Geçmiş Zaman Köşkleri - Abdülhak Şinasi Hisar Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Geçmiş Zaman Köşkleri kimin eseri? Geçmiş Zaman Köşkleri kitabının yazarı kimdir? Geçmiş Zaman Köşkleri konusu ve anafikri nedir? Geçmiş Zaman Köşkleri kitabı ne anlatıyor? Geçmiş Zaman Köşkleri PDF indirme linki var mı? Geçmiş Zaman Köşkleri kitabının yazarı Abdülhak Şinasi Hisar kimdir? İşte Geçmiş Zaman Köşkleri kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Abdülhak Şinasi Hisar
Yayın Evi: Yapı Kredi Yayınları
İSBN: 9789750811333
Sayfa Sayısı: 80
Geçmiş Zaman Köşkleri Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Geçmiş Zaman Köşkleri, Boğaziçi Yalıları'yla birlikte okunduğunda, içine doğduğu dünyayı bir peri masalı, bir cennet köşesi gibi anlatan altın bir kalemin gücü görülüyor. Hisar, çocukluk zamanlarında yaşadığı hayret ve hayranlığı, renkli insanlar barındıran o büyülü rüyayı büyük bir maharetle bugüne taşıyor. "Abdülhak Hamit'in Köşkü" adlı yazı ise kitabın ilk kez bu baskısında yer alıyor.
(Tanıtım Bülteninden)
Geçmiş Zaman Köşkleri Alıntıları - Sözleri
- Avlunun duvarında, İncil menkıbelerini gösteren, altları Fransızca izahlı birçok gravürler asılıydı. Yakup ve kuyu başında Yusuf aleyhisselâmlar. Gökten yağan ateşle tutuşmuş yanan Sodom ve Gomore, hep insana hüzün verici resimler.
- Buraya girerken üstümüzde hâlâ maddî endişeler, günlük telaşlar vardır. Ayakkabılarımız ve esvaplarımız gibi, ruhumuz da tozlanmıştır.
- gittikçe emin oluyorum ki dünya manzaralarının tatlarını ruhumuza işleyen seneler daha çocukluktan yeni çıkmaya başladığımız ve ilk gençliğe girdiğimiz zamanlar oluyor. sonra bütün hislerimiz bize ilk gelen bu ışık etrafına tutunarak aydınlanıyor ve yaşıyor, biz artık hep onların uğultularını duyuyor ve hep onları sayıklıyoruz.
- Her mahallenin kendine mahsus kokuları ve sesleri vardır. Rumelihisarı deniz, Büyükada çam, Bahariye tuğla harmanı kokardı. Çamlıca kekik, okaliptüs, çam, lavanta ve merzenküş mü bilmem nasıl anılan, dağları kaplayan taze bir ot kokar.
- Süratli otomobiller artık şehrin coğrafyasını da, hüviyetini de değiştirdi. Fatih'in Beyoğlu'ndan pek uzakta olduğunu sanırken yeni köprü ile on dakikada vardığım, Boğazın uzak bir mahallesinden otomobille Eyüp'e gidilip tekrar dönmenin ne kadar az sürdüğünü gördüğüm vakit bu zamanlar hayatımda mühim yer tutmuş bir şeyin artık ehemmiyetten düştüğünü anladım. Bunu anlarken belki de bir nevi sukut-u hayale uğradım.
- "... Kenan illerinde Yakup ile Yusuf'un maceralarını gösteren birtakım gravürler vardır. Eğer bunlara bakarak o mukaddes tarih âlemini duymadınızsa, ben size bu muhitten aldığım hisleri nasıl duyurayım? ..." [Abdülhak Şinasi Hisar, Geçmiş Zaman Köşkleri / "Çocukluk Günleri"]
- "Malûmatımız (bilgimiz) çoğaldıkça, cehlimizin (bilgisizliğimizin) arttığını görmeye mahkûmuz."
- “Gittikçe emin oluyorum ki dünya manzaralarının tatlarını ruhumuza işleyen seneler daha çocukluktan yeni çıkmaya başladığımız ve ilk gençliğe girdiğimiz zamanlar oluyor. Sonra bütün hislerimiz bize ilk gelen bu ışık etrafına tutunarak aydınlanıyor ve yaşıyor, biz artık hep onların uğultularını duyuyor ve hep onları sayıklıyoruz.
