diorex
sampiyon

Hüsn ü Aşk - Şeyh Galip Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Hüsn ü Aşk kimin eseri? Hüsn ü Aşk kitabının yazarı kimdir? Hüsn ü Aşk konusu ve anafikri nedir? Hüsn ü Aşk kitabı ne anlatıyor? Hüsn ü Aşk PDF indirme linki var mı? Hüsn ü Aşk kitabının yazarı Şeyh Galip kimdir? İşte Hüsn ü Aşk kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 22.09.2022 03:00
Hüsn ü Aşk - Şeyh Galip Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Şeyh Galip

Çevirmen: Abdülbaki Gölpınarlı

Yayın Evi: İş Bankası Kültür Yayınları

İSBN: 9789754587500

Sayfa Sayısı: 464

Hüsn ü Aşk Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Klâsik edebiyatımızın ikinci büyük mesnevisi ve bütün bir dünya edebiyatının en görkemli eserlerinden biri olan Hüsnü Aşk ne yazık ki şimdiye kadar yanlış ve eksik çevirilerin kurbanı olmuş ve bu çok renkli ve çok yönlü eser, hep tek yanlı ve dar bir çerçeveden değerlendirilmiştir. Sebk-i Hindî (Hint üslûbu) dediğimiz girift hayallerin, çok zengin tarihî, estetik, kültürel çağrışımların hakim olduğu bir üslûpla kaleme alınan Hüsn ü Aşk'a bütüncü bir açıdan bakıldığında görülecektir ki; onda sadece tasavvuftaki vahdet-i vücut düşüncesinin sembolik ve alegorik anlatımı yoktur. O, klâsik edebiyatın bütün meselelerine vakıf büyük bir sanatkârın, Hint üslûbunun insan düşüncesini muhayyilenin engin denizinde sonsuz derinliklere daldıran etkisi altında altı aylık müthiş bir beyin fırtınası ile kaleme aldığı, fantastik ve poetik yanının tasavvufî yanından hiç de geri kalmadığı bir şiir anıtıdır... Kitapta, sol sayfalarda Hüsn ü Aşk'ın bugünkü harflerle okunuşu verilmiş; sağ sayfalarda da o beyitler nesir diline aktarılmıştır. Beyitlerin anlaşılabilmesi için yapılması gereken açıklamalar da (454 madde hâlinde) ilgili sayfaların altlarına konulmuştur. Bu notlar ve açıklamalar ve ayrıca beyitlerin nesre çevrilişi sırasında parantez içerisinde yapılan ilâvelerle kitap bir nesre çevirinin boyutlarını aşmış ve artık bir "Hüsn ü Aşk şerhi" niteliğini kazanmıştır.

Yorumlar: İ. Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Eski Türk Edebiyatı öğretim üyesi Prof. Dr. Muhammet Nur Doğan, 16. yüzyılın büyük şairi Fuzulî’nin ölümsüz eseri Leylâ ve Mecnun’unun yayımından sonra şimdi de Türk edebiyatının ikinci büyük mesnevisi ve bütün dünya edebiyatının şaheserlerinden biri olan Hüsn ü Aşk’ı neşretti.

18.yüzyılın güçlü şairi Şeyh Galib’in şimdiye kadar yanlış çevirilerin kurbanı olmuş ve hakkında hep tek yanlı ve eksik hükümler verilmiş bulunan Hüsn ü Aşk adlı eseri, aslında sebk-i Hindî (Hint üslûbu) dediğimiz, girift hayallerin, engin tarihî, estetik ve kültürel çağrışımların hâkim olduğu bir üslûpla kaleme alınmıştır ve çok yönlülük özelliği gösterir. Bunu sadece vahdet-i vücut düşüncesinin alegorik ve sembolik açılımından ibaretmiş gibi göstermek, gerçeklerle bağdaşmamaktadır. Hüsn ü Aşk, klâsik edebiyatın bütün meselelerine vâkıf dâhi bir sanatkârın, Hint üslûbunun insan düşüncesini muhayyilenin engin denizinde sonsuz derinliklere daldırtan etkisi altında altı aylık müthiş bir ruh ve beyin fırtınası ile kaleme aldığı, fantastik ve poetik yanının tasavvufî yanından hiç de geri kalmadığı bir şiir anıtıdır.

Prof. Dr. Muhammet Nur Doğan’ın üç yıldan fazla süren ve bir arkeolojik kazı titizliği ile önemli bulgulara ulaşan çabasının eseri olan bu kitapta sol sayfalarda Hüsn ü Aşk’ın bugünkü harflerle metni verilmekte; sağ sayfalarda da o sayfadaki beyitlerin nesre çevirileri ve beyit içerisinde değinilmesi gereken hususlar ve açıklamalar bulunmaktadır. Birçoğu haftalar ve aylar süren titiz araştırmaların neticesi olan notlar ve açıklamalar ile, ayrıca beyitlerin nesre çevirisi sırasında ilâve edilen parantez içi bilgi ve ilâvelerle bu kitap bir nesre çevirinin boyutlarını aşmış ve artık bir "Hüsn ü Aşk şerhi" mahiyetini kazanmıştır. Divan edebiyatı sahasının güçlü ismi Prof. Dr. Muhammet Nur Doğan’ın, Şeyh Galip, Hüsn ü Aşk, klâsik Türk edebiyatı, Hint üslûbu ile ilgili önemli bilgilere yer verdiği ve şimdiye kadar yayımlanmış Hüsn ü Aşk çevirilerinin eksikliklerine değindiği kapsamlı bir Önsöz’ün de yer aldığı "Şeyh Galib Hüsn ü Aşk- Metin, Nesre Çeviri, Notlar ve Açıklamalar" adlı büyük boy 420 sayfalık kitap Ötüken Yayınları arasında çıktı.

