Hayatın Kaynağı - Ayn Rand Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Hayatın Kaynağı kimin eseri? Hayatın Kaynağı kitabının yazarı kimdir? Hayatın Kaynağı konusu ve anafikri nedir? Hayatın Kaynağı kitabı ne anlatıyor? Hayatın Kaynağı kitabının yazarı Ayn Rand kimdir? İşte Hayatın Kaynağı kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Ayn Rand
Çevirmen: Belkıs Çorakçı Dişbudak
Editör: Uygar Karal
Tasarımcı: Sinan Çetin
Orijinal Adı: The Fountainhead
Yayın Evi: Plato Film Yayınları
İSBN: 9789756381274
Sayfa Sayısı: 984
Hayatın Kaynağı Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Dünya bizleri kurtarma ve bize iyilik etme aşkıyla dolu insanlar tarafından hep kana bulandı. Tarihteki bütün savaşları yürekleri iyilikle dolup taşan, kendini bir dava uğruna feda ettiğini düşünen kurtarıcılar çıkardı.
Hitler Almanları, Stalin işçileri, Mao köylüleri kurtarmak için dünyayı kana buladı. Milyonlarca insan kurtarıcıların şefkat dolu ellerinde can verdi. Onlar hep "biz" dediler, hiç ben deyip kendilerini düşünmediler. Ama bilim, zenginlik, hayatı kolaylaştıran, yaşanır kılan her türlü buluş, bilgi kendi çıkarları için çalışan, işini iyi yapan bencilerin eseriydi. Onlar hiçbir zaman biz olmadılar. Sadece işlerini iyi yapmaya çalıştılar ve bizlere rağmen başardılar.
Elinizdeki kitap, dünyanın fedakarlık tüccarları tarafından yok edilmemesi için bir Akıl Kalkanıdır. Ben'in bir savunucusu ve kalabalıklara karşı duran yaratıcılara verilmiş bir ödüldür. Aklın ve mantığın yolunu izlemek isteyen herkese bu rehberi takdim etmekten onur duyuyorum.
-Sinan Çetin-
(Tanıtım Bülteninden)
Hayatın Kaynağı Alıntıları - Sözleri
- Dünya güçsüzlere miras kalacak...
- İnsanlara baktığımda uzun süre anlayamadığım oydu. Kendi benlikleri yok. Başkalarının içinde yaşıyorlar.
- "Her şeyde bir neden mi ararsın? Her zaman bu kadar ciddi olmak zorunda mısın? Herkes gibi ara sıra hiç nedensiz bir şeyler yapsan olmaz mı? Öyle ciddi, öyle yaşlısın ki! Her şey önemli senin için. Her şey büyük. Her dakika. Hareketsiz duruyor olsan bile. Biraz rahatlayamaz mısın ... önemsiz olamaz mısın?" "Olamam." "Bu kahramanlıklardan usanmıyor musun?" "Benim neyim kahraman?" "Hiçbir şeyin. Her şeyin. Bilemiyorum. Yaptığın şeylerden söz etmiyorum. Çevrendeki insanlara yaydığın duygu öyle." "Ne?" "Öyle normal dışı ki! Bir baskı. Bir gerilim. Senin yanındayken. Hep seçenek var karşısında insanın. Ya seni, ya dünyanın geri kalanını seçmek söz konusu. Ben bu tür bir seçme yapmak istemiyorum. Dışardaki biri olmak istemiyorum. Bütünün parçası olmak istiyorum. Dünyada basit ve hoş olan öyle çok şey var ki! Hepsi savaş, mücadele ve kendini mahrum etme değil. Oysa ... seninle öyle." "Ben kendimi neden mahrum ettim?" "Yo, bir şeyden mahrum etmezsin! Yalnızca ... istediğin şeyi elde etmek için cesetlere basa basa yürümeye bile hazırsın. Asıl mesele, istemediğin için kendini mahrum ettiklerin." "İki şeye birden sahip olunamaz da ondan."
- "Ben hiçbir şeyin simgesi olmak istemiyorum. Ben yalnızca benim."
- “İnsan sonunda istediği yere vardığında, yolda başına gelenleri unuturmuş.”
- Haklı olacağıma, iyi insan olurum, daha iyi." "Merhamet, adaletten üstündür, yüreklerinde yüzeysel duygular taşıyan insanlar tersini savunsa da." "Anatomik açıdan baktığımızda, hatta başka açılardan da baktığımızda, kalp bizim en önemli organımızdır. Beyin bir batıl inançtan başka bir şey değildir." 'Manevi konularda, basit, şaşmaz bir sınav vardır: Başkalarına duyulan sevgiden kaynaklanan her şey iyidir." "Tek soyluluk rozeti, hizmettir. İnsan kaderinin en yüksek simgesi olarak gübreyi kabul etmekte hiçbir terslik görmüyorum. Buğdayı da, gülü de üreten, gübredir. "En kötü halk şarkısı, en iyi senfoniden üstündür." "Kardeşlerinden daha cesur olan insan, kardeşlerine hakaret etmiş sayılır. Paylaşılamayan hiçbir sevabın peşinden koşmayalım." "Hiçbir kahraman görmedim ki, vücuduna yanar kibrit değdirildiğinde, duyduğu acı, daha az seçkin olan kardeşinin duyduğundan az olsun." "Deha, boyutun abartılmasıdır. Fil hastalığı da öyledir. Her ikisi de ancak hastalık olabilir."
- Namussuz insanların en kötü yanı, kafalarında ki dürüstlük kavramıdır.
- "Kaygı, duygusal rezervlerin ziyan edilmesidir."
- Satın alınabilecek şeylerin en değerlisini alıyorum. Senin zamanını.
- Ama dediğim şu; insan bu dünyada acı çekerse, attığı yanlış adımlar yüzündendir.
- Tecrübe hanesine bir çentik atar, kaldığımız yerden devam ederiz.
- Sakın bana çok güzel ve zarif olduğumu, tanıdığınız insanların hiçbirine benzemediğimi, bana âşık olmaktan çok korktuğunuzu söylemeye kalkmayın. Sonunda söyleyeceksiniz nasılsa, ama şimdilik erteleyelim.
- "İnsan sonunda istediği yere vardığında, yolda başına gelenleri unuturmuş."
