İçimizdeki Şeytan - Sabahattin Ali Kitap özeti, konusu ve incelemesi
İçimizdeki Şeytan kimin eseri? İçimizdeki Şeytan kitabının yazarı kimdir? İçimizdeki Şeytan konusu ve anafikri nedir? İçimizdeki Şeytan kitabı ne anlatıyor? İçimizdeki Şeytan kitabının yazarı Sabahattin Ali kimdir? İşte İçimizdeki Şeytan kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Sabahattin Ali
Yayın Evi: Yapı Kredi Yayınları
İSBN: 9789753638037
Sayfa Sayısı: 256
İçimizdeki Şeytan Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
'İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin: daimi bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması... İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu... İçimizde şeytan yok... İçimizde aciz var... Tembellik var... İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var...' Bu romanında, toplumsal gündemin kişilikler üzerindeki baskısını ve güçsüz insanın 'kapana kısılmışlığını' gösteriyor Sabahattin Ali. Aydın geçinenlerin karanlığına, 'insanın içindeki şeytan'a keskin bir bakış.
İçimizdeki Şeytan Alıntıları - Sözleri
- "Ne diye benim ruhumun ahengini bozdun?"
- ''Yüksek insan dışına değil, içine kıymet verendir.. ''
- "Herkese umuttan bahsediyorum, içimde zerre kadar umut kalmamışken..."
- Unuttum diyemem fakat üzerimde bir tesiri kalmamış.
- "Herkes ne diyecek? Bu ana kadar herkesten ne gördüm ki... Bana en yakın olanlar dahil olmak üzere, bu herkes dedikleri şey beni üzmekten, hayatımı manasız bir hale sokmaktan başka ne yaptı?"
- 'Demek hayat böyle iki adım ilerisi bile görülmeyen sisli ve yalpalı bir denizdi..'
- Herkes ne diyecek?.. Fakat bu ana kadar herkesten ne gördüm ki... Bana en yakın olanlar dahil olmak üzere, bu herkes dedikleri şey beni üzmekten, hayatımı manasız bir hale sokmaktan başka ne yaptı?
İçimizdeki Şeytan İncelemesi - Şahsi Yorumlar
- Böyle bir şaheser hakkında ne inceleme ne de yorumda bulunmak haddime bile değil ama içimden geçenleri belirtmek istedim.. Nihat: "Ne istediğini bilsen canın sıkılmaz!" dedi. Ömer, yalvarır gibi cevap verdi: "Bana istenecek bir şey söyle, uğruna can verilecek bir şey söyle, hemen dört elle sarılayım..." Nihat güldü: "Gördün mü? Derhal sapıtıyorsun. Hayatta hiçbir şey, uğrunda ölmek için istenmez. Her şey yaşamamız için olmalıdır.. - İçimizdeki Şeytan'ı nasıl incelemeye başlar ki insan? Yazarın bu kalemi, büyüleyici kelimeleri ve duygular arasında geçişindeki pürüzsüzlüğü karşısında çok fazla kelime var söyleyebileceğim ama resmen hepsi içimde gelgit oluşturuyor. Hangisini seçeceğim konusunda kararsızlıklar yaşıyorum. Sanırım şu ana kadarki en zor incelemem bu olacak. - Ömer, Macide, Emine Teyze, Galip Amca, Semiha, Bedri, Nihat ve diğerleri.. Bu karakterleri yazar kitabın içinden alıp bizim mahallemize yerleştirmemiş bence, her okuduğumuz karakteri özümseyeceğimiz kelimelerle bizim içlerimize yerleştirmiş.. Her karakterde içimizdeki şeytana ait izlere rastlıyoruz o yüzden aslında her karakter biraz da bizi anlatıyor diyebilirim. - Ömer.. Seni ilk tanıdığım andan itibaren içindekilerin çok farklı olduğunu hissetmiştim. Vapurda Nihat'a ''Şu anda ömrümün en ehemmiyetli dakikalarını yaşıyorum.'' dediğin andan ve sonrasından itibaren izah etmeye çalıştığın o duygu yoğunluğundan başlayarak en son sayfaya kadar hep senin yanındaydım. Daha güzel şeyleri nasıl yaşayabilirdin diye merak ediyorum ama bunun imkanı olmadığını ikimiz de bu kitabı okuyan herkeste gayet iyi biliyordu. Seni düşününce aklıma gelen ilk şey yazar/Oguz-Atay'ın kitap/tehlikeli-oyunlar--550 kitabındaki ''Hikmet Benol'' karakteri oldu. Hisleriniz, kafanızın içindeki cümleler, hareketlerin.. Hepsi ama hepsi neredeyse onunla benzer. Kesinlikle bir kan bağınız olmalı. O da yoksa can bağınız var ve hislerinizle birbirinize bağlı olduğunuza eminim diyebilirim.. - Macide.. O kadar saf ve temiz duygular içinde hiç beklemediği anda vuruluyor. Öyle kelime salvoları var ki vurulmazsa ayıp olurdu zaten. Öyle güzel cümlelerin ve duyguların var ki, insanların hayatı yaşadığı duygular kadar güzel olsa diye düşünüyoruz ama olmuyor maalesef. Öyle kırılma noktaları oluyor ki insan kendinden de, ne kadar büyük olursa olsun duygularından da vazgeçebiliyor. Bu sanki kaderin bize kurduğu bir paradoks gibi. Mektubunda anlattıkları eminim hepimizin içine dokunan ve kabullenemediğimiz, hayatımızı esir eden gerçeklerle dolu. - Bedri.. Tekrar karşılaşmak istediğim karakter.. Şaşırmadım doğrusu. Yazarın duygularını en belirgin şekilde hissettiğim karakter sendin. Patlamalarında çok şey gizli. Çok şey biriktirmiş ve bunların açığa çıkmasını dört gözle bekledim. Ne kadar berrak bir şekilde anlatıyordun içimize dokunacak şeyleri. En etkileyici şeylerdi belki senin kelimelerin. Az ama öz. - Bahsetmek istediğim temel karakterler bunlar, diğerleri hakkında da söylenecek çok şey var ama onları ve kitap hakkındaki düşüncelerimi şimdi genel olarak anlatmak istiyorum. - Bu kitabı okumaya başladığımda başta duygusal şeylerin anlatıldığı, aşık genç, mahallenin güzel kızı gibi şeylerden bahsetmeye devam edip sonunun da duygusal bir birleşmeyle ve mutlulukla sonlanacağı izlenimine kapılıyorsunuz. Kapılmayın. Savrulacaksınız çünkü. Duygu denizi sizi içine alıp sağa sola savuracak. Duygular ön planda. Karşılıklı olarak veya sadece akıldan geçen düşsel duygular..Duygusal ve derin psikolojik tahlilleri ile ''yazar/Stefan-Zweig'' i anımsattı bana yazar. O anın duygusunu harika bir şekilde içimize işletecek kelimeleri seçmek için özenli bir çalışma halinde olması gerekli(diye düşündüm). Söz konusu Sabahattin Ali olunca hiçte şaşılacak bir şey değil ama.. - Kitabın içinde birden fazla kitap gizli ve hepsini okumuş gibiydim resmen. İnsanın içindeki şeytanın başına ne gibi belalar açabileceği(bütün karakterler açısından), nasıl bizi uçurumların kenarına getirip, itip itmemek konusunda kararsız kalıp hislerimizin bizimle dalga geçtiği, avucuna alıp oynattığı bir kitap oldu. En aydınından en cahiline, en fakirinden en zenginine nasıl içimizdeki insafın da(bizi kötülüğe sürüklediği) kötülüğün de belirli şartlar oluştuğunda açığa çıkabileceğini gördük. Benim kitap hakkındaki görüşüm ''Aslında hepimiz içimizde bir şeytanla yaşıyoruz ve ortaya çıkarmak için uygun anı bekliyoruz...'' - Fark ettiğim bir şey daha, bu kitapta aslında yazarın hayatının da çok büyük kesitleri var. Yaşadığı dönemdeki kendi sıkıntılarını esere, karakterlerin diliyle anlatmış. Çok ince bir dil kullanarak. Bedri'nin söyledikleri aslında hem okul müdürü hem de o anki yaşadıklarını açıklıyordu bizlere. Müdüre söyleyemediği şeylerin çoğu ve o an içinde tuttukları, sonradan söylediği her şey yazarın kendi sitemiydi aslında. ''Öyle sayfalar okuyorsunuz ki bir cümle gibi geliyor, ve öyle cümleler var ki, sayfalarca yazılsa anlatılamayacak gibi...'' - Kitabın bana göre en can alıcı cümleleri ve anlatmak istediklerinin özeti.. ''Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması... İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu... İçimizde şeytan yok... İçimizde acizlik var... Tembellik var... İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var... Hiçbir şey üzerinde düşünmeye, hatta bir parçacık durmaya alışmayan gevşek beyinlerimizle kullanmaya lüzum görmeyerek nihayet zamanla kaybettiğimiz irademizle hayatta dümensiz bir sandal gibi dört tarafa savruluyor ve devrildiğimiz zaman kabahati meçhul kuvvetlerde, insan iradesinin üstündeki tesirlerde arıyoruz. " - Sabredip okuyanlara teşekkür ederim. Bonus: https://i.hizliresim.com/mMqM3Y.jpg - Bu kitabı okumama vesile olan arkadaş grubuna çok teşekkür ederim. Onlar öyle güzel insanlar ki, birbirlerini sevmelerine ve sıcaklıklarını hissettirmelerine ne mesafeler ne zaman ne de başka şeyler engel olabiliyor. Hepsi birer karınca gibi resmen. Kendilerinden çok daha fazlasına gücü yeten ve bir araya geldiklerinde koloni oluşturacak kadar güçlü ve birbirine sımsıkı bağlı bir arkadaş grubu. Gülüşündeki samimiyet, duygusal derinlik, kararsızlık ve yaşadıkları zorluklar, birbirlerine umut oluşları ve ellerinin, yüreklerinin kenetlenip birbirini hiç bırakmayışları resmen bana bu dünyada hala güzel şeylerin barındığına ve yeşereceğine dair umut veriyor. Beni de aranıza katıp bu güzel kitabı okumamı sağladığınız için hepinize tek tek teşekkür ederim. (Ayhan GÜVEN)
Yıllar önce okuduğum kitabı tekrar okumama sebep olan şey, içerisinde otobiyografik unsurlar da taşıdığını öğrenmem oldu. Sabahattin Ali'nin hayatına dair malumata sahip olanların bağlantıları kolaylıkla kuracağını düşünerek devam etmek istiyorum. Peyami Safa'nın küçükken geçirdiği hastalıktan ötürü vücudunun bir uzvunu kullanmaktan mahrum kaldığını çoğunuz biliyordur. Otobiyografik romanı olan "Dokuzuncu Hariciye Koğuşu"nda da kendisini anlatmıştır. Peki bunları neden anlatıyorum? İçimizdeki Şeytan'da adı geçen İsmet Şerif Peyami Safa'nın ta kendisi de ondan. Nereden mi çıkarıyorum? İsmet Şerif karakterinin boynunda bir yara var ve yazdığı "Yara" isimli kitapta kendinden bahsetmiş. Ne tesadüf! Yine, Emin Kâmil karakterinin Necip Fazıl Kısakürek'ten başkası olmadığını görüyoruz. Sabahattin Ali, karakterin mistisizmle ilgilendiğini okura sunması ve bir dizesini NFK'nin şiirinden alıp birkaç yerini değiştirerek eleştirmesi ile kafamızdaki "Acaba?"yı da ortadan kaldırmış. Ömer... Kendi iradesinin dışında bir güç tarafından yönlendirildiğini söyleyen bu adam da Sabahattin Ali oluyor. Hüseyin Nihal Atsız'ın kim olduğuna gelirsek... Kimileri Nihat'ın kimileri de Ömer'in içindeki şeytanın Hüseyin Nihal Atsız olduğunu söylüyor. Bana göre Nihat. Ömer ile olan dostluğu ve bu dostluğun olumsuz neticelenmesi beni bu kanıya götürüyor. Sabahattin Ali ve Hüseyin Nihal Atsız'ın bir zamanlar aynı safta olup da sonradan yollarının ayrılması bunu destekler nitelikte. Evet, Sabahattin Ali bir zamanlar ülkücüymüş. Almanya'ya gidip geldikten sonra fikirleri büsbütün değişmiş. Aziz Nesin ile çıkardığı dergiler malumunuz... Ali, bu dergilerde yazdıkları yazılar yüzünden birçok kez tutuklanmıştır. Dergi kapatılmasına rağmen her seferinde isim değiştirerek yeniden yayın hayatına devam etmiştir (Markopaşa, Malumpaşa, Merhumpaşa...). Gelgelelim Atsız ile olan davasına... Nihal Atsız'ın, Sabahattin Ali’ye “vatan haini” dediği için ceza kanunun 480. maddesine göre cezalandırılması öngörülüyor. Sabahattin Ali ise Atsız’ın bu hakaretine karşılık hapis cezası ve zamane parası ile 1000 TL tazminat ödemesi gerektiğini mahkemeye sunuyor. Mahkemenin ikinci duruşmasında Atsız haksız bulanarak 6 ay hapse mahkum ediyor fakat daha sonra af çıkıp bu ceza 4 aya indiriliyor. Sabahattin Ali'nin bir cinayete kurban gitmesinin bu davayla alakası olduğunu ileri sürenler de olmuştur. Bugün, kızı Filiz Ali tarafından, cesedi bulunamayan ve bir şiirinde "Benim meskenim dağlardır" diyen Sabahattin Ali'ye bir dağ başındaki taşa bu dizeleri yazılı sembolik bir mezar yaptırılmıştır. İkinci kez okuduğum bu kitabın yıllar sonra (esas âleme gitmediğim sürece) tekrar okunacağının garantisini kendime veriyor ve sizlere de okumadıysanız okumanızı, okumuş iseniz tekrar okumanızı tavsiye ediyor ve bir sonraki kitabımı okumaya gidiyorum. (Gülşan Hilal Çelik)
İnsan, açıklamakta zorlandığı davranış ve düşüncelerine bir kılıf uydurmakta, bahaneler üretmekte her zaman bir numaralı varlıktır.Başkalarına söylediğimiz bu yalan bahaneler, zaman geçtikçe tutunacağımız bir dal haline dönüşür.Kendi yalanımıza bile inanır hale geliriz.Sabahattin Ali de öyle bir karekter çizmiş ki bize, irade yoksunluğunu “içimdeki şeytan” diye adlandıran, her fiilini bu şeytani güce bağlayan Ömer... Ömer; Balıkesir’de nüfuzlu bir aileye sahip, İstanbul’da okumuş, genç ve yakışıklı bir devlet memurudur.Memur dediğime de bakmayın! Memuriyete gittiği günler gitmediklerinden az olan bir çalışma temposu...Tanpınar’ın deyimiyle yarı aydın geçinen bir arkadaş topluluğuna sahip.Bir masa etrafında toplanıp içerken edebiyatı, siyaseti, toplumu kısacası dünyayı kurtardıklarını sanan içi boş yalancı aydınlar... Bir tarafta ise Ömer’in sonsuz bir aşk duyduğu Macide kızımız var.Macide hayatta Ömer kadar şanslı olamamış, irade yoksunu bir anne, dengesiz bir abla ve enişteye sahip, babasını da kaybetmiş, İstanbul’da teyzesinin yanında yanaşma gibi kalmaya mecbur olmuş bir konservatuar öğrencisidir.Tam bir sabır ve sükunet timsalidir. Hayat bu iki genci bir noktada birleştirir.Başlarda müthiş bir aşk ve yuva kurma heyecanı içindelerken Ömer’in günden güne içine yerleşen o şeytan onları birbirinden uzaklaştıracaktır.Ömer daha önce aile sorumluluğu taşımamış biri olarak bocalamaya başlar.Çok fazla para sıkıntısı çeker, sağdan soldan borçlar alır.Macide’nin asla hoşlanmadığı başıboş arkadaşlarıyla sürekli bir yerlere kaçıp içip dağıtmak suretiyle iradesini gitgide kaybeder.Kendi deyimiyle içindeki şeytana yavaş yavaş teslim olur.Her seferinde onun düzelmesini uman ve sabırla bekleyen Macide’yi hep hayal kırıklığına uğratır.Bu şeytan onu öylesine ele geçirir ki dairede en sevdiği, sürekli sohbet ettiği, bazen borç bile aldığı Hafız Efendi’yi dolandırmaya kalkar.Tek başına yaşadığı özgür ve kaygısız hayatını iki kişilik hale sokamaz.İradesizliği, tembelliği,zayıf karakteri onu en sonunda hapise kadar sürükler.Kendi isteğiyle Macide’yi bırakır ve içindeki şeytana teslim olur. Sabahattin Ali, bu harika romanını öyle bir sözle bitirir ki belki de yapılan hiçbir analiz ve incelemeye yer bırakmaz: “İçimizde şeytan yok...İçimizde aciz var...Tembellik, iradesizlik var...” Ömer bu irade yoksunluğunun kurbanı olmasına rağmen içimdeki şeytan diye bir bahane bulmuş ve ona sarılmıştır.Sarıldığı bu şeytan ona hayatının muvazenesini kaybettirmiş,Macide’yi ve mutluluk hayallerini alıp götürmüştür. İnsanın şeytanı kendisidir, derler.Kitabı okuyunca bunun doğru olduğunu anladım.O şeytana gücü vermemek yine bizim elimizde.Hepinize iyi okumalar. (Hediye Özçetin)
Kitabın Yazarı Sabahattin Ali Kimdir?
Sabahattin Ali, 25 Şubat 1907'de Edirne Vilayeti'nin Gümülcine Sancağı'na bağlı Eğridere kazasında doğmuştur.
Babası piyade yüzbaşısı (Cihangirli) Selahattin Ali Bey'in görev yerlerinin sık sık değişmesi dolayısiyla, ilköğrenimini İstanbul, Çanakkale ve Edremit'in çeşitli okullarında tamamlamıştır.
Edremit'e göçtüklerinde bölge Yunan işgalinde olduğu için emekli olan babası aylığını alamamış ve aile çok zor günler geçirmiştir. İlkokulu bitirdikten sonra parasız yatılı olarak Balıkesir Öğretmen Okulu'na giren Sabahattin Ali, beş yıl burada okumuş, daha sonra İstanbul Öğretmen Okulu'nda mezun olmuştur (1926). Bir yıl kadar Yozgat'ta ilkokul öğretmenliği yapmış, Millî Eğitim Bakanlığı'nın açtığı sınavı kazanarak Almanya'ya giderek iki yıl orada okumuştur (1928 - 1930).
Yurda döndükten sonra Sabahattin Ali, Orhaneli’nde ilkokul öğretmenliğine atandı. Aydın ve sonra Konya ortaokullarında Almanca öğretmenliği yapmıştır.
Konya'da bulunduğu sırada, bir arkadaş toplantısında Atatürk'ü yeren bir şiir okuduğu iddiasıyla tutuklanmış (1932), bir yıla mahkûm olarak Konya ve Sinop cezaevlerinde yatmış, Cumhuriyetin onuncu yıldönümü dolayısıyla çıkarılan af yasasıyla özgürlüğüne kavuşmuştur (1933). Cezaevinden çıktıktan sonra Ankara'ya giden Sabahattin Ali Millî Eğitim Bakanlığı'na başvurarak yeniden göreve alınmasını istemiştir. Dönemin bakanı Hikmet Bayur'un "eski düşüncelerinden vazgeçtiğini ispat etmesini" istemesi üzerine Varlık dergisinde "Benim Aşkım" adlı şiirini yayımlayarak (15 Ocak 1934) Atatürk'e bağlılığını göstermeye çalışmıştır. Aynı yıl Bakanlık Neşriyat Müdürlüğü'ne alınmış, Ankara II. Ortaokul'da öğretmenlik yapmıştır.
16 Mayıs 1935 günü Aliye Hanım ile evlenmiş, 1936'da askere alınmış, 1937 Eylülünde kızı Filiz Ali dünyaya gelmiştir.
Yedek Subay olarak askerliğini Eskişehir'de tamamlamış, 10 Aralık 1938 de Musiki Muallim Mektebi'nde Türkçe öğretmeni olarak göreve başlamıştır.
1940 yılında tekrar askere alınmış, askerliğini yaptıktan sonra Ankara Devlet Konservatuarı'nda Almanca öğretmenliği yapmıştır (1941 - 1945).
"İçimizdeki Şeytan" romanı milliyetçi kesimde büyük tepki toplamıştır. Nihal Atsız'ın hakkında yazdığı hakaret dolu bir yazıya karşılık dava açmış, dava sırasında çok sıkıntı çekmiştir. 1944 yılında davayı kazanmasına rağmen tepkilerden kurtulamamıştır. Olaylı duruşmalar sonunda bakanlıkça görevinden alınmış, İstanbul'a giderek gazetecilik yapmaya başlamıştır (1945). Ancak fıkra yazdığı La Turquie ve Yeni Dünya gazeteleri, Tan olayları sırasında tahrip edilince işsiz kalmış, Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz'la Marko Paşa, Malum Paşa, Merhum Paşa, Öküz Paşa gibi siyasal mizah dergilerini çıkarmıştır (1946 - 1947). Ancak, bu gazeteler tek parti iktidarının baskılarıyla karşılaşmış, dergilerin isimlerindeki Paşa ifadesiyle "Milli Şef" İsmet Paşa ile alay edildiği iddiası ile kapatılmış, yazılar ve yazarları hakkında kovuşturmalar açılmıştır.
Sabahattin Ali dergilerde çıkan yazılarından dolayı üç ay hapis yatmış, karşılaştığı baskılardan bunalmıştır. Ali Baba dergisinde yayımladığı "Ne Zor Şeymiş" başlıklı yazıda, içinde bulunduğu durumu şöyle anlatmaktadır: "Çalmadan, çırpmadan bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi?"
Bir başka dava nedeni ile 1948'de Paşakapısı cezaevinde üç ay yatmıştır. Çıktıktan sonra zor günler geçirmeye başlamış, işsiz kalıp, yazacak yer bulamamıştır. Yurt dışına gidebilmek için pasaport almak istemiş, alamamıştır. Yasal yollardan yurt dışına çıkma olanağı da bulamayınca Bulgaristan'a kaçmaya karar vermiş fakat para karşılığı anlaştığı Ali Ertekin adlı kaçakçı tarafından Jandarma karakolunda katledilmiş daha sonra da cesedi 2 Nisan 1948 tarihinde Bulgaristan sınırında şaibeli bir şekilde bulunmuştur.
Sabahattin Ali'yi öldürdüğünü itiraf eden ve Milli Emniyet mensubu olduğu iddia edilen Ali Ertekin, dört yıla hüküm giymiş; fakat birkaç hafta sonra çıkartılan aftan yararlanarak serbest kalmıştır.
Bulgaristan’ın Eğridere (Ardino) kentinde, Sabahattin Ali’nin 100. doğum yılı kutlandı. 31 Mart 2007 günü gerçekleşen toplantıya, başta Bulgaristan Yazarlar Birliği Başkanı olmak üzere Sofya ve Bulgaristan’ın çeşitli kentlerinden Türk ve Bulgar yazarlar, şairler, okurlar ve Sabahattin Ali’nin kızı Filiz Ali katıldı. Bütün eserleri 1950’li yıllardan beri Bulgaristan’daki tüm okullarda okutulduğundan, Sabahattin Ali bu ülkede çok tanınan bir yazardır.
Sabahattin Ali yazı yaşamına şiirle başlamış, hece vezniyle yazdığı ve halk şiirinin açık izleri görülen bu ürünlerini Balıkesir'de çıkan ve Orhan Şaik Gökyay tarafından yönetilen Çağlayan dergisinde yayımlamıştır (1926).
Servet-i Fünun, Güneş, Hayat, Meşale gibi dergilerde de yazan (1926 - 1928) Sabahattin Ali, bu arada öykü de yazmaya başlamış, ilk öyküsü "Bir Orman Hikayesi" Resimli Ay'da yayımlanmıştır (30 Eylül 1930).
Toplumsal eğilimli bu öyküyü Nazım Hikmet, şu sözlerle okurlara sunmuştur: "Bu yazı bizde örneğine az tesadüf edilen cinsten bir eserdir. Köylü ruhiyatının bütün muhafazekâr ve ileri taraflarını, iptidaî sermaye terakümünü yapan sermayedarlığın inkişaf yolunda köylülüğü nasıl dağıttığını ve en nihayet, tabiatın deniz kadar muazzam bir unsuru olan ormanın muğlak, ihtiraslı hayatını, kımıldanışların zeki bir aydınlık içinde görüyoruz".
Sabahattin Ali, af yasasından yararlanarak hapisten çıktıktan sonra, özellikle Varlık dergisinde yayımladığı "Kanal", "Kırlangıçlar", "Arap Hayri", "Pazarcı", "Kağnı" (1934 - 1936) gibi öyküleriyle dikkati çekmiştir.
Sabahattin Ali Anadolu insanına yaklaşımıyla edebiyata yeni bir boyut kazandırmıştır. Ezilen insanların acılarını, sömürülmelerini dile getirmiş, aydınlar ve kentlilerin Anadolu insanına karşı takındıkları küçümseyici tavrı eleştirmiştir.
1937'de yayınlanan Kuyucaklı Yusuf romanı, gerçekçi Türk romanının en özgün örneklerinden biridir.
Sabahattin Ali'nin halk şiirinden esinlenerek yazılmış şiirlerini içeren Dağlar ve Rüzgâr (1934) adlı kitabı yazın çevrelerinde ilgi uyandırmış, örneğin Yaşar Nabi, Hakimiyeti Milliye'de şu övücü satırları yazmıştır: "Bu kitabın mümeyyiz vasfı halk edebiyatı tarzında bir deneme teşkil etmesidir. Sabahattin Ali'nin tecrübeli muvaffak neticeler vermiş. Ve bize, şiirleri doğrudan doğruya bir halk şairi elinden çıkmamış olduklarını hissetirmekle beraber, o tanıdığımız ve sevdiğimiz samimi edayı tattırabiliyor. Komplike imajlardan kaçınılmış olması, bu şiirlere büyük bir sadelik vermiş." Ancak, Sabahattin Ali, bu kitabından sonra şiirle ilgilenmemiş, sadece öykü ve roman yazmıştır.
'Leylim Ley', 'Aldırma Gönül' gibi halk dilinden yararlanarak yazdığı şiirler herkes tarafından bilinir.
Sabahattin Ali, Varlık'ta Esirler adlı üç perdelik bir oyun da yazmış (1936), ancak bu türü de bir daha denememiştir.
Sabahattin Ali Kitapları - Eserleri
- Kuyucaklı Yusuf
- Bütün Şiirleri
- Çakıcı'nın İlk Kurşunu
- Değirmen
- Hep Genç Kalacağım
- Kağnı - Ses - Esirler
- Kamyon
- Mahkemelerde
- Markopaşa Yazıları ve Ötekiler
- Sırça Köşk
- Yeni Dünya
- İçimizdeki Şeytan
- Öyküler Şiirler ve Oyun
- Arabalar Beş Kuruşa
- Canım Aliye, Ruhum Filiz
- Bütün Öyküleri - 2
- Bütün Öyküleri 1
- Üç Öykü
- Bütün Eserleri
- Dağlar ve Rüzgar
- Değirmen - Dağlar ve Rüzgar
- Kuyucaklı Yusuf - İçimizdeki Şeytan - Kürk Mantolu Madonna
- Dağlar ve Rüzgar - Kurbağanın Serenadı - Öteki Şiirler
- Tüm Eserleri - Öyküler
- Kırlangıçlar
- Kağnı
- Ses
- Kağnı - Ses
- Kürk Mantolu Madonna
- Aldırma Gönül
- Esirler
- Bütün Öyküleri - 3
- Bütün Öyküleri - 4
- Bütün Öyküleri - 5
- Tüm Eserleri - Oyunlar Şiirler Mektuplar Yazılar Tutanaklar
- Köpek
- Bir Delikanlının Hikayesi
- Bir Cinayet Sebebi
- Seçme Şiirler
- Gramofon Avrat
- Ehliyetsiz İktidar
- Leylim Ley
- Benim Meskenim Dağlardır
- Beyaz Bir Gemi
- Şiirler
- Mehtaplı Bir Gece
- Sabahattin Ali Seti
- Kuyucaklı Yusuf
- Çocuklar Gibi
- Devlerin Ölümü
- İki Kadın
- Öyküler
- Sabahattin Ali Biyografi
- Kağnı & Kamyon ve Diğer Öyküler
- Sabahattin Ali Şiirleri
- Değirmen-Esirler
- Tüm Eserleri
- Gönül Yayıncılık Sabahattin Ali Seti 12 Kitap
- Bir Fotoğraf Camı: Çektiği ve Çekemediği Fotoğraflarıyla Sabahattin Ali
- Yeni Dünya ve Ses
- Sırça Köşk ve Masallar
- Değirmen ve Kağnı
- Sabahattin Ali - Bütün Eserleri (Özel Deri Ciltli Kutulu)
- Asfalt Yol
- Değirmen - Sırça Köşk
- Seçme Öyküler 1
- Yeni Dünya - Sırça Köşk
- Balaca Həsən
- Devlerin Ölümü - Bir Aşk Masalı - Koyun Masalı - Sırça Köşk
- İstanbul'u Dinliyorum - Leylim Ley (2 Kitap Birden)
- Hasan Boğuldu - Sevgi Neredeyse Tanrı Oradadır (2 Kitap Birden)
- Gramofon Avrat - Nedime
- Seçme Öyküler 2
- Dağlar ve Rüzgar-Esirler
- Ses & Duvar ve Diğer Öyküler
- Seçme Öyküler
- Kürk Mantolu Madonna
Sabahattin Ali Alıntıları - Sözleri
- ⊰ benim aşkım ⊱ “Sensin, kalbim değildir, böyle göğsümde vuran, Sensin “Ülkü” adıyla beynimde dimdik duran. Sensin çeyrek asırlık günlerimi dolduran; Seni çıkarsam, ömrüm başlamadan bitiyor. Hem bunları ne çıkar anlatsam bir dizeye? Hisler kambur oluyor dökülünce yazıya. Kısacası gönlümü verdim Ulu Gazi’ye. Göğsümde şimdi yalnız onun aşkı yatıyor.” 1934 (Şiirler)
- Herkes kendi havasında ve menfaat peşinde. (Kağnı)
- °Ben dünyadan ziyade kafamın içinde yaşayan bir insanım. (Bütün Eserleri)
- Ben zannediyorum ki, olan şeylerin karşısında şu anda duyduğumuz elem ve ızdırap, bunların niçin böyle olduğunu düşünmekten bizi menedecek kadar kuvvetlidir. (Bütün Öyküleri - 2)
- Anlarsın niçin uzak yerlere baktığımı, İçinde yaşanmaz bir dünyada yaşıyorum. (Leylim Ley)
- Ve ozaman kalbimi sen alacaksin ! (Gramofon Avrat)
- İçindeki bütün yıkıntılara, bütün kederlere rağmen başını yere eğmek istemiyordu. (Kuyucaklı Yusuf)
- Çünkü azlıkta kalanlar çok olanlara nedense tepeden bakarlar. (Kırlangıçlar)
- “Şimdi şiir bence senin yüzündür Şimdi benim tahtım senin dizindir Sevgilim, saadet ikimizindir Göklerden gelen bir yadigar gibi.” (Çocuklar Gibi)
- İki kişi birbirlerini yeni tanıdıkları zaman havadan sudan bahsetmek âdettir. (Kamyon)
- Dünyada bir tek insana inanmıştım. O kadar çok inanmıştım ki, bunda aldanmış olmak, bende artık inanmak kudreti bırakmamıştı. (Kürk Mantolu Madonna)
- "Rızkını vermediğimiz, veremediğimiz müddetçe ne çocuk, ne nüfus isteyemeyiz. Karnını doyuramadığımız, sıhhatini koruyamadığımız, tahsilini temin edemediğimiz her çocuk, "Bu memlekete yüz milyon lazım!" diyenlerin gözüne, onları gaflet uykularından uyandırmak için sokulmuş birer parmaktır." (Ehliyetsiz İktidar)
- "Hiçbir fikre inanmadıkları için fikirlere, insanı insan eden duygulara yabancı oldukları için insanlık sevgisine, herhangi bir şeyi bilip öğrenemeyecek kadar beyinsiz ve tembel oldukları için bilgiye ve kitaba düşman olanlara lânet olsun..." (Ehliyetsiz İktidar)
- “Hanım, burası neresi? Mahpus koğuşu, hırsız yatağı. Adamın gözünden sürmeyi çalarlar.” (Ses & Duvar ve Diğer Öyküler)
- İçimde, kendime de izah edemediğim karışık ve üzücü birtakım hisler belirmişti.” (Yeni Dünya)
- Ve onların arasında nasılsa kalmış olan beyaz bir kasımpatı, buraları örten siyah perdenin üzerinde geçmişi görmek için bırakılmış bir delik gibiydi (Arabalar Beş Kuruşa)
- 'Demek hayat böyle iki adım ilerisi bile görülmeyen sisli ve yalpalı bir denizdi..' (İçimizdeki Şeytan)
- Gökyüzüne baktı, bir bulut aradı ve bekledi… (Kamyon)
- Elbette, dünyada her şey parayla olur... (Beyaz Bir Gemi)
- Aya hitap eder gibi, şarkısına devam etti: Ayın şavkı vurur sazım üstüne Söz söyleyen yoktur sözüm üstüne Gel ey hilâl kaşlım, dizim üstüne, Ay bir yandan, sen bir yandan sar beni. (Kamyon)
Editör: Nasrettin Güneş