Hüsn ü Aşk Alıntıları - Sözleri

  • “Gelsin mi o âhlar beyâna Bir nebzesi sığmaz âsmâna.”
  • "...Her renge boyan da renk verme." ...~...
  • “Dedi ki ne derde düşdüm eyvâh Kendim aradım da oldum âgâh.”
  • “Sevmez mi sever mi kimse bilmez Ol rütbe de bi haber denilmez.”
  • Bir çaresi yok belâya düşdüm Yek bâşıma Kerbelâ'ya düşdüm
  • “Durma sefer et diyâr-i Kalb’e.”
  • “Sabr eyle biraz sen etme efgân N’eyler bakalım Hudâ-yı zî-şân.”
  • “Bir çaresi yok belâya düşdüm Yek bâşıma Kerbelâ’ya düşdüm.”
  • “Bîçâre gönül gamı-yle yansın Tek ol büt-i âteşîn inansın Hûn-âbe-i hecre cân boyansın Mahrûm gözi şerâba kansın Her kahrın bin Kerem gedâdır.”

Hüsn ü Aşk İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Şeyh Galib ve Hüsnündeki Aşk: Hüsn ü Aşk "Gayret dedi Aşk’a ey birâder Gel yol eri yolda olmak ister" Besmele-Hamdele-Salvele.. Merhum Şeyh Galib Hazretlerini Rahmetle yâd edelim. Hamd ile salvele getirip evvala; Hazretin ruhuna bir Fatiha armağan edelim. Elimden geldiğince ve kalemim yettiğince, bu şaheseri terennüme ve dahi izaha yelteneceğim. Haddimiz ile güreşe tutuşuyor ve teşebbüsümüzün "çocuk aklı işte!" şefkatiyle mazur görülmesini temenni ediyoruz. Derine inmeden, yüzeysel bir anlatı sunmaya gayret edeceğim. "Bir halk ozanına nazım ile destan yaz deseniz, bir çırpıda tamam eder ve fakat bir dilekçe yaz deseniz apışıp kalır" çıkarsamasına dayanarak söylüyorum ki; nesir hususundaki acziyetim zatımca malumdur. Tahammülünüzü istirham ediyorum. Şüphesiz sürc-i lisan edeceğiz, affola. *** Kadim edebiyatımızın, asırlar boyunca mazmunları ve bu mazmunlarla teşbihe sedrettiği Leyla ile Mecnun nüktesini aşındırdığı demlerdi. Divan şairleri ve halk ozanları evvela şiirlerinde Mecnun makamına çıkmaya çalışıyordu. Aşıkların kutbu olarak telaffuz edilen Mecnun, şairin aşkta çıkabileceği en ulvi makamdı ve bu makamın postnişini Mecnun idi. Bu yüzden şairler, Mecnun'a mürid olma yarışındaydı. Divan Edebiyatında Mecnun; "Hevâ-yı aşk ile Mecnûn kenâr-ı maksada erdi Uyupakla Felâtûn gark-ı bahr-ı hayret olmışdur" (Mecnûn, aşk arzusuyla maksadının sahiline ulaştı, fakat Eflâtûn, akla uyarak hayret denizinde boğuldu.) / Fehîm Yahut: "Anınçün murg Mecnun başı üstünde mekan eyler Ki kûy-ı Leyla hâşâkından anca âşiyan eyler" (Kuşlar senin başında yuva yapsa şaşıracak ne var? Kays'ın başı irfan aleminin bağdaki ağaçları gibi değil miydi?) / Seliki Veya: "Aşk-ı Ferhâd ile Mecnûnu nola yâd eylesem Kim biri şeyhim azîzim biri üstâdım benim" (Hayâli) Halk Edebiyatında Mecnun; "Sâfi ol altun gibi Tecelli kıl gün gibi Leylâ di Mecnûn gibi Lâilahe illallah" (Kaygusuz Abdal) Yahut: "Aşıklara vardır meyli Riyazet çekmiştir hayli Ben Mecnun olam sen Leyli Çıkak dağlara dağlara" (Köroğlu) Veya: Bahri gibi ummanları yüzdüren Mecnûn gibi sahraları gezdiren Ferhat gibi dağlar başım kazdıran Biri firkat biri gurbet biri aşk (Gevheri) Leyla ile Mecnun nüktesi zaman içre aşınmış ve ihlaller başlamıştır. Artık divan ve halk şairleri, kendilerini Mecnun ilan etmiştir. Divan Şiirinde; "Geşt-i sahrâyı kosun mihnet bucağın beklesin Ey felek şimdengerü Mecnûn’a üstâd et beni" (Mecnûn çöl gezintisini bıraksın, dert köşesinde beklesin. Ey felek, bundan sonra beni Mecnûn’a üstad et) / Hayâli Yahut: "Geh ebr-veş giryan edip geh bad-veş püyan edip Mecnun-i sergerdan edip sahralara saldın beni" (Bazen nisan bulutu gibi bazen (hazan) rüzgârı gibi (sağa sola) koşuşturarak aşkından deliye dönmüş Mecnun gibi beni çöllere düşürdün.) Bâki Halk Edebiyatında: "Dağları delmekti Ferhad’ ın demi Şirin’i gördükçe artardı gam Ben Mecnûn’um aldırmışım Leylâ’mı Nice aşmadığım dağlar mı kaldı" (Aşık Halil) Yahut: Mecnun gibi daim gezerim sahra Cihana gelmemiş böyledilâra Kemandır kaşları ruhları hamra Zenahdanda siyah hâle vuruldum (Silleli Süruri) Mecnunluk postunu, aşıklık minderine çeviren şuara, bununla da yetinmeyip; gayri Mecnun'u geçtiğini ve ondan daha büyük aşık olduğunu iddiaye yeltenir. Divan Şiirinde: "Demen Mecnûn’a fenn-i aşkı tekmîl etti kâmildir Benim yanımda ol dîvane bilmez nesne câhildir" (Mecnûn’a aşk ilmini bitirdi, olgundur, demeyin. O deli bana nazaran bir şey bilmeyen cahildir) / Hayâli Yahut: "Mende Mecnûn'dan füzûn âşıklık isti'dâdı var Âşık-ı sâdık menem Mecnûn'un ancak adı var" (Fuzuli) Halk Edebiyatında: "Aksine devretti devranı felek Hep hebâya gitti çektiğim emek Sevda çöllerinde Leylâ diyerek Mecnun da ben gibi gezer mi böyle" (Tokatlı Nuri) Yahut: "Ateşe su dedim göz göre göre, Aklım zavallıydı duyguma göre, Bahtına şükretti Mecnun bin kere, Ağlarsın düştüğüm çölleri bilsen." (Cemal Sâfi) *** Hülasa edecek olursak, Leyla ile Mecnun metaforu tamamiyle deforme olmuşken, artık yeni bir şey söylemek gerektiği durumu husule gelmiştir. Yeni bir aşk hikayesi ve bambaşka bir aşk.. Gerçi Aşık Paşa, Gülşehri'siyle beraber; Leyla ile Mecnun hikayesine bir ilahi aşk boyutu takviye etmiş ve böylece Leyla ile Mecnun serüvenini daha işlevsel bir hale getirmiştir. Lakin bu da gidişaata bent çekmeye kafi gelmemiştir. "Tarz-ı selefe tekaddüm ettim/Yeni bir lisan tekellüm ettim." diyen ve divanını henüz 24 yaşındayken tamamlayan ve bir şiir meclisinde tutuşmuş olduğu münazara neticesinde 2041 beyitten oluşan Hüsn ü Aşk gibi bir soluğu, farklı dokuyu, engin derinliği ve estetik zerafeti tam altı ayda yazmıştır. Hüsn ü Aşk'ı diğerlerden üstün kılan şey; yeni bir söyleyiş, duyuş ve anlayış taşımasıdır. Şeyh Galib Hüsn ü Aşk'ı sebk-i hindî üslubuyla neşretmiştir. 17. Yüzyılda edebiyatımıza giren bu üslup için kısaca," bilmeceyi andıran karmaşık manzum ve anlatımlar, hayal oyunları, güçlükle anlaşılır, beklenmedik ve alışılmamış benzetmeler, sentetik bir şiir dilidir" diyebiliriz. Tercih edilişindeki en büyük sebep ise muhtemelle kuvvettir k; divan şiirinin kalıplarını kırmak yerine bu kalıplarla oynamak ustalığına yol açmasıdır. Zira mesnevi yazmanın en meşakkatli yönü, vezne riayeti sürdürebilmektir. Belki de Merhum Şeyh Galib hazret, altı ay gibi kısacık bir zaman diliminde böyle bir baş yapıtı oluşturabilmesini bu tercihe borçludur. Lakin her ne olursa olsun.. Hüsn ü Aşk ve 6 ay... Ne denebilir ki? *** Haydi biraz kitaba girelim.. Karakterler: Hüsn – Kız Aşk – Oğlan Mollay-ı Cünun – Mürşid Sühan – Aracı Gayret – Lala Hayret: Kabile büyüğü İsmet – Dadı Hoşrüba – Çin Padişahının Kızı Hüsn ve Aşk, Ben-i Muhabbet kabilesinde, aynı gecede doğan iki bebektir. Şeyh Galib, Ben-i Muhabbet kabilesi işin şunları söylemiştir; "Dert