan" kimine göre "dayak atan hayvan" kimine göre "öğrenen hayvan" kimine göre de "her şeye alışan hayvan"dır. Hayvan olduğumuz konusunda hepsi hemfikir gibi duruyor ama sıfat konusunda bir farklılık söz konusu :)) Bana göre insan, kafatasının içinde bulunan ve düşünmeye yarayan yaklaşık bir buçuk kilo ağırlığındaki organın hakkını vermesi gereken bir canlıdır. Varsa sizin de insanın ne olduğuna dair fikriniz yorumlarda belirtebilirsiniz.  (YouTube'a girmeyeceğim korkmayın!) İnsan doğasını anlamak elbette en başta insanın ne olduğunu anlamaktan geçer insanın ne olduğunu anlamak için de psikoloji bilimine ihtiyacımız vardır ve psikolojiyi felsefeden ayırmak kanımca çok zordur. İnsan doğasını neden anlamalıyız? Bunu anlamak ne işimize yarayacak? Toplumsal bir varlık olduğumuzun bir çoğumuz farkındayız. Malesef ki hepimiz diyemiyorum, çünkü bunun gerçek anlamda bilincinde olmayan sadece iç güdüsel bir itkiyle davranan insanlar da az değil. Bir toplumun sağlıklı bir topluluk olarak kalabilmesi için her bir birey olarak önce kendimizi sonra çevremizdeki insanları anlamlandırmamız gerekir. Bahsettiğimiz anlamlandırma illa psikolojik olarak herkesi tanımlayabileceğimiz bir anlam değildir elbette temelde olması gereken birkaç bilgi sadece. Adler de kitabında "insan doğası bilimini ele alırken çok cüretkar ve gururlu davranmamak gerek"tiğini alçak gönüllü ve çözüm odaklı yaklaşılmasını yine bunun çok zor bir şey olduğunu "insanlar için en zor iş kendilerini tanımak ve kendini değiştirmektir" ifadesi ile belirtmiş. Kitabı çok fazla çok çok fazla sevdiğimi belirtmeliyim. Adler kendisini okunmaya devam etmem gerektiğini düşündürdü açıkçası. Açık yüreklilikle söyleyebilirim ki insanı merak eden ve bu kitabı okumayan kişi, birçok şeyi kaybedecektir:))) kaybetmekten hoşlanmayanlara tavsiyemdir. İki bölümden oluşuyor. Birincisinde insan davranışlarını ele almış, ikincisindeyse karakter bilmini. İki bölümde gerçekten çok doyurucu özellikle verilen örnekler akılda kalıcı. En başından sonuna kadar belki bazı yerlerde kendinizi bulacaksınız ve bu davranışı bende gösteriyorum diyeceksiniz ya da çevrenizdeki insanların neden "öyle" davrandığını anlamış olacaksınız.  "ya hu bu insanlarla ne kadar da çok karşılaşıyoruz" diyebileceğiniz örneklerle dolu.  Özellikle öğrendiğim şey şuydu "kibir"i sadece belirli insanlarda var bilirdim. Ama birçok davranışın kibirden çıktığını ve hepimizde  istisnasız her insanda kendi istediğimiz kadar bulunduğunu gördüm ve buna biraz şaşırdım. Neden mi? Çünkü kibrim kibirli olduğumu kabul etmiyordu =∆ Bu kitabı okuyunca mükemmel zannettiğimiz insanların aslında ne kadar basit olduklarını görmüş olacaksınız. Ne kadar kolay anlaşılabilir olduklarını, ufak bir hareketle kendilerini ya da kendimizi nasıl ele verdiğimizi göreceksiniz. Aslında kitap hakkında söylenecek ve yazılacak çok fazla şey var. Ama ben incelemelerimi fazla uzun tutmayı sevmiyorum ki zaten pek okunmuyor. Hem okunup okunmamasıyla ilgilenmiyorum, beğeni alsın, egom tatmin olsun diye paylaşıyorum, asla "kendim için inceliyor..." değilim! =∆ birileri okuyup faydalanırsa ne iyi! çünkü ben okuduğum kitabı elime alıp sayfalarını karıştırdığım da birkaç cümle ile aklıma ne hissettiğim daha önce okuduğum da aklıma nelerin geldiğini görebiliyorum. ÷| Son olarak, kendini arayan siz mübarek insanlara güzel bir türkü bırakıyorum:  https://youtu.be/ikWy3Nhn3cs Göz nurunuzdan ayırıp okuduğunuz için teşekkür ederim. Huzur dolu okumalar =∆ (Kevser S.)