Geçmiş Zaman Köşkleri İncelemesi - Şahsi Yorumlar
CÂNIM TÜRKÇE, CÂNIM HİSAR ! Geceden beri, Abdülhak Şinasi Hisar'ın "Geçmiş Zaman Köşkleri"ni okuyorum. Allah'ım, birkaç sayfada, hattâ birkaç cümlede, hattâ ve hattâ tek cümlede görkemini görüp hayran olduğum ne muazzam, ne lâtif bir Türkçe o öyle!.. Teşbihlerin her biri 'rûhu okşayan' ve 'gönle dolan', birbirinden orijinal sanat gücünün şahidi!.. Edebiyatta konunun mühim olmadığına bir kez daha iman ediyorum. Rasyonel kafayla düşündüğümde, 'Ne anlatıyor bu adam; bana ne bütün bu bunak sayıklamalarından!' diyebilirim belki; fakat -çoğu yerde ilgimi çekmekle birlikte-, ne anlattığından bana ne! Hep verdiğim bir örnek vardır: Refik Halid, Hüseyin Rahmi, Yakup Kadri, Falih Rıfkı, Refi'î Cevad gibi kıymetli Türkçe üstadları, alışveriş listesi yazsalar dahi okurum! Bu cevherler, artık maalesef vâkıf olmadığımız bu güzel dile öylesine âşık ve sahipler ki, kalemlerinden çıkan her cümleyi hayret ve sevgiyle okumamak mümkün değil... Bu soy yazarlardan olan Hisar'ı okuduğumda, 'Meğer anadilim dediğim dilin, ne muazzam bir estetiği varmış!' diyorum. Hem acı, hem güzel... (Kerem)
Abdülhak Şinasi Hisar âlemimde hep Boğaziçi yazarı olarak kalmış. Sanırım üniversite yıllarımda onun Boğaziçi Mehtapları kitabını okumuştum. Şimdi yıllar sonra elimde bir kitabı daha var. Geçmiş Zaman Köşkleri. Yazar bu kitabında çocukluğunun geçtiği Büyükada ve Çamlıca’daki köşkleri anlatıyor. Sadece anlatmıyor, üslubuyla ve anlatımının güzelliğiyle bizi oralarda yaşattırıyor. Türkçe’yi güzel kullanıyor yazarımız. Cümlelerinde fazlalık bir kelime bulamıyorsunuz. Çocuk demek, biraz muhayyile demek. Çokça sembolist demek. Gördüklerini birebir değil, biraz değiştirerek algılayan demek. Biraz derken işte, hayali nereye kadar gidiyorsa oraya kadar değiştirmek demek. Çocuk hayalinin sınırlarını elbetteki ebeveynler belirliyor. Ninniler söylenen, masallar anlatılan, halk hikayeleri dinletilen çocuğun hayaline kimse ket vuramaz. Kitabı okurken çok hayıflandım. Tabiatın gözle görülen, kalple hissedilen güzelliklerini bu kadar hoş ve etkileyici anlatan yazarın iman yönünden eksik olmasıydı. Eğer bu yazılanlar Esmâ’nın süzgecinden geçseydi, göz onunla görebilseydi ne muhteşem bir eser çıkarmış ortaya düşündüm. O yazmasa da, ben işte ufak kırıntı bilgilerimle yazılanların hepsini bu isimlere teşmil ettim diyebilirim. Yazar, 1887’de doğmuş. Anlattığı yıllar da çocukluk ve ilk gençlik yılları olduğuna göre niye bu kadar dinden uzak kalmış anlamadım. Eserde inanç yönüyle yazarın bir tıkanıklık yaşadığını gördüm. Bu tıkanıklık, sadece çocukluğuyla mı ilgiliydi, yoksa ileriki yıllarında da böyle mi düşünüyordu, doğrusu çözemedim. Yazar Büyükada’da batan güneşi müthiş anlatıyor: “Güneş daha demin gözlerimizi üstüne konduramadığımız bir alevken, şimdi parlayan ve eriyen bir elmasa dönerdi. Bütün gün içinde tam görülebildiği dakikaya varmışken, benim onu en sevdiğim bu anda etrafına gönlünün kanı gibi bir kızıllık dökerek, sonra altın başını bu dökmüş olduğu kanlara sokarak, kararır, boğulur giderdi.” Evinin arkasındaki koruyu, yahut çamlığı da güzel anlatıyor. Gündüz vakti çamların rüzgarla beraber çıkardığı sesleri farklı, gece vakti pencere kenarından duyduğu aynı sesleri daha farklı yorumluyor. Neşeli ise bu salınışların çıkardığı sesleri hoş bir musikiye; değilse, bunu bir hastanın iniltisine benzetiyor. Yazar bu kitabında sadece köşkleri anlatmıyor, aynı zamanda o dönemin çocukluğunu ve oyunlarını da anlatıyor. Bazen eşyalar; mesela misafir geldiğinde renk renk serilen döşek ve yorganlar; mesela sandıklar