Hayatın Kaynağı İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Ben: Bu kitap hakkında söylenebilecek o kadar çok şeyler var ki... Ama söyleyebilecek ya da yazabilecek miyim bilmiyorum. Biz ne için yaşıyoruz? Başkalarını memnun etmek için mi yoksa kendi benliğimizi tatmin etmek için mi? Hayat, toplum için midir? Hayat, 'Ben' için midir? Bu kitabı okurken defalarca zihnimden döndü durdu bu sorular... Ben bir kitabı okuyormuşum gibi değil de bir hayatı yaşıyor ve bu hayatın kaynağını arıyormuşum meğerse. Ve hâlâ aramaya devam ediyorum... devam edeceğim de... Kitapta bir karakter vardı ki. Hayatımda okuduğum en ilginç karakterlerden biri oldu. Howard Roark... İmrenilesi bir hayat.. Yaptığı her şeye kızdım fakat hayatın kaynağı ondaydı biliyordum. Evet, kesinlikle hayatın veya yaşamın nasıl güzel hâle gelebileceğini sadece o biliyordu. O sadece kendisi için yaratıyordu ve kendi mutluluğu için yaşıyordu. Olması gereken de bu değil mi zaten? Belki de değildir. Diğer karakterler mi? Onları konuşacak kadar değerli bir tarafları yok. Hepsinin canı cehenneme..Her gün gördüğümüz insanlardan birkaç tanesi işte.. Yalancılar, iki yüzlüler, düzenbazlar, gösteriş sevenler... ------ Çok akıcı ve merak uyandırıcı bir kitap olmakla beraber son derece ilgi çekici kurgusu vardı. Kitabın son 25 sayfası ise, bende adeta ezber bozan bir etki yarattı. Ayrıca bu kitabın basımı yok biliyorsunuz. Kitabı bulmak için epey uğraşmıştım ama ne demişler "Zafere giden yolda çekilen çile kutsaldır." Kitaba zar zor ulaştım ve daha sonra da zafere ulaştım. Kitapta en sevdiğim alıntı ise; "İnsandan ne olmasını isteyebilirsiniz. Ona servet sahibi olmasını, sevmesini, gaddarlaşmasını, cinayet işlemesini, kendini feda etmesini söyleyebilirsiniz. Ama öz saygıya sahip olmasını istemeyin ondan. Hemen sizden nefret etmeye başlar." Kitapla kalın.. (Halil Vural)
Nerede bu "Hayatın Kaynağı"?: YouTube kitap kanalımda 2020 yılında okuduğum kitaplardan biri olan Hayatın Kaynağı için yaptığım yorumu dinleyebilirsiniz: https://youtu.be/Grnrj8QBHoU "Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti." İşte o kitabın adı Hayatın Kaynağı. Hani şu hiçbir yerde bulunamayan, baskısı olmayan, bir türlü okuma şansına erişilemeyen o kitap... Sizin de okuduktan sonra hayatınızı değiştiren bu tür kitaplar var mı? Bu kitabın yeteri kadar abartılmadığını ve yorumlanmadığını düşündüğüm için geçmiş mesleği mimarlık olan biri tarafından incelenmesi gerektiğini düşündüm ve işte buradayım. Bu kitabın baskısını şehrinizde aradınız ve bulamadınız mı? O zaman şehrinizi iyice gezmemişsiniz ve tanımamışsınız demektir. Bu kitabın baskısını ülkenizde aradınız ve bulamadınız mı? O zaman ülkenizi iyice gezmemişsiniz ve tanımamışsınız demektir. Bu kitabın baskısını dünyanızda aradınız ve bulamadınız mı? O zaman dünyanızı iyice gezmemişsiniz ve tanımamışsınız demektir. Bu kitap da zaten onu dünyanın her noktasında arama çabasına girişip de bulmayı arzulayacak kişilerin okumayı hak ettiği bir kitap olacaktır. Bu kitabı anca mimarlık okuyan öğrenciler ya da mimarlık mesleğinin içinde bir şekilde bulunanlar en iyi şekilde içselleştirebilir. Çünkü bu mesleğin içinde bulunmadan, mesleğin uygulanış biçimlerindeki yozlaşmışlıkları görmeden ve mimarinin estetiğini hissetmek için taşa, tuğlaya, tarihe dokunmadan bu kitabı tam olarak içselleştirmeye çalışmak, her zaman eksik bir yorum olmaya mahkumdur. Ama elini Sisifos gibi taşın altına koymayı seven bir insan olarak size bu kitap sürecinde aklımdan geçirdiğim bazı düşünceleri anlatmak istedim. Mimarlık mesleğinden yeni istifa etmiş bir insan olarak artık bazı şeylerin anlatılması ve bu meslekten olmayan kişilerin de bilgilendirilmesi gerektiğini düşündüm. Öncelikle şu alttaki alıntıyı okuyalım: "Ben bir mimarım. Bu düzensiz kuralların ne şekilde inşa edildiğini anlayabiliyorum. Üzerinde yaşamak istemediğim bir dünya meydana gelmek üzere." [s. 911] Nedir bu düzensiz kurallar, üzerinde yaşamak istemeyeceğimiz bir dünya? Üzerinde oturduğunuz evlerin çoğunun betonlardan, duvarlardan ya da tuğlalardan değil de kul hakkı yenen işçilerden meydana geldiğini söylesem ne derdiniz? Gelin anlatayım... Artık sabah kalktığımda CV atılmış mail'lara dönüş yapılıp yapılmamış olmasına bakmadığım, tanımadığım bir numara bana iş vermek için mi aramış diye beklemediğim, istediğim saatte yatıp istediğim saatte kalktığım bir işim var. Kulağa bu kitaptaki "Howard Roark" karakteri gibi çok ütopik geliyor değil mi? Ama "Hayatın Kaynağı"nı arayan insanlar için bu sonuçlar çok da ütopik olmasa gerek. Meslekte şantiye şefi olarak çalışırken benden göz göre göre talep edilen kul hakkı istekleri, işçilerin ve kalfaların hak edişlerinden patron tarafından istenen haksız kesintiler, üstlerin ile altların arasında medcezir yapmak gibi şeylerin benim "hayatımın kaynağı" olmadığını çok önceleri anlamıştım. En basit şekilde