Güneş Topla Benim İçin - Ülkü Tamer Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Güneş Topla Benim İçin kimin eseri? Güneş Topla Benim İçin kitabının yazarı kimdir? Güneş Topla Benim İçin konusu ve anafikri nedir? Güneş Topla Benim İçin kitabı ne anlatıyor? Güneş Topla Benim İçin kitabının yazarı Ülkü Tamer kimdir? İşte Güneş Topla Benim İçin kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Ülkü Tamer
Yayın Evi: Islık Yayınları
İSBN: 9786059018135
Sayfa Sayısı: 360
Güneş Topla Benim İçin Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Seheryeli çık dağlara
Güneş topla benim için
Haber ilet dört diyara
Güneş topla benim için
Umutların arasından
Kirpiklerin karasından
Döşte bıçak yarasından
Güneş topla benim için
Yazdan kıştan ilkbahardan
Mahpuslarda dört duvardan
Doludizgin sevdalardan
Güneş topla benim için
Seheryeli yar gözünden
Havadaki kuş izinden
Geceleyin gökyüzünden
Güneş topla benim için
Güneş Topla Benim İçin Alıntıları - Sözleri
- Kim neşter vurabilir bir kelebeğe onu daha da güzelleştirmek için?
- Yakınlığın, unutkanlığın kanla taşıdığı o yabansı incelik. Seni yorgunluğumuz bile yanıltmaz.
- Hatırlamak en büyük düşmanıdır yalnızlığın, ucunda yaşamak var...
- Aman, kendini asmış yüz kiloluk bir zenci, Üstelik gece inmiş, ses gelmiyor kümesten. Ben olsam utanırım, bu ne biçim öğrenci? Hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten. İyi nişan alırdı kendini asan zenci, Bira içmez ağlardı, babası değirmenci, Sizden iyi olmasın, boşanmada birinci... Çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen.
- Açılmamış bir kitaptan geliyorum Yalın bir şiirin güzelliğinden...
- Ağzındaki ormanı ağzımdan yüreğime akıt. Ben sana gün giydim. Sana sığlandım.
- “umutların arasından kirpiklerin karasından döşte bıçak yarasından güneş topla benim için”
- Bütün tarihini sırtına vurup Denizi üç günde geçen serçenin Bir seher vaktinde soluk soluğa Tünediği dalda şenlik gibisin
- “umutların arasından kirpiklerin karasından döşte bıçak yarasından güneş topla benim için”
- Ölürsem senin bildiğin bir suya at beni, Dolaşayım bütün denizlerini yüreğinin, Kaplayan sessizlik olsun aşkımın dikenlerini. Çünkü denizin ve aşkın dalgaları Gözlerinin ölümsüz külüne çıkar, Senin göğsüne kıvrılır, tavşanlara kıvrılır, Yaşama kanı aydınlığa çıkar. Çıkar toprağımdan ülkemi, Uçayım çiftliklerine yüzünün, Gümüş ormanlarına gökyüzünün.
- İçime çektiğim hava değil, gökyüzüdür.
- Yenilirsem yenilirim, ne çıkar yenilmekten? Seninle çarpışmak kişiliğimi pekiştirir benim.
- Senin yüzün Durgun bir sevginin yıktığı gökyüzü.
- "Hatırlamak en büyük düşmanıdır yalnızlığın, ucunda yaşamak var"
Güneş Topla Benim İçin İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Ülkü Tamer / Güneş Topla Benim İçin: Ülkü Tamer'in kitabının geneliyle ilgili değil de Giyotin üst başlıklı şiirlerine dair bi inceleme yazmak istedim. Şiirlerin tamamını da incelemenin sonunda bulabilirsiniz. Öncelik konuya giyotinle başlamak gerek sanırım. Bir çocuğumuzun bildiği gibi giyotin, Fransa’da ihtilalden sonra "ölümde eşitlik" getirmesi için -soylu da taşralı da aynı şekilde ölsün diye- Jacques Nicholas Pelletier isimli bir hırsızı idam etmek için, Joseph Ignace Guillotin tarafından 1792 yılında icat edilerek ismini de icat edenden almıştır. Giyotin tarihte yakın geleceğe kadar kullanılmıştır ve iktidarın gölgesi altında yozlaşıp iki yüzyıl boyunca sayısız da ölüme sebep olmuştur.¹ "İnfazın çok çabuk gerçekleşebilmesi sebebiyle bir günde yüzlerce infaz yapılmaya başlanmış, soyluların oyuncağı hâline gelmiş ve başlarda ilgi çekici bir olay olarak görülen giyotin sıradanlaşmıştır. Ancak ne kadar sıradanlaşsa da güç sahiplerinin otoritesini kalıcı kılma arzusu giyotinin eşitlikten ziyade bir şiddet aracı olmasına ve acımasızlığın boy göstermesine yol açmıştır."² Ülkü Tamer ise bu şiirleriyle, insancıl (!) bir infaz yöntemi hedefi ile geliştirilen giyotin üzerinden toplumsal bir okuma yapmıştır. Giyotin beşlisi diye adlandırabileceğim bu şiirlerde, Avrupa’da herkese eşit ölüm getirmesi için tasarlanan giyotine göndermeler vardır. Hatta o dönem giyotinin kullanılmadığı zaman üzerine atılan siyah örtüden dolayı “lady” diye anılmasının ya da halk arasında “ulusal bıçak” gibi adlandırılmasının da beş şiire “Lady Giyotin, Aziz Giyotin, Yurtsever Kısaltıcı, Ulusal Bıçak, Halkın İntikamcısı” gibi başlıklar verilmesine sebep olmuştur.Bu başlıklar Ülkü Tamer'in eleştirinin dozunu artırdığı bilinçli bir tercihidir, dünya tarihinin büyük bir sorunu şair duyarlılığı ile dile getirilir. İnsanlara ceza verirken eşit ölüm düşüncesiyle ortaya konulan giyotin fikrinin çıkış amacı, uygulanışı, halk arasındaki etkileri, çeşitli sıfatlarla adlandırılması gibi birçok durum şiire konu yapılmış, okuru sarsan bir etki ile şiirler kurgulanmıştır. Tarihten sahnelerin ironik olarak şiirselleştirildiği ve örneklerin çoğaltılabileceği “Giyotin”de şiirlere seçilen başlıklar da bu ironiyi yansıtır. 1- LADY GİYOTİN³ Soylu bir kadının masasında duran ufak, gümüş giyotin, Yemekten önce narin bir parmak uzanır sana, Bir düğmene dokunur ve keskin bıçağın düşer Sarı taftayla sarı peruka arasında Kremle parlatılmış boynuna bir taş bebeğin. Kan akar: kokulu kan, Uzakta bir sokak halkını öğürmelerle uyandıran Kanın kokulusu akar. Dantelleri, mendilleri uzatır soylu eller, Kırmızıya batırırlar Ve küpelerin arkasına sürerler kan parfümünü. Sonra uşaklar giyotini kaldırırlar masadan, Kâseleri koyarlar, kupaları dizerler Kesik bebek başının çevresine. İşte tam o sıralarda iki şehir ötede Alkışlanmış bir cellât ellerini bile yıkamadan Bir barakada yemek yer, içki içer. Gündüzleri uyuyup geceleri giyotin yapar oyuncakçılar, İspinoz kuşlarının boyunlarını sevgiyle vursun diye Minyatür giyotinler yapar çocuklar için. Kuyumcular enfiye kutularına giyotin yerleştirir, Broşlara Halkın İntikamcısı'nı kazır, Ulusal Bıçak'ı, Yurtsever Kısaltıcı'yı, Aziz Giyotin'i, Herkesin gözdesi Lady Giyotin'i. Yalnız alanlarda değil, loş odalarda da sevişilir seninle, Senin ceviz dirseklerin yalnız da ısırılır, Şatoların nemli odaları içinde gövden Dikine bir yataktır, ağır ağır açılır kadife örtüsü, Din de, ölüm de neşeli bir aşka döner içine girildikçe Sen, soyluların metresi Ve katillerin boyun çizgisi Lady Giyotin. 2-AZİZ GİYOTİN Bundan böyle kimse asılmayacak, Yakılma yok, Çark yok, Balta yok; Kim dökerdi bir haydutun yaralarına Kızgın yağı, eritilmiş kurşunu? Bundan böyle artık öyle cellât yok. Ölüm farkı kalkıyor suçlular arasında, Sınıflar arasında; Soylulara kolay ölüm, halka zor ölüm yok, Öldürürken bundan böyle zulüm yok. İlk giyotin bir piyano yapıcısına ısmarlanmıştı, O günden beri tuşların sesiyle iner bıçak. Önce ölülerin başları kesildi deneylerde, Savcılar, yargıçlar, milletvekilleri Av etleri yediler ve bıçağın işleyişini beğendiler. Sonra gidip eşsiz bir mahzenin şaraplarından içtiler. Ve dolgun ücretlerle giyotinler yapıldı devlete, Piyanocular ve bazı bakanlar zengin oldu. Adamın biri bir inek çaldı: Pazar kurulduğu gün şehirde O ineğe çektirildi giyotinin ipi. Tahtadan aziz heykellerinin boyunları kesildi. Başbakan sözünü duyar duymaz havlamayı öğrenmiş bir köpek Sahibiyle birlikte öldürüldü. Seyirciler şarkılar söyleyerek koştular pazar yerine, Cezanın haklı bir ceza, Ölümün haklı bir ölüm olduğuna inandıklarını göstermek için Bıçağı tutan ipe hep birden yapıştılar. Derken ihtilal patladı: Konfeti halinde düştü başlar gökyüzünden. 3-YURTSEVER KISALTICI Ölürken bağırmazlar Düşürmek istemedikleri için Sonradan hatıra diye satılacak saçlarının değerini. İstedikleri elbiseleri giyip kendi arabalarıyla geldiler işte! Ağır ağır hazırlandı sehpa: bıçak birdenbire inecek. İhtilal ağır ağır hazırlanır ve birdenbire iner. Ölümden bir tad almayı da herhalde becerir bu soylular, Alanı dolduranlara bakıp İhtilalin felsefesini yapmaktan derin bir tad alırlar. İnce bir hukukla döşeli sokakları geçtiler, Tefeciliğin yankısıyla çıkılmış evleri geçtiler, Nezih bir oyun masasına benzeyen ticareti geçip geldiler, Geçip geldiler karşılarında güneşin Bıçağını bilediği yere. Parmaklarımızı kanlarına batıracağız birazdan İlerde çocuklarımıza daha iyi anlatmak için Aristokratların kanlarındaki rengi. Ve birkaç ay yüce yargıçların yetişkin oğulları Gömleklerinin kumaşını konuşacak onların Adliye salonlarında. İşte bir cellâdın beyaz eldivenine geldiler, Cellâtlığa onlar atamıştı bu adamı İki hafta önce; Kibarlık budalası bir adam - Ama bu da bir sevinçtir onlar için, Öyle ya, bunun elinde ölürler daha iyi Taşralı bir cellâdın elinde ölmektense. 4-ULUSAL BIÇAK Ölüm verme sanatında en usta olan sensin, Yedi yaşındayken bile ustaydın bu sanatta Alana çıkarıp cellât yaptıklarında seni. Yoksul bir marangozun ince oğlu, Her uyku öncesinde adı anılan bir cellâdın yeğeni, Evet, yedi yaşındaydın Eline bıraktıklarında bir kılıcın kabzasını, Yedi yaşındaydın Başka çocukların rüyalarına beyaz enseler Ve şehrin sessizliğine kırıklar dağıttığında. Yıllar geçti, giyotin çıktı, ihtilal oldu, Parlak elbiseler ve başlıklar giydirdiler sana Gösterişle vurasın diye boynunu kralının. Omuzlarda taşındığın o akşamüstü Sırmalı bir kına koyup kaldırdın Kırmızı yamalı kılıcını, Ve bir kartal resmi çizdirdin sokak kapına. Ama öldürülecek soylu kalmadı bir gün, Başarıyla sonuçlanmıştı ihtilal; Faizciler, tefeciler, avukatlar almıştı Senin bitirdiğin soyluların yerini; Alanlara sehpa kuran sen değildin artık, Ölüme aracılık edenler komisyonculardı. Kendin veriyordun her gece Kendi içkinin parasını; Sabahları tavuklarını kesiyordun doktorların, Mimarların koyunlarını boğazlıyordun, İlaç yapıp satıyordun komşularına. Islak tahtalı, kör bıçaklı giyotinini götürüp rehin bırakmak zorunda kaldın. Ölüm verme sanatında en usta olan sendin, Ama başka ustalar da vardı başka sanatlarda; Para düzeninin dışında bırakanlar seni, Uzun saplı, madeni bir kaşık tutuşturdular eline Yiyeceklere dokunmasın diye onursuz parmakların Alışveriş ederken pazar yerinde. Sendin bütün korkuların ustası, Gün geldi, bunu da hatırladın; Vernikle boyadın kapındaki kartalı, Baskınların en soylusunu tasarladın tek başına Ve önlüğünün cebine bir biley taşı koyup Başkentin ortasındaki rehinciye yollandın. 5- HALKIN İNTİKAMCISI Bu ölüm gününü kemiriyor göğsün. Otur şuraya. Önce gömleğinin yakasını yırtarım Ensendeki saçları kesmek için. Bıçak, ensede beklemekten hoşlanmaz, Bir an önce kurtulmak ister ölüden. Otur, bir zamanların ünlü yargıcı, Sen bile yargılayamazsın benim kadar Savunması nefret olan bir adamın kinini. Bir kefesinde altın vardı elindeki terazinin, Küfür ve balgam koyarım öbür kefeye. Seni kendi kanınla dengelerim Ve tırmandığın tozlu basamaklardan Kendi yargıçlarımı indiririm alana. Çünkü sevgiyle karşılanan gözde silahı İhtilal öncesinin, Birikmiş hınçları kesecektir artık. Elinde elmas var, ama benim giyotinim Tırpan gibi biçer senin elmasını, Diz çök kuyumcu, ve gökkuşağından Seni yağmursuz bulutlara çekecek Bir gerdanlık düşün kendi boynuna. Benim kuyumcularım artık Büyük siniler dövecektir çarşıda. Uzatın boyunlarınızı, Bizim yaralarımızın sızan irinleriyle Irmaklar akıtan, sonra da o ırmaklara Çatma köprüler kuran mühendisler, Sizin başlarınızı biraz daha yaşatırım, Kulaklarınızdan tutup kesik gövdelerinizi Doyumsuz bir öçle gösteririm size. Bu ölüm gününü kemiriyor benim göğsüm de. Elimin ve pazularımın sağlam giyotini Sedef bir hayalet oldu Geceyi korkutuyor Ve sevincin ilk bildirisini dağıtıyor ülkede. Ülkü Tamer / Güneş Topla Benim İçin, Yararlanılan Kaynaklar: ¹Wikipedia ²Emine Selcen Bekmezci : Ülkü Tamer Üzerine Bir Araştırma / Makale,2019 ³Ülkü Tamer / Güneş Topla Benim İçin (Nilgün Yılmaz)
KONUŞMA ŞİİRİ ÜZERİNE İNCELEME-ÜLKÜ TAMER: aman, kendini asmış yüz kiloluk bir zenci, üstelik gece inmiş, ses gelmiyor kümesten; ben olsam utanırım, bu ne biçim öğrenci? hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten iyi nişan alırdı kendini asan zenci, bira içmez ağlardı, babası değirmenci, sizden iyi olmasın, boşanmada birinci çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen… Ülkü Tamer’in ‘Konuşma’ şiiri üzerine bugüne kadar birçok yorum yapıldı. Bazen anlamsız, bazen anlamlı ve birçok kez de saçma bulunan bu şiir üzerine kendimce bazı notlar ekleyip sizlerle paylaşmak istiyorum. Tabii ki söylediklerim öznel bir değerlendirmedir ve kesinlikle doğrudur diye bir iddiam asla yoktur. Şiiri incelemeden önce, Ülkü Tamer’in neden böyle bir şiir yazdığını anlamak için biraz hayatına bakmak gerekir. Şairliğinin yanı sıra birçok çeviri ve editörlük vazifesi yapmış olan Ülkü Tamer, geriye bırakmış olduğu kocaman kocaman kitaplar vardır. Bugün genç neslin bayılarak okuduğu ‘Harry Potter’ kitabının ilk çevirisini Ülkü Tamer yapmıştır. Bu kitap çok fazla popüler olduğu için örnek verdim. Edebiyatımıza kazandırdığı harika eserlere bakmayı size bırakıyorum. Şair, çevirmen, yazar, editör gibi sıfatları kendisinde toplamış bir insandır. İkinci Yenicilerin önde gelen isimleri arasında yerine alan Ülkü Tamer, kendine özgü imgeleriyle, ironileriyle ve sade cümleleriyle karşımıza çıkar. 1950’lerin ortasına gelindiğinde ilk şiirleriyle edebiyat camiasında yerini alır. 1986 yılına kadar 7 şiir kitabı çıkartır, tarihler 1986 yılını gösterdiğinde bütün şiirlerini: ‘Yanardağın Üstündeki Kuş’ adlı kitabında toplar. 1982 yılında ‘Çağdaş Latin Amerika Şiiri Ontolojisi’ kitabını yazarak, bu kitapta 50 Latin Amerikalı şairi ve şiirlerini inceler. Belki de Konuşma şiirini kurgularken onlardan esinlenmiştir. 1) aman, kendini asmış yüz kiloluk bir zenci,: Zenci kavramı bana her zaman, dizi ve filmlerde insanlara dayatılan klasikleşmiş ‘Şişman Zenci’yi hatırlatır. Aslında tarihe baktığımızda Zenci kavramı hep; ezilmiş ve köle olarak kullanılmış insanlar topluluğu olarak çıkar. Ülkü Tamer’in şiire böyle girmesinin sebebi ise, özellikle Amerika’da yaşanan ırkçı tutumlara tepki olarak ele aldığını düşünüyorum. Çünkü şairin yaşadığı dönemde bu tarz olaylar toplum içerisinde bir hayli fazla görülmekteydi. Ki bu şiirin yazıldığı dönem aynı zamanda Marvel Dünyasının yaratıcısı Stan Lee’nin de, Marvel Karakterlerini tasarlarken, yine ucube olarak görülen zencilerden yola çıkarak esinlenmiştir. Sinema dünyasının bu karakterleri, taşıdığı özelliklerden dolayı, toplum tarafından dışlanmışlardır. Onlar ucubedir. Tıpkı Zenciler gibi… İşte yıllardır insanların kafasına yerleştirilen Zenci kavramı da: Sürekli yemek yiyen, şişman, işe yaramaz, köle ve korkak bir tip olarak bizlere gösterilmiştir. Bu satırlarda da, zencilerin durumuna dikkat çekmek için özellikle 100 kiloluk bir zencinin seçilmesi tesadüf değildir. Ayrıca 100 kiloluk bir zenci kendini öldürmek için neden asmak zahmetinde bulunuyor. Silahla da öldürebilir tek seferde. İşte bu nokta işin biraz ironisidir. Çünkü zenci kendini silahla öldürme yerine, iple asmak istemesinin nedeni; belki de ip ağırlığına dayanamayıp kopabilirdi, yani yaşamak için küçük bir ihtimaldi ama umut son ana kadar her zaman vardır. 2)üstelik gece inmiş, ses gelmiyor kümesten; Buradaki kümesi toplum olarak yorumlamak doğru olabilir. Tavuklar, kendi kümesinde istemedikleri diğer tavukları her daim dışlarlar. Bizim zencimiz de toplum tarafından dışlanmıştır. Bir gece vakti o kümesin yani toplumun içinde kendini asıyor ama kimseden ses çıkmıyor. Eğer o tavuğun ölmesini istemeselerdi, o zaman kümesin içerisinde kıyametler kopardı. Zencimizin iple asmak istemesinin bir nedeni de budur. Belki de birileri çıkıp kurtarmak isteyebilir… 3) ben olsam utanırım, bu ne biçim öğrenci? hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten: Bu iki dizeyi beraber değerlendirmek yerinde olacaktır. Sürekli olarak ezilmiş ve hor görülmüş bir topluluğun insanı olan zenci, hayat öğrenciliğinde diğer insanlarda daha çok çalışması ve çabalaması gerekirken, tam tersine öğrencilikte vasat durumda. Birde buna ek olarak herkesten şişman. Yani anlatıcı, intihar eden bu zenci üzerinden bir uyarı yapıyor: Neden kalkıp bir şey yapmıyorsunuz diye… 4) iyi nişan alırdı kendini asan zenci,: Bu dize iki anlama gelebilir: Aslında hayatta istese her işi nokta atışı yaparak halledebilecek bir insan ama yapmıyor. Diğer yandan yine ilk satırlara bir gönderme var: Zencimiz somut anlamıyla iyi nişan alabilen biriydi, ama nişan alıp kendini öldürmek yerine astı. 5) bira içmez ağlardı, babası değirmenci,: İçki kültürüm olmadığı için maalesef bu satırlarda tam olarak ne anlatılmış çıkaramadım. Ama aklıma şöyle bir durum geldi: Bildiğimiz üzere bira tahıl ürünlerinden yapılan bir içki. Babası değirmenci olan bu zencimizin, tahıl ürünlerine ulaşıp bira yapma imkanı var. Yani alkole ulaşıp, biraz içerek, aslında bir nebze olsa kafayı dağıtıp ve dertlerini unutabilir. Ama bunu yapmak yerine tam tersine haline ağlayıp sızlanıyor… 6) sizden iyi olmasın, boşanmada birinci: Zencimiz, hayatında neye elini atsa hep başarısız olmuş. Bu başarısızlıklardan birisi de evlilik meselesi. Yani defalarca evlenip, birey olmaktan kurtularak toplum içerisine karışmaya çalışmış. Lakin bunda da başarılı olamamış. Toplum bireyi asla sevmez. Çünkü bir kişinin toplumsal çarka yaptığı katkı ile aile olup yapmış olduğu katkı arasında dağlar vardır. Bu yüzden toplum, bireyin evlenmesini ve kurduğu ailesiyle birlikte dönen toplumsal çarka katkı yapması beklenir. Maalesef zencimiz bu konuda başarılı olamadığı için hepten dışlanmış durumda. 7) çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen: Anlatıcı, yani şair burada zenciye teklifte bulunuyor. Zencinin bu durumu canını çok sıkmış olmalı ki, gel kuş vuralım diyor. Peki neden kuş vuralım demiş. Öncelikle kuş barışın ve özgürlüğün simgesidir. Ama zencinin içinde bulunduğu durumda ne barış vardır ne de özgürlük. O zaman insanların bir imge olarak seçtiği bu kuş neye yarar, vuralım gitsin dendiğini düşünüyorum. Bir başka nokta ise, erkek çocukların küçükken yapmaktan en çok mutluluk duyduğu konu: Sapanla avlanıp kuş vurmaktır. Bu ilkel bir dürtüdür aynı zamanda. Peki neden buna çağrışım yapıldı? Her insan, yaş ilerledikçe çocukluğuna özlem duyar. Şair burada zencimize: Gel kardeşim büyümek sana göre değil, biz en iyisi çocuklukta kalıp en büyük eğlencemiz olan kuş avlamaya gidelim diyor. Ama geçmiş asla geri gelmez, kendi içinde çelişki ve ironi barındıran cümlelerin sonuncusudur. Belki de bu yazdıklarım tamamen uydurma ve saçmadır. İmkanımız olsaydı da Ülkü Tamer’den dinleyebilseydik bu şiirin hikâyesini. Son olarak: - Ahhh! beni vursalar bir kuş yerine… (Sezai Karakoç-Mona Roza) (Muzaffer BİLSİN)
‘’Hatırlamak en büyük düşmanıdır yalnızlığın, ucunda yaşamak var.’’ Merhabalar. Bugün yeni bir şairle tanışmanın heyecanından filan bahsetmek isterdim sizlere elbet. Ama sanırım çok daha tesirli duygusal karmaşalara dalmış bulunmaktayım. Hatırlananlar, hiç unutulmayanlar, aklı bulandıranlar, kalbi karartanlar… Bu karmaşa ne kadar açıklanabilir bilmiyorum. ‘’Dokumam kendi sıcaklığımdan yandı. O günkü çığlığımı unutamam.’’ Baaaazen bazı dizeler okuduğunuz an burnunuzun kemiğine saplanır. Kıkırdağın üstündeki sert kemiğe. Tam oradan bir titreme başlar ve üçe bölünür. Bu üçlü çatalın titreşimlerinden birisi genize doğru giderken diğerleri gözlere dağılır. Evet bazı dizeler göz doldurur bilirsiniz o hissi. O sıcaklığı göz pınarlarınızda hissetmek bazen utandırır sizi bazen sinirlendirir bazen yorar. Böyle bir şair okurken biraz da karmaşık bir döneminizdeyseniz bunlara hazır olmalısınız. Siz olmalısınız tabi ki, ben ağlamam. Ben Kayra’yım :) ‘’Senin terli omuzların ilerde ara sıra Bazı şeyleri kopararak içinden Usulca durgun sevgimi hatırlayacak.’’ Usulca ve usluca. Bazen hatıraların karşısına geçemez insan. Bir gün her yere ördüğün taştan duvarı yıllarca hırpaladığın kendi kalbin -duvar gibi taşlaşmayı reddederek- yıkar geçer. Sadece kalbe kalsa susturulabilir bu yıkım ama hafıza insanoğlunun kaçamadığı tek hapishanedir. Eskiyi, sevgiyi, nefreti neyi olduğu farketmez, hatırlamaya başladığında yapabileceğin tek şey uslu uslu oturup beynine yenilmek olur. Çünkü beyin güçlüdür. Kandırdığınız vicdanlarınızdan da güçlü. Siz kandırıyorsunuz tabi ki, ben kandırmam. Ben Sisifos’um :) ‘’Nehirler akıyordu saçlarının arasından Boynuna iniyordu kıvrılarak Cerenler yıkanıyordu göğüslerinde Aşktı bu Aşktı O gece Bir gülün içinden bir nehir aktı.’’ Ne taşkınlık ama, ne şaşkınlık ama… Aşk her şeyi kör eder değil mi? Bu şaşkınlık en akıllısını bile ebleh eder değil mi? Bu taşkınlık en oturaklısını çocuk eder :) İnsanı bu kadar değiştirebilen bir duygu var mıdır, sanmıyorum. Nefreti hissettim, acıyı hissettim, ölümü hissettim; sevgiyi, merhameti, cesareti hissettim böylesini tadamadım. Bir tek acımasızlığı denemedim. Siz denersiniz tabi ki, ben denemem. Ben İhtiyar’ım :) ‘’Canımın içinde canımı duyan Canımın içinde taşıdım seni’’ Yaşadığım her şeyi şiir gibi yaşadım. Canıma kattım, şair olmadım ama şiir yazdım, kendime saklamadım dağa taşa bağırdım, hesap yapmadım gelişine kabul ettim, akıl yürütmedim kalbi ikna ettim… Şimdi bunca yolun ardından sayıklayabildiğim tek şey: ‘’Hayat hiçbir şey değildir, itina ile yaşayınız.’’ Beni tekrar görene kadar elbette. Siz gidersiniz, ben gitmem. Ben Burak. (Burak)
Kitabın Yazarı Ülkü Tamer Kimdir?
Ülkü Tamer, (d. 20 Şubat 1937, Gaziantep), Türk şair, oyuncu ve çevirmen.
Robert Kolej'den 1958 yılında mezun oldu. Yayıncılık, oyunculuk ve çevirmenlik yaptı ve 1950'li yıllarda ortaya çıkan İkinci Yeni şiir akımının önde gelen temsilcilerinden biri oldu. İkinci Yeni'ye, bu akımın ana karakteristikleri oluştuktan sonra dahil olduğu halde, kendine özgü imge dünyası ve süssüz, sade söyleyişiyle dikkati çekti. Çoğunlukla keskin bir ironiyle örülmüş derin acıların ve beşeri trajedilerin dile geldiği şiirlerinde 1970'lerden sonra toplumsal duyarlıklar da öne çıktı.
İlk şiiri 1954 yılında Avni Dökmeci'nin yönetimdeki Kaynak Dergisi'nde yayımlandı: "Dünyanın Bir Köşesinden Lucia".
Şiirleri 1954'den itibaren Kaynak, Pazar Postası, Yeditepe, Yeni Dergi, Papirus, Sanat Olayı gibi dergilerde yayımladı. 1967'de Yeditepe Şiir Armağanı'nı kazandı.
"İkinci Yeni'nin, çağdaş İngiliz şiirini yakından izleyen, çevirileryapan, Batı etkilerine açık bir şairiydi. Özellikle 1960'ların ikinciyarısında yazdıklariyla kapalı şiir anlayışının kusursuz örnekleriniverdi. Toplumsal sorunlara yönelirken de şiirin düzeyini düşürmedi." (Memet Fuat, 1985)
Ayrıca Ahmet Kaya 'nın Başkaldırıyorum ve An Gelir albümünde seslendirdiği "Gül Dikeni" ve "Üşür Ölüm Bile"nin bestecisidir. Zülfü Livaneli´nin seslendirdiği "Memik Oğlan" ve tabii ki "Güneş Topla Benim İçin" ve Grup Yorumun "Düşenlere" türküsünün de söz yazarıdır.
Ülkü Tamer Kitapları - Eserleri
- Alleben Öyküleri
- Yanardağın Üstündeki Kuş
- Güneş Topla Benim İçin
- Tarihte Yaşanmamış Olaylar
- Yaşamak Hatırlamaktır
- Ben Sana Teşekkür Ederim
- Bir Adın Yolculuktu
- Günışığı Hoşçakal
- Pullar Savaşı
- Sinema Dedi ki...
- Seçme Şiirler
- Şeytanın Altınları
- Virgülün Başından Geçenler
- Sanatın ve Edebiyatın Dayanılmaz Hafifliği
- İçime Çektiğim Hava Değil Gökyüzüdür
- Soğuk Otların Altında
- Sanat Sınavı
- Sanat Yolculukları
- Kırıp Dökmeden
- Gök Onları Yanıltmaz
- Güzel Sözler
- Antep Neresi
- Sıragöller
- Büyük Sözler
- Ezra İle Gary
- Lucia - Kitaplarına Girmemiş Şiirleri
- Çocuklara Genel Kültür
- On Kısa Oyun
- Tele Yunus
Ülkü Tamer Alıntıları - Sözleri
- Haydar Ergülen'in bir sözünü hatırlıyorum: “Şair ne zaman şiirine benzer? Elbette şiirinin önüne geçmediği zaman, şiirinden bir adım, birkaç adım geride durduğu zaman.” “Şiirinin önüne geçmeyen şair” deyince, aklıma ilk gelen ad Ahmet Muhip Dıranas oluyor. Dıranas, Kar'ını, Olvido'sunu yazmış, Ergülen'in deyimiyle “kendini şaman büyücüsü, eski zaman bilicisi” olarak görmemiş, “şiirinin omuzunda bir yük olarak durmamış”tır. Necatigil de öyleydi. Cahit Külebi de. Necati Cumalı da. O kuşağın birçok şairi de. Yazdıklarını serçeler gibi gökyüzüne salıyor, ama kartallaşıp onların peşine düşmüyorlardı. Şairligin değil, şiir yazmanın tadını çıkarıyorlardı. Birer kartaldılar aslında. Ama uçurdukları serçelere hükümdarlık taslamıyorlardı hiçbir zaman. Birlikte kanat çırpıyorlardı. (Sanat Yolculukları)
- “Sevginin karşıtı nefret değildir, ilgisizliktir.” (Sinema Dedi ki...)
- Aa-ii, aa- ii, hav hav biraz kukuriku, biraz da miyav miyav! Dünyanın en güzel korosuydu bu, (Şeytanın Altınları)
- «Yeryüzünde öğrenimin yıl- larca sürdüğünü ... Bizde öğrenim birkaç saat sürer. Okula gideriz. İki derste her şeyi öğreniriz ... (Günışığı Hoşçakal)
- "Her gün en az bir kere geceden geçtin Bir adın yolculuktu, bir adın başka " (Bir Adın Yolculuktu)
- “umutların arasından kirpiklerin karasından döşte bıçak yarasından güneş topla benim için” (Güneş Topla Benim İçin)
- İçime çektiğim hava değil, gökyüzüdür. (Güneş Topla Benim İçin)
- O eski bir güvercindi, bıraktı beni onlara, Götürmedi kanatlarından bir başka yalnız suya, Geçti çocuk gölgelerinden, dönmedi artık, Yapacak işleri vardı utanmaktan başka. Ey benim yalnızlığım! Bu kadar eğilmeselerdi üstüne senin. Bu kadar anlatmasalardı seni. N'olurdu Soğuk otların altında büyük çocuklar. Oraya da gitmesek, ey benim yalnızlığım! Evet, soğuk otların altında kuş mezar- ları vardır belki. Ben yalnız seni istedim belki. Ben yalnız bütün ormanı belki. Ben yalnız ışıklarını şehrin. En kötü alışkanlığım benim galiba yaşamaktı. Ben sana teşekkür ederim, beni sen öptün, Ben uyurken benim alnımdan beni sen öptün; Serinlik vurdun korulara, canlandı serçelerim; Sen mavi bir tilkiydin, binmiştin mavi ata, Ben belki dün ölmüştüm, belki de geçen hafta. Sen bana çok güzeldin, senin ayakların da. (Soğuk Otların Altında)
- sende buldum dergilerde resimlerini gördüğüm denizi. (Bir Adın Yolculuktu)
- Ağlıyorlar da Ne kadar baksalar yağmura o kadar Ölüyorlar. (Lucia - Kitaplarına Girmemiş Şiirleri)
- Gökyüzü ayaklarımın ucundan başlıyor. Köpeklerin bakışlarında birer keman tadı. ..... İçime çektiğim hava değil, gökyüzüdür. (İçime Çektiğim Hava Değil Gökyüzüdür)
- “Gece boyunca düşünüyorsun. Düşünmek, kanamaktır. Sadece bedenden dışarı akmaz kan. İnsanın kendi içine de akar.” (Tarihte Yaşanmamış Olaylar)
- Beni bekledinse Yağmurda karda Beni bekledinse Deli rüzgarda Beni bekledinse Yorgun yıllarda Susuz yüreğimde çiçekler açar Çorak yüreğimde çiçekler açar (Seçme Şiirler)
- Son söz Albert Einstein’den: “Benim savaş karşıtlığım, herhangi bir entelektüel kuramdan kaynaklanmıyor; zulmün, alçaklığın her türüne karşı duyduğum derin nefretten kaynaklanıyor.” (Kırıp Dökmeden)
- Genç bir oyuncu, George Bernard Shaw'a, doğduğu İrlanda'yı bırakıp da neden İngiltere'ye yerleştiğini sordu. “Öyle dağlarda düşler içinde dolaşıp durarak yaşamımı sürdüremezdim.” dedi Shaw. “İngiltere, İrlanda'yı ele geçirmişti. Ben de gelip İngiltere'yi ele geçirmek istedim. Bunda da başarılı oldum.” (Sanatın ve Edebiyatın Dayanılmaz Hafifliği)
- "Bir tek yazardan çalarsan düpedüz hırsızlıktır; ama birçok yazardan çalarsan, bunun adı araştırmadır." (Sanatın ve Edebiyatın Dayanılmaz Hafifliği)
- Her din, öteki dinler kadar doğrudur. -Burton (Güzel Sözler)
- "Aman, kendini asmış yüz kiloluk bir zenci, Üstelik gece inmiş, ses gelmiyor kümesten; Ben olsam utanırım, bu ne biçim öğrenci? Hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten. İyi nişan alırdı kendini asan zenci, Bira içmez ağlardı, babası değirmenci, Sizden iyi olmasın, boşanmada birinci... Çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen." (Soğuk Otların Altında)
- Bir el, öteki eli; iki el de bütün yüzü yıkar. -John Florio (Güzel Sözler)
- Demek insanın yüreğinde bir şeyler birikiyor. (Alleben Öyküleri)