İnsan Doğasını Anlamak PDF indirme linki var mı?

Alfred Adler - İnsan Doğasını Anlamak kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de İnsan Doğasını Anlamak PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Alfred Adler Kimdir?

Alfred Adler (d. 7 Şubat 1870 - ö. 28 Mayıs 1937) Bireysel Psikoloji ekolünün kurucusu, Avusturyalı psikiyatrist. Derinlik psikolojisinin üç büyük kurucusundan biridir. (diğerleri: Freud, Jung)

Avusturya Penzing'de doğdu ve Viyana'da büyüdü. Viyana Üniversitesi Tıp Okulunda doktorluk eğitimi aldı ve 1895'te mezun oldu. Pratisyen hekim olarak çalıştığı ilk doktorluk yıllarından başlayarak hastayı çevresiyle ilişkileri içerisinde ele almak gerektiğini vurguladı ve bireyle ilgili sorunlara yönelik insancıl, bütünselci ve organik bir yaklaşım geliştirdi. Bedensel düzensizliklerle ilişkili olarak psikoloji ile ilgilenmeye başladı. 1902'de Sigmund Freud ile tanıştı, öğrencisi oldu ve birlikte Adler'in başkanlığında Viyana Psikanaliz Topluluğu'nu kurdular. Bir süre sonra Freud ile fikir ayrılıkları ortaya çıktı. Adler'in Organların Yetersizliği kitabından sonra tamamen uzlaşılmaz bir hale geldi ve 1911'de, Adler, izleyicileriyle beraber Freud'u açıkca eleştirerek bireysel psikolojiyi geliştirmeye başladı.

Hans Vaihinger'in ruhsal inşa fikirlerinden etkilendi ve erkek egemen toplumda doğal bir sonuç olarak "Erkeksi Başkaldırı" ile organik aşağılık ve telafiteorisini geliştirdi (bkz. Aşağılık kompleksi). Adler, Freud'un teorileri ile karşı görüşe geldi, fikir ayrılığı 1911'deki Weimar Psikanaliz Kongresi'nde aleni oldu. Adler, Freud'un inandığı seks içgüdüsünün baskınlığı ve ego dürtüsünün libidinal(?) olup olmadığı ile çekişiyordu, Freud'un bilinç altına atma üzerine fikirlerini de eleştirmişti. Adler bilinç altına atma teorisinin, erkeksi başkaldırının aşırı telafisi ve aşağılık hislerinden türetilmiş sinirsel bir durum olan ego -savunma eğilimleri- konsepti ile değiştirilmesi gerektiğine inanıyordu, Oedipal Kompleksleri önemsizdi. Adler Viyana Topluluğundan ayrıldı ve1912'de Bireysel Psikoloji Topluluğu adını alan, Özgür Analitik Araştırmalar Topluluğu'nu kurdu.

1912'de ana fikirlerini tanımladığı Über den Nervösen Charakter kitabını yazdı. Kişinin bilinçsiz öz ereğinin temel amaçlarının baskıladığı ayrı aşamaların aşağılık hislerini üstünlüğe (veya bilakis yeterliliğe) dönüştürdüğü ifade ederek insan kişiliğinin erek bilimsel açıklanabileceğini iddia etti. Adler'e göre öz erek arzularına, toplumsal ve etnik gereksinimler karşı koyar, düzeltici etkenler umursanmaz ve kişi aşırı telafi ederse aşağılık kompleksi oluşabilir, kişi benmerkezci, güç düşkünü ve saldırgan veya daha kötüsü olabilirdi. Üstünlük çabası ve anne baba baskısı önemli.

I. Dünya Savaşı ile çalışmaları durdu, bu sırada Avusturya Ordusunda doktorluk görevi yaptı. Savaş sonrası 1930'lara olan etkisi adamakıllı arttı, 1921'den itibaren bir takım çocuk rehberliği kliniklerikurdu ve Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri'nde sık sık okutman, 1927'de Kolombiya Üniversitesi'nde misafir profesör oldu. Tedavi edici yöntemlerinde sosyal ilgiyi cesaretlendirip ve ödüllendirip fakat şımartma ve ihmalden kaçınarak sorunları çocukta önceden tutup, yetişkin ruha yoğunlaşmaktan kaçındı. Yetişkinlerde tedavi, suçlama veya üstünlük taslama tutumlarının tedavi edilen kimse tarafından dışarıda bırakılmasına dayanmaktaydı, kişisel davranışın farkına varılmasının artışı ile karşı koymanın azaldığını ve reddetmenin terse döndüğünü ifade etti. Yaygın tedavi araçları mizah kullanımı, tarihi anları ve mantığa aykırı emirleri içermekteydi. Adler'in popüleritesi görece optivizmi ve fikirlerinin Freud ve Jung'unkilerle karşılaştırıldığında anlaşılabilir olması ile ilişkiliydi. Adler sıklıkla, Kişinin davranış şablonu analizi, toplumla ilişkili, işi ilişkili ve cinsiyeti ile ilişkilidir, savını vurgulamıştı.

1934'te Avusturya Hükümeti, Yahudi olduğu için Adler'in kliniklerinin çoğunu kapattı. Adler 1935'te Long Island Tıp Kolej'ine Profesör olarak Avusturya'dan ayrıldı. 28 Mayıs 1937'de, İskoçya'nın üniversite kenti Aberdeen'de, yolda giderken ansızın yere yığılıp kalmış, hemen sonrasında da kalp sektesine uğrayarak yaşama gözlerini yummuştur.

Kişilik Gelişiminde Anne ve Baba Etkisi

Adler, çocuğun ileriki yıllarında kişilik sorunu yaşamasına neden olacak iki tür anne baba davranışı belirlemiştir. Bunlardan birincisi çocuklarına özen gösteren ve aşırı koruma sağlayan, sonuç olarak çocukta şımarma tehlikesi yaratan anne baba davranışıdır. Adler'e göre böyle bir anne baba tutumu yanlıştır. Bunun yerine çocuklar hata yapsalar bile kendi sorunlarını çözmelerine ve bazı kararları kendilerinin almalarına izin vermek uzun vadede onların iyiliğine olacaktır.

Alfred Adler Kitapları - Eserleri

  • İnsanı Tanıma Sanatı
  • Yaşama Sanatı
  • Yaşamın Anlam ve Amacı
  • İnsan Doğasını Anlamak
  • İnsan Tabiatını Tanıma
  • Yaşam Bilgisi
  • Ne İçin Yaşıyoruz
  • Bireysel Psikoloji
  • Yaşamla İlgili Sorunlar
  • İnsan Psikolojisi
  • Güç Eğitilebilir Çocuklar
  • Çocukta Yaşamsal Sorunlar
  • Nevroz Sorunları
  • Sorunlu Okul Çocuğu
  • Modern Psikoloji
  • Çocuk Eğitimi
  • İnsan Doğası
  • Psikolojik Aktivite
  • Eşcinsellik Üzerine
  • Çocuk Eğitimi
  • Genç Kız Psikolojisi ve Cinselliği
  • Yaşama Sanatı
  • Bir Yaşamöyküsünü Okuma Sanatı
  • Cinsiyetler Arasında İşbirliği
  • Eğitimi Zor Çocukların Psikolojisi
  • Kişilik Bozuklukları ve Toplumsal Bütünleşme
  • Sosyal İlgi
  • İnsan Cinsiyeti
  • İnsan Çaresizliği
  • Agresif Karakterler
  • İnsan Hafızası