kıblesi idi, giydikleri.. İçtikleri ise dünyayı yakan ateşti. Vadileri, gam, hüzün ve matemle dolu idi. Çadırları mahrumiyet ahının dumanı; sohbetleri, hep ney gibi feryat ve figan idi.. Rızkları başlarına ansızın gelen belalardı; üzerlerine her an ateş yağardı. Kıvılcım taneleri ekiyorlar; paramparça kalpler biçiyorlardı. Mecnun da o kabiledendi derler. Bunlar can satar; yanış alırlardı." İşbu kabile toplanır ve Hüsn ile Aşk'ı, henüz beşikteyken birbirine nikahlar.. Hüsn ve Aşk, Mekteb-i Edep'te beraberce Mollay-ı Cünun'un rıhle-i tedrisatında ders görür.. Dersleri ise rıza ve teslim oluştur. Hüsn, Aşk'ın cemaline aşık olur. Tıpkı Züleyha gibi... Havz-ı Feyzde buluşur ve dolaşırlar. Bu diyarın mihmandarı olan Sühan çıkar karşılarına. Bir dizi telkinde bulunur. Neden sonra kabilenin en ileri geleni ve otorite sahibi olan Hayret, Hüsn ve Aşk'ı görüp, birbirlerine yaklaşmalarını ve görüşmelerini yasaklar. Böylece ilk ayrılık yaşanır... Sühan'ın teklifiyle Hüsn, Aşk'a mektup yazmaya başlar ve gayretin Aşk'a düştüğünü söyler. Fakat oğlumuz Aşk, "madem sen beni seviyorsun, gayret benden evvel sana düşer!" nevinden bir cevapla mukabele eder Hüsn'ün mektubuna. Ne diyeceğini bilmez vaziyette olan Hüsn'ün imdadına dadısı İsmet yetişir ve O'na; "Sakın sevgini daha fazla ikrar etme. Sen kızsın, ağırbaşlı ol ve tut dilini." şeklinde bir ihtarda bulunur. Hüsn dadısının nasihatini tutar ve artık niyaz makamından çıkıp, naz makamına kurulur. Sühan bu sırrı öğrenir ve Aşk'ın karşısına dikilip; "Sen de seviyorsun fakat gayret etmiyorsun! Hüsn'ün canı sana feryad ederken, sen nasıl canını feda etmezsin?" der. Aşk, kadim dostu ve lalası olan Gayret'in yanına varır. Lala Gayret; "Ah çekiyorsun ama bu yetmez. Gayri yola revan olma vaktidir!" deyip, Aşk'ı harekete geçirir... Aşk, Hüsn'ü istemek üzre kabile büyükleriyle bir araya gelir. Aşk muradını ister kabilesinden. Hüsn'ü vermedikleri takdirde ise onlarla savaşacağını beyan eder. Fakat kabilesi Aşk'a, "Söz ile değil, uğraş ve emek ile gel!" deyip; "Evvela Kalp Diyarına yola çık ve bu uğurda canını koy!" deyu, yolu işaret ederler. Bu yolculukta onu bekleyen tehlikeler çoktur. "Yılan başlı ejderhalar, cadılar, cinler, devler ve karanlık geceler.." *** YOLCULUK Birinci Menzil: Kuyu Aşk kuyuya düşer ve bir dev gelip Aşk'ı hapseder. Fakat Aşk'ın imdadına Sühan yetişir... O'na üzerinde İsm-i Azam yazılı tılsımdan bir İp'e tutunduğu takdirde Allah'ın kendisini koruyacağını ve yardım edeceğini söyler. Nitekim Aşk, böylece kurtulmuş olur. İkinci Menzil: Gam Harabeleri Aşk bu diyara vardığında yalpalar. Derin düşüncelere gark olur ve "düşünce aleviyle oynar." Bir anda etraf ona şehir görünür. Halbuki bu bir büyüdür. Neden sonra karşısına bir cadı çıkıverir. Kendisine râm olmasını ve kendisiyle evlenmesini ister. Aşk, cadının büyüsü altındadır. Büyük bir baş dönmesiyle gel-gitler yaşar ve o esnada son bir gayret ile Allah'tan yardım ister. Allah Teala lutfeder ve bir anda Sühan belirir. O'na "Hüsn"ü hatırlamasını ve adını zikretmesini ihtar eder. O an Aşk, Hüsn'ü anımsar ve adını haykırır. Bir anda cadının büyüsü tesirini kaybeder ve cadı kaybolur. Sühan Aşk'a, adı "Aşkar "olan bir doru at, "Ah" adında bir de kılıç verir. Üçüncü Menzil: Ateş Denizi Lavdan bir denizin ortasında bulur kendini Aşk. Etrafında mumdan gemiler ve gemide envai çeşit devler.. Hepsi Aşk'a yönelir ve "haydi gel seni buradan geçirelim ve kurtaralım" der. Fakat Aşk, kendisine tembih edilenleri hatırlar ve devlerden uzak durur. Yine bir imtihanla karşı karşıyadır. Etrafındaki mahlukların hiçbirini dinlemeksizin, tekrar Allah Teala'ya müracaatta bulunur. O an atı Aşkar dile gelir ve "Ne düşünürsün, sür beni denize ve geçelim!" der. Böylece geçerler denizi. Dördüncü Menzil: Çin Sahilleri Vasıl olduğu bu yer, cennet bahçelerini andıracak surette güzeldir. Yüreğine Hüsn'ün hasreti dolar ve bir şiir okur: "Gül çağı geçti, ilkbahar geçti/Sevgili kayboldu, diyar geçti/Can kanmadı şaraba sarhoşluk geçti/Cananıma şarap sunar idim ben!" Fakat insan her zaman müşkülle sınanmaz. İyilik ve güzellikte imtihan dairesindedir.. Sühan bu kez bir papağan suretine bürünüp; "Çin Padişahı'nın kızı Hoşrüba'ya aşık olacaksın ve mihnete düşeceksin, dikkat et!" der. Fakat üç zorlu diyar geçen Aşk, mağrur bir eda ile; "Heyhat! Benim Hüsn'den başkasını sevmeme imkan var mı?" diyerek, kulak asmaz Sühan'ın ihtarına. Nihayet böyle de olur.. Hoşrüba'nın şiddetli güzelliği öyle bir pençelemiştir ki Aşk'ı; Aşk, Hoşrüba'yı Hüsn sanmıştır ve peşi sıra gitmiştir. Hoşrüba O'nu eğlence meclislerinde sarhoş etmiş ve elindeki Ah Kılıcı'nı almıştır. Aşk, körü körüne ve adım adım gider Hoşrüba'nın peşinden.. Beşinci Menzil: Zatü's-Suver Kalesi Hoşrüba, Aşk'ı Zatü's-Suver Kalesi'ne hapseder ve bir anda gözden kaybolur. Kalenin her sütunu bir putu andırmaktadır. Aşk, düştüğü gafleti fark eder ve daha evvel başına ne gelmişse hepsini yeniden yaşamaya başlar. Geride bıraktığı dört menzili yeniden geçer fakat nafile.. Yıllarca ağlar ve nedamet getirir. Suretlere taptığını, mecaza meylettiğini, aldatıcı dünyaya esir olmuş bir putperest olduğunu kabul eder ve düştüğü bu envai gafletten Allah'ın mağfiretine sığınır. Ezeli kadehin kendisini mest etmesini niyaz eder. Allah Teala bir kez daha Aşk'ın niyazına icabet eder ve Sühan'ı bülbül suretinde gönderir. Sühan Aşk'a, Kaleyi yakması halinde kurtulabileceğini söyler ve Aşk Zatü's Suver Kalesini ateşe verir. Enkazın altında Ah Kılıcı ve Dua Oku çıkar ve bunları kuşanır vaziyette tekrar yola revan olur. Altıncı Menzil: Bitkinliğin Kemale Erişi: Bu yolda Aşk'ı zorlayacak türlü engel vardır ve Aşk ziyadesiyle bitkin düşecektir. Fakat gayretiyle yürümeye devam edecek; yürüdükçe de içinde, cennet ve cehennemin; zevk ve kederin; korku ve ümidin anlamı kalmayacaktır. Böylece çilesi kemale erecektir. Yedinci Menzil: Kalp Kalesi'nin Sabahı Bitkin ve sefil bir vaziyette varmış olduğu bu menzilde; Sühan bu defa bir hekim kılığında belirir ve kendisini iyi edeceğini vaad eder. Şifasının Kalp Diyarında olduğunu ve bu şifanın Hüsn'ün ta kendisi olduğunu müjdeler. Aşk almış olduğu bu muştuyla beraber dizlerine gelen takat ile yürümeye koyulur ve Kalp Diyarına vasıl olur.. Diyardan içeri girdiğinde Hüsn'e ulaşır ve mestane düşer.. Hayret ve azad oluş iç içedir. Nitekim Hüsn, Aşk'ın ta kendisidir. *** Bir manzumu nesir ile tekellüm etmek ve şiiri alet etmeksizin, kemalatın pinhan olduğu