ve sandıkların içerisinde saklanan özel eşyalar… Öyle eşyalar ki bunlar herkesten sakınılıyor, ama sahipleri de bu sakınmalardan dolayı, belki ömrü hayatlarında bunları ancak birkaç kez görüyorlar. Kitabın en güzel bölümlerinden birisi de Çamlıca’yı anlattığı bölümdür. Yazarın Çamlıca sokaklarında yaptığı gezintilerdir. Bu gezintilerde rastlaştığı orta yaşta kişilerin şefkatli tebessümleridir. Merhabalarıdır. Bütün bu tebessümlerin sırrı yazara göre Çamlıca’nın havasında ve duruşunda saklıdır. Edebî açıdan doyurucu güzel bir eser okudum. Bu kitaptan aldığım lezzetle, yazarın Boğaziçi Mehtapları kitabını da yeniden okuma listeme aldım. (Sait Köşk)
GEÇMİŞ ZAMAN KÖŞKLERİ (ABDÜLHAK ŞİNASİ HİSAR): (Hisar, Abdülhak Şinasi; Geçmiş Zaman Köşkleri, YKY, 2. baskı, İstanbul, Şubat 2012)¹ Kitapta, biri (Abdülhak Hamit'in Köşkü) sonradan eklenmiş on üç yazı var (Numaralandırma benim işgüzarlığım. Dipnotlar da öyle.): 1. Geçmiş Zaman Köşkleri 2. Çocukluk Günleri 3. Büyükada'daki Köşk 4. Geceleri Uluyan Çamlık 5. Büyükada'dakiler 6. Geçmiş Zaman Eşyaları 7. Kiralık Köşk 8. Yeni Bir Mahallede Geçen Mevsim 9. [Abdülhak Hamit'in Köşkü] 10. Çocuklar ve Oyuncaklar 11. Akşam Saatleri 12. Geçmiş Zaman Mahalleleri 13. Resimler Karşısında Duygular İnsan, Hisar'ı sadece uzun cümle sevdiği için bile okuyabilir. Cümle biraz kapalı oldu, değil mi? Kim seviyor uzun cümleleri? Okuyanlar mı, Hisar mı? İkisi de tabii ki. Bir uzun cümle tutkunu olan Hisar'ın metinlerini beğenerek okuyanların, onun uzayıp giden cümlelerini sevdikleri düşünülebilir. Ben de o tür okurlardan biriyim sanırım, bayılırım düzgün kurulmuş uzun cümlelere... Fakat benim Hisar'a olan ilgimin sebebi üslupla alakalı bu durum değil sadece. Orhan Pamuk'un yıllar önce okuduğum İstanbul'unda, Abdülhak Şinasi Hisar'dan övgüyle, sevgiyle söz etmesi de etkiledi beni. Okur, sevdiği yazarın sevdiği yazarlara ilgisiz kalabilir mi? Gelelim Geçmiş Zaman Köşkleri'ne... 1. Geçmiş Zaman Köşkleri En iyisi kitaba adını da veren bu kısa yazıyı bütünüyle alıntılamak. Buyurun: "Şimdi, geçmiş zaman diyebileceğimiz o zamanlarda İstanbul evleri üçe ayrılabilirdi. Bunların Boğaziçi'nde su kıyılarında olanlarına yalı; İstanbul'un sayfiye semtlerinde, bahçe içinde ve yine ahşap olanlarına köşk; şehirde, ayrı harem ve selamlık daireli ve çokları kâgir olanlarına konak denilirdi. Bu kaçgöç² zamanlarında Beyoğlu civarının apartmanlarında ise aileler oturmazlardı. Ev halkına gelince, aile erkânı daha mütesanit, hizmetçiler daha fazla, her gün ve her gece gelip giden misafirler kalabalık olurdu. Mahallerine uyan ayrı vasıtalarla onlara gittiğimiz günler, bu köşkler, uzaktan yolları, ağaçları ve çiçekleriyle birer hüviyet teşkil eder, manalaşarak akrabalarımızın gözlerine benzerdi. Ve yaşadıkları hayatı duyarken, ruhlarını duyar gibi olurduk. Bu köşkleri uzaktan görenler, yabancı iseler, kabil değil, onların ne tatlı bir hayat mahfazası olduklarını bir türlü tasavvur edemezler. Bütün bunların hüviyetleri, hayatta, birer büyükanne, birer büyükbaba, birer akraba olmak gibidir. Çocuklar onların gönüllerindeki şefkat ve muhabbet tatlarını buram buram duyarlar. Bir yolda ihtiyar bir kadın, zahmetle, yavaşça gider. Yabancılar onu zavallı bir harabe halinde görürler. Giydiklerini modasız, gözlerini manasız, gönüllerini sevgisiz, varlığını tatsız duyarlar. Yabancılar böyle bulurlar. Fakat onun torunu koşarak yanına gelir, yüzünü, gözlerini öper. Onun çamaşırlarındaki la- [s. 7] vanta çiçeğinin kokusunu duyar. Eski şakalarının neşesiyle çağıldar. Nazarlarındaki destanları, divanları anlar. Ruhunun iyiliklerine hayran olur. Bu geçmiş zamanlarda bu köşkler arasında bile, bazı perili evler mevcut olduklarına inanılır ve bunların nice maceralarından bahsolunurdu. Bütün bu rivayetlerin vaktiyle nasıl inanıldığını ve şimdi nasıl kapandığını bilemiyorum. Bana gelince, bütün bu geçmiş zamanlardan sonra, şimdi, onların hemen hepsinin birer perili ev olduklarına inanmaya hazır ve razıyım. Zira eskiden hemen hepsinden dağılan sihirli musikîyi hâlâ daha hatıralar içinden duyuyor ve hemen hepsinden vaktiyle birer perili zamanlar yaşamış olduğumu hatırlıyorum. Ve bunun içindir ki şimdi bu eski zaman köşklerinin hep birer perili ev olduklarına inanıyorum. [s. 8]" Beni de inandırdın Abdülhak Şinasi Hisar, ben de inanıyorum artık. Hepimiz inanıyoruz... Ya, "Şimdi, geçmiş zaman diyebileceğimiz o zamanlarda" ifadesine ne demeli? Bu cümleciği okuyunca zamanın izafiliğini bir kez daha anlıyorum içten içe. Hisar 1887 doğumlu, bu kitabı yayımladığı sene ise 1956. Elli altmış³ yılda şahit olunan değişim sadece birtakım eski evlerin yerini yenilerinin alması değil; geçmiş zaman deyip geçtiğimiz künhü meçhul derinlikte yitip giden ve Hisar'ın hüzünle andığı şey apayrı bir dünya; yalısı, köşkü, konağıyla farklı bir yaşam biçimi. 2. Çocukluk Günleri Hisar bu yazısında bazı çocukluk an(ı)larını anlatıyor. Bunlardan biri de büyükbabasının eve geliş anı. Şöyle diyor Hisar: "Bu, hanımların kalpleri daha iyileşerek nazarları daha yumuşadığı, çiçeklerin, hele yaseminlerin kokularını daha çok yaydığı, her şeyin dünyaya en son güzelliğini ve iyiliğini vermeye koyulduğu bir zaman, günün en sevdiğim, en rikkatli ânı idi. Artık oyunlarımı bırakır ve bütün dikkat kesilirdim. Hanımlar gözlerinde derin şefkatlerini taşıyarak susarlardı. Ve ruhlar güya bir sünger kâğıdı gibi dünyadaki bu nazlı havayı ve lezzeti kendilerine çeker, bol bol içerdi. [s. 9]" Büyükada'da ve Rumelihisarı'nda geçen çocukluk günlerini ise bakın nasıl duyuyor Hisar: "Beni dünyaya gelmiş olduğuma memnun eden bu uzun günleri hatırlıyorum. Bu ilahi zamanlardan gönlümde yakıcı bir toz kalmış. Ve içimi çektiğim zamanlar Rumelihisarı'yla birlikte Büyükada'yı duyuyorum. Güya ruhumun temelleri bu yerler, bu günler olmuş gibi! [s. 13]" 3. Büyükada'daki Köşk "Eski İstanbullular mahallelerine o kadar kökleşirlerdi ve mahalleleri ruhları için öyle bir kılıf olurdu ki başka bir yere göç etmek onlara huylarını değiştirmek gibi güç ve tatsız bir şey görünürdü. [s. 15]" diyor Hisar yazısının başında. Hatta bu yüzden, Rumelihisarı'nda oturan anne tarafı, Büyükada'da oturan baba tarafına kız vermek istememişler. Hisar, bir öncekinde olduğu gibi bu yazısında da Büyükada'daki çocukluk günlerine götürüyor bizi; belki de yanlış söyledim, adayı ve çocukluğunu bize getiriyor. 4.Geceleri Uluyan Çamlık Hisar, bu yazısında da çocukluk an(ı)larına dalıyor; güneşin türlü oyunlarını, özellikle gurup vakitlerini hâlâ bir çocuk gözüyle görüp dile getiriyor. Köşklerinin yanındaki çamlıktan gelen sesleri, bu seslerin çocuk ruhundaki etkilerini o kendine özgü üslubuyla tatlı tatlı anlatıyor. "Çocuk tabiatlı kaldığımdan büyüklerle aram hâlâ bir türlü düzelmiyorsa içimde bir âlem saklayarak onun solmadığını ve susmadığını görmekle ne kolay teselli buluyorum! [s. 26] diyen Hisar'ın, "dünyanın şiirini kaçıran" büyüklere de söyleyecekleri var: "İşte ben ömrümde daima büyüklerin asıl bu mahrem ve deruni âlemi duymadıklarını ve sathi bir ciddiyetle hep oyunbozanlık ederek dünyanın tadını kaçırdıklarını gördüm. [s. 27]" 5. Büyükada'dakiler Hisar, bu makalesinde "Büyükada'nın eşhası" dediği, hatırlamaktan zevk duyduğu insanları