İki Şehrin Hikâyesi - Charles Dickens Kitap özeti, konusu ve incelemesi
İki Şehrin Hikâyesi kimin eseri? İki Şehrin Hikâyesi kitabının yazarı kimdir? İki Şehrin Hikâyesi konusu ve anafikri nedir? İki Şehrin Hikâyesi kitabı ne anlatıyor? İki Şehrin Hikâyesi kitabının yazarı Charles Dickens kimdir? İşte İki Şehrin Hikâyesi kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Charles Dickens
Çevirmen: Meram Arvas
Orijinal Adı: A Tale of Two Cities
Yayın Evi: Can Yayınları
İSBN: 9789750738869
Sayfa Sayısı: 464
İki Şehrin Hikâyesi Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Dünya edebiyatının en önemli yapıtlarından olan İki Şehrin Hikâyesi, Paris ve Londra arasında gelişen olay kurgusuyla, tarihin en hareketli anlarından birinin, Fransız Devrimi’nin ekseni etrafında biçimlenir. Edebiyat dünyasının “Dickens’ın en büyük tarihî romanı”, yazarın kendisinin ise “yazdığım en iyi hikâye” diye tanımladıkları yapıt, Fransız Devrimi’nin Terör döneminde, Paris’in öfkeli, kana bulanmış sokaklarında, giyotinin gölgesinde yaşamak zorunda kalan bir grup insanın hayatına odaklanır.
On sekiz yıl yattığı Bastille Hapishanesi’nden çıkan Doktor Manette’ le, İngiltere’ye gönderdiği kızının Londra’da sürdürdükleri yaşamları, yollarının tekrar Paris’e düşmesiyle iradeleri dışında bir seyir kazanır. Sürükleyici gerilimi, güçlü lirizmiyle devrimi, toplumsal mücadeleyi, zalimliği, yoksulluğu ve aşkı çağının nabzını da tutarak olanca ihtişamıyla anlatan İki Şehrin Hikâyesi, bu nitelikleriyle hem klasik edebiyatın zirvelerinden hem de tarihin en güçlü hikâyelerinden biridir.
İki Şehrin Hikâyesi Alıntıları - Sözleri
- Genç yaşta ölmüş biri gibiyim ben. Hayatım boyunca böyleydi.
- Genç yaşta ölmüş biri gibiyim ben. Hayatım boyunca böyleydi.
- "Sözün kısası duygularım yoktur; yalnızca bir makineyim ben."
- "Eğer bu dünyada sevgi denen bir şey varsa, ben onu seviyorum."
- hem akıl çağıydı, hem aptallık...
- "Anladım tamam. Fazla mı yaşlıyım?"
- "Eğer bu dünyada sevgi denen bir şey varsa, ben onu seviyorum."
- ''Ne çok insan ve ne büyük ıssızlık!''
- Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı hem aptallık, hem inanç devriydi hem de kuşku, aydınlık mevsimiydi, karanlık mevsimiydi, hem umut baharı hem de umutsuzluk kışıydı, hem her şeyimiz vardı hem hiçbir şeyimiz yoktu.
- Yorgunum, yorgunum, çok yorgun –bu acılar bitirdi beni.
- Beni getirdiğinizde kendimi güçsüz ve halsiz hissediyordum ve şimdi çıkarken çok daha halsizim.
- Hayatımızı boşa harcadığımızda hiçbir değeri olmaz, oysa bu çabaya değer hayat.