bir örnek vermek gerekirse, bir işçi 500 lira değerinde bir iş yapmışsa o işçiye 500 lira verilmelidir, değil mi? Fakat patron tarafından benden oraya 300 yazmam istenirdi. Matematik kitaplarındaki işçi problemleri yalandı, esas işçi problemi buydu! Bir gün şantiyede yemek aldığım sırada işçiler için verilen yiyeceklerde bazı şeyler olmadıktan sonra bir işçinin gözlerimin içine bakıp "Sizin tarafta her şey var bizde niye yok şef" demesi içimi kaç yıldır acıtıyor, o anda da aslında yanlış bir meslekte olduğumu anlamıştım. O anda "Hayatın Kaynağı"nın orası olmadığını, başka bir yerlerde beni beklediğini ve bu başka yerin de ancak benim kendimi aramamla oluşabileceğini anlamıştım. Kitapların dünyasına daldım. Dostoyevski'yi okudum, acıdan acıya koştum. Kafka'yı okudum, sonucu olmayan sonuçlara aldandım. Camus'yü okudum, dünyanın saçmalığında kendimi en saçma insan olarak hissettim. Erich Fromm'u, Viktor Frankl'ı, Rollo May'i okudum, kendimi aramaya başladım. "Kendimi buldum" diyemem, bunu demeye haddim yok. Bunu hiçbirimiz hiçbir zaman diyemeyeceğiz, belki de ölüm, kendimizi bulduğumuz tek nokta olacaktır hayatımızda çünkü. Fakat bu başka bir tartışmanın konusu... Mimarlığı bir sanat ve hayatı görüş biçimi olarak çok seviyordum, hala da çok seviyorum. Çünkü bir şeyleri sıfırdan başlayarak inşa etmek bana bir kimlik inşa etmeyi çağrıştırıyordu. İnsanın da temeli vicdan ve hoşgörü, döşemesi akıl, kolonları saygı, kirişleri empati ve çatısı da dış görünüşü olmalıydı. Fakat Zeki Demirkubuz'un sözüne benzer olarak "Bu ülkede paragöz insanlar tarafından yönetilen mesleklere dair hiçbir şeyin, hiçbir zaman benim dilediğim gibi olmayacağını biliyor, artık bundan acı duymuyordum." Hayatın kaynağı çok başka bir yerde arkadaşlar. Bu yazıyı buraya kadar okumuş olan bütün insanlar için belki de bu kaynağın her insan için ne olduğunu tek tek söyleyecek yeterliliğe sahip olamayabilirim fakat en azından "nerede olmadığını" söyleyebilirim. 8-5 mesailerde sürünüp kendi isteklerini değil sürekli bir başkalarının isteklerini yapmak zorunda kalmak, kendinden ödün vere vere malzemeden bile isteye çalarak bir kimliği inşa etmek, hayatının kaynağını patronların cebinden çıkacak miktarlarda aramak, meslek haklarınızı bile bilmeden kendinizi bir köle gibi kullandırmak, size işinizde yapılan psikolojik baskılara sesinizi bile çıkaramamak... Sizce bunlar "Hayatın Kaynağı" gibi geliyor mu kulağınıza? Bence bu kaynağı sadece kitap okuyarak bulabilmek de mümkün değil. Esas gerçeklik ile kurgu gerçekliği dengelemek, dünyanın acılarını kendi acılarımızla üst üste koymak, empatiyi öğrenmek için dere tepe düz gitmek, gerçekten de bu "hayatın kaynağı"na layık olmak gerekiyor diye düşünüyorum. "Hayatın Kaynağı" ancak ve ancak sizin kendi benliğiniz olabilir, bunu bir başkasından beklemek yapacağınız en büyük hata olacaktır. Size diyeceğim şey, ne olursa olsun geleceğinizi başkalarının sizin için belirleyeceği şeylerden beklememeniz yönünde olacaktır. Siz, kendi benliğinizle, kendi düşüncelerinizle biriciksiniz. (Oğuz Aktürk)
İnsanlar ikiye ayrılır: Bu kitabı okuyanlar ve okumayanlar: Aylar öncesinde bu kitaba inceleme yazmak istediğimde sadece bunları yazabilmiştim. "Nereden başlayacağımı bilmiyorum, ne anlatacağımı bilmiyorum, nasıl ifade edebileceğimi bilmiyorum. Jack London'un Martin Eden'inden sonra ilk defa bu kadar kararlı bir kişilik gördüm. İlk defa felsefesinden hiçbir şekilde taviz vermeyen bir adam gördüm." Bu kitabı anlayabilmek, anlatabilmek, özümsemek için bir hayli üzerine düşünmek, konuşmak gerekiyormuş. Kitabın içinden belki de kitabın ötesine uzanmak gerekiyormuş. Bunu ne kadar yapabildim bilmiyorum ama bir şeyler demek istiyorum. Howard Roark, üniversiteden çok büyük bir başarı ile mezuniyetine ulaşmaya çok yakınken son bir proje ödevinde hocasının, arkadaşlarının yani hakim felsefenin yerine çizdiği bina projelerine kendi fikirlerini, yaratıcılığını yansıtan, bu çerçevede modern bir anlayış kullandığı için içi boş da olsa eleştiriler alan bir iç mimar. Kendi fikirlerinin doğruluğu konusunda o kadar emin ki başta ona kızsanız bile sonraları hak vermeye başlıyorsunuz. Hani Martin Eden kitabında şöyle bir cümle vardı: "Çoğunluk onu beğeniyor veya beğenilmesi gerektiğine inanıyor diye, benim de beğenmemi gerektirmez." Roark da aynı şekilde düşünür. Kendi yaratıcılığı, kendi ortaya döktükleri her zaman daha önemlidir onun için. Çoğunluğun isteklerinden ziyade kendi yapabildiklerine odaklıdır. Bu minvalde de bir alıntı yapmak isterim. "Ben bugün, hayatımın tek bir dakikası üzerinde bile hiç kimsenin hakkı olmadığını söylemeye geldim. Enerjimin de. Başarılarımdan herhangi birinin de. Kim böyle bir iddiada bulunursa bulunsun, sayıları ne kadar kalabalık, ihtiyaçları ne kadar büyük olursa olsun. Buraya gelip, başkaları için yaşamayan bir insan olduğumu söylemek istedim." Kitap 4 ana karakter üzerinden bir toplum şekillemesi çizer bize. Birincisi Howard'ın okuldan arkadaşı. Howard onu, fayda elde etmek uğruna ruhunu satmak ile itham eder. Toplumumuzda çokça görebiliriz böyle simaları. "Yalan söyleyen, hile yapan ama görünüşte saygınmış gibi davranan adam" cümlesinin vücut bulmuş halidir Peter. İnsanların beğeni kaygısı üzerinden kendini şekillendiren, onların doğrularını kendisinin doğrusu haline getirmekten asla çekinmeyen bir kişilik tipi. Nitekim kitaptan şu cümle de onu anlatıyordur. "Bu doğru mu?" diye sormuyorlar. "Başkaları bunu doğru buluyor mu?" diye soruyorlar. Yine şu cümleler çok şey anlatacaktır Peter hakkında. Hem de Howard'ın Peter'e bakışını görmek adına iyi bir kaynak. "Sana öğretildiği için hep tekrarladığın şeyleri unutup, kendi beyninle, hakkıyla düşünebilir misin? Anlamanı istediğim şeyler var. Bu ilk şartım. Ne istediğimi söyleyeceğim sana. Diğer insanlar gibi düşünürsen, o bir şey değil dersin. Ama öyle dersen, o zaman yapamam bu işi. Sen tümüyle anlamalısın. Bunun önemini bütün zihninle anlamalısın." "Çalışırım, Howard. Ben sana ... dün dürüst davrandım." "Evet. Öyle davranmasan, dün reddetmiş olurdum. Ama şimdi, en azından birazını anlayabilirsin gibi geliyor." "Yapmak istiyor musun?" "İsteyebilirim. Bana yeterince cazip bir teklif yaparsan." "Howard ne istersen. Ne olursa. Ruhumu satmaya hazırım ..." "İşte anlamanı istediğim şey de o. Ruhunu satmak dünyanın en kolay şeyidir. Bunu herkes her saat yapıyor. Ben senden ruhunu korumanı istesem ... bunun neden daha zor olduğunu anlayabilir misin?" "Evet... evet, sanıyorum." Evet Peter böyledir ve böyle olmasında en az onun kadar kendisine dayatılan beğenilme kaygılarının da yeri vardır. Sigmund Freud böyle insanları çok büyük bir mevkiye gelse bile başarılı bir kişilik olarak tanımlamaz. Başarılı kişilik, kendi heykelini kendisi yapan, çekici hep kendine vurup kendi kendini inşa eden insandır. Burada fiziksel değil de bilişsel düzeyde bir kişilik inşasından bahsettiğimi de söyleyeyim. Kitabın ikinci karakteri Toohey. Saygı değer bir insan onu Feto'ya benzettiğini söylemişti. Gerçekten öyle bir benzerlik var. Kitleleri etkileme konusunda çok başarılıdır. Özellikle kelimelerin gücünü ve onları iyi kullanmayı bilir. Benim bu kitapta hiçbir şekilde sevemediğim, okurken "arkadaş bir tane olumlu hareketin yok, bir tane sevilebilecek özelliğin yok" diyebileceğim adamdır. Bir diğer karakterimiz ise Gail Wynand'dır. Hikayenin başlangıç noktasında Howard'a yol gösteren iç mimarın en büyük düşman olarak nitelendirdiği Gail. Büyük bir zenginlikle yaşamını sürdüren, her istediğini elde edebileceği gibi her istediği kişinin yaşamını bir anda parlatıp bir anda söndürebilecek bir isim. Bunu elde etmek için de kendi ruhunu feda etmiş bir isim. "Ermişlerle dervişler ancak maddesel şeyleri feda eder. Ruhun kurtulması için küçük bir fiyattır bu. Ruhunu kendine saklar, dünyasal şeyleri feda eder. Ama ben... ben otomobilleri aldım, ipek pijamaları aldım, çatı daireyi aldım, karşılığında da dünyaya ruhumu verdim. Eğer sevabın ölçüsü fedakarlıksa, kimin feda ettiği daha büyük? Asıl ermiş, asıl aziz kim?" Yine kendi deyimiyle aktarayım: "Kollektif bir ruh üzerinde güç istiyordum, onu elde ettim. Kollektif bir ruh." Kollektif ruh ise kitabın oklarını çevirdiği noktadır Howard üzerinden. Kitlelerin ne yeyip ne içeceğine nasıl giyineceğine nasıl davranacağına halkın tamamının ayrı ayrı değil de, bir kesimin bunu seçmesiyle diğerlerine şans tanımayacak şekilde onların hareketlerini düzenlemesidir diye açıklayabilirim sanıyorum. Ayn Rand'ın Ego kitabını da okuyunca bahsedilen bu kavramı daha iyi anlayabilmiş oldum. Kollektif yaşam biçiminde insanlar birbirleri için yaşar, nefes alır, birinin canı yanarsa ötekinin de yanar. Aynı anadan doğmasalar da insanlar kardeş olarak görürler birbirlerini. Ego kitabından alıyorum. "Bizi yöneten kanunlar; insanlar arasında hiç kimsenin, hiçbir zaman yalnız olamayacağını söyler. Çünkü yalnızlık, bütün kötülüklerin kökü ve günahların en büyüğüdür." Bu toplumun "Biz" kısmını içeren düşünceyi anlatıyor. Ama "Ben" ise şöyle söyler: "Sevgimi hiç kimseye laf olsun diye, sebepsiz yere veremem. Şans eseri yanımdan geçen, yanımda duran, yanımda doğup yaşayan kimse onun sahibi olamaz." Howard Roark işte bu anlayışla bahsi geçen bilince karşı çıkan kişidir. Kolektivizm yerine objektivizm'i savunan karakterdir. Ben'in yaşamı asla biz tarafından belirlenemez ona göre. O kendi yaratıcılığını savunur. Özgün düşünceyi savunur. Tarihin her noktasında yaratıcıların tüketiciler tarafından sindirildiğini düşünür. Kitabın hemen başında şu cümleler vardı: Sonunda Roark, "Eğer benim fikrimi istersen Peter, sen hatayı şimdiden yaptın," dedi. "Bana sormakla. Herhangi bir kimseye sormakla. İşinle ilgili konuları asla başkalarına sormayacaksın. Ne istediğini kendin bilmiyor musun? Nasıl dayanabiliyorsun bilmemeye?" Belki de ta başından belliydi Roark'ın hikayesi ve 2.sayfadan itibaren bunu anlatmaya çalışıyordu; Özgünlüğü, orijinalliği, yaratıcı düşünceyi ve kendi olmayı... Peki yukarıdaki karakterler ile baş edebilecek miydi acaba? Bu kadar ruhsuz adamın karşısında kendi karakterini korumayı sürdürebilecek miydi, akıntıya karşı sonuna kadar yüzebilecek miydi? "Sevgili oğlum, kim yaptıracak sana o binaları?" "Mesele orada değil. Mesele, beni kimin engelleyeceğinde." (Ramiz Dayı konuşuyor :D) Kitabı okuduktun sonra Roark'a, yaşadıkları sebebiyle hak veriyor olsam da, Ben'lik bilincine, hayatının başrolu olarak kendi kararlarını başkasının düşüncesini önemsemeden alışına hayran kalsam da objektivizm felsefesini hala doğru buluyor değilim. Sebebi olarak da sosyal medyada arada bir paylaşılan çok sevdiğim şu cümleleri örnek olarak gösterebilirim sanıyorum. Bir şaman öğretisi şöyle der : " Doğada hiçbir şey kendisi için yaşamaz... Nehirler kendi suyunu içemez... Ağaçlar kendi meyvelerini yiyemez... Güneş kendisi için ısıtmaz... Ay kendisi için parlamaz... Çiçekler kendileri için kokmaz... Toprak kendisi için doğurmaz... Rüzgar kendisi için esmez... Bulutlar kendi yağmurlarından ıslanmaz. Doğanın anayasasında ilk madde şudur... Her şey birbiri için yaşar.. Birbiri için yaşamak, doğanın kanunudur.. Eski çağlardan süre gelen bir anlayıştı bu.. Bütünlüğü anlatırdı.. Özü iki cümleydi.. “ Ben Biz olduğumuz zaman Ben olurum.” “ Ben, Ben olduğum için Sen, Sensin" Toplum bazı konularda bizi hapsedip kendiliğimizi oluşturmada engel teşkil ediyor olsa bile insanı anlamlı kılan şeyi insanlığa katkı noktasından yola çıkarak bulabileceğimizi düşünüyorum. Bencillik kadar biz olmanın da büyük bir değer ifade ettiğini düşünüyorum. Kitap sayfa sayısı itibariyle çok uzun görünse de bir çırpıda okunabiliyor gerçekten. Okuyacak arkadaşların asla gözü korkmasın. Siz kitabı açın o zaten ilk sayfalardan itibaren akıp gidiyor. Akıcılık ve merak ettirme noktasında birçok dünya klasiğini geride bırakır. Elden düşürmeme garantili kitap bu. Bu kadar az okunmuş olması kitabın okurları tarafından çokça şaşılan bir durumdur. İncelemede bu kadar çok alıntı yapmam normalde ama kitabı okumanız için bir merak oluşturmak istedim. Kitaptan uyarlanan bir film de bulunuyor. 1949 yapımı. Çok iyi olmasa da güzel bir film yapmışlar. The fountainhead ismi ile ararsanız bulup Türkçe alt yazılı olarak izlersiniz. Kitabın baskısı olmadığı için kütüphaneler dışında bulmak zor ama epub ya da pdf yoluyla da rahat rahat okunabilir bu sitede bu şekilde kitap okuyan birçok arkadaşımız var. Kitap linkleri bende var isteyene atabilirim pdf ya da epub. (Serhat Günaydın)
Hayatın Kaynağı PDF indirme linki var mı?
Ayn Rand - Hayatın Kaynağı kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Hayatın Kaynağı PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Ayn Rand Kimdir?
Ayn Rand (2 Şubat 1905 – 6 Mart 1982, ilk adı Alisa Zinovyevna Rosenbaum), kurduğu objektivizm felsefesi ve yazdığı Yaşamak İstiyorum (We the Living), Ben (Anthem), Hayatın Kaynağı (The Fountainhead) ve Atlas Silkindi (Atlas Shrugged) kitapları ve objektivizm felsefesiyle tanınan düşünür-yazar.
Felsefesi ve kitapları kendi bireycilik, rasyonel bencillik ve kapitalizm mefhumlarını vurgular. Devletin özgür bir toplumda yasal ama minimal bir role sahip olduğuna inanan Rand, sıkı bir minarşisttir. Liberteryenler ve Amerikalı muhafazakarlar arasında önemli bir etkisi olmuştur.
Romanları kendisine özgü oluşturduğu bir kahramanın tanıtımını merkez alır, Kahraman kendi yeteneği özgünlüğü ve bağımsızlığı yüzünden toplumla çatışır, ama bu çatışmalar onun hataları yüzünden değil, rasyonel davrandığı ve yürekten gelen bir şekilde kendi çıkarı için çalıştığı için olur. Rand'a göre rasyonel düşünen akıllar için çatışma söz konusu değildir. Kahraman yine de idealleri doğrultusunda devam eder. Rand bu kahramanı ideal insan olarak görür ve literatürünün bu tip insanlar için bir tanıtım yeri olmasını amaç edinir.
O'na göre,
İnsan değerlerini ve hareketlerini mantık kullanarak seçmelidir,
Bireylerin kendilerini başkaları için feda etmeden ve aynısını başkalarından beklemeden kendi amaçları için yaşamaya hakları vardır,
Kimsenin bir başkasının haklarına güç kullanarak tecavüz etmeye ya da güç kullanarak ona kendi fikirlerini empoze etmeye hakkı yoktur.
Biyografisi
Gençlik yılları
Ayn Rand Rusya'da Saint Petersburg'da doğdu. Yahudi bir ailenin üç kızının en büyüğü idi. Ailesi agnostik ve dine karşı ilgisizdi. Küçük yaşlarından itibaren edebiyat ve sinemaya ilgi duydu. Yedi yaşındayken hikâyeler ve oyunlar yazmaya başladı. Annesi ona Fransızca öğretme görevini üstlendi ve çocuklar için hikâyelerin bulunduğu bir dergiye abone oldu. Bu dergilerde Rand ilk çocukluk kahramanını buldu: Rudyard Kipling tarzı bir hikâye olan Gizemli Vadi'de yerli bir subay, Cyrus Paltons.