anlatıyor. Gündelik menfaatlerinin peşinde koşan insanlara pek benzemeyen bu tuhaf eşhasın ilki olarak Doktor Zici'yi anıyor. Sonra oyun tutkunu Madam Rakım Bey⁴ ve temizlik hastası kocası Rakım Bey, "Birazdan Hala", Ada'da yumurta satan ve İstanbul'u bir defa bile görmemiş olan Hani... 6.Geçmiş Zaman Eşyaları Hisar'ın dikkati geçmiş zaman eşyalarını atlar mı hiç! Bu yazısında da iki alt başlık altında yorganlara ve sandıklara değiniyor Hisar; bir hüviyete sahip olduklarını söylediği yorganları konuşturuyor, bırakıldıkları yerde çaresiz açılmayı bekleyen yıllanmış sandıkları açıyor. Sadece lavanta kokusu değil, bir eski zaman kokusu yayılıyor etrafa. Okuyun, siz de duyacaksınız. 7. Kiralık Köşk Yazar, bu yazıda, anneannesinin hastalanması üzerine, doktor tavsiyesine uyarak Çamlıca'da bir köşke taşınmalarını, Çamlıca'nın o zamanki harap köşklerini anlatıyor. Hisar, taşındıkları köşkü başlangıçta çok yadırgasa da zamanla, "bu hantal köşkün bile kalbinin iyiliğini" duyacaktır, köşkün de bir kalbi olduğuna inanan birinin iflah olmaz iyimserliğiyle. 8.Yeni Bir Mahallede Geçen Mevsim Bir öncekinin devamı sayılabilecek bir yazı bu. Hisar, bize bu defa da Çamlıca'yı anlatıyor daha çok. Adalar'la, Hisar'la, Boğaz'la karşılaştırmalar yaparak, Çamlıca'nın farkını belirginleştiriyor.⁵ 9. [Abdülhak Hamit'in Köşkü] Bu yazıdan da, Hisar'ın isimlerinden birini borçlu olduğu Abdülhak Hamit'in bazı şiirlerine konu olmuş Çamlıca sevgisini öğreniyoruz. Öyle ki, şair yıllar sonra bile Çamlıca özlemi depreşince oraya gidip bir süre kalıyormuş. 10. Çocuklar ve Oyuncaklar Hisar, bu yazısında birer alt başlık açtığı Çocuklar'dan, Oyuncaklar, Uçurtmalar ve Anahtarlar'dan bahsediyor. Hisar, daha önceki bazı yazılarında da bahsettiği çocukları, büyüklerin sırrına eremediği farklı bir âlemde yaşayan varlıklar olarak resmediyor. Oyuncaklar'da "yaşlandıkça daha çok ve daha pahalı oyunlara muhtaç daha şımarık birer müstehlik⁶ oluyoruz" diyen Hisar, Uçurtmalar'da en sevdiği oyuncak olan uçurtmaları, Anahtarlar'da da türlü hazinelerin anahtarını değil ruhunun kâfi tesellisi olan sanatın anahtarını, sanat dünyasını açacak anahtarı istediğini belirtiyor. 11. Akşam Saatleri Akşam saatlerini seviyor Hisar, diyor ki: "Temkinli, vakarlı, hesaplı gün artık tesirsiz, manasız bir hatıraya inkılap ederek yerine bu şiirli, tatlı, hulyalı saat gelince bizi menfaatımızın kaygısından azat eder, ilk gençlik, hesapsızlık ve tokluk zamanlarımızın asil ve deryadil iklimine kavuşturur. [s. 61]" 12. Geçmiş Zaman Mahalleleri "Oturduğumuz veya misafir olarak gittiğimiz bu geçmiş zaman mahalleleri, o geçmiş zamanın İstanbul şehrinin daha maverai güzelliği içinde gittikçe olgunlaşan bir nevi adem-i merkeziyetle gelişmişler, ve hep görünüşleriyle mütevekkil, mutekit, mütevazı, sakin her mahalle ayrı birer hüviyete sahip olmuştu. [s. 68]" diyor Hisar bu yazısında. Oysa, mahallelerin değil şehirlerin, hatta ülkelerin pek çok bakımdan gittikçe birbirine benzediği zamanları yaşadığımız söyleneli çok olmuş; baktım da, Marshall McLuhan "global village"ten ta 1960'larda bahsetmeye başlamış. 