Alfred Adler Alıntıları - Sözleri

  • Sevmek bizi yumuşatır çaresiz, bir başkasına duyacağımız sevgi dolu yakınlık bizi acı dolu ruhsal karmaşalara sürüklenmeye yatkın duruma sokar. (Yaşamın Anlam ve Amacı)
  • Çocuğun yaşamında amaç yönünde seyretmeyen hiçbir devinim yoktur. (Çocuk Eğitimi)
  • İnsanın kaderi ruhunda saklıdır. (İnsan Tabiatını Tanıma)
  • Eğitimde ana amaç, çocukta da toplum idealine varma eğilimini uyandırmaktır. (Güç Eğitilebilir Çocuklar)
  • hayat kötü bir öğretmendir insan için, çünkü hoşgörü nedir bilmez, bizi önceden uyarmaz, bize doğru yolu göstermez, elinin tersiyle geriye iter bizi ve sınıfta bırakır (İnsanı Tanıma Sanatı)
  • İnsan ruhunu anlamanın en iyi yolu insanın onun tutkularını kendi başına yaşamasıdır. (İnsan Doğası)
  • Sert annelerce baskı altında tutulan oğlanlar, ilerde kadınlara yer vermeyen yaşam idealleri kurarlar. (Yaşama Sanatı)
  • "Aşağılık kompleksinin nedenlerini araştırdık mı bunun doğumsal nitelik taşıdığı görüşüyle sık sık karşılaşırız. Ne denli cesur sayılırsa sayılsın her çocuğun bazen korkuya kapılması , böyle bir görüşün yanlışlığını ortaya koyar. Anne ve babası korkak çocuğun kendisi de belki korkak olacaktır ; ancak bunun nedeni , korkaklığı çocuğun kalıtım yoluyla anne ve babasından devralması değil , korkunun kol gezdiği bir çevrede büyümüş olmasıdır. Evdeki atmosferle anne ve babanın karakter özelikleri , çocuğun gelişimi için son derece önemlidir." (Çocuk Eğitimi)
  • Kendi hırslarını, gururlarını tatmin etmek imkanını bulamayan insanlar genellikle başkalarının hayatlarını engellemeye çalışırlar. (Modern Psikoloji)
  • Kızların birbirleriyle konuşma ihtiyacı fazladır. Bunun nedeni, kızların yaşamları boyunca, gerek evde gerekse okulda istedikleri zaman rahat bir şekilde konuşamamaları, daima susma zorunluluğu duymuş olmalarıdır. (Genç Kız Psikolojisi ve Cinselliği)
  • Gerçekler değil, bizim onları nasıl algıladığımız önemlidir. (Güç Eğitilebilir Çocuklar)
  • Çocuk, toplumun ilk üyesi olarak annesini görür karşısında, ancak annesinin aracılığıyla toplumun öbür üyelerine ilgi duymaya başlar. Bu ilk yaşantı, çocuk için hayli önemlidir; dolayısıyla çocukla anne arasındaki ilişkinin niteliği çok büyük önem taşır. (Sorunlu Okul Çocuğu)
  • Bunu, zihnimizde bazı resimler oluşturarak elde ederiz. O resimlere bağlı bazı duygular bizi kuvvetle etkiler ve belirli bir yöne doğru iter. (Psikolojik Aktivite)
  • Sağır ve dilsiz bir karı kocanın bir oğlu vardı, iyi konuşur ve kulakları iyi işitirdi. Bir yeri incindi mi ağlar ama bunu ses çıkarmadan yapardı. Yaşlar yüzünden aşağı yuvarlanır ama gık demezdi. Bize göre anlaşılmayacak bir yanı yoktu bunun, çünkü çıkaracağı sesin anne ve babasının üzerinde herhangi bir etki yapmayacağını bilmekteydi. Her şeyde çevrenin damgasıyla karşılaştığımızı görüyorsunuz. (Sorunlu Okul Çocuğu)
  • “Ergenliği gerektiği gibi yaşayamayan, başka bir deyişle, ergenlikle ilgili problemleri gerektiği gibi çözemeyen genç kız yetişkinlikte çocukluğunu devam ettirir.” (Genç Kız Psikolojisi ve Cinselliği)