Gençlik yılları boyunca Sir Walter Scott, Alexandre Dumas ve diğer romantik yazarların kitaplarını okudu ve genel olarak romantizm akımına karşı tutkulu bir sevgi besledi. 13 yaşında Victor Hugo'yu keşfetti ve romanlarına aşık oldu. Sonraki yıllarda Rand onu en sevdiği, dünya edebiyatının en büyük roman yazarı olarak adlandırmıştır.
Petrograt Üniversitesi'nde felsefe ve tarih okudu. Üniversite yıllarında yaptığı en büyük keşifler Edmond Rostand, Friedrich Schiller ve Fyodor Dostoyevski oldu. Rostand'a zengin, romantik hayal gücü, Schiller'e de büyük, kahramansı etkisi yüzünden hayranlık besledi. Dostoevsky'e kurduğu drama ve yaptığı derin ahlaki analizler yüzünden hayrandı, ama felsefesine ve hayat anlayışına derinden karşıydı.
Kısa öyküler ve oyunlar yazmaya devam etti, ve yoğun bir şekilde anti-sovyet fikirler içeren düzensiz bir günlük tuttu. Nietzsche ile de tanıştı, Zerdüşt Böyle Diyordu'daki kahramanca ve özgür adamı yüceltişini beğendi, ama aynı zamanda felsefesine romanlarının önsöz kısmında haşince eleştirecek kadar karşı oldu.
Rand'ı açık ara en çok etkileyen isim özellike Mantık adlı eseriyle Aristoteles'tir, onu gelmiş geçmiş en büyük filozof olarak gördü ve sonradan etkilendiği tek filozof olduğunu söyledi.
Sonradan 1924'te devlet sinema sanatları enstitüsüne girdi ama 1925'te kendisine Amerika'daki akrabalarını ziyaret etmek için bir vize verildi. Şubat 1926'da 21 yaşında ABD'ye geldi ve akrabalarıyla Chicago'da geçirdiği kısa bir süreden sonra bir daha hiçbir zaman Sovyetler Birliği'ne geri dönmemeye karar verdi. Senarist olma hayali ile Hollywoodyollarına düştü.
Sonradan ismini Ayn Rand olarak değiştirdi. İsmini Remington Rand daktilosundan aldığına dair bir rivayet vardır ama o Ayn Rand ismini daktilo piyasaya çıkmadan önce kullanmaya başlamıştır. Ayn adını Finlandiyalı bir yazardan etkilenip aldığını söylemiştir. Bu Finlandiya-Estonyalı bir yazar olan Aino Kallas olabilir, ama Fince konuşulan ülkelerde bu isme ve varyasyonlarına sıklıkla rastlandığı için kesin olarak bilinmiyor.
Önemli eserleri
Başlangıçta Hollywood'da bocaladı ve basit ihtiyaçlarını karşılayabilmek için tuhaf işlere girdi. Ek olarak Cecil B. DeMille'in King of Kings'inde çalışırken gözüne çarpan hırslı, genç bir aktörle tanıştı, Frank O'Connor. İkisi 1929 yılında evlendiler. 1931 yılında Rand Amerikan vatandaşlığına kabul edildi.
Edebi ilk başarısını 1932 yılında Red Pawn adlı senaryosunu Universal stüdyolarına satarak yakaladı. Ardından 1934'te 16 Ocak Gecesi (Night of January 16th) adlı eserini yayımladı ve bu eser büyük ölçüde başarılı oldu. Sonra 1936'da Yaşamak İstiyorum (We the Living), 1938'de de Ben (Anthem) adlı romanlarını yazdı.
Yaşamak İstiyorum Amerikalı eleştirmenlerden orta, İngiltere'de ise iyi bir tepki aldı, ama Anthem tuhaf yayımlanma hikâyesi yüzünden sadece İngilterede ama önemli bir beğeni kazandı. Rand Amerikayı o yıllarda etkisine alan kızıl dönem'e (the red decade) son derece karşıydı ve aslında Anthem Amerikada yayıncı bile bulamadı, ilk baskısı İngiltere'de yapılmıştır. Bunun yanında, Rand hala edebi üslunu tam olarak geliştirememişti ve romanları hala gelişmesini tamamlamamıştı.
Roma'daki Scalara film şirketi tarafından 1942'de Ayn Rand'ın haberi olmadan Yaşamak İstiyorum kitabı üzerine 2 film yapıldı: Noi vivi veAddio, Kira. Benito Mussolini yönetimindeki İtalyan hükümeti ikisini de sansürledi fakat anti-sovyet içeriği yüzünden yayınlanmasına izin verdi. Filmler başarı kazandı ve halk çabucak filmlerin komünizm'e olduğu kadar faşizm'e de karşı olduğunu anladı, kısa süre sonra da hükümet yasaklamaya karar verdi. Sonradan filmler elden geçirildi ve Rand'ın onayı ile We the Living adı ile 1986 yılında yayınlandı.
Rand'ın profesyonel anlamda ilk büyük başarısı yazımı 7 sene süren ve 1943 yılında yayınlanan Hayatın Kaynağı (The Fountainhead) romanı oldu. Roman 12 yayıncı firma tarafından "fazla entelektüel ve Amerikan düşünce tarzına karşı" olması gerekçesiyle geri çevrildi, "bu kitabı okuyacak bir kitle yok" 'tu. Sonunda kitap Archibald Ogden'in kitabı beğenmesi ve editörlük kurulunda kabul ettirmesi sayesindeBobbs-Merrill Company yayınevi tarafından basıldı. İlk zorluklara rağmen Hayatın Kaynağı dünya çapında bir başarıya kavuşarak Ayn Rand'a ün ve ekonomik rahatlama getirdi.
Hayatın Kaynağı'nın teması "insanın ruhundaki bireycilik ve kollektivistlik"tir. Beş ana karakteri konu alır. Başkahraman Howard Roark, Rand'ın idealidir, yüce ruhlu, kendi fikirlerine ve ideallerine güçlü biçimde bağlı, hiçkimsenin bir başkasının tarzını herhangi bir alanda, özellikte mimaride kopya etmemesi gerektiğini düşünen bir mimar. Romandaki diğer tüm karakterler yoğunluğu değişmekle birlikte ondan değerlerinden feragat etmesini talep ederler ama o kararlılığını muhafaza eder. Roark'ın ilginç bir başka yönü de, bu savaşını alışılagelmiş diğer kahramanlar gibi özgünlüğü ve dünyanın adaletsizliği ile ilgili uzun ve tutkulu monologlara girerek değil, aksine kibirli, neredeyse küçümseyici bir suskunluk ve birkaç küçük söz ile yapar.