13. Resimler Karşısında Duygular Hisar, bu son yazısında, ressam Hoca Ali Rıza'nın (1858-1930) bir sergi dolayısıyla gördüğü resimlerini konu edinmiş. Hisar, özellikle peyzajlarını yorumladığı Ali Rıza Bey'in, tablolarıyla sadece eski yalıları, köşkleri değil, o geçmiş zamanları da bütün sıcaklık ve canlılıklarıyla göz önüne getirdiğini söylüyor. O kadar ki, Hisar, sergiden içi özlemle yanarak, yaşlı gözlerle ayrılıyor. ____________________________ ¹ Bu baskıda, kitabın 1. ve 2. baskısının Varlık Yayınları'nca 1956 ve 1968'de, 3. baskının Ötüken Neşriyat'ca 1978'de, 4. baskısının Bağlam Yayınları'nca 1997'de yapıldığı yazıyor. YKY'deki ilk baskı 2006'da, bendeki bu baskı 2012'de yapılmış. "Abdülhak Hamit'in Köşkü" başlıklı yazı da ilk defa bu baskıda yer alıyormuş, daha önce Türk Yurdu'nda Aralık 1955'te yayımlanmış. ² kaçgöç, TDK sözlüğünde şöyle tanımlanmış: "Dinî bir anlayışla Müslüman kadınların erkeklere görünmemeleri, bir arada oturup konuşmaktan kaçınmaları". ³ Aslında bu süre elli altmış yıl bile değildir, pek çok şeyin Meşrutiyet'le gerçekleştiği düşünülürse zaman aralığı iyice daralır. Tarihte, edebiyat tarihinde Meşrutiyet'in bu tasnif yapıcı gücü (tasnif yapıcı güç, ooo!) ihmal edilmiş gibi geliyor bana, araştırmak lazım. Bakın, Meşrutiyet deyince bile birincisi değil ikincisi kastediliyor. ⁴ Modernliğin yavaş yavaş Rakım Bey'in haremini ortadan kaldırdığını söylüyor Hisar, Madam Rakım Bey tuhaf gelmesin... ⁵ Hisar'ın bu yazısını okurken Hermann Hesse'yi (1877-1962) ve eseri Peter Camenzind'i (1904) anımsadım. Sanki, Hesse de o romanında kendisinin çocukluk ve gençlik anılarını anlatıyor, fiziksel ve ruhsal benliğini arama sürecinde uzun uzun tasvirlerini yaptığı doğaya dikkat çekiyordu. Ancak, Hesse'nin bunu, doğa(llık) - medeniyet çatışmasını vurgulamak için yaptığını söyleyebiliriz; Hisar'ın bu eserinde ise geçmişe ve doğaya duyulan özlem bir modernite eleştirisine dönüşmez. Aynı durum Ahmet Hamdi Tanpınar (Beş Şehir) için de söz konusudur. Yahya Kemal'in yaptığı ise bana tamamen artistik bir şovmuş gibi geliyor. ⁶ müstehlik= tüketici. (presizpost)
Geçmiş Zaman Köşkleri PDF indirme linki var mı?
Abdülhak Şinasi Hisar - Geçmiş Zaman Köşkleri kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Geçmiş Zaman Köşkleri PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Abdülhak Şinasi Hisar Kimdir?
Abdülhak Şinasi Hisar (İstanbul, 14 Mart 1887 - 3 Mayıs 1963) Çocukluğu, Rumelihisarı, Büyükada ve Çamlıca'da geçti. 1898'de Galatasaray Lisesi'ne girdi; 1905'te Fransa'ya kaçtı. Paris'te École Libre des Sciences Politiques'e devam etti. II. Meşrutiyet'in ilânından (1908) sonra Türkiye'ye döndü. Fransız ve Alman şirketlerinde, Osmanlı Bankası'nda, Reji İdaresi'nde, 1931'den sonra ise Ankara'ya yerleşerek Dışişleri Bakanlığı'nda çalıştı. 1948'de İstanbul'a döndü; Ayaspaşa'da Boğazı gören bir apartmana yerleşti. Bir süre Türk Yurdu dergisinin genel yayın müdürlüğünü üstlendi (1954-57). Cihangir'deki evinde beyin kanamasından öldü.
Edebiyata, mütareke yıllarında Dergâh ve Yarın dergilerindeki şiir, kitap tanıtma ve eleştiri yazılarıyla başladı. 1921'den itibaren İleri ve Medeniyet gazetelerindeki yazılarıyla tanındı; Ağaç, Varlık, Ülkü ve Türk Yurdu dergileri ile Milliyet, Hâkimiyet-i Milliye ve Dünya gazetelerinde yazdı. Cumhuriyet dönemi yazarı olmasına rağmen dil ve üslup açısından Meşrutiyet kuşağına bağlı kalan Hisar'ın bütün yapıtları esas olarak "hatıra"ya dayalıdır. Romanlarında Maurice Barrés, Anatole France ve Marcel Proust gibi yazarların edebiyat anlayışlarını benimsemiştir.
1942 CHP Hikâye ve Roman Mükâfatı'nda üçüncülük alan Fahim Bey ve Biz, Almancaya çevrildi (Unser Guter Fahim Bey, Çev.: Friedrich Von Rummel, 1956). Sermet Sami Uysal (Varlık Yayınları, 1961) ve Necmettin Türinay'ın (M.E.B., 1993) Abdülhak Şinasi Hisar adlı birer kitabı vardır.
Ölümünden sonra Abdülhak Şinasi Hisar: Seçmeler (Haz.: S. İleri, YKY, 1992), Geçmiş Zaman Edipleri (Haz.: T. Yıldırım, Selis, 2005) ve Kelime Kavgası: "Edebiyata ve Romana Dair" (Selis, 2005) adlı üç kitabı daha çıkmıştır.
Abdülhak Şinasi Hisar Kitapları - Eserleri
- Fahim Bey ve Biz
- Boğaziçi Mehtapları
- Çamlıca'daki Eniştemiz
- Boğaziçi Yalıları
- Ali Nizami Beyin Alafrangalığı ve Şeyhliği
- Aşk İmiş Her Ne Var Alemde
- Geçmiş Zaman Köşkleri
- Ahmet Haşim: Şiiri ve Hayatı
- Kelime Kavgası
- Geçmiş Zaman Fıkraları
- Yahya Kemal’e Veda
- Türk Müzeciliği
- Geçmiş Zaman Edipleri
- İstanbul ve Pierre Loti
- Aşk İmiş Her Ne Var Alemde
- Kitaplar ve Muharrirler III - Romana Dair Bazı Hakikatler (1943-1963)
- Boğaziçi Yalıları - Geçmiş Zaman Köşkleri
- Kanlıca'daki Yengemiz
- Kitaplar ve Muharrirler II - Edebiyat Üzerine Makaleler (1928-1936)
- Kitaplar ve Muharrirler I - Mütareke Dönemi Edebiyat
Abdülhak Şinasi Hisar Alıntıları - Sözleri
- Neşât-ı hâtır-ı âlem elindedir sâkî Bu gamları yine bir câmdır sürûr edecek Halkın gönlünü şenlendirmek elindedir saki, Bu gamları yine bir kadehtir sevince çevirecek. (Aşk İmiş Her Ne Var Alemde)
- "Her şey kayar, akardı. Sular, rüzgârlar, bulutlar ve bilhassa zamanlar. Zaman ki baş döndürücü akışını bu saf, bu berrak havada ruh daha çok duyar." (Boğaziçi Yalıları)
- Geçmiş nice günler ve akşamlar, nice mevsimler ve seneler, nice gönüller ve nesiller hüzünlerini bu eski aynalara aksettirmiş, kim bilir nice zamanlar onlara kâh yanan kâh ıslanan gözlerle bakmış ve belki kendilerinden bile gizlemek istedikleri sırları onlara aksetmiş olacaktı. (Boğaziçi Yalıları)
- . Kadınların yüzlerine sürdüğü boya olmasaydı, göz nasıl boyanırdı? . (Ahmet Haşim: Şiiri ve Hayatı)
- “vefa yerine ihanet görmeye, hakikati bulmak yerine iftiraya uğramaya, haksızlığın kurbanı olmaya razıyız. Fakat derdimizi dökecek bir dert ortağı, başımıza gelenlerden şikâyetimizi dinleyecek bir can kulağı bulunsun. (…) En büyük teselli dinlenilmek ve anlaşılmış gibi cevap almaktır.” (Fahim Bey ve Biz)
- Baudelaire: "ilham çalışmaktır." (Kitaplar ve Muharrirler III - Romana Dair Bazı Hakikatler (1943-1963))
- Bize gelenlerin kim olduklarını, çaldıkları tokmağın çıkardığı seslerden duyar ve anlarız. Kimi sert, kimi munis, kimi ümitli, kimi meyus çalar... Herkes, çıkardığı seste; biz dinlersek, kendi sesini duyurur; biz duyarsak, kendini söyler. (Türk Müzeciliği)
- Bu yaz günü denize bir konup bir kalkan martılar yüksekten avlarına bakarak haykırışırlar. Seslerinin çiğ çiğ dökülüşü, güneş ışığıyla adeta madeni gibi parlayışı, size güya eski bir mevsimin sesi ve seslenişi gibi gelir. Bu ses sanki geçen zamanın bir kılıfını yırtmış gibi, onun içindeki lezzetli, nazlı sırlar ve daha gelecek günlerin tatları, bir sepetten boşalan çiçekler ve meyveler tarzında dökülüyor zannedersiniz. Kendinizi ta eskiden yaşamış olduğunuz bir günün içinde sanırsınız. O kadar her şeyde değişmemiş ve tadılmış bir hal vardır. İşte ben de, sihirli bir kapıdan eski bir âleme geçmiş gibi, kendimi birdenbire eski zamanımın içinde ve hatıraları arasında buldum. (Boğaziçi Yalıları)
- Mesela yeni bir aşk bütün ruhumuzu kaplar. Ve bütün mevcudiyetimizde öyle bir hamle duyarız ki eriştiğimiz bu lezzet, bu vuslat karşısında o zamana kadar yerlere sürünür gibi geçmiş bütün zamanlarımızın iklimleri, seneleri, mevsimleri bize hep birden nafile yere geçmiş gözükür ve, "Eyvah! Şimdiye kadar geçen ömrümü hep ziyan ve tebah etmişim!" deriz. Yahut mesela bir ölüyü ilk defa olarak öyle bir katiyetle görürüz ve o, ölümü bize o kadar tekzip kabul etmez bir tarzda temsil eder ki onun karşısında artık ahirete hiçbir itikat ve itimadımız kalmaz. Kendi faniliğimizi kendi gözlerimizle görmüş gibi oluruz. "Ya? Bir tek ömrümü ben böyle mi geçirecektim?" deriz. (Ali Nizami Beyin Alafrangalığı ve Şeyhliği)