  • Buluğ döneminde kendini açığa vuran belirtiler, çocukta daha önceden varolan şeylerdir yalnız. (Sorunlu Okul Çocuğu)
  • Belirtiler bir yığın çöptür . Sinirce hastası bunları, arkasına saklamak için yığar. Hayali üstünlük, şımartıldığı günlerden kaynaklanmaktadır. Kendini bundan kurtaramaz. Başkalarına karşı kullandığı güç, onların kendisine bakma­sını, kendisiyle ilgilenmesini sağlamak içindir. Bunun da kökü, hayali üstünlüğün bir kavram olarak oluşmadığı zaman­lara dayanmaktadır. Bu nedenle bu konuda bol bol konuş­malıyız ki, durum mantık yoluyla anlaşılabilsin. Hastayı günahlarının arasına sokabilirsiniz. Ona, «Dün­ya paylaşılırken sen neredeydin? diye sorduğunuz za­man, size o önündeki çöp yığınını gösterecek, başarı kazan­masına onların engel olduğunu söyleyecektir . Biz onun ne yapmakta olduğunu açıkça görebilmekteyiz ama, o yine bilmeyerek büyük bir çalışkanlıkla engelleri üstüste yığmak­tadır. Pişkin bir suçlu gibi kendini temize çıkaracak tanık­lar aramaktadır. Ama sinirceli hastayla kriminal tipi bir­ birine karıştırmak benden uzak olsun. Sinircelinin bulduğu tanıklar aşağıdaki gibi olacaktır: «Uyuyamıyorum - bir uyu­yabilsem, en büyük ben olurdum.» «Bütün gün durmadan ellerimi yıkamak zorundayım. «Bu yüzden büyük bir amaca ulaşamıyorum.» O bir noktaya bakarken, biz başka bir nok­taya bakmalıyız. O engellere bakıyordur. Biz ise, onun ha­yali üstünlüğünü nasıl korumaya çalıştığına, ihti r ası n ı nasıl kurtarmaya çalıştığına bakmalıyız. Dipnot: Adler'in pek sık kullandığı bu söz, Schlller'ln «Die Tel l unı r der Erde» adlı şiirinden alınmadır. Tanrı dünyayı insan­ oğluna sunar ve herkes payını alır _ köylü de, soylu da, din adamı da, tüccar da, kral da. Paylaşma bittikten son­ra şair çıkagelir ve geriye hiçbirr şey kalmadığını görür. Tanrı ona, Dünya paylaşılırken sen neredeydin?> diye sorar, şair de, Senin yanındaydım,> der. Gözüm sende, kulağım senin cennetinln ahenglndeydl. Senln ışığınla gö­zü kamaştığı için dünyayı göremeyen kulunu affet.> O za­man Tanrı ona şöyle der, Ne yapalım? Dünyayı verdim gittl. Ama sen de istediğin zaman benimle cennette kala­bilirsin.> (Kişilik Bozuklukları ve Toplumsal Bütünleşme)
  • Acısını kişisel gururunun incinmesine tercih eder. (İnsan Psikolojisi)
  • Genellikle hiçbir çocuk yoktur ki, gerek gözleri ve kulakları, gerek devinim organlarıyla yaşam karşısına çıkarak, edineceği izlenim ve ele geçireceği olanaklardan kendi dünya görüşünü kurmaya çalışmasın. Dolayısıyla, bir insanı anlamak istiyorsak, onun yaşamla ilişkisini en çok hangi organa dayanarak kurduğunu bilmemiz gerekir. Çünkü ilişkilerin tümü önem taşır bu konuda ve dünya görüşünün oluşumunda, dolayısıyla çocuğun ilerideki gelişiminde rol oynar. (İnsanı Tanıma Sanatı)