İki Şehrin Hikâyesi İncelemesi - Şahsi Yorumlar
İki Şehrin Hikayesi - Charles DICKENS: Ve, bitti... Bu kadar kısa zaman diliminde içinden çıkamam sanıyordum ama uzun süre içimden çıkmayacak bir eser oldu İki Şehrin Hikayesi... Bir arkadaşın tavsiye ve hediyesi üzerine başlamıştım esere. İtiraf etmek gerekirse ilk iki yüz sayfada esere girmekte oldukça zorlandım. Ama sayfalar ilerledikçe kitap beni kendisine çekti ve son üç yüz sayfayı 24 saat içinde bitirdim diyebilirim. Neler yok ki eserde? İsminden başlamak gerekirse, iki şehir: Paris ve Londra. Fransız Devrimi yılları... Hatta yılları deyip geçiştirmek olmaz, bildiğiniz devrim zemini üzerine yazılmış bir eser. O dönemin olayları, devrimin gerekçeleri, halkın ve yönetenlerin yaşayış biçimleri, çimen yemek durumunda kalan ve hiçe sayılan hayatlar, tüm bu olumsuzluklar üzerine yeşeren aşklar... Eserin başlangıcı dahi bize birçok şeyi veriyor aslında: "Gelmiş geçmiş en iyi günlerdi, gelmiş geçmiş en kötü günlerdi; hem bilgelik çağıydı hem ahmaklık; hem inancın devriydi hem şüpheciliğin; hem Aydınlık hem Karanlık bir mevsimdi; umudun baharı, umutsuzluğun kışıydı; hem her şeyimiz vardı hem hiçbir şeyimiz yoktu..." (s. 3) Gerçek hayatın üzerine yazılmış bir eser. Adaletin olmadığı yerde hiçbir şeyin olamayacağının edebi bir göstergesi. Birkaç dakikada yargılanıp suçlu bulunan ve giyotine mahkum edilen insanlar... O kadar tanıdık geldi ki... Stalin döneminde 15 dakikada yargılanan ve ölüme mahkum edilen hatta öldürülecekleri kurşunun parasının ailelerinden alındığı insanlar geldi aklıma... Çoğu neden öldürüldüğünün farkında dahi değil. Giyotinle yapılan ölümler ve buna alkış tutan insanlar... Dönemin ne denli zor bir dönem olduğunun, nefret ve intikamın ne düzeye geldiğinin göstergesi kavramlar: milli tıraş. Kadınların ve çocukların da aynı şekilde ölümünün normal karşılanması... Spoiler olacak, bundan sonrası için yazıya devam etmeyebilirsiniz. Bu ölümler içinde beni en çok sarsan Sydney Carton'ın ölümü oldu. Bile isteye, göre göre ölüme gitmek... Daha büyük bir fedakarlık olamazdı diye düşünüyorum. En çok orada sarıldım: "Bu, hayatımda şimdiye kadar yaptığım en ama en güzel şey ve şimdi hayatımda hiç tatmadığım kadar büyük bir huzurla istirahat etmeye gidiyorum." (s. 494) Dönemin birçok özelliğine dair bilgi sahibi olabiliyor okur eseri okurken. Bunlardan biri de kadına bakış açısı... Ah şu kadınlarımız, tarihin her döneminde dünyanın her coğrafyasında en çok onlar çekmiş. Ettiği duanın bile yük olarak görüldüğü, çocuğunun hiç pahasına öldüğü, sevdiğinin ardından gözyaşı dökmenin suç hükmünde olduğu bir yaşantı sürmüşler. Eseri okuduktan sonra en çok içinde geçen şu cümleye hak veriyorsunuz: "Şahsen hayattaki en büyük arzum bu dünyaya ait olduğumu tamamen unutmak." (s. 106) Eserde yabancı görülebilecek kavramlar, başka yazar, eser ve olaylara yapılan göndermeler dipnotlar ile açıklanmış. Bunun oldukça gerekli ve isabetli olduğunu düşünüyorum. Tarihi bir zemin üzerinde Doktor Manette, kızı Lucie ve Darney'in hikayesinin Fransız Devrimi eşliğinde ele alındığı, dünyanın en çok okunan, hatırlı sayıda yarım bırakılan ama oldukça başarılı olduğunu düşündüğüm bir eser. Hatta okuma sürecimde beni takip eden birçok okurun bu eseri ya okumaya başladığını ya da okuma listesine aldığını gördüm. Bu da beni oldukça mutlu etti. Keyifle okunması temennisiyle... (Mikail Balcı)