Rand'ın "magnum opus"u, en büyük eseri Atlas Vazgeçti'dir. (Atlas Shrugged) 1957 yılında yayımlanmış ve dünya çapında bir bestseller olmuştur. (Kitabın adının Türkçe karşılığı "Atlas Silkindi"'dir. Dünyayı sırtında taşıyan Atlas'ın artık vazgeçtiğine yapılan bir göndermedir. Türkçe çevirisinde "Atlas Vazgeçti" ismi kullanılmıştır.) Atlas Vazgeçti, Ayn Rand'ın objektivist felsefesini en iyi ve bütün şekilde anlattığı romanıdır. Kitapta yer alan şu sözleri düşüncesini özetler:
"Benim felsefem, özünde, hayattaki ahlaki amacı kendi mutluluğu olan, varlığının yegane amacı ve en yüce eseri olarak yaratıcı üretkenliğini gören kahramansı bir varlık, bir insan konseptidir."
Atlas Vazgeçti'nin ana teması "insan aklının toplumdaki rolü" dür. Rand sanayiciyi tüm toplumlardaki en değerli organ olarak görür ve sanayicilere karşı duyulan genel kızgınlığı son derece sert bir biçimde eleştirir. Bu duyguları onu Amerikalı sanayicilerin greve gittiği ve dağlık bir alanda saklanmayı seçtiği bir roman yazmaya iter. Toplumun sömürücü olarak gördüğü, aşağıladığı ve suçladığı bu idealist, yaratıcı insanların kaçmasıyla Amerikan toplumu ve ekonomisi genel anlamda çöküşe girer. Hükümet sanayi üzerindeki zaten boğucu olan kontrollerini artırarak tepki gösterir. Roman her ne kadar politik bir temayı merkez almışsa da seks, müzik, tıp ve insan yetenekleri gibi birçok farklı ve kompleks meseleyi irdeler.
Nathaniel Branden, karısı Barbara, Alan Greenspan ve Leonard Peikoff gibi başkaları ile birlikte Ayn Rand, Felsefesini tanıtmak ve yaymak üzere objektivist hareketi başlatır.
Objektivist Hareket
1950'de Rand New York'a taşındı ve 1951'de 19 yaşında genç bir psikoloji öğrencisi olan Nathaniel Branden ile tanıştı. 14 yaşındayken Hayatın Kaynağı'nı okuyan Branden Rand'ın açığa çıkan objektivist felsefesini kendisiyle tartışmaktan zevk alıyordu. Branden ve bazı arkadaşları ile birlikte bir grup oluşturdular ve ileride Birleşik Devletler Merkez Bankası başkanı olacak Alan Greenspan'ın da katılımından faydalandılar. Yıllar sonra her ikisi de evli olmasına rağmen Rand ve Branden'ın arkadaşlıkları romantik bir ilişkiye dönüştü. Eşleri tarafından kabullenilmesine rağmen bu ilişki Branden'ın önce eşinden ayrılmasına sonra da boşanmalarına sebep oldu. 60 ve 70'li yıllarda Rand objektivist felsefeyi kitaplarıyla ve çeşitli üniversitelerde yaptığı konuşmalarla geliştirip yaydı. Konuşmalarının çoğunu Nathaniel Branden'ın felsefeyi yaymak için kurduğu Nathaniel Branden Estitüsü'nde (NBI) yaptı.
1968'de Karmaşık bir dizi ayrılma-birleşmeden ve Nathaniel Branden'ın Patrecia Scott ile olan ilişkisini öğrendikten sonra hem kendisi, hem de karısı Barbara Branden ile olan münasebetini kesin bir şekilde bitirdi. (Bu ilişki Rand-Branden ilişkisiyle çakışmamıştır.) Rand NBI ile ilişkisini bitirdi ve "The Objektivist" dergisinde yayınladığı bir mektupla Branden ile olan ayrılıklarını duyurdu. Birdaha biraraya gelmediler ve Branden objektivist harekette bir "persona non grata" oldu.
Sonradan başka ayrılıkların ve kocasının 1979'daki ölümünün de etkisiyle objektivist harekete yönelik aktiviteleri azaldı. Son projelerinden biri Atlas Vazgeçti'nin bir televizyon uyarlamasıydı.
Rand yakalandığı kanser hastalığını yendikten sonra 6 Mart 1982'de kalp krizinden öldü. Mezarı Valhalla, New York'takiKensico mezarlığı'ndadır.
