diorex
sampiyon

Felsefe Tarihi - Ahmet Cevizci Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Felsefe Tarihi kimin eseri? Felsefe Tarihi kitabının yazarı kimdir? Felsefe Tarihi konusu ve anafikri nedir? Felsefe Tarihi kitabı ne anlatıyor? Felsefe Tarihi PDF indirme linki var mı? Felsefe Tarihi kitabının yazarı Ahmet Cevizci kimdir? İşte Felsefe Tarihi kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 23.05.2022 13:00
Felsefe Tarihi - Ahmet Cevizci Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Ahmet Cevizci

Yayın Evi: Say Yayınları

İSBN: 6050204698

Sayfa Sayısı: 1216

Felsefe Tarihi Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Büyük Alman şairi ve düşünürü Johann Wolfgang von Goethe, "Üç bin yılın hesabını göremeyen karanlıkta yolunu bulamaz; günü gününe yaşar ancak" derken, sadece bireylerin değil, toplum ya da kültürlerin de felsefe tarihine duydukları ihtiyacı anlatmak istiyordu.

Modern dünyanın karmakarışık ve her yönüyle bunaltıcı koşulları içinde insan, hayatını doğru yönetebilmek ve ona anlam katıp değer yükleyebilmek için felsefeye, büyük felsefi soruları yanıtlