Günlerin Getirdiği - Sözden Söze - Nurullah Ataç Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Günlerin Getirdiği - Sözden Söze kimin eseri? Günlerin Getirdiği - Sözden Söze kitabının yazarı kimdir? Günlerin Getirdiği - Sözden Söze konusu ve anafikri nedir? Günlerin Getirdiği - Sözden Söze kitabı ne anlatıyor? Günlerin Getirdiği - Sözden Söze PDF indirme linki var mı? Günlerin Getirdiği - Sözden Söze kitabının yazarı Nurullah Ataç kimdir? İşte Günlerin Getirdiği - Sözden Söze kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Nurullah Ataç
Yayın Evi: Yapı Kredi Yayınları
İSBN: 9789753638203
Sayfa Sayısı: 272
Günlerin Getirdiği - Sözden Söze Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Nurullah Ataç'ın zevkle okuyacağınız bu denemeleri kırk yılı aşkın bir süre önce yazılmış, ama yine de tazeliklerini, diriliklerini yitirmemişler. Ataç'ın coşkuyla ve inançla kaleme aldığı, sorgulamayı hiç bırakmadığı konular, eleştiri oklarını sakınmadan yönelttiği edebiyatçılar var "Günlerin Getirdiği" ile "Sözden Söze"de. Tiryakileri için.
"Hani aile içinde, yaşlı bekar amcalar vardır. Bir günleri bir günlerine pek uymaz. Neden hoşlanır, kimi sevmezler, kimi sever, neden hoşlanmazlar, belli olmaz. Ama yine de patavatsızlıklarına rağmen dürüsttürler, hırçınlıklarına rağmen candan. Hatta yolları beklenir. Yine çıkagelse de didişse, kavga etse, veriştirse diye varlıkları aranır.
İşte Ataç usta da edebiyatımızın böyle eserekli bir amcası idi."
-Haldun Taner-
Günlerin Getirdiği - Sözden Söze Alıntıları - Sözleri
- , Bir kitabın ne olduğunu öğrenmek istiyorsanız, O kitap için söylenenleri değil, O kitabı okuyun. ...
- Biz okumayı,kitap almayı gerçekten bir ihtiyaç saymıyoruz,onun için bizde yazarlık,romancılık,şairlik bir meslek olamıyor.
- Sevmem o kadar uysal insanları. O nasıl şey öyle? İnsan dediğinin kendine göre bir düşüncesi, bir zevki olur, kolay kolay vazgeçmez onlardan.
- Genç insan, canlılığını yitirmemiş olan insan, dün geçtiği yola değil, yarın geçeceği yola bakarmış. ... ~...
- Kendimizi aldatmıyalım, düşünceye öyle büyük bir değer verdiğimiz yoktur, hayatta bir süs, bir eğlencedir, olsa da olur, olmasa da...
- Musikinin uyandırdığı hatıralar, hatıraların musikisi... Hayatımızın en büyük hazzı, kendimizi o akışa bırakıp onun üzüntüleriyle perişan olmak değil midir?
- Hiçbir şey söylemeden, hatta düşünmeden birbirimizin yüzüne bakmanın, derdimizi tabiat karşısında zamanın akışında sanki kaybedivermenin büyük bir lezzeti vardır.
- Kedi için hayındır derler. Yemek yerken gözlerini kapaması da, kendine edilen iyiliği bilmemek içinmiş. .... ~...
- "Şimdi seni hatırlamakla, gönlümün gözleri önünde canlandırmakla seni,sendeki beni ölüm aleminden geri getirmiş olmuyor muyum?"
- Bir acıya uğramış, gönlü yaralanmış insanda bir haşinlik, başkalarına karşı bir sertlik, kırıcılık gözüktüğü çok olur; bunun altında da gene bir sevgi, insanlardan bir ümit sezmek kabildir. İnsanlara bağlı olmasa, onlardan bir şey beklemese, onlara hiç kırılır mıydı? Hiç keder eder miydi?
- , Her insanın hayatı ilgiyle dinlenmeye layıktır. ... ~...
- Hani şiir okumağı, hikâye okumağı boş bir iş sayıp da kendilerine yakıştıramayan kimseler vardır, siz onlar arasında başkalarını anlıyan, başkalarının dertlerine, kaygılarına ortak olan birini gördünüz mü hiç?
- "Kişi, gerçek değerini kestiremez; sınırlarını görmek için ne denli uğraşsa boştur, gözünde büyültür kendini."
- Canım Ankara! vurulmadığım bir saati var mıdır?
- Ona boş, buna boş derseniz yaşamanın tadı mı kalır?
Günlerin Getirdiği - Sözden Söze İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Nurullah Ataç'tan okuduğum ilk eser. Çoğu yazısında beni içine çekemedi. Ben daha çok hayata dair, Şevket Rado tarzı denemeler beklerken Ataç, işi çoğu yerde edebiyat, yazar ve üslup eleştirisine dökmüş, bir de denemeyi kavga, acımasızca eleştiri, saygı duymazken bile kırıcı olma anlamış olmalı ki bazı yerlerde çok ileri gitmiş. Örneğin bazı şairlere çok keskin şekilde büyük şair değil diyor, bazı yazarları yerden yere vuruyor... Takıldığım bir diğer nokta "bugün"e, "büğün" demesi, olumsuzluk eki 'ma/me'yi okumıyan, getirmiyen şeklinde kullanması. Türkçe'yi, kullanamayarak savunmak bu olsa gerek. Bazı görüşleri de var ki katılmamak, ayakta alkışlamamak elde değil, keşke en azından yazılarının yarısı bu tatta olsaydı dedirtiyor. Onlardan birkaçı: Siz bir haksızlığa uğrarsanız, başınıza bir sıkıntı, felâket gelirse, size istemediğiniz bir şey yapılmasına çevrenizdekilerin kayıtsız kalması gücünüze gider, toplum içinde, bütün dünyada yalnız kalmış olursunuz. Öyleyse size yapılmasını istemediğinizi siz başkasına yapmamakla yetinmiyeceksiniz, başkasının uğradığı, çektiği sıkıntıyı, sizin yüzünüzden olmasa dahi, gidermeğe, hafifletmeğe çalışacaksınız, hiç olmazsa onun acılarını siz de duyup ona yapayalnız olmadığını bildireceksiniz. Ahlâk sadece kötülük etmekten çekinmek değildir, başkalarının edecekleri kötülükleri de önlemeye çalışmayı buyurur. ( s.261). Nerede "Ahlâk... ahlâk..." diye konuşulduğunu duysam "Acaba gene kimin işine karışacaklar? kime eziyet etmeyi kuruyorlar?" derim de bir korku sarsr içimi. Boyuna ahlâk sözü edenler, yalnız kendi görüşlerinin doğru olduğuna inanmış, başkalarının da ille kendilerine uymasını istiyen kimselerdir. Buna ulaşmak için bir şeyden çekinmezler; bağırırlar, söverler, ortalığı karıştırırlar, bütün yurttaşların bir yılgı içinde yaşamasını isterler. Ötekinin berikinin inletilmesine, öldürülmesine bile sevinirler (s.260). Yapacak başka bir iş bulamayıp pek bir bunalınca düşünür. Düşünür, düşünür ya, çıkarını düşünür, gemisini kurtarmayı düşünür, gününü gün etmeyi düşünür, başı sıkışınca arpacı kumrusu gibi düşünür, kötü kötü düşünür, fikirler üzerinde düşünmez. Ne diye yorsun kendini? Düşünmeyi uzmanlara ısmarlamıştır. Onların dedikleriyle yetinir. İnanır, sımsıkı inanır, gerekirse -gerekmese de- öldürüp ölmekten bile çekinmez, gene de kendi kendine düşünmeye katlanmaz. Düşünmek de göze alınacak şey midir? (s.237) İnsanoğlunun kendisini , tâ yaradılıştan ilence, lânete uğramış varlık saymasını, bunun için de boyuna somurtup çabalamasını, didinmesini istiyorsunuz. Gözlerini kaldıramayacak, gülmeyecek, eğlenmeyecek, kendini güzelleştirmeye özenmeyecek, severse, şöyle biraz severse giderek, maazallah! âşık oluverir, aşk da en büyük suç, en büyük günah (s.265). Bu son alıntı, doğuştan bilinçaltımıza işlenen utanç duygusu ve itaat zorunluluğunu açığa çıkarması açısından muazzam tahlil, tabi anlayabilene... (nobody)
Başlangıçta biraz zorlandım içine dalmakta fakat yazarı tanımaya başladıkça iyice derinlere indim. Hele Keziban adını verdiği düşüncelerini karşısına alıp bir insan gibi muhatap aldığı bölümler çok hoşuma gitti. Yaşadığı dönemi anlamak için gayet yeterli bence, kendini eleştirmekten hiç çekinmeyen, doğruya doğru, eğriye eğri diyebilen biri. Biraz Fransız edebiyatı hayranı gibi algılanabilir ve kendi edebiyatımızın pek de çağdaşlarıyla boy ölçüşebilecek eserler üretemediğini varsayıyor. Düşüncelerini benimsemediğim bölümler oldu tabi ama zaten bunu kendi de "benim her dediğim doğru diye düşünmeyin" diyerek farklı düşünceleri destekliyor. Gayet akıcı bir eser diyorum ve okunmasını naçizane tavsiye ediyorum. (Metin Gümüş)
Okurken bazen beni gülümseten bazen de bazı hususlarda beni ince düşünmeye iten ve geçen yıllara rağmen sanki dün yazılmış gibi canlılığını koruyan bir eser. Zevkle okudum. Överken göğe çıkarmadan sadece hakkını vermekle yetiniyor. Aynı şekilde olumsuz düşüncelerini de çok usturuplu bir dille dile getiriyor. Velhasıl kelam kesinlikle okunulması gereken bir eser. Beni, Ahmet Haşimi anlatırken şu sözleri çok etkiledi: "Bir insan kendi ölümü ile değil, kendisini sevmiş, yahut sadece tanımış en son insanın da toprağa düşmesiyle ölür." (Süleyman)
Günlerin Getirdiği - Sözden Söze PDF indirme linki var mı?
Nurullah Ataç - Günlerin Getirdiği - Sözden Söze kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Günlerin Getirdiği - Sözden Söze PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Nurullah Ataç Kimdir?
Nurullah Ataç (d. Nurullah Ataç, 21 Ağustos 1898 - 17 Mayıs 1957), Türk eleştirmen, denemeci, yazar, şair. Eleştiri ve deneme alanı dışında hemen hemen yapıt vermeyen sayılı yazar ve şairlerden biridir.
Hayatı
Nurullah Ataç, 21 Ağustos 1898'de Hammer'in Osmanlı Tarihi isimli kitabı Türkçeye çeviren Mehmet Ata Bey'in oğlu olarakİstanbul'da doğdu. Nurullah Ataç'ın babası Mehmet Ata başarılı bir bürokrat idi. İlkokuldan sonra Galatasaray Lisesi'nde 4 yıl okudu. Daha sonra eğitimini İsviçre'de sürdürdü. Babasının ölümünün ardından 1919'da İstanbul'a döndü.1922 yılına kadar İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ni sürdürdü tamamlayamadı. Fransızca öğretmenliği ve çevirmenlik yaptı. 1945'ten sonra Cumhurbaşkanlığı çevirmeni olarak görev yaptı.
1926 yılında Leman Ataç ile evlendi. Bu evlilikten 1926'da, daha sonra babasının yaşamından kesitler anlattığı kitabı "Babam Nurullah Ataç"ı yazacak olan Meral Ataç Tolluoğlu doğar.
TDK yayın kolu başkanı oldu. İlk şiirleri Dergâh'ta yayımlandı. Fransız, Latin ve Rus klasiklerinden çeviriler yaptı. Gazete ve dergilerde eleştiri ve deneme türünde yazılar yazdı. Eleştiri yazılarıyla Türk edebiyatında izlenimci eleştirinin ilk örneklerini verdi. Akşam'da tiyatro eleştirmenliği, Hakimiyeti Milliye, Ulus, Milliyet, Tan, Posta, Cumhuriyet, Son Havadis, Dünya gazetelerinde eleştiri yazıları çıktı. Denemeleri Türk Dili, Varlık, Yedi gün, Ülkü, Seçilmiş Hikayeler dergilerindedir.
Nurullah Ataç’ın pek çok kez kullandığı takma isimlerden bazıları Sabiha Yağızlar, Alkan, Ahfeş, Süha Kavafoğlu, Ali Gümrükçü olarak sıralanabilir.
Ataç yazı yaşamına tiyatro eleştirisi ile başlamıştır. İlk yazısı 1921’de Dergâh’ta yayımlanan “Türk Tiyatrosunda İlk Göz Ağrısı” adlı tiyatro eleştirisidir. Ataç, tiyatro eleştirisi ile ilgili yazılarını Dergâh ve Akşam dışında Hâkimiyet-i Milliye, Milliyet, Son Posta, Haber-Akşam Postası, Ulus, Son Havadis gazetelerinde ve Hayat, Darülbedayi (Türk Tiyatrosu), Yeni Adam, Ülkü dergilerinde yayımlamıştır. Bu gazete ve dergilerde 1921-1957 yılları arasında tiyatro hakkında yaklaşık 125 yazısı bulunmaktadır ve bu yazıları kitaplarına girmemiştir. Ataç, tiyatro eserleri için yazdığı eleştirilerle Türk tiyatrosu için bir yol gösterici olmuştur. Batılı tiyatroyu yakından tanıyan Ataç, Türk tiyatrosunun ve seyircisinin Batı’nın seçkin oyunlarını oynayacak ve izleyecek düzeye gelmesi için çok çaba harcamıştır. Ataç tiyatro hakkında yazmış olduğu eleştirilerle yalnızca tiyatro sanatı ile ilgili teorik görüşlerini ve Türk tiyatrosunun tarihî gelişimini gözler önüne sermekle kalmamış, aynı zamanda bu sanatın ülkemizde gelişimine de katkıda bulunmuştur.
Yazınsal Biçimi
Dilde yalınlaşma ve özleştirme deviniminin savunucularındandır. Türkçedeki yabancı sözcükleri kullanmamış, dille düşünce arasında dolaysız bir ilişki olduğunu, somut düşünme geleneğinin doğabilmesi için kavramların saydam, hangi kökten geldiklerinin anlaşılır olması gerektiğini vurgulamıştır. Bu yol da, Ataç'a göre, Latince, Grekçe, Farsça, İngilizce,Arapça gibi yabancı dillerin eğitimini zorunlu kılmak başarılamayacağına göre, bunlardan alınan sözcüklerin Türkçeleştirilmesinden geçer:
“
Uydurma dil dediler mi, bir şey söylediklerini sanıyorlar. Söyleyim ben size; Bu uydurma sözünü, Türkçecilik akımına karşı bir silah diye kullanmaya kalkanlardan ne dediğini bilen, şöyle gerçekten düşünerek konuşan bir tek kişi tanımıyorum. Evet, uyduracağız, bizim yaptığımız, uydurduğumuz kelimeler de yavaş yavaş halka işleyecek, eski Arapça, Farsça kelimelerin işlediği gibi. Onların yerini tutacak.
”
Bazı yazılarında arı Türkçe kullandığı için anlaşılmaz olarak eleştirilmiştir. Onu eleştirenler arasında Attilâ İlhan, Halit Fahri Ozansoy gibi isimler vardır.[3]Divan Edebiyatıgeleneğini iyi bildiği anlaşılır, kişisel olarak zevk aldığını da belirtir, fakat zamanını doldurmuş bir yazın olduğu görüşündedir. Yazı diliyle konuşma dili arasındaki uçurumu kapatma çabasının bir parçası olarak özgün Türkçeyi ve devrik tümceyi kullanmasıyla döneminin yazarlarını da, daha sonraki kuşakları da etkilemiştir.
“
Oysaki ben, öz Türkçe için nice kazançları teptim, rahatımı kaçırdım, üzdüm kendimi, adımı deliye çıkarttım. Hepsi de ne dediklerini bilmez, kafalarına düşüncenin gölgesi bile girmemiş birer alıktır bana deli diyenler. Öz Türkçeye özenişim de duygularımın etkisiyle değildir. Latince, Yunanca öğretilmeyen bir ülkede tek doğru yolun, tek usul (akla uygun) yolun öz dile gitmek olduğunu düşüncemle anladım da onun için o yolu buldum.
”
Ölümü
1955 yılında gut ve şeker hastalığı ortaya çıktı. Eşinin 1955 yılında ölümünün ardından karaciğer ve böbrek rahatsızlıkları başladı. 17 Mayıs 1957 yılında İstanbul Numune Hastanesi'nde öldü.
Ölümünden sonra birçok yazın ve sanat dergisinde kendisi için özel sayı çıkartılmıştır ve hakkında 2 kitap hazırlanmıştır. Bunlardan ilki 1959'da Tahir Alangu'nun hazırladığıAtaç'a Saygı isimli, O'nun için yazılmış yazıların derlendiği bir kitaptır. İkincisi ise, Türk Dil Kurumunun 1962'de Ankara'da çıkardığı Ataç isimli kitaptır.
Nurullah Ataç Kitapları - Eserleri
- Gene Yalnızlık
- Karalama Defteri - Ararken
- Günlerin Getirdiği - Sözden Söze
- Diyelim - Söz Arasında
- Okuruma Mektuplar - Prospero ile Caliban
- Günce 1956-1957
- Aisopos Masalları
- Günlerin Getirdiği
- Söyleşiler
- Günce 1953-1955
- Karalama Defteri
- Karalama Defteri - Sözden Söze
- Ataç Diyelim
- Keziban’a Mektuplar
- Prospero ile Caliban
- Dergilerde
- Ataç
Nurullah Ataç Alıntıları - Sözleri
- Sevdiğim bir şiiri tanıdıklarıma okumadığım, yahut bir edebiyat sorusu üzerine tartışmaya girmediğim günler, yaşadım saymam kendimi. (Diyelim - Söz Arasında)
- Ne diyor Sultan Süleyman "Aşkıma müstağrakım kılmam nazar hiçbir yana - Bilmezsem var mı cihanda sana benzer ya değil." (Okuruma Mektuplar - Prospero ile Caliban)
- Öğretmenin kitaplığı kurulunca ilkokulu bitirmiş olanların kitaplığı da kurulur. (Gene Yalnızlık)
- Günler geçtikçe şiir şudur, şiir budur demekten uzaklaşıyorum, şiir arıyorum, bana şiir zevkini verecek söz arıyorum. Divanları karıştırıp şiir arıyorum, halk türkülerini dinleyip şiir arıyorum. (Ataç Diyelim)
- Yalancıları susturacağız diye ya doğrucuları da susturursanız? (Diyelim - Söz Arasında)
- Hiç şüphe etmeyin: Her aldığınız kitap iyi çıkacak.. (Söyleşiler)
- Av köpeğinin biri bir tavşan yakalamış, bir ısırır, bir ağzını burnunu yalarmış. Tavşan dayanamamış: "Ayol, ya ısırmayı, ya öpmeyi bırak da dostum musun, düşmanım mısın bir anlayayım" demiş. (Aisopos Masalları)
- Anıların, geçmişi anmanın tadı, güzelliği de bir umut beslememize bağlıdır. Umutsuz kişiye anılar da bir avunma getiremez, onlar da gözlerini ışıklandıramaz. (Günce 1953-1955)
- Aşk tehlikeli bir konudur, çocuklara açmaya gelmez. (Günce 1953-1955)
- Ölümü düşünmeden, aklımıza getirmeden yaşamak elbette en iyi şey, ama elimizde mi? Ölüm düşüncesi bizi bir yol sardı mı, bir daha bırakmıyor, sevinçlerimiz gülmelerimiz içinde bile kendini duyuruveriyor. Yaşamak cömertliktedir: saatlar, günler, aylar, yıllar geçiversin ne çıkar?.. Ölüm korkusu Ölüm düşüncesi ise bizi cimri ediyor; aman bu saat geçmesin! sıkıntılar içindeyim, yarın belki bir genişliğe kavuşacağım, olsun gene de bu saat geçmesin! yarın, o güzel yarın benim ömrümü kısalmış bulacak… Ölüm düşüncesinin çağımızda çok yaygın olduğunu sanıyorum: bakın şairlerin çoğu, hemen hepsi yaşamanın güzelliğini anlatıyorlar. Yaşamanın geçici olduğunu, o nimeti çabucak yitireceğimizi duymasalar, düşünmeseler, hep onun güzelliğini anlatırlar mıydı? O sevincin altında bir acı var ki kendini gizliyemîyor. Öyle sanıyorum ki dünün acılan seven, ölümü istiyen, yeryüzünden yalanıp duran, bir an önce yerin dibine mi, göğe mi, neresi olursa olsun işte oraya göçmek için çırpınan, “Ey ölüm! koca kaptan, vakit erişti, demir al! Bu ülkeden sıkıldık, ey ölüm! açılalım!” diyen romantik şairi, ölümün ne olduğunu, yaşamanın tutarsızlığını bizim kadar anlamamıştı. Ölümle oynuyordu o, biz ise onunla oynanamıyacağını anladık, bir yol gözlerimizi kapadık mı bir daha hiçbir güzelliği duyamıyacağımızı, göremiyeceğimizi, bu yeryüzünden başka bir acun olmadığını anladık, onun için ölümle sakal aşamıyoruz, çabucak kaçacağını bildiğimiz yaşamayı yudum yudum tatmak istiyoruz. (Karalama Defteri)
- Hani şiir okumağı, hikâye okumağı boş bir iş sayıp da kendilerine yakıştıramayan kimseler vardır, siz onlar arasında başkalarını anlıyan, başkalarının dertlerine, kaygılarına ortak olan birini gördünüz mü hiç? (Günlerin Getirdiği - Sözden Söze)
- Hadini de deli gönül hadini. Aramazlar gurbet ile gideni. Ak göğüs üstünde çakır dikeni Bitmeyince gönül yârdan ayrılmaz. Karacaoğlan (Okuruma Mektuplar - Prospero ile Caliban)
- Kişi dilediğini başarırmış... Doğru mu? Doğruysa da ben o kişilerden değilim, bilirim kendimi. (Günce 1956-1957)
- Adamın biri tahtadan bir Hermes (2) yontusu yapmış, pazara götürüp satılığa çıkarmış. Bakmış ki alan olmuyor, ille bir alıcı bulayım diye başlamış bağırmaya: "Bu benim sattığım tanrının insana çok iyiliği dokunur, her işinde kazancını artırır." Oradan biri geçiyormuş, durmuş: "Be adam! O kadar iyiliği dokunursa ne diye satarsın? Sakla da sana iyilik etsin" demiş. Putçu: "Beklemeye vaktim mi var benim? Ben hemen bir yardım istiyorum. Oysa ki bu, acele nedir, hiç bilmez: durur durur da ondan sonra eder edeceği yardımı!" demiş. (Aisopos Masalları)
- Mutluluğa ermek için inanmayı öğütlemek de, bir iş görmeyi öğütlemek de kendi kendimizden kaçmayı öğütlemektir. Doğru değil bence. Ben mutluluğu anlamakta görenlerdenim, aldanmakta, avunmakta değil. Kendimizi anlayalım, elimizden ne gelir, ne gelmez, bilelim onu, yeter mutlu olmamıza. Üzüldüğümüz de olurmuş. Olsun. Üzülmenin de mutluluğa yardımı vardır. (Günce 1956-1957)
- Doldururlar evlerine kitapları, bir yerde bir kitap gördüler mi, nedir diye bakmadan geçemezler, benim sokakta gördüğüm her kediyi okşamak istemem gibi. (Diyelim - Söz Arasında)
- Siz sever misiniz boyuna gülümseyenleri? Hani sağlarına bakar gülümserler, sollarına bakar gülümserler. Doğrusu, ben iğrenirim öylelerinden. Yalandan gülümseye gülümseye yalan işler içlerine, bütün işlerine bir düzmecelik siner. Öylelerini gördüm mü, kaçarım. Çoğu alıktır, düşüncesizdir onların. Alık oldukları, düşüncesiz oldukları için de kötü olurlar. (Günce 1956-1957)
- "Romanlardaki kişiler de bizleri yöneten yasalara uymak zorundadırlar, onlar da bizim gibi, ancak bizim gibi birer kişidir, gerçeğin çocuklarıdır." (Karalama Defteri)
- Ben, şımarık gençleri günümüzün istediği o sünepe, köhne kafalı gençlere yeğlerim. (Günce 1953-1955)
- Gül rengi yüzün benli de sinen niye bensiz? (Prospero ile Caliban)