İdeolocya ve İhtilal - Salih Mirzabeyoğlu Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap

İdeolocya ve İhtilal kimin eseri? İdeolocya ve İhtilal kitabının yazarı kimdir? İdeolocya ve İhtilal konusu ve anafikri nedir? İdeolocya ve İhtilal kitabı ne anlatıyor? İdeolocya ve İhtilal PDF indirme linki var mı? İdeolocya ve İhtilal kitabının yazarı Salih Mirzabeyoğlu kimdir? İşte İdeolocya ve İhtilal kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi

Yazar: Salih Mirzabeyoğlu

Yayın Evi: İBDA Yayınları

İSBN: Yok

Sayfa Sayısı: 200

İdeolocya ve İhtilal Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

“40 senedir bu mayayı elde etmek için uğraştım, şimdi ise sendeki mücerret fikir istidadından şikâyet ediyorum. Ben mücerretler adamı, bugüne kadar mücerret fikir istidatsızlığını tenkid ederken, ilk defa birinde mücerret fikir istidadını tenkid ediyorum. Bu güne kadar bunu (…..) dahil, hiç kimse için söylemedim. Sen benim için yazıyorsun; anlamazlar. Öyle yükseklere çıkıyorsun ki, kanatların yanabilir!.. Sana en büyük methiye de bu, en büyük tenkit de...”

NECİP FAZIL KISAKÜREK

İdeolocya ve İhtilal Alıntıları - Sözleri

  • "İdeolocya" ve "ihtilal"... "Fikir" ve onun eşya ve hadiselere nakşı işi, "aksiyon"... Varlık hikmetim olan bir dava!...
  • Hiçliğin toplamı hiçlik olduktan sonra birleşmenin ne mânâsı var ki?...
  • Akıncının ilk anlaması gereken şey şu ki, mesele, "fikri mi yoksa eylemi mi tercih etmeli?" meselesi değil; sistem çapında tatbik fikri (tüm) olmadan, tatbike dair hareketler bir mânâ ifade etmez ki, fikir veya eylem niyetli çıkışların yeri ve değerini tartışalım!...
  • Dikkat edilmesi gereken de budur ; "genç" en azından temsil etme liyakatine talip olmanın sancısını çekendir.
  • Kitap bir aynadır: Yüzüne bir maymun bakarsa elbette bir havarinin görüntüsünü yansıtmaz.
  • "Hikmet mü'minin kaybolmuş malıdır, nerede bulursa alır." *Hadis-i Şerif
  • Unutulmamalıdır ki; kenetlenmeyi ve mücadelede başarıya ulaşmayı engelleyen; inancın keskinliği oranındaki "çizgi" keskinliği değil, "şuur" miskinliğidir.
  • Aksiyon lügat ve hikmet manasıyla şu: “Aksiyon, bir işle, bir oluşla, onu doğuran fikir arasındaki ahenk ve münasebet manasınadır ve lisanımızda barışabileceği tek kelime, ameldir...
  • Tekerlemeden esasa geçersek; dava önce, onun insan ve toplumunu ideolocya-sistem halinde fikir ve ruh planında halletmek, sistemini kurmaktır... Madem ki insan hareketin içindedir ve hareket etmekle yükümlüdür, o halde, onun "aklın duracağı ve at koşturacağı alan" içinde kuracağı ideolocyanın mahiyetinin ne olması gerektiği de ortaya çıkıyor; gelmiş ve gelecek zaman boyunca toplum ve insan meselelerini "Mutlak Fikir" ölçüleri ışığında halledecek insanı yetiştirme ve onun toplumunu kurma... Bu ideolocya, irfan kıvamına gelindikten sonra kendisindeki ipuçlarından hareketle, "hareket içinde hareketle zenginleşecek olan" ruhtur, sistemdir .
  • "Din nasihattir." ölçüsü, dinin eşya ve hadiselerin zaptı için insana ölçüler verici olduğunu gösterirken, "din ahlaktır." ölçüsü de, "yapılması gereken"in ruhunun "gerekli olan"a uygun olabilmesinin ölçüsünü verir.