Ayn Rand Kitapları - Eserleri
- Ego - Hayatın Kaynağı, Manası ve Haysiyeti
- Atlas Vazgeçti 1. Bölüm: İtirazsız
- Hayatın Kaynağı
- 16 Ocak Gecesi
- Yeni Entelektüel İçin
- İşadamı İçin Felsefe
- Kapitalizm: Bilinmeyen İdeal
- Bencilliğin Erdemi
- İhtiyacımız Olan Felsefe
- Atlas Vazgeçti 2. Bölüm: Ya Öyle Ya Böyle
- Atlas Vazgeçti 3. Bölüm: Gerçek Gerçektir
- Yaşamak İstiyorum
- Atlas Silkindi
- Yaratılan Dünya
- Himn
- The Romantic Manifesto
- The New Left: The Anti-Industrial Revolution
- The Art of Fiction: A Guide for Writers and Readers
- İdeal
Ayn Rand Alıntıları - Sözleri
- Kelimelerin bir de gerçek anlamları olduğunu günün birinde öğrenmek zorundasın. (Atlas Vazgeçti 1. Bölüm: İtirazsız)
- İnsan hürriyeti, insan haklan, insan hayatı, insan haysiyeti için çarpışacağız. (Ego - Hayatın Kaynağı, Manası ve Haysiyeti)
- "Robin Hood’un doğru diye ölümsüzleştirdiği ideal bu işte. Onun hırsız yöneticilerden çaldığı paraları, asıl sahipleri olan halka geri verdiği söylenmiştir. Ama o hikâyenin anlamı bu değildir. O mülkiyetin şampiyonu olarak değil, ihtiyacın şampiyonu olarak hatırlanmaktadır. Soyulanların savunucusu olarak değil, yoksulların besleyicisi olarak bilinmektedir. Kendi kazanmadığı servetlerle iyilik yaptığı, kendi üretmediği malları dağıttığı, içindeki acıma lüksünün bedelini başkalarına ödettiği için melekleştirilen ilk insan odur. Başarının değil, ihtiyacın bir hak olduğu inancının simgesidir o adam. Çalışıp üretmemizin gerekli olmadığı, önemli olanın istemek olduğu, hak edilen şeyin bize ait olmadığı, hak edilmeyenin bize ait olduğu fikrini o yaratmıştır. Hayatını kazanma becerisine sahip olmayan her yeteneksizin, kendini daha altta olanlara adadığını, bu yüzden üsttekilerden çalmaya hazır olduğunu söylemekle, eline güç geçirip kendinden üstün olanlara ait olan her şeyi yağmalamasının bir hak olduğu fikrini yaymıştır. İşte bu en aşağılık yaratığı, yoksulların yaraları ve zenginlerin paraları sayesinde yaşayan bu çifte paraziti, insanlar bir manevi ideal düzeyine yükseltmişlerdir. Bu da bizi öyle bir dünyaya getirmiştir ki, bir insan ne kadar üretirse, tüm haklarını kaybetmeye o kadar yaklaşacak, sonunda da, eğer yeteneği yetiyorsa, ilk elini uzatan kimseye av olarak sunulacak, hiçbir hakkı olmayan bir yaratık hâline gelecektir. Beri yandan her türlü hakkın, ilkenin, ahlâkın üzerinde sayılmak, her şeyi yapabilmek, çalıp yağmalayabilmek için de tek gereken, ihtiyaç içinde olmaktır. Dünya neden çöküyor, merak etmiyor musunuz? İşte ben bununla savaşıyorum, Bay Rearden. Ta ki insanlar, tüm insanlık sembolleri arasında en ahlâksızının, en nefrete layık olanının Robin Hood olduğunu öğrenene kadar. O zamana kadar dünyada adalet olamayacağı gibi, insan neslinin sağ kalması da mümkün olamaz.” (Atlas Vazgeçti 2. Bölüm: Ya Öyle Ya Böyle)
- Duygulara sahip olabilecek kadar özgür olsaydık merhamet ve minnet duyardım ama değiliz... (Atlas Vazgeçti 2. Bölüm: Ya Öyle Ya Böyle)
- " Anlayanlar için, hiçbir açıklama gerekli değir, anlamayanlar içinse hiçbir açıklama mümkün değildir. " (Bencilliğin Erdemi)
- İnsanların anlaşması zordur der dururlar. Ne kadar kolay olduğuna şaşarsın...yeter ki tarafların ikisi de, kimsenin başkası için yaşamayacağını, tüm alışverişin mantık çerçevesinde yapılacağını kabul etmiş olsun. (Atlas Silkindi)
- Insanların kendilerini korumak için bir silahı var: Mantık. (Yeni Entelektüel İçin)
- Binanın kapısı dümdüz bir tabaka paslanmaz çelikti. Güneş altında mavimsi bir ışıkla parlıyordu. Üzerindeki granite, binanın dikdörtgen ciddiyetinin tek süsü olarak, bir yazı yazılmıştı: HAYATIM VE HAYATIMA OLAN SEVGİM ADINA YEMİN EDERİM Kİ, HİÇBİR ZAMAN BİR BAŞKA İNSAN İÇİN YAŞAMAYACAĞIM VE BAŞKA BİR İNSANDAN BENİM İÇİN YAŞAMASINI İSTEMEYECEĞİM. (Atlas Vazgeçti 3. Bölüm: Gerçek Gerçektir)
- "Dünün fildişi kulesi bugün fare deliği olmuştur." (Kapitalizm: Bilinmeyen İdeal)
- insan sonunda istediği yere vardığında, yolda başına gelenleri unuturmuş." (The Art of Fiction: A Guide for Writers and Readers)
- İrade bir illüzyondur, çünkü kişi, davranışları için sebeplere sahipse özgür değildir. (İhtiyacımız Olan Felsefe)
- "Biz" kelimesi, insanın her bir yanının alçı ile kaplanması gibidir. Onu önce bir taş gibi sertleştirir ve altındaki her şeyi kısa zamanda tahrip eder. Beyaz beyazlığını, siyah siyahlığını kaybeder ve her renk alçının kirli griliği içinde boğulur. (Ego - Hayatın Kaynağı, Manası ve Haysiyeti)
- Ne kadar öğrenirsek,hiçbir şey bilmediğimizi o kadar anlıyoruz (Atlas Vazgeçti 2. Bölüm: Ya Öyle Ya Böyle)
- "...bir insanın gelişmesi kendi zekâ derecesi ne olursa olsun iradîdir. Onu kendisi geliştirmek zorundadır, nasıl kullanacağını kendisi öğrenmek zorundadır ve kendisinin tercih etmesiyle bir insan olması gerekmektedir. Fakat kendisi bunu tercih etmezse ne olur? Bu durumda kendine has bir ara form, yani kendi tabiatına karşı çılgınca mücadele veren, bir hayvan bilincine ait olan ve elde edemeyeceği çabasız bir "emniyetini" isteyen ve başarmaktan korktuğu insan bilincine isyan eden çaresiz bir yaratık olur." (İhtiyacımız Olan Felsefe)
- “Sanki dünyada hiç acı yokmuş gibi bakıyordu gözleri. “ (Atlas Vazgeçti 3. Bölüm: Gerçek Gerçektir)
- Tevazu ve küstahlık aynı psikolojik elmanın iki yarısıdır. (Bencilliğin Erdemi)
- Hiçbir zaman arkana bakma. Geçmiş ölmüştür. Fakat daima gelecek var. Daima bir gelecek var.. (Yaşamak İstiyorum)
- Björn hiçbir şeyi doğru veya yanlış diye ayırt etmezdi. Onun için sadece yapabilecekleri ve yapamayacakları diye bir ayrım vardı. Hep de yaptı. (16 Ocak Gecesi)
- Doğa her zaman armağanlarını dengeler,bazı telafiler sunar. (Atlas Vazgeçti 2. Bölüm: Ya Öyle Ya Böyle)
- "Biz tamın içində hissə, hissənin içində tamıq. Əbədi, bölünməz və tək olan BİZdən başqa heç kəs yoxdur" (Himn)