teferruatlara değinmeden yeltenmek bu işe; elbette vicdanı tartaklıyor. Fakat icab edeni budur. Haydi biraz didikleme operasyonu yapalım.. Evvela Şeyh Galib'in bir Mevlevi büyüğü olduğunu ve dahi çilesini tamamlamış bir postnişin olduğunu belirtmekte fayda var. Böylece başlayalım.. Hüsn ve Aşk: (HA) Tasavvufta "HA" harfi, gaybı temsil eder. Gayb oluştur ve kesretten vahdete yolculuktur. Şeyh Galib hazretleri, Hüsn ü Aşk'ta seyrü süluku anlatmıştır. Büsbütün tasavvuf yolculuğudur. "Beşeri aşkı tatmayan, İlahi aşka vasıl olamaz" umdesi mucibince seyr eden bir tariktir bu. Hüsn: Maşuktur. Hüsn'ün dadısı işbu sebeple "İsmet" olarak tayin edilmiştir. Nitekim maşuk daima günahsız olandır. Aşık'ı helak etse bile, Aşık; Maşukuna kem söz söylemez ve dahi zinhar itham etmez. Maşuk yakandır, perişan edendir ve sefil düşürendir. Aşık ise bunlara taliptir. Pervane oluşu buradan gelir. Aşk, bir Tecelli-i İlahi'dir. Kulda zuhur edebilir ve fakat kulda diretmek, imtihanın kaybedilişidir. Aşk: Aşıktır. Aşk'ın lalası, Gayret olarak temsil edilmiştir. Aşıklık iddiası, gayret ile hüccete vasıl olur. Bal demekle ağzın tatlanmayışı buradan gelir. Aşık, maşuku uğruna mücadele ettikçe ve türlü çileğe göğüs gerdikçe aşıktır. Sühan: "Söz, kelam" manasına gelir. Anlatıda Allah'ın inayeti ile sürekli Aşk'ın imdadına yetişen Sühan, Kur'an kavli ve Peygamber sözüyle beraber Kamil-i Mürşid tavsiyesidir. Hüsn ü Aşk'ta tasavvur edilen yedi menzil, nefsin yedi mertebesine işaret etmektedir. Birinci Mertebe: Nefs-i Emmare Kötülüğü emredici nefistir. Aşk'ın kuyuya düşmesi buradan gelir. Aşk'ı hapseden Dev ise nefsin oyunlarından bir oyundur. Sühan bu menzilde Aşk'a, üzerinde İsm-i Azam yazılı tılsımlı bir ip verir. İsm-i Azam, birçok tarikatin başlangıç virdidir. İp ise tesbihi temsil etmektedir. Özetle; Sühan Aşk'a, zikre sarılması gerektiğini ve ancak böyle kurtuluşa erebileceğini söylemektedir. İkinci Mertebe: Nefs-i Levvame Pişmanlık duyan nefistir. Sürekli hata işleyen ve fakat hatasından nedamet duyan nefis mertebesidir. Sühan'ın bu menzilde Aşk'a "Ah Kılıcı" vermesi, O'na bolca istiğfar getirmesi gerektiğini sembolize eder. Nitekim "Ah" deyiş, bir iç çekiştir ve pişman oluştur. Yine burada cadı; nefis hilelerini, Hüsn; niyeti ve sadakati, Aşkar ise rabıtayı temsil etmektedir. Üçüncü Mertebe: Nefs-i Mülhime İlham alan nefistir. Bu ilham, hem Rahmani hem de Şeytani ilhamı teşkil eder. Kişi Mülhime mertebesindeyken bu iki ilhamı ayırt etmekte güçlük çeker. Bu sebeple üçüncü menzilde düşmüş olduğu ateş denizi; devlerin gemileriyle doludur. Hepsi de Aşk'a yardım etmeyi teklif eder. Bu şeytanın "sağdan yaklaşması" olarak ifade edilen bir durumdur. Aşk yine Allah'a sığınır ve felaha erer. Dördüncü Mertebe: Nefs-i Mutmainne Huzura kavuşmuş nefistir. Aşk'ın ulaşmış olduğu dördüncü menzil, bu sebeple cennet bahçelerinden bir bahçe gibidir. Fakat buradaki imtihan daha çetindir. Burada Aşk, kibir ile sınanır. "Buraya kadar ulaştım! Ben ulaştım! Gayrı kurtuldum!" demekle helak olur. Tasavvuf öğretesindeki en büyük tehlike zaten budur. Kişinin enaniyete kapılmasıyla beraber bir anda tüm mertebesini yitirmesi defaatle vakidir. Burada her şey bir sebep olabilir. İlim, şöhret, makam, suret ve ziynet.. Aşk ise bu imtihanların en şiddetli olanıyla karşılaşır... Beşinci Mertebe: Nefs-i Raziye Razı olan, şikayeti terk eden nefistir. Aşk henüz erişmişken bu makama, sarhoştur. Cezbe halindedir ve surete kapılmıştır. Kendine geldiğinde ise makamı alınmıştır ve bir zindandadır. Yeniden Nefs-i Emmare'ye düşmüştür.. Düştüğü gafletin fenalığını ve kendi acizliğini kabul eder. Bu fark ediş, Allah'ın azametini ve gazabının keskinliğini öğretir Aşk'a. Şimdiye kadar Allah'ın lutuflarına razı olan Aşk, artık gadaba da razıdır. Böylelikle düştüğü zindanı nedametle küle çevirip, erişir beşinci menziline. Altıncı Mertebe: Nefs-i Mardıyye Allah'ın kendisinden razı olduğu nefistir... Benlikten ve varlıktan geçiştir.. Cihanı hiçe satmaktır... Yunus Emre'nin; "Cennet cennet dedikleri/Birkaç köşkle birkaç Huri/İsteyene ver sen onları/Bana seni gerek seni" dediği makamdır.. (Yeri gelmişken belirtmekte fayda var ki; Aşık Yunus'un bu şiirini, bu makama çıkmazsın ikrar etmek, kişiyi küfre kadar götürür. Öyle ki Şeyhülislam Ebussuud Efendi; "Bu şiiri okuyanların öldürülmesi gerekir." fetvasını vermiştir.) Aşk artık vesair imtihanlara gark olmaz. En büyük imtihanı gayretidir. Fakat bu makamdaki denge; avamın en küçük günahının, makam sahibinin en büyük günahı sayılabilecek kadar hassastır. Aşk sebat eder ve bir sonraki menzile erişir. Yedinci Mertebe: Nefs-i Kamile Kemale ermiş ve arınmış nefistir... Gayrı Fenafillah makamıdır burası. Artık kişi dünyadan yüz çevirmiş bir mahzundur. Bu mahzunluk, düğün gününü bekleyiştir. Düğün ise ancak ölümdür.. Ölümü bekler Rabbine kavuşmak için. Aşk'ta böyledir.. Hasretin verdiği bitkinlik ve yorgunluk ile Kalp Diyarına yönelir. Kalp Diyarı: Bekâbillah Hakkı bulmak, Hakk ile olmaktır. Aşk, kendi kalbine ulaştığında; artık "ben" kalmamıştır. Alem ve dahi zerreden afâka değin her şey; Allah'ın nuruyla kaplıdır. Ve bir Hadis-i Kutsi sırrı kuşatır her şeyi: "Yere göğe sığmadım, mümin kulumun kalbine sığdım." *** Nefis murakabesini, sufi tekamülünü ve seyr ü süluk'u, bir çırpıda söyleyivermek ve sığ bir surette izaha yeltenmek; elbette kusurdur. Zira seyr ü süluk dediğimiz yolculuk, hiç değilse kırk yıl süren ve daima denetime tâbi tutulan bir usulün adıdır. Tasavvuf öğretisindeki her nüans, kusursuz işleyen bir saat titizliğince nizami ve kat'idir. Bu sebeple beyan etmiş olduğum şeyler; ilm'ül yakîn kubbesinin, zeminden seyredilişidir. Ehil kişilerin hoşgörüsüne sığınıyorum. *** Telmihe ve teşbihe, erdem ve hikmete, sırra ve ayana lakin hepsinden ziyade; daima yolda olmak gerektiği bilincine doyacağınız bir eser var ortada. Üstelik "bizim medeniyetimizin" ürünü olan bir eser. Tanzimat hengamesi ile kadr u kıymeti zayi olmuş olan Hüsn ü Aşk, öyle inanıyorum ki; donuklaşan edebiyatımızın miftahı olabilecekken, mukallid zevatın tepinmelerinden doğan karga sesleri arasında buğulanmış ve sükuta bürünmüştür. Bıçak sırtı gibi keskince inen bir darbe neticesinde, Kadim edebiyatımızla olan irtibat ve rabıtamız büsbütün kopmuştur. Neslimiz ve nesillerimiz değil Hüsn ü Aşk'a, "Leyla vu Mecnun"a bile bigane kalmıştır. Şiirimizin yeniden şahlanacağı ve mukaddes bir çile uğrunda yıpranacağı günlerin ümidi ile.. (Oğuzhan Âsım Güneş)