- Maksud eserse mısra-i berceste kâfîdir. (Kitaplar ve Muharrirler III - Romana Dair Bazı Hakikatler (1943-1963))
- Ölmek kaderde var, bize ürküntü vermiyor; Lâkin vatandan ayrılışın ıztırâbı zor. Hiç dönmemek ölüm gecesinden bu sâhile, Bitmez bir özleyiştir, ölümden beter bile. (Yahya Kemal’e Veda)
- Öleceğini duyan, düşünen, anlayan ve kendi ölümüne bakan, iki seneden fazla can çekişen bir insan!.. Bu facia sanki hangi insani günahın kefareti olabilir? Bu büyük trajedinin fecaatini söylemek için bulunacak hiçbir söz yetişmiyor. Hatıra gelen bütün sözler nafile geliyor. Bunu ifade için yalnız göz yaşları, ancak dinin ve musikinin bildiği birtakım matem sesleri ve bir nevi musiki işaretlerinin kaydedeceği ağlamalar ve haykırışlar isterdi. (Geçmiş Zaman Edipleri)
- Mesut bir ömür, hiçbir yangın felâketini görmemeliydi. Muhteşem bir ömür, okunmuş kitaplarının bir tanesini kaybetmemeliydi. Eski kitaplarımızın hepsi yanımızda kalmalıydılar. Dostlarımız, kendilerine okunmak üzere verdiğimiz kitapları iade etmeliydiler.Kütüphanemizin bütün kitapları muhafaza edilmeliydi. (Kelime Kavgası)
- "Yaşmaklanma tarzı, saraylılarınkine benzerdi. Sapsarı saçları, o zaman hanımlar arasında "firizen" denilen, maşayla yapılma kıvrımlarla, lüle lüle yüzünün yanlarından aşağı sarkardı. Böylece yarı Bektaşi, yarı saraylı, yarı genç ve yarı yaşlı, her durumda iddialı bir baş olarak herkesin dikkatini çekerdi." (Kanlıca'daki Yengemiz)
- En evvel başkalarının sandığı gibi olmadığını göstermeye çalış! Kendin gibi ol kendin fakat bil ki buna hiç muvaffak olamazsın. Sonra kendini olduğun gibi göstermeye alış! Fakat bil ki buna büsbütün muvaffak olamazsın. (Kitaplar ve Muharrirler III - Romana Dair Bazı Hakikatler (1943-1963))
- O iyi bir ana babadan doğmuş olduğu için, ruhu vücudunun cürufundan kurtulunca, asıl mayası meydana çıkmıştı. (Ali Nizami Beyin Alafrangalığı ve Şeyhliği)
- Bir Acem bahçesi, bir seccâde, Dolduran havzı ateşten bâde... Ne kadar gamlı bu akşam vakti... Bakışın benzemiyor mu'tade. Gök yeşil, yer sarı, mercân dallar, Dalmış üstündeki kuşlar yâda; Bize bir zevk-i tahattur kaldı Bu sönen, gölgelenen dünyâda! (Ahmet Haşim: Şiiri ve Hayatı)
- Ve ben onu; ölümlülüğün yitmek, yok olmak tehlikesini duyurmuş olduğu anlar içinde görüyor gibi oluyorum." (Kanlıca'daki Yengemiz)
- 1504 senesi (Hicri 910) İkinci Bayezid zamanında Enderun hazinesi hakkında tanzim edilmiş bir defter bulunmuştur. Ata tarihinin verdiği izahata göre, Yavuz Sultan Selim zamanında hazinenin mevcudu Enderun ve Harem hazinelerine sığamayarak, bunların bir kısmı Yedikule mahzenlerinde hıfzedilmeye başlanmıştı. Üçüncü Sultan Murad'a kadar Yedikule hisarında böyle bir hazinenin muhafaza edildiğini ve ancak onun zamanında Topkapı Sarayı'na naklolunduğunu da, yirmi sene kadar Üçüncü Murad'ın sarayında hekim başılığı eden Dominicos isimli Kudüslü âlim bir Musevi'nin kitaplarından öğreniyoruz. Osmanlı padişahlarının o zamandan beri bu hazinelerinde topladıkları mücevherat, tezyini sanatlara ait ve nadide eşya, silahlar ve Çin porselenleri, hâlâ daha hayretimizi mucip kılacak de eşya, silah recede zengin ve kıymetlidir. İşte bu "hazine" bizde, bir müzenin nüvesi, taslağı ve başlangıcıdır. Nasıl ki Cumhuriyet sayesinde bu “hazine"nin, 3 Nisan 1924'ten beri, bir müze olarak açılmış bulunduğunu da aşağıda göreceğiz. (Türk Müzeciliği)
- 1873’te asar-ı atikanın Çinili Köşk’e naklolunmasına karar verdiren Suphi Paşa, 1874’te de bizde otuz altı maddelik ilk bir Asar-ı Atika Nizamnamesi’ni hazırlayarak neşrettiriyor. (Türk Müzeciliği)