  • Transandantalizm, türkçede “deneyüstücülük” anlamına gelen, 19 yüzyılın başlarında Ralph Waldo Emerson öncülüğünde başlayan Amerikan edebi, politik ve felsefe akımıdır. Transandantalizme göre kadın ve erkek eşittir. Dünyada en önemli şey bireyin kendisidir. Transandantal akım, o dönemin düşünce akımına ve insanlarının Tanrı’ya olan körü körüne bağlılığına tepki sonucu ortaya çıkmış ve insanın doğaya yönelmesini anlatan bir düşünce akımıdır. Transandantalistler’e göre “doğa” her şeyden üstündür. İnsan eğer tam anlamıyla doğa ile birlikte hareket ederse inancın, tanrının ya da gerçek kabul ettiği ne var ise onun üstüne çıkabilceğini savunmaktadırlar. Transandantalizm der ki; Şu ana kadar kabul ettiğimiz hiç bir gerçek, gerçek değildir. William Blake bu durumu bir şiirinde şöyle açıklamaktadır; Şöyle demektedir; Dünya’yı bir kum tanesinde, Ve bir cennet yaban çiçeğinde görmek, tutmak sonsuzluğu avucunun içinde, Ve bir saat içindeki sonsuzluğu.. Transandantalizm’in Doğuş Süreci Akımın kurucusu olan Emerson, 1834 yılında Boston’a yakın olan Concord körfez bölgesinde arkadaşına ait bir kulübede doğa ile baş başa kalması ile başlamıştır. Concord, tamamen orman ile çevrili huzur dolu bir kasabaydı. Concord bölgesinin bazı özel durumları vardır. Concord körfez sömürgesindeki denizden uzak bir yerleşkeydi. Concord, Amerikan Devrimi’nin ilk muharebesinin olduğu yerdir. Burası Amerikan materyalizmine hem kültürel hem de manevi bir seçenek öneren ilk yerdir. Transandantal Kulübü 1836’da ciddiyetsiz bir şekilde kuruldu ve değişik zamanlarda Emerson, Thoreau, Fuller, Channing, Bronson Alcott, bir papaz olan Orestes Browson, Theodore Parker (kölelik karşıtı ve papaz) ve diğer bazı üyeleri vardı. Sonrasında yayın hayatı 40 yıl süren The Dial dergisini yayımladır. Edebiyat ile ilgili çalışmalarının yanı sıra Reform ile ilgili de çalışma yapmaktaydılar. Transandantalislerin belli bir kısmı kölelik karşıtıydı ve Brook Çiftliği ya da Fruitlands gibi deneysel ütüpyacı topluluklarını da katıldılar. Transandantalislerin en önemli yanlarından bir tanesi de diğer grupların aksine manifesto çıkarmadılar. Bireyin özgün bakış açısı ve bireysel farklıların üstüne düştüler. Kendilerini çoğu zaman toplumun ve alışılmış kalıpların dışında yalnız kaşifler olarak gördüler. Transandantalizm sayesinde Amerikan edebiyatı günümüzde çok özel eserlere sahiptir. Amerikan kahramanı – Herman Melville’in Kaptan Ahab’ı, ya da Mark Twain’in Huck Finn’i, ya da Edgar Allen Poe’nun Arthur Gordon Pym’i gibi. Ralph Waldo Emerson (1803-1882) Transandantalism akımının kurucu babası olarak da nitelendirilen Emerson, dini duygulara fazlası ile sahip bir papazdı. Döneminde Hristiyanlığı çarpıtmak gibi bazı şeyler ile suçlansada kendini şu cümle ile savunmuştur” İyi bir papaz olmak için kliseyi bırakmak gerekir”. Mezun olduğu Harvard İlahiyat Okulun’da 1838 yılında yaptığı bir konuşmada Emerson şöyle bir cümle kurmuştur “ Klise adeta Tanrı ölmüş gibi davranmaktadır”. Emerson “Romantik” akımının sağlam bir üyesiydi ve bu yüzden entellektüel bir sistem kurmaktan bilinçli olarak kaçınmıştır. (Psikolojik Aktivite)

Yorum Yaz