~111° | Hüsn ü Aşk: Merhaba. yazar/i10145 (1757-1798) İstanbullu bir Mevlevî ve Divan Edebiyatı'nın 18. yüzyıldaki son temsilcisiydi. Yeniliklere açıktı. Öyle ki III. Selim'in getirdiği yeniliklere destek verirdi. Yani gerici değildi. Arapça ve Farsçayı gayet iyi bilirdi ama edebiyatta Türkçe yanlısıydı. Bazen Çağatayca yazdığı beyitleriyle bunu gösterirdi. Onunla ilgili birkaç güzel not almıştım. Aşağıdaki bağlantıdan okuma durumumun yorumlarındaki notlarıma bir göz gezdirebilirsin. gonderi/160642682 Bir gün bir meclise giriyor. O mecliste herkes Nâbî'nin Hayr-âbâd adlı mesnevisini övüyor. Hatta üstüne bunun benzerinin yazılamayacağını iddia ediyorlar. Bunları duyan Şeyh Galib bunu kendisine bir sınama olarak alıyor ve işe başlıyor. O anı Hüsn ü Aşk'ta şöyle ifade ediyor: gonderi/160331186 Ayrıca Nâbî'nin "Hayr-âbâd" adlı mesnevisinin aslında Şeyh Attâr'ın "Fahreddîn-i Gürganî ile pâdişâhın kölesi" adlı gerçek hayatta yaşanmış hikâyesinden çalındığını iddia ediyor. Bu yüzden çevirmenimiz yazar/i7107 bu iki eserin özetini aktarıyor. Nâbî'nin Hayr-âbâd adlı mesnevisi: gonderi/159947387 Şeyh Attâr'ın Fahreddîn-i Gürganî ile pâdişâhın kölesi adlı hikâyesi: gonderi/159948592 Hüsn ü Aşk da Hüsn ve Aşk adlı iki gencin birbirlerine kavuşma ve bu esnada yaşadıkları zorlukları aktarıyor. Gerçekten okuması zevkli. Her ne kadar dili biraz ağır olsa da "Açılama" kısmında çevirmenimiz Abdülbâki Gölpınarlı müthiş notlar paylaşmış. Özellikle bu notları okurken zevk aldım. Alt metni tasavvuf üzerine. Bir salik, seyri süluk, yani manevi yolculuğa başlar ve bu yolculuğunun sonunda tekliğe ulaşır. Hüsn, Aşk'tır ve Aşk da Hüsn'dür. Onlar da bunu fark eder. Çeşitli mitolojilerden de yararlanılmış. Bu bana 16. yüzyılda geçen kitap/kitap--7863'yı anımsattı. Bu anonim eser bir Divan Edebiyatı eseri değil, bir Halk Edebiyatı, hatta Âşık Edebiyatı eseriydi. Konusu kısaca Müslüman olan bir erkekle Hristiyan olan bir kızın birbirlerinden hoşlanması ama dinleri farklı olduğu için kavuşmalarının engellenmesi ve erkeğin sırf ona ulaşmak adına kelimenin tam anlamıyla diyar diyar gezip dağları aşması. Zaten edebiyatımız irdelendiğinde Kerem ile Aslı olsun, Mahmut ile Meryem olsun (Kerem ile Aslı'nın Azerbaycan versiyonu) boldur. Şimdi de Hüsn ve Aşk'ı tanımış oldum. Analiz ede ede okudum. Evet! Bu gibi eserlerin analiz edilmeden sadece hissettirdiği duyguları algılayarak okunmasını tavsiye eden cehalet dolu yorumları göz ardı ederek her zaman yaptığım gibi analiz ettim. Böylece eseri daha kalıcı bir şekilde mantığıma oturtmuş oldum. Kerem ile Aslı da okunabilir. Ona da bence güzel bir inceleme yazmıştım. gonderi/136967687 Keyifli okumalar! (Kaan Ata Önder)