Büyük Bir Çarpışmanın Arasında Bir Hikaye: Eser, tarihi bir roman niteliğini taşıdığı ve konusunu Fransız Devrimi’ nden aldığı için öncelikle Fransız Devrimini özetlemek eserde anlatılan konuyu anlamak için daha faydalı olacaktır. Not: İncelememde elimden geldiğince eser de geçen hikayenin gerçek olaylar ile bağlantısında açıklayacağım. Fransız Devrimi 1700 yılların sonlarına gelindiğinde, Fransa pek de iyi bir konumda değildi. Dış borçlanma ve kaybettikleri koloniler sebebi ile ekonomik bir kriz içindeydi. Bu durumun etkisi ile vergiler bir hayli arttırılmış, köylüler şehirlere akın etmeye başlamıştır. Halk arasında yaşayan bir takım aydın kesim, özgürlük ve eşitlik arayışı filizlenmişti. Kral 16. Louis otoritesinin Tanrıdan geldiğini (Teokrasi) savunan bir yöneticiydi. Kral her ne kadar otoritesinin Tanrıdan geldiğini söylese de iyi bir yönetici olduğunu söylemek pek mümkün değildi. Çevresinde sadece Aristokrat kesime yer veriyor ve her gün onlarla sarayda eğlenceler düzenliyordu. Fransa’da halk açlıktan tükenirken ancak bu eğlencelerden kalan artıklara ulaşabiliyorlardı. Fransa’da yaşayan Burjuva sınıfı ile köylü sınıfının hiçbir şekilde yönetimde söz hakları bulunmuyordu. Bu duruma rağmen vergi veren kesim sadece burjuvalar ve köylülerdi. Bunun sonucunda yoğun baskılar sebebi ile kral, içinde halkın temsilcilerinin olduğu bir meclis toplantısı yapmak zorunda kaldı. Bu toplantıda kralın sol yanına devrimden yana olan Jakobenler sağ tarafına ise eski düzenden yana olan din adamları ve soylular oturmuştur. Ek bilgi! Bugün bilinen sağcılık ve solculuk terimleri bu oturuş düzeninden doğmuştur. Fakat devrimin asıl sahipleri Burjuva kesimi olmuştur ve halkı yönlendirip onları bir milis gücü olarak kullanmışlardır. Burjuva biraz daha halk tabakasına göre okumuş bir kesim olduğu için, kral bu toplantıda halkın sadece çok küçük bir kesimini kayırınca artık umutlar tükenmiş ve iş çığırından çıkmış ve kral halkın tepkisinden korktuğu için meclisin kapılarını sonuna dek kapatmıştır. Halk ile kral arasındaki son iletişim yolu da bununla birlikte ortadan tamamen kalkmıştır. Meclise katılmış olan temsilciler meclis kapısının kapalı olduğunu görünce, her gün başka bir yerde toplanmaya karar verirler ve bir İnsan Hakları Bildirgesi yayınlarlar. Bunun üzerine kral halkın yanında olan bazı görevlileri görevden alır. Bunun üzerine halk ayaklanarak baskının ve işkencenin zulmü olan Bastil Hapishanesini ele geçirir. Bu durum ile halk hareketi başlamıştır. Her yerde başlamış olan hareketlenmelerin ardından insanlar birbirlerine yurttaş demeye başlamıştır. İsyanlar sonucu kurucu meclis toplandı ve İnsan Hakları Bildirgesi resmi olarak yayınlandı. Bunun ardından ulusal egemenliğe dayanan bir anayasa hazırlanarak monarşinin yetkileri sınırlandırıldı. Bunlar sonucunda feodalite yıkıldı. Kısaca Fransız Devrimi bu şekilde olmuştur. Fransız Devrimini etkileyen düşünürler. Voltaire, Montesquieu, Jean-Jacques Rousseau Bu üç Fransız düşünürün ortak noktası, Birçok Fransız’ı Fransız rejiminin çürüdüğüne ve yerine daha iyi bir sistemin kurulacağına ikna etmeleri olmuştur. -Voltaire: Fikir olarak sosyal ve iktisadi reformlar görüşü. -Montesquieu: Kuvvetler ayrımı ilkesi. -Jean-Jacques Rousseau: Kişisel haklar için, Toplum Sözleşmesi anlayışı. Fransız Devrimine etki olarak bu üç düşünürün ayrı ayrı görüşleri devrim için bir hayli etkili olmuştur. Sizi çok sıkmak istemiyorum fakat eserimiz Fransız Devrimi temel alarak oluşturulmuş bir hikaye olduğu için ve Fransız Devriminin sonucunun dünya tarihini kökünden değiştirecek etkisi olduğu için Fransız Devriminin sonuçlarından da kısaca bahsedip eserimizi incelemeye geçeceğiz. - Yıkılmaz diye düşünülen gücünü ve kudretini Tanrı’dan aldığını iddia edilen krallıkların yıkılabileceği gerçeği ortaya çıkmıştır. - Demokrasi ve halk egemenliği kavramı oluşmaya başladı. - Milliyetçilik ilkesi dünyada yaşayan birçok halkın zihninde oluştu ve başta Osmanlı Devleti olmak üzere birçok ulus devletin yıkılmasına sebebiyet verdi. - İnsan Hakları Bildirisi, Fransızlar tarafından dünyada kabul gören bir bildiriye dönüştü. Şimdi eserimizde yaşanan olaylar ile Fransız devriminde yaşanan gerçeklerin analizinden bahsedeceğim. 