İdeolocya ve İhtilal İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Bu çağda bu çağa dair okunması gereken en güzel eser bu olsa gerek... Herşeyin maddeselleştirilerek öne çıktığı, çıkmaya çalıştığı bu asırda, ruhun diri kalması gerektiği, hayattaki esas gayenin madde değil öz olduğu, özün ruhta saklı olan yegane hazineden var olduğu daha güzel anlatılamazdı... (Elif Çiçek)

Salih Mirzabeyoğlu fikir ve aksiyonla İslami davanın meşalesini yakan adam.. Siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel, kısaca hayatın bütünün de şeriatı ölçü bilip bir avuç insanla Müslüman Türkiye'ye, Rus komünizmini ve Avrupa faşistliğini dayatanlara karşı Kur'ân ve Sünnet ışığında mücadele eden bir ömür... İdeolocya ve İhtilal fikir ve aksiyonun nasıl olduğundan daha ziyade fikir ve aksiyonun kimlere, nelere karşı olacağını anlatan bir dava kitabı... Necip Fazıl Kısakürek'in: "Benim 40 senedir aradığım ses buydu.” övgüsüne mazhar olmuş biri... İBDA/C (İslami Büyük Doğu Akıncıları Cephesi) onun fikir ve aksiyon ile şuur bulan davasını anlatan bir ordudur... İdeolocya ve ihtilâl sıradan fikirlerle kaleme alınmış basit ve tek düze bir kitap değil... Müslümanı nasıl islamsızlaştırdıklarını ve bunun reçetesini fikir ve aksiyon içinde sürekli bir oluşla ancak mücerret bir dava ruhu ile tedavi edileceğini ve bu tedavi aşamasında hertürlü mücadeyi, her sahada sergilemenin önemini anlatıyor... Osman Bölükbaşı'nın MSP'sinin dava şuurundan yoksun olmasını, Büyük Doğuya verdiği zararları anlatması, CHP' nin İslama ve Müslümanlara verdiği zararlara karşı bir dava içinde bulanmanın gerekliliğini anlatması Salih Mirzabeyoğlu'nun İBDA/C'sinin önemini anlamamıza yetecektir... "Çoğu zaman geçmişin hatırlatılması ve o dönemi tanımayan gençlere hayal ettirilmesi, geleceğin tesbiti kadar önemlidir..." sözleriyle başlayan eserin içeriğinin ne olduğunu anlamamıza yetecektir. "Galiba Hala Gencim!" diyen kumandan, sen ki fikir ve aksiyonla gençtin, dava şuurunla gölgesinde gün gelecek milyonların gölgelendiği 1000 yıllık bir çınar olacaksın... (kırık rahle)

Kumandan yahut Mirzabeyoğlu: Salih Mirzabeyoğlu… Çoğu kimse onu ölümüyle tanıdı… Açıkcası benim de ölümünden önce bu kadar dikkatimi çekmemişti bu adam. Onu belki de diğerlerinden farklı kılan isteklerinin hepsinin altını doldurması ve kitaplık çapta konuşmasıydı. Açıkca ifade edersek o şeriati istiyor ancak bunu kuru kuruya dile getirmek ve kılı kıpırdamadan bu iş üzerinden menfaat elde etmek yerine bağlı olduğu mihrakdan(Büyük Doğu) fışkırmayı ve bedelini ödemeyi tercih ediyordu. Yazdıkları bir ruh bütünlüğünü, davanın dolgunluğunu ve mücerret fikir istidadının İslam adına nasıl parlayacağını etrafa yayıyor ve yaydıkça davasına baş koyanlar artıyordu. Sadece kuru bir edebiyat adamı değil,Necip Fazıl’ın kırk yıldır aradığım ses hitabının muhatabıydı. Hiçbir zaman mücadeleden çekinmedi ve hem söz hem de aksiyon planında lider olarak ‘Kumandan’ lakabıyla bir ordu meydana getirdi. Küçük çapta olan bu ordu ne istediğinden habersiz ve tek işi kılıç sallamak olan şuursuzlar topluluğu olmasın diye de fikir planında ideolojik eğitimden geçmelerini telkin etti durdu bu davaya baş koyanlara. İBDA(İslami Büyük Doğu Akıncıları) harekâtı aslında sadece bir düşünce merkezi değil aynı zamanda kanunların elverdiği nispette mesela siyaset vasıtasıyla ihtilali isteyenlerin toplandığı bir merkez haline dönüştü. Öyle ki ihtilal yapılacaksa şayet bu zorla değil,insanlara davanın ulviliğini kavrattıracak bir diyalektiğe ve kültür-irfana sahip olan mukaddes gençlik tarafından yapılacaktı. 28 Şubat döneminde çeşitli bahanelerle içeri alındı ve işkencelere maruz kaldı. Öyle ki telegram denen ve insanı deliye çeviren beynini zorla tahakküm altına alanlarla yirmi yıldan fazla süre fikri ve kalemiyle mücadele etti. İçeride kaldığı müddetçe kırkın üzerinde kitap kaleme aldı. Hepsi de İslama Muhatap anlayışa İstikbal İslamındır hakikatini kavratmak ve harekete geçmesini sağlamak içindi. 2016 yılında tahliye oldu ve suçsuzluğu ortaya çıktı ve geçtiğimiz yıl vefat etti. Arkasında bıraktığı altmıştan fazla kitapla bize ışık oluyor ve davasına baş verecek gençlik ardı sıra İslam’ın tekrardan dünyaya hakim olacağı gün için gece gündüz çalışma şuuruna ermeye yaklaştıkça yaklaşıyor. Kafirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır… (Bu adamla alakalı yazacağım çok şey var da bu giriş olsun inşallah) (Fâtih)

İdeolocya ve İhtilal PDF indirme linki var mı?

Salih Mirzabeyoğlu - İdeolocya ve İhtilal kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de İdeolocya ve İhtilal PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Salih Mirzabeyoğlu Kimdir?

Salih Mirzabeyoğlu ya da gerçek adıyla Salih İzzet Erdiş ( 10 Mayıs 1950; Erzincan, Türkiye – 16 Mayıs 2018; İstanbul, Türkiye), İslami Büyük Doğu Akıncıları Cephesi (İBDA/C) örgütü lideri olmakla suçlanıp ömür boyu hapse mahkûm olan 22 Temmuz 2014'te yeniden yargılama talebi kabul edilerek tahliye olan Kürt asıllı Türk şair, yazar.

Salih Mirzabeyoğlu, Erzincan'da dünyaya geldi. İlkokulu 1965 yılında Eskişehir'de Fatih İlkokulu'nda, ortaokulu 1968 yılında Mehmetçik Ortaokulu'nda tamamladı. Yazı ve şiirleri lise yıllarında Babıali'de Sabah gazetesinde yayımlanmaya başladı. 15 yaşında Necip Fazıl Kısakürek ile karşılaştı ve Nakşibendî tarikatına katıldı.

Mirzabeyoğlu'nun ismi 1970'lerde duyulmaya başladı. İslâmî gençlik hareketlerinden biri olan Akıncılar'ın kurucusuydu. Gençliğinden itibaren "Millî Görüş" gömleğini üstüne giymişti. Salih Mirzabeyoğlu'nun genç yaşına rağmen sözüne itibar ediliyordu. Konferanslar veriyor, çevresinde gençler toplanıyordu.

Akıncılar Derneği’nin politikalarının savunulduğu Gölge ve Akıncı Güç gibi dergileri çıkarttı.

1975'te Gölge dergisini çıkarttı ve ilk defa Mirzabeyoğlu soyadını orada kullandı. 12 Eylül Darbesi'nde sağ kesimin mağdur edilen isimleri arasında öne çıktı. Diğer siyâsî suçlular gibi Sıkı Yönetim İdaresi tarafından hakkında tutuklama kararı çıkartıldı ama bu süreçte tutuklanamadı. 1984 yılından itibaren yazı hayatına ve Büyük Doğu ve İBDA-C hareketindeki faaliyetlerine ağırlık verdi.

1991 yılında Körfez Savaşı'nın akabinde oluşan siyasi atmosfer içinde tutuklandı.

İstanbul 6 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM), 1999 yılında İBDA-C lideri Salih İzzet Erdiş’i (Salih Mirzabeyoğlu) "Anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmeye kalkışmak" suçundan, eski TCK’nın 146/1. maddesi uyarınca idam cezasına çarptırıldı. Erdiş hakkında verilen idam cezası, 23 Eylül 2002 tarihinde uyarlama yapılarak ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çevrildi.

2014 yılında yeniden yargılanma talebi mahkeme tarafından kabule değer görüldü ve Bolu F Tipi Cezaevi'nden tahliye edildi.

2018 yılında beyin kanaması nedeniyle Yalova Devlet Hastanesi'ne kaldırıldı. 7 Mayıs'ta beyin ölümü gerçekleşen, daha sonra İstanbul'daki Dr. Siyami Ersek Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne nakledilen Mirzabeyoğlu, 16 Mayıs 2018'de 68 yaşında hayatını kaybetti.

Salih Mirzabeyoğlu Kitapları - Eserleri

  • Yaşamayı Deneme
  • İstikbal İslamındır
  • İdeolocya ve İhtilal
  • Bütün Fikrin Gerekliliği
  • Necip Fazıl'la Başbaşa
  • Sahâbîlerin Rolü ve Mânâsı
  • İbda Diyalektiği
  • Anafor
  • Kültür Davamız
  • Başyücelik Devleti
  • İslama Muhatap Anlayış
  • Yağmurcu
  • Gölgeler
  • Telegram
  • Aydınlık Savaşçıları
  • İşkence
  • Tarihten Bir Yaprak
  • Üç Işık
  • İnsan Erkek ve Kadın
  • Adımlar
  • Damlaya Damlaya
  • Dil ve Anlayış
  • Marifetname
  • Münşeat
  • Kayan Yıldız Sırrı
  • Kökler
  • Hikemiyat
  • Müjdelerin Müjdesi
  • Büyük Muztaribler 1
  • Anafor “Kalemin Yaz Dediği”
  • Hukuk Edebiyatı
  • Hakikat-i Ferdiyye -Çöle İnen Nur-
  • Şiir Ve Sanat Hikemiyatı
  • Parakuta
  • Tilki Günlüğü 1
  • İman ve Tefekkür
  • İktisat ve Ahlak
  • Büyük Muztaribler 2
  • Elif "Resim Redd Kökündendir"
  • Büyük Muztaribler 4
  • Büyük Muztaribler 3
  • Madde Nedir?
  • Hırka-i Tecrid
  • Berzah
  • Sefine
  • Tilki Günlüğü 4
  • Tilki Günlüğü - 2
  • Esatir ve Mitoloji Güneş ve Ay
  • İnsan - Büyük Doğu İBDA (Cilt 1)
  • Tilki Günlüğü 3
  • Ölüm Odası - B-Yedi / Matla Beyitler
  • Ölüm Odası - B Yedi / Tarih
  • Tilki Günlüğü - 5
  • Kavgam-2
  • Kavgam - 1
  • Ölüm Odası b-yedi Nedim-i Kadim
  • Üç Işık
  • Tilki Günlüğü - 6
  • Erkam
  • Büyük Doğu İBDA (Cilt 2)
  • Furkan / Lugat-ı Salihun
  • Ölüm Odası: Nedim-i Kadîm

Salih Mirzabeyoğlu Alıntıları - Sözleri

  • Gerçekten önemli olan bir tek felsefe meselesi vardır; intihar. Hayatın yaşanmaya değip değmediği hususunda bir hükme varmak, felsefenin temel sorusuna karşılık vermektir. (Telegram)
  • Aynı vagonda, ayrı istikametlere giden insanlık... Aynı gayelilik yolunda süzülen, kâinat treni... (Gölgeler)
  • Tarafımız ne şu, ne bu, sadece İslâmdır!.. (Adımlar)
  • Acaba Türkiye'deki İnsan Hakları ihlâlleriyle bunca meşgul devletler, Bosna'da ve Çeçenistan'da olup bitenler karşısında neden bu kadar ilgisizdirler? (Başyücelik Devleti)
  • Dedi ki: —“Kelâm, süngü ve mızraktan daha tesirlidir....” (Kökler)
  • Ham film... dışarıdan gelir. Alıcı,verici makineler... dışarıdan gelir. Lâboratuar malzemesi... dışarıdan gelir. Senaryo... ecnebi filmlerden aparılır. Sanatkâr... yabancı artistlere özenir. Ve: İşbu filmin sadece seyircisi yerlidir.O da tam değil... (İktisat ve Ahlak)
  • Karşısındakinin yanlışını göstermekle kendi doğrularını bulabileceklerini sananlar, fikir sahibi olmak ve doğruyu bulmak bir yana, başka alternatif getiremediklerinden dolayı, yanlış da olsa karşı düşünceyi tersinden yaşatanlardır. (Kültür Davamız)
  • - " (…) Ruh, ancak kılığına büründüğü şeylere âit görünüş hususiyetlerine göre anlaşılır ve kendi öz zâtı meçhul kalır; bu husus, “ruhtan size çok az şey bildirildi” meâlindeki âyetle sabit... Büyükler belirtmişlerdir ki, ruha âit hakikatin bilinememesinde, İlâhî sır karşısında insan idrakindeki aczin belirmesine dair bir hikmet vardır; ve buna kıyas edilirse, İlâhî hakikati idrakte acz zarurî olmak lâzım gelir ve en üstün idrak budur..." (Sefine)
  • "ne uzlaşma, ne teslim ne hiçlik yalnız mutlak fikirde birlik yalnız mutlak fikrin iktidarı" (Aydınlık Savaşçıları)
  • Allah'ın lâneti, İslâm'ın cihat emrini reddedenlerin, cihâdı baltalamaya çalışanların, İslâm'ı küfür düzeninin çeşnisi bir acube hâline sokmaya çalışanların ve bütün bunları İslâm'ın hoşgörüsü olarak sunmaya yeltenenlerin üstüne olsun!.. (İbda Diyalektiği)
  • Çünkü insan, hakikati arar ve onun düzeninin hasretini duyarken, yaradılışında kendisine biçilen “hakikati” ihmal etmektedir. (Bütün Fikrin Gerekliliği)
  • - " (...) "Velilik bir mecburiyettir!" diyen Batılı yazarın, aklî planda mecburiyeti kabul ederken, yine aklî plandan da olsa işaret etmesi gereken hakikati, adresi gösterememesi... Batılı, metodik düşünme ve kılı kırk yarma hususunda bir harika; ama havada kalmaya mahkûm..." (Berzah)
  • - " (...) Atom altı parçacıklar dünyasına âit hakikatlerle uğraşırken, günlük hayat-tabiî hayat dediğimiz dünyamıza âit hakikatlerle alâkamızı kopartmamak gereği. Ki, "hâdiseye yanaşan insan şuuru" dediğimiz dava, atom altı parçacıklar dünyasında çok daha derin olarak, tecrübede insanın müessir olarak doğrudan doğruya müdahil unsur rolünü gösteriyor; orada, eşyayı, birebir bizimle ilgili, bizden bağımsız genel geçerli bir hakikat olarak ele alınamaz niteliğiyle farkediyoruz. Besbelli ki, iş bizi de aşan bir müessire doğru gidiyor; öyleyse biz de istidatlarımızla "eşyanın hakikati" işinin içindeyiz. Tecrübede insanın müdahil-bağımlı rolü, bunu gösteriyor. Bu mesele, ruh ve akıl, ruh ve nefs, ruh ve madde gibi karşıtlıklarda, akıl-nefs-madde'nin üstüste gelen kavramlar oluşunda görülüyor (Madde Nedir?)
  • Ne aşkınız aşka, ne hırslarınız hırsa, ne gamınız gama, ne neşeniz neşeye benziyor; dostlukta hodbin, kinde korkak ve fedâkarlıkta gösterişçisiniz! (Marifetname)
  • - " (...) "Bizi kulluktan çıkarıp, birey (ferd) yapan Cumhuriyet" cinsinden salak ifâdelerin, İslâm bir yana, mücerret fikir edebiyatı içinde de yerinin olmadığı, üzerinde durduğumuz meselelerden anlaşılmıyor mu? Güya "kulluk" kelimesinin düşüklük mânâsına nisbetle bir hörölenme ve şahsiyet edâsında olduklarını sanan bu hödükler, "şahsiyet"in "abid"likten doğan bir "acı çekme ve muzdarip olma" mânâsını, ilim edinmenin de bu mânâyla ayniyetini biliyorlar mı? Batı felsefesinde, müstakil bir "varlık" ve "varoluş" ekolü olan "Personalizm-şahsiyetçilik" davasını, meselelerini? Hayata dair ne biliyorsunuz ki, hayatın tertibine dair fikriniz (!) bir mânâ ifâde etsin? "Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu!" çığlığı bir şey diyebilir mi size? Aleks Carrell?" (Büyük Muztaribler 2)
  • - " (...) Husserl: Kendime baktığım zaman, birtakım bilgiler görüyorum, sezgilerim var ve bunun yanında şüpheler, kuşkular... Bilgilerimle ve hayâllerimin gerektirdiği davranışlarla yaşıyorum; bir bakıma, bütün bunların ortasında kendimi yitirmişim. Bilgilerimin, hayâllerimin ve davranışlarımın dışında acaba ben neyim? Özümün saf bilgisine, mutlak hakikate varabilmek için bütün bilgilerimi, hayâllerimi, davranışlarımı unutmam gerek; kendimi araştırırken, bende ve çevremde ne varsa, bir çantaya koyup ortadan kaldıracağım, bütün verilmişlerden soyunacağım. Böylece, hiç kuşkuya kapılmaksızın mutlak olarak var diyebileceğim biricik varlığı, "ben"imi inceleyip tasvir edebileceğim. Bu psikolojik bir araştırma değildir, çünkü psikoloji beni bilgilerim-hayâllerim-davranışlarımla birlikte ele alır; oysa ben, bütün bunlardan soyunuyor ve sadece bir fenomen olarak kalıyorum. O hâlde yapacağım bu inceleme, fenomenolojik bir inceleme; kendimi bir fenomen-görünen olarak inceleyeceğim ve tasvir edeceğim. Kendimdeki ve çevremdeki her şeyi paranteze alınca (ortadan kaldırınca), ortada mutlak ben kalıyorum. Kendimden başka hiçbir şeyin şuuruna varamam ve kâinatı kavramak istiyorsam önce kendimi anlamalıyım; kaldı ki kendimden başka hiçbir şeyi kavrayacak durumda da değilim. (Husserl'e göre, buradaki öncelik bir zaman önceliği değil, bir düşünce düzeni önceliğidir; çünkü zaman da paranteze alınmıştır.) Kendimi kavramam için bir şuur faaliyeti gerçekleştirmeliyim. Ben'im için kendimi belli eden tek şey vücudumdur; vücudum bütün nesneler içinde "ben" e en yakın biricik nesnedir. Peki vücudum ne türlü bir nesnedir? Dıştan bakıyorum, gördüğüm bir cisimdir; içten bakıyorum gördüğüm bir organdır, cisimden bambaşka bir şey olan canlı bir organizmadır. Demek ki, vücudum, hem cansız bir cisim, hem de canlı bir organizmadır; başka bir ifâdeyle, canlı organizmam cansız bir cisimli bir şeydir. Bu bir ikilik değil, tekliktir. Organizmalılık ile cisimlilik, vücutta birlikte vardır: Ben vücutlu-ruhlu bir bütünüm, vücudumu ruhumdan ve ruhumu vücudumdan atamam, her ikisini de birliktelik içinde taşımak zorundayım, çünkü ben ancak böylelikle ben'im. Ben, müşahhas psiko-fizik bir bütünüm; bir cisim (madde) olan vücudumun aynı zamanda idrak-algı organı olması, vücudumun kendi kendine verilişini de açıklamaktadır. Ben, başkalarını idrak ettiğim gibi, kendi kendimi de idrak etmekteyim: Sol elim fail olur ve sağ el nesnemi algılar. Vücudum sadece bir algı organı değil, aynı zamanda hür olarak kullandığım bir irade organıdır... "Ben"i, vücudumda emreden bir varlık olarak yaşarım, her şeyi vücudumla denerim ve kâinata vücudumla açılırım; ruhu ve maddesiyle vücudum, ölçümdür ve çevreye dair her şey-bilgiler-hayâller ve davranışlar onunla mânâ kazanırlar... Uzak ona göre, yakın ona göre, sağ ona göre, sol ona göre, ötesi ona göre, berisi ona göre. Bana verilen her şey vücudumla verilir, daha doğrusu her şeyle birlikte bana vücudum da verilir. Başkayı bilebilmek için, "ben"i bilmek zorundayım. (Husserl, böylece bütün nesneleri ve küllî oluşları insan şuuruna bağlamakta, ferdi insan şuuruyla özdeşleştirmektedir) Kendi "ben"imden başkasının "ben"ine nasıl geçebilirim? Başka "ben", bana direnebilen "ben"dir. Başkasının vücudunun, ancak kendi vücudumla mânâ kazanabileceğini öğrenmiş bulunuyorum ve başkasını ancak kendi vücuduma dayanarak idrak edebilirim. (Husserl buna, "mânâ aktarması" diyor; ona göre bilgi, nesneye yönelen failin şuurudur.) Ama başkasının vücudunu, kendi vücudum olarak değil, başkasını vücudu olarak idrak edebilirim: İkisi arasındaki benzerlik'ten ötürü, kendi vücudumdan aldığım vücut anlamını, başkasının vücuduna aktarırım. Başka vücudun benim için başkasının vücudu olarak varolabilmesi, kendi vücudumun örnek olmasıyla mümkündür. Kendi vücuduma bakarak başka vücudun ne olduğunu bilebilirim; aktarma ve tedâîyle... Bu tedâî, nesnelerden birinin kayarak öbürünün mânâsıyla birleşmesidir. Bilgilerimin, hayâllerimin, davranışlarımın tümün kaldırıp paranteze alıp ortadan kaldırmışım ve "görünen-fenomen" den başka hiçbir bilgim, bilgim olmayınca da hatırlamam yoktur. Dünyalı olarak hiçbir aracıdan yararlanmıyorum ve fenomenolojik tasavvurlarımı fikrî bir tecritle elde ediyorum. (Husserl'e göre düşünme, psikolojik bir akt-hareket değil, fikrin zaman ve mekândan tecrit edilmiş muhtevasıdır.) Yaşadığım dünyayı daha iyi kavramak ve yeniden kurmak için, fenomenolojik metodla çalıştığım sürece, yaşadığım dünyadan isteğimle vazgeçmişim; demek ki çalışmam, dünya dışı bir çalışmadır. Elde ettiğim tasavvurları da bu açıdan değerlendirmek zorundayım; yâni, onlara hiçbir bilgi, hayâl ve davranış katamam. Elde ettiğim fenomenler -meselâ, vücut derken sözünü ettiğim fizyolojik bir vücut değil- sadece cisimli ve ruhlu mutlak bir bütündür. Kendi vücudumdan aldığım bir mânâ aktarmasıyla başkasının vücudundan başkasının "ben"ine geçmektir. Başka "ben"i, önce, vücudumun idrakine dayanarak bir cisim olarak buluyorum. Onu deneyebilirim. Denemelerim sırasında bu cisme âit olan bir "ben" görüyorum ve sadece bir kanadını gördüğüm kapının görmediğim kanadını nasıl idrak edebilirsem, vücudunu gördüğüm başkasının "ben" ini de öylece idrak edebiliyorum. Bu, bir faraziye, bir tahmin, bir sezgi değildir; doğrudan doğruya bir idraktir. Vücut, ruhlu bir cisimdir; ruh vücutta kendini verir. Bu verilişi, kendi vücudumda nasıl yaşamışsam, başkasının vücudunda da kıyasen öylece yaşarım. Başkasının benini algılayışım, elbette orijinal bir idrak değildir; başkasının benini dolaylı olarak, onun vücudu dolayısıyla idrak etmekteyim ve bu onunla yakınlık kurma tecrübesiyle gerçekleştirilmiştir.. Böylece onun benin, kendi benim gibi yaşamaya başlıyorum; ve kendi benimi hiçbir kuşkuya kapılmadan nasıl biliyorsam, başkasının benini de öylece bilmekteyim. Bu bilgi bana, tek başıma yaşamadığımı öğretecektir; ben, "ego"sunun içinde kapanmış tek "ben" değilim ve fenomenolojik ego'nun uçsuz bucaksız sahasında başka benlerle birlikteyim. Artık fenomenolojik mânâda başkası benim için öylesine temel bir varlık olmuştur ki, onu kendimden ayıramam. Şimdi biliyorum ki, kendi benimin içinde bir yabancı yaşamaktadır, içimde başkaları var. Demek ki ben, onlarla birlikte, çevremle birlikte benim; dışta kendimi bulmak, dışa bakarak içi ayarlamak gibi bir usûlle, kendimi daha bir aydınlık görüyorum. Kendimden başkasına gittim, başkasından da kendime döndüm; besbelli ki "ben-insan", ancak başka insanlarla vardır, varlığımı başkasına borçluyum. Kendimi aydınlık olarak kavrayabilmek için, başkalarıyla birlikte olmam gerekiyormuş; o hâlde kâinat, benim için değil, bizim içindir. (Böylece, fertten yola çıkılmakta ve topluma varılmaktadır.) Bu netice beni alemşümûl bir birliktelik içinde bulunan "insan-kültür-toplum-tarih" dünyasını idrake götürüyor; "geist-dünyası"na... Ben, işte böyle bir dünyada yaşamaktayım. İnsanın çevresi, tek başına yaşayabileceği bir çevre değildir ve çevre tabiî olarak başkalarıdır. Bu çevre, ferdin başkalarıyla paylaştığı, ama kendi payını aldığı bir çevredir; böyle bir ortamda yer almışım ve zorunlu olarak bulunduğum nokta, tarihîliktir, tarihî bir zorunluluktur. Öyle ya; konuştuğum dil, bağlı bulunduğum gelenek onlarındır ve varlığım bu sayısız başkalar içinde kımıldamaktadır. Kendimi denemem bana başkasını, başkasını denemem bana dünyayı, dünyayı denemem bana kâinatı, kâinatı denemem bana çok daha aydınlık olarak kendimi vermiştir. Kâinat, dünya, başkaları ve ben, birbirimizi denemekle aydınlanabiliriz." (Büyük Muztaribler 2)
  • unutulmuş bir duyarlıktı sabrımız zamanın örttüğü eski bir yerde. (Anafor “Kalemin Yaz Dediği”)
  • “Hakim bir davayı temsil ettiğime göre, mahkum tavrı takınmayacağım tabiidir!” (Hikemiyat)
  • Gerçek kahramanlar sevenlerinin yüreğinde gülümser ve heykelleri etrafında sahte tılsımlar örülmesine ihtiyaçları yoktur. (Tarihten Bir Yaprak)
  • Bende kıymet görünen her şeyde, ben Necip Fazıl’ın kendisiyim! (İslama Muhatap Anlayış)