İlk incelemenin günahı olmazmış: Kitabı okurken aklıma hep "God Is Close(Allah Yakındır) filmi geldi. Ara sıra dünyevi aşktan mı bahsediyor acaba çelişkisine düştüm ama kitabın sonunda uhrevî aşktan bahsettiğine kendimce kanaat getirdim. Kitabın Besmele-Hamdele-Salveleyle başlaması edeplerin en güzeli. Olay mansur tarzda yazılmış. Bir hikayenin hem bu kadar ahenkli hem de bu kadar anlamlı olması hayret verici. Zavallı karakterimiz Âşk çeşitli sınavlardan geçerek sevgiliye kavuşmaya çalışıyor çünkü sevgi ispat gerektirir. Tam umutsuzluğa kapıldığı ve tükendiği bir anda sevgiliye kavuşarak yeniden hayat buluyor. Hayat böyledir işte istediğin şeyi vazgeçtiğin zaman bulursun. Vazgeçtiğin anda gelir bütün güzellikler. Âşk'ın Kalp Ülkesine giderek sevgiliye kavuşmasını müminlerin ahirette Allah'ı görmesi olarak yorumladım. Son kısımda anlatıldığına göre Padişah Sultan Selim, Şeyh Galib'in dizine yatarak şiirlerini dinlermiş.. Kıskandım :(: (Meczup)

Hüsn ü Aşk PDF indirme linki var mı?

Şeyh Galip - Hüsn ü Aşk kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Hüsn ü Aşk PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Şeyh Galip Kimdir?

Galib Mehmed Esad Dede veya tanınan kısa adıyla Şeyh Galib (1757, İstanbul - 1798, İstanbul), Türk divan edebiyatı şairi, mutasavvıf. 1757 yılında İstanbul'da doğdu. 9 Haziran 1791 tarihinde Galata Mevlevihanesi şeyhliğine atandı. 1798'de vefat eden Galib Mehmed Esad Dede, avluda yer alan türbeye defnedildi.Esed ve Galip mahlaslarıyla yazdığı şiirlerini toplayarak 24 yaşında iken divanını meydana getirdi (1780). Sembolizm benzeri bir tarzın Türk edebiyatındaki öncüsü olmuş, birçok buluşu ve yarattığı mazmunlarla Divan Edebiyatı'nın gelişmesinde büyük bir rol oynamış olmasına rağmen divan şiirinin geleneklerinden de kopmamıştır. Bugün Şeyh Galip'in şiirleri gösterdiği harika sembolizm ve betimlemelerle özellikle Batıda fazlasıyla beğeni toplamaktadır. Şeyh Galip'in eserlerinin en önemli yönlerinden birisi de tasavvufi temellere sahip olmasıdır.

Şeyh Galip Kitapları - Eserleri

  • Hüsn ü Aşk
  • Şeyh Galib Divanı
  • Ateş Denizinde Mumdan Gemiler
  • Şeyh Galib Divanından Seçmeler
  • Şeyh Galib Kitabı
  • Mevlevi Ayinleri Mecmuası
  • Hüsn-ü Aşk

Şeyh Galip Alıntıları - Sözleri

  • “Sevmez mi sever mi kimse bilmez Ol rütbe de bi haber denilmez.” (Hüsn ü Aşk)
  • که جانیمدا ایستك وار, که گوکلومده نشه (Şeyh Galib Divanından Seçmeler)
  • “Gelsin mi o âhlar beyâna Bir nebzesi sığmaz âsmâna.” (Hüsn ü Aşk)
  • "Vardır dehan-ı dilbere şayan bir sözümüz Nam-ı vefayız ah-ı müsemmaya hasretiz." (Şeyh Galib Divanı)
  • Bağlanıp zülfüne bozdum ahdi de peymânı da Çeşmini gördüm unuttum derdi de dermânı da (Şeyh Galib Divanı)
  • [Yarabbi, bu ne bekleyiştir; bu ne biçim zamandır ki geçmek bilmez. ] (Şeyh Galib Divanından Seçmeler)
  • ~ Şem’ine pervâneyim pervâ ne lâzımdır bana.. ~ | Şeyh Gâlib (Şeyh Galib Divanından Seçmeler)
  • " Fâriğ olmam eylesen yüzbin cefâ sevdim seni Böyle yazmış alnıma kilk-î kazâ sevdim seni... " (Şeyh Galib Divanından Seçmeler)
  • Belki de her şeyin kalpte başlayıp kalpte bittiğinin ifadesiydi bu. (Ateş Denizinde Mumdan Gemiler)
  • Unutmayın ki, bundan sonra da başınıza türlü haller gelecektir, o zaman Allah'ı kalbinizde anıp O'ndan yardım dileyin. (Ateş Denizinde Mumdan Gemiler)
  • al destine bir bâde derd u gamı ver bâda (Şeyh Galib Divanı)
  • “Sabr eyle biraz sen etme efgân N’eyler bakalım Hudâ-yı zî-şân.” (Hüsn ü Aşk)
  • Ben ne hâcet kim diyem rûh-i revânımsın benim Gizlesem de âşikâr etsem de cânımsın benim (Şeyh Galib Divanından Seçmeler)
  • "Ger zî sırr-ı aşk güftârest ba'd ez hâmuşî Ez sühân bâlâ çi esrârest ba'd ez hâmuşî" Galib, üç yıllık aradan sonra, şiire Farsça bir gazelle döner: "Sustuktan sonra söylenen sözler eğer aşkın sırlarına dairse, sözden daha yüksek ne vardır?" mea­linde bir matla' ile başlayan gazel, çile sırasındaki suskunluğuna bakarak onun ar­tık şiir söyleyemeyeceğini iddia edenlerin fena halde yanıldıklarını göstermiştir. (Şeyh Galib Kitabı)
  • “Bîçâre gönül gamı-yle yansın Tek ol büt-i âteşîn inansın Hûn-âbe-i hecre cân boyansın Mahrûm gözi şerâba kansın Her kahrın bin Kerem gedâdır.” (Hüsn-ü Aşk)
  • Tedbîrini terk eyle takdîr Hudâ’nındır Sen yoksun o benlikler hep vehm ü gümânındır Birden bire bul aşkı bu tuhfe bulanındır Devrân olalı devrân erbâb‐ı safânındır Âşıkda keder neyler gam halk‐ı cihânındır Koyma kadehi elden söz pîr‐i mugânındır (Şeyh Galib Divanından Seçmeler)
  • Aynı şekilde, Hüsn ü Aşk'ta yer alan "Geceye ve Kışın Şiddetine Dair/Der Sıfat-ı Şeb ve Şiddet-i Şita" başlıklı bölümü, burada hatırlamak gerekiyor. Bu bö­lümde, Aşk'ın Kalp diyarındaki yolculuğu sırasında, kendini ansızın içinde buldu­ğu bir kış gecesi anlatılmaktadır. Şeyh Galib'in kendisine mi, yoksa icad ettiği hikaye kahramanı Aşk'a mı ait olduğu kolay kolay kestirilemeyen geceye ve kışın ayazına ilişkin intibalara ve dolayısıyla ifadenin şiddetine dikkat etmek gerekir. Hafif açılarak sadeleştirilmiş şu cümlelere, beraberce göz gezdirelim isterseniz: "Bu karanlık ve soğuk gecede ay ışığı donmuş... Karanlık, bir ceylan gibi or­talıklarda kol geziyor. Karın içindeki siyahlıklar insana, gözün beyazlığı içindeki "göz bebeği"ni hatırlatıyor. Kar, kışla beraber yer yüzüne inerken, gece bir zenci­nin dişleri gibi sırıtıyor. Her tarafta sıçrayıp duran kıvılcımlar ayazın şiddetinden donup kalıyorlar. Uzak dağlarda kaynayan sular, göklere yükselerek kar adıy­la/şeklinde yeniden ve durmaksızın yağar da yağarlar. Havada uçan bir kuş bile gözükmüyor. Göklerde, sadece tek tük ateş renkli uçuşlar göze çarpıyor. Bu şart­larda eğer sabah, buzdan kazıklarını güneşe çakmasa, onun ateşini de rüzgar alıp götürebilirdi. Şiddetli kış buzdan sütunlanyla destek olmasa, yeşil/mavi gökler yerlere çökerdi. Ağlayan gözlerde yaşlar dahi buz tutmuş! Bu çaresizlik içinde insanlar, ölümü dahi gözlükle arar hale gelmişler. Daha da önemlisi, karanlıklada yüklü gecede "fikir yolu" da buz tuttuğu için, söze can veren bütün sanatkarlar sükütu tercih eder hale gelmişler." (Şeyh Galib Kitabı)
  • 'Erişip bahâra bülbül yenilendi sohbet-i gül Yine nevbet-i tahammül dil-i bî-karâra düşdü' (Şeyh Galib Divanı)
  • “Gelsin mi o âhlar beyâna Bir nebzesi sığmaz âsmâna.” (Hüsn-ü Aşk)
  • Demek ki yol bir kez seçildiyse, artık engellere ve zorluklara tahammül etmek gerekirdi. (Ateş Denizinde Mumdan Gemiler)

Yorum Yaz