1-Giyotin: Devrim döneminde hikayede de geçtiği gibi gerçekten de kullanılmıştır. (20 Mart 1792'de giyotin resmi olarak Fransa'nın idam aleti haline geldi.) 2-Bastille Hapishanesine baskın: Devrimin başlangıç döneminde hikâyede de geçtiği gibi baskın yapılmış ve devrimin başlangıç niteliğini taşımıştır. 3-Charles Darnay’in vatan hainliği davası: Fransa, Britanya’ya karşı olarak Amerikan Devrimine finansal destek sağlamıştır. Bu durumda Fransa ve Britanya arasındaki gerginliği ve düşmanlığı daha çok artmıştır. Hikayede geçen davayı hatırlayan okurlar durumu daha iyi anlayacaklardır. Bu gerginlik döneminde casusluk olayları da hikayede de geçtiği gibi yaşanmıştır. Konunun detayı için (7 yıl savaşlarını araştırmanızı öneririm.) 4-Hikayede geçen kral ve saray: Bahsedilen dönemde, hikayede geçtiği gibi saray savurgan ve keyfine düşkün bir haldeydi. Amerikan Devrimine yapılan finansal destek ile Fransa ekonomisi iyice kötüye gitmiş ve köylüler ve burjuvalardan daha yüksek vergiler alınmıştır. 5-İdamlar: Hikayede bahsedildiği gibi gerçekte de haklı veya haksız detaylı araştırılmadan birçok insan idam ettirilmiştir. 6-Devrim: Hikayede geçtiği gibi Fransız Devrimi bir süre sonra kontrolden çıkmış, yerini kan ve dehşete bırakmıştır. Bu sebeple birçok yerde Kızıl Devrim diye nitelendirilmiştir. Ayrıca tarihte de gelmiş geçmiş en kanlı devrim olarak bilinir. 7- Devrimin planlanama yerleri: Eserde de geçtiği gibi Fransız Devriminin örgütlenme aşamaları, bar ve kafe gibi alanlarda başlamıştır. Son olarak da eserimizden bahsedelim Öncelikle Charles Dickens okumadan önce Stefan Zweig’ın Üç Büyük Usta eserini okumanızı tavsiye ederim. Eserimiz, üst kısımda da bahsettiğim gibi Fransız Devriminde yaşanan iki şehirde gelişen bir hikayeyi anlatıyor. Şehirlerimizden birisi Londra diğeri ise Paris’tir. Yazarımız hikayenin ilk girişinde Fransız Devrimini şu şekilde özetliyor bizlere, ‘’Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü hem akıl çağıydı hem aptallık hem inanç devriydi hem de kuşku, aydınlık mevsimiydi, karanlık mevsimiydi hem umut baharı hem de umutsuzluk kışıydı hem her şeyimiz vardı hem hiçbir şeyimiz yoktu, hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya da tam öteki yana ‘’ Eserin bu giriş sözünü de açıklamakta fayda olduğunu düşünüyorum. -Zamanların en iyisiydi (O dönemdeki Aristokratlar için söylenmiştir) -Zamanların en kötüsüydü (O dönemde yaşayan ezilmiş halk ve burjuva kesimi için söylenmiştir) Not: Devrim öncesi bu şekildeydi, devrimden sonra tam tersi durum yaşanmıştır. -Hem akıl çağıydı hem aptallık hem inanç devriydi hem de kuşku. (Akıl çağı diye bahsedilme sebebi o dönemde Voltaire, Montesquieu, Jean-Jacques Rousseau gibi filozofların yetişmesiydi.) (Hem aptallık, Fransız Devriminde yapılan ve öncesindeki haksızlıklara vurgu yapılmıştır.) (Hem inanç devriydi hem de kuşku, O dönemde ruhban sınıfının emirlerine körü körüne inan bir kesimin olması ve üst kısımda da bahsettiğim filozofların bu körü körüne inanç dönemin de yetişip dinin emirlerini sorgulamasından bahsedilmektedir.) -Aydınlık mevsimiydi, karanlık mevsimiydi. (Devrimin başlaması aydınlık bir gelecek içindi, fakat devrim daha sonra kontrolden çıkıp insanlar sorgulanmadan araştırılamadan vahşice katledilmeleri ve sokakların kan gölünden geçilmemesi ve son olarak devrimi yapan kesimin artık amaçlarından sapıp kişisel kinlerinin sonucu olarak yarattıkları vahşeti işaret etmektedir.) -Hem umut baharı hem de umutsuzluk kışıydı. (Devrimin başlaması umudu müjdelenmişti fakat devrim sonrasında yaşanan ve hesapta olmayan tarihi dönemlere işaret edilmektedir. Devrim sonrasını daha iyi kavramak için kısa bir tarihi araştırma yapmanızı öneririm) -Hem her şeyimiz vardı hem hiçbir şeyimiz yoktu. (Halkın devrimin gücünü elinde tutup kullanması ve bu güç zehirlenmesi ile uyuması ve sadece devrimin ateşine odaklanmış bir halkın geriye kalan her şeyden yoksun kalmasından bahsedilir.) -Hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya da tam öteki yana. (Devrimin yapılmasının, daha doğrusu yapılış şeklinin doğru mu olduğunu yoksa yanlış mı olduğu sorgulanmaktadır. Bir diğer açıdan da bakacak olursak yapılan devrim ezilmiş halk için bir kaos mu olacaktı veya bir kurtuluş mu? Fakat kendi görüşüme göre, iki durumda yaşanmıştır. Çünkü iyi ve kötü ayırt edilmeden sadece devrim ateşinin zehri ile halktan birçok kesimin yaşamlarını vahşice yitirmeleri, halk için hem cenneti hem de cehennemi yaşatmıştır.) Kısacası yazarın yazdığı bu söz devrimi eleştirel niteliktedir. Burada bizlere Fransız Devriminin işleyiş ve sonuçlarını vermektedir. Eserin ismi İki Şehrin Hikayesidir. Kendi görüşüme göre de konusu iki görüşün çarpışmasıdır. Fransız İhtilali'nde, ortalığı kan gölüne çeviren monarşi kurallarını ve kin dolu halkın nefretinin çarpışmasını anlatmıştır. Yazar, bu çarpışmanın tam arasına da güzel bir hikaye sığdırmıştır. Bu eseri okuduğunuzda bir hikayeden ziyade, Fransız Devriminin iç dinamiklerini de görmüş olacaksınız. Kitabın içerisinden tarih, aşk, tükenmişlik, kaos, vb. birçok olayın bizzat tanığı olacaksınız. Özellikle tarihe meraklı olup fakat akademik eserleri okumayı sevmeyenlere , bir yandan da tarih bilgisini arttırmak ve bunu yaparken de sıkılmamak istiyorsanız, işte size bu konuda güzel bir eser sunuyor Charles Dickens. Okuyacak okurlara şimdiden keyifli okumalar dilerim. Sizlerde eser ile ilgili görüşlerinizi yorum olarak belirtebilirsiniz… (Ege)
Her Şeyin Kitabı!!! (No Spoiler): Öncelikle incelemeye geçmeden önce bir şeyler söylemek istiyorum. Kitabı avsar_kizi38 ile ortak düzenlediğimiz "Charles Dickens okuma etkinliği" dahilinde okudum. Biz etkinliği düzenleme kararı alırken güzel olacağına en başından inanmıştık,ancak katılımın bu kadar fazla olacağını ben tahmin etmiyordum açıkçası.Yaklaşık yüz-yüz beş okurun katılımı ile gerçekleşen güzel bir etkinlik oldu. Katılım sayısının bu denli fazla olması da etkinliği daha güzel kılan bir detay oldu bence. Ricalarımızı kırmayan, davetimize icabet eden ve bu etkinliği daha güzel kılan herkese çok teşekkür ediyorum ben. Evet, teşekkür faslı bitti.Sıktıysam özür dilerim. Uzun bir inceleme olacak. Kitabı her yönüyle, sizin okuma hevesinizi kıracak cümleler(Spoiler) kullanmamaya özen göstererek incelemeye çalışacağım. Başlayalım. İncelememe "Her şeyin kitabı" başlığını attım;çünkü kitabımız aşk, heyecan, dram, sefalet, açlık, gizem, korku ve savaş sahneleri ile dolu. Fransız İhtilali ve öncesini konu alan kitapta kurgu sadece savaşa neden olan soylular sınıfı üzerine değil, toplumun her kesiminden insanlar üzerine yapılıyor. Savaşa yine her zamanki gibi zenginler neden oluyor. Kitapta açlıktan ot ve çimen yiyen sefilleri, dini değerlerden nefret ettiği gibi başkalarının da dini yaşamasına engel olmaya çalışan abileri, kendisi ve ailesine dua etmesinden dolayı kocasından dayak diyen ablaları, dedikodu meraklılarını, kana susamış savaşçıları ve kafa koparan tonton teyzeleri göreceğiz. Bozulmuş adalet yapısı; haksızlığa uğramış, nedenini bile bilmeden yıllarca hapis yatmış insanlar ve haksız yargılar ile idam edilen veya idamın eşiğine sürüklenen masumlar... Dickens, kitapta dönemin bu ve bunun gibi tüm olumsuzluklarına değiniyor. Gördüğümüz gibi kitabın içerik bakımından maşallahı var. Her şeyi içeriyor. Tabiki bu yazdıklarım sadece birkaç küçük örnek. Bunların çok daha fazlası var kitapta. Dickens, kitabı 1859 yılında gazetelerde tefrika etmek amacı ile yazmış ve birçok tarihsel iz taşıyan kitabımız 200 milyonun üzerinde satışı yapılarak "Tüm zamanların en fazla satılan, en meşhur kitabı" ünvanını kazanmış. Kitabımızın ismini belirleyen "iki şehir" de Paris ve Londra şehirleri bu arada. Fransız bir aristokrat ve İngiliz bir avukatın yolları bir aşk dolayısı ile kesişiyor ve ana ve yan karakterlerimiz bu şehirler arasında geçiş yapmış kişilerden oluşuyor. Kimisi Londra'dan Paris'e, kimisi de Paris'ten Londra'ya geçiyor... "Zamanların en iyisiydi, hem de en kötüsü. Akıl çağıydı, hem de budalalık çağı. İnanç çağıydı, hem de inkar çağı. Bir taraftan aydınlık, diğer taraftan karanlık bir çağ yaşanıyordu. Umudun baharıydı, yeisin kışı. Her şeyimiz vardı ama hiçbir şeyimiz yoktu. Hepimiz cennete gidiyorduk, hem de cehenneme" gibi tezatlar içeren cümlelerden oluşturulmuş bir paragraf ile başlıyor kitabımız. Aslında bu tezatlar savaşa neden olan kesimin hangi kesim olduğunu az çok belli ediyor. Zenginlerin halkı sefalete sürüklemesi Fransız Devrimi'nin patlak vermesine neden oluyor. Halk artık açlığa, sefalete ve ezilmeye daha fazla tahammül edemeyip önüne geleni asıp kesiyor. Halk, kendi göbeğini kendisi kesiyor kısacası. İhtilal sonuçları irdelendiğinde dünya çapında birçok farklılığın ortaya çıktığı görülüyor. Yeni Çağ'ı kapatıp, Yakın Çağ'ı başlatan bu ihtilal köleliği ve sınıflı toplum yapısını yok ediyor. Tüm insanların hukuksal eşitliğini sağlıyor. Milliyetçilik akımının ortaya çıkmasına neden olan devrim ayrıca insan haklarına verilen değerin artmasına ve bazı gelişmelerin yaşanmasına neden oluyor. Çok kan akıyor, ancak ihtilal Fransa'da ve tüm dünyada birçok gelişmeyi ve değişmeyi beraberinde getiriyor. Kitabın içeriğinden devam edelim... Bunca açlık, sefalet ve savaş sahnelerinin yanında, insanın içini ısıtan aşk sahneleri kitabı daha da güzel kılıyor. Bütün aşk mevzuları aslında bir kişinin etrafında gelişiyor. Doktor Manette'nin güzel kızı Lucie... Neredeyse ülkenin tüm avukatları bu kıza aşık :) "Bir kızı bin kişi ister, bir kişi alır" sözü bu kız için söylenmiş sanki. Lucie, kocasına gönül rahatlığı ile"Beni ne doktorlar, ne avukatlar istedi de ben sana vardım."diyebilir yani. Savaşın işlendiği sayfalara gelecek olursak... Savaş sahneleri o kadar gerçekçi ki ihtilalin ateşi ile yanan insanları çok iyi hissediyoruz.İntikam arayışı içinde olan, kan isteyen insanlar bize savaşı yaşatıyor. Kırmalı, dökmeli, kesmeli, parçalamalı; kan dolu sahneler... Kadınlı, erkekli;gözlerini kan bürümüş insanlar sefaletlerine dur demek için adeta kan emici yaratıklara dönüşüyorlar. Ne açlık, ne de susuzluk durdurabiliyor onları... Bir ara kitaptan yüzüme kan fışkırdı. Halk, sefaletlerine neden olan kişilerin vücutlarını "milli ustura" diye adlandırdıkları giyotin ile parçalıyor ve kellelerini mızrakların ucuna asıyor.Cumhuriyet destekçisi olmayanlar mahkemelerde hızlı bir şekilde, yeterli kanıta bile sahip olunmadan idama mahkum ediliyor ve parçalara ayrılıyor. Kısacası savaşlar ve ölümler çok gerçekçiydi. Kişilere gelelim... Kitapta iyiler çok iyi, kötüler de çok kötüydü. Herkes uçlarda yaşıyordu adeta. Benim en çok etkilendiğim karakter Sydney Carton oldu. Bu adam gerçek bir aşık, gerçek bir vefalı dost ve gerçek bir karizmaydı. Unutamayacağım roman karakterlerinden biri oldu. Bu adamı seveceğinize eminim. Carton kitaba muhteşem bir son hazırlıyor gerçekten. Kitabın son sayfaları çok etkileyiciydi. Etkinlik başladığı günden itibaren kitapla ilgili bazı gözlemlerim oldu. Kitabı okumaya başlayan birçok kişinin yarım bıraktığını ve incelemesini yapan bazı kişilerin bu kitabı bitirmenin çok zor olduğunu yazdıklarına şahit oldum. Kitabın ilk sayfalarının biraz sıkıcı olduğu ve kitabın tamamı değerlendirildiğinde de yer yer sıkıcılaştığı doğrudur. Bence kitabın bazı bölümlerde sıkıcılaşmasının nedeni içeriğinin çok geniş olması. Yazar sizi aniden farklı farklı olaylara götürebiliyor. Bu da okuyucularda odaklanma sorunu yaratıyor olabilir, ki ben de yer yer odaklanma sorunu yaşadım. Kitabın, "Dünyanın en meşhur kitabı, en çok satılan kitabı" ünvanını ne kadar hak ettiği tartışılır."Acaba neden bu kadar fazla satılmış?" diye ben de sorguladım açıkçası. Ben kitabın büyük bir edebi deha ile yazılmış, çok iyi bir kitap olduğunu düşünüyorum. Bence yarım bırakanlar ayıp etmişler. Bu kitap yarım bırakılacak kitap değil. Konu, kişiler, tarihi olayların yansıtılması... Tüm bu detaylar çok iyi düşünülmüş ve yazılmış. Her kitapta olduğu gibi ara sıra sıkıcı bölümler vardı ama olacak o kadar. Dediğim gibi, kitap çok iyi. En iyi olmadığı için 1 puan kırıyorum ve 9 puan veriyorum bu kitaba. Klasikleri okumayı seven herkesin okuması gereken;benim severek okuduğum ve bitirdiğimde "İyi ki okumuşum." diye düşündüğüm bir kitap oldu. Öneriyorum bu kitabı. İncelememi okuyan herkese çok teşekkür ediyorum. :) (Salim)
Kitabın Yazarı Charles Dickens Kimdir?
Charles Dickens (7 Şubat 1812 – 9 Haziran 1870), İngiliz yazar.
Memur bir babanın oğlu olarak 1812 yılında doğan Dickens'ın ilk yılları refah içinde geçse de babasının borçları yüzünden hapse girmesiyle sefaletle tanıştı. Henüz 11 yaşında iken bir boya fabrikasında çalışmak zorunda kaldı. 15 yaşında bir avukatın yanına giren genç Dickens, öğrenmeye meraklı olduğu için boş zamanlarında stenografi öğrendi. 1835 yılında Morning Chronicle gazetesine stenograf olarak girdi ve 1835'te 'Boz' takma adıylaBoz'un Karalamaları başlığında notlar yayımlamaya başladı.
1837'de ise esas onu ünlendirecek olan Bay Pikvik'in Serüvenleri adlı kitabını yayımladı. Aynı yıl içinde Catherine Hogarth ile evlendi. 1840 yılında ölen baldızı Mary'e ithaf ettiği Antikacı Dükkanı romanını yayımladı.
1840'ta Amerika'ya gitti ve burada büyük bir coşkuyla karşılandı, ama Genel Okur İçin Amerika Notları kendisini o kadar içtenlikle ağırlamış olanlarda şiddetli tepkilere yol açtı. 1843 ile 1846 arasında bol bol seyahat eden Dickens, bu seyahatlerde dönemin ünlü yazarlarıyla tanışma fırsatı buldu. Bu dönemde yine Daily News gazetesini ve Household Words dergisini çıkardı.
1858 yılında karısından ayrılan Dickens, bu dönemden itibaren yine sık sık seyahate çıktı, konferanslar verdi. Ama sonunda çok yoruldu ve Gadshill'deki evinde istirahate çekilmek zorunda kaldı. 1870'te de şöhretinin zirvesindeyken öldü. Mezarı Londra'daki Westminster Kilisesi'nde bulunmaktadır.
Charles Dickens Kitapları - Eserleri
- İki Şehrin Hikâyesi
- Antikacı Dükkanı
- Oliver Twist
- Yedi Yoksul Gezgin
- Perili Ev
- Gelin Odasındaki Hayalet
- Zor Zamanlar
- Mister Pickwick'in Serüvenleri
- Bir Noel Şarkısı
- Büyük Umutlar
- David Copperfield
- Edwin Drood'un Gizemi
- Martin Chuzzlewit
- Gizemli Öyküler
- Kasvetli Ev (2 cilt)
- Müşterek Dostumuz
- Büyük Macera
- Gece Yürüyüşü
- Doktor Marigold
- Oliver Twist - Define Adası
- Denizden Gelen Haber
- Dedektifler
- Barnaby Rudge
- Nicholas Nickleby
- Küçük Dorrit
- Antikacı Dükkanı - 2. Cilt
- The Haunted Man and the Ghost's Bargain
- İşaret Memuru
- Dickens at Christmas
- Gulyabani
- Çaydanlık ile Cırcır Böceği
- Classic Detective Stories
- The Trial of William Tinkling
- Çanlar
- Christmas Books
- Dombey and Son
- Pictures from Italy
- Mugby Junction
- The Life of Our Lord
- The Mudfog Papers
- Supernatural Short Stories
- Sketches of Young Ladies, Young Gentlemen and Young Couples
- Poems
Charles Dickens Alıntıları - Sözleri
- "Her şey uçup gitti, bir hüzün baki." (Müşterek Dostumuz)
- Bütün suskun adamların bir ağırlığı olur. Bütün suskun, ağzı bağlanmış adamlara inanılır. Bağları çözmenin saklanmış ve asla kullanılmamış gücü mü insanlığı büyüler, yoksa bilginin eli kolu bağlandığı zaman yoğunlaşıp artar mı ya da çözüldüğü zaman buharlaşır mı bilinmez: Ama şurası kesindir ki önem, ağzı bağlı kişiye atfedilir. (Küçük Dorrit )
- Aklı başında insanlar yaşadıkları sıradan olayları değerlendirirken tesadüfleri yeterince hesaba katmıyorlar.. (İşaret Memuru)
- Ve ne büyük mutluluktu uyanıp bunların kaybolan gölgeler olduğunu görmek. (Martin Chuzzlewit)
- ..."Onun yaşamı 1ölünün arkasından sonsuza dek yas tutanların yaşamı gibiydi. Ölen kendisiydi."... (Gizemli Öyküler)
- Fielding der ki, erkek ateş, kadın kavdır; Şeytan onları tutuşturur. (Mister Pickwick'in Serüvenleri)
- Ben münzevi hayatı yaşayan bir adamım. Kendimden başka güvenebileceğim kimse yok. (Müşterek Dostumuz)
- Eğer hırsızlık sanatsa, hırsız yakalama bir bilimdir. (Dedektifler)
- Biz yoksullar neden dünyaya gelmişiz; bilmiyorum. (Çanlar)
- "Özel bağlar olmadan toplum hayatının ne anlamı var?" (Kasvetli Ev (2 cilt))
- "Birçok fiziksel hastalık gibi insanların kötülüğünde yetişen, sonra da cehaletleriyle yayılan bu salgınlar bir zaman sonra ne cahil ne de kötü olan birçok mağdura bulaşır. " (Küçük Dorrit )
- "Şu suyun akışını durdurmak nasıl elimizde değilse (...) bu saatlerin akışını durdurmakta elimizde değil." (Büyük Umutlar)
- Bize biner, arabaya koşarlar. Döver, söver, kendi zevkleri için sakatlarlar bizi, ama ölüyorlar, yaşasın ölüyorlar! (Martin Chuzzlewit)
- "Ama insan yemek yemeden önce parasını kazanmak zorundadır!" (Dedektifler)
- Ahlaksal bir hastalığın fiziksel olan kadar engellemesi zor bir şey olduğu; böyle bir hastalığın veba kadar habis ve hızlı bir şekilde yayılacağı, bir kere ilerlemiş olan salgının sınır tanımadan, en sağlıklı insanları bile ele geçirebileceği ve en olmadık bünyelerde gelişeceği insan denen mahlukun bir atmosferde nefes alması kadar tecrübeyle sabittir. Bu ölümcül bozuklukların zayıflık ya da kötülükleriyle beslendiği lekeliler, zehrin bulaşmasına fırsat vermeden anında yakalanıp tecrit edilebilse ( hatta fazla uzatmadan boğazlansa), insanlık takdir ötesi bir hayır duası alırdı. (Küçük Dorrit )
- Sahnede ışık ve müzik neyse, hayatta şiir odur. (Mister Pickwick'in Serüvenleri)
- "Talihsiz bir kadını dünyaya getirmekten tek çıkarlarının bunu onun burnundan getirme özgürlüğü olduğunu sanıyorlar." (David Copperfield)
- Zararsız bir neşe ve iyi huyun cennette gömlek yakasından daha büyük bir günah olduğuna inanmıyorum. Takan da bir, takmıyan da... (Antikacı Dükkanı - 2. Cilt)
- Hiçbir sözcük duygularımı tam anlatamaz. (Gizemli Öyküler)
- Fakat her saadetin bir sonu vardır, ikinci bir saadetin zevki da burada değil midir? (Antikacı Dükkanı - 2. Cilt)
Editör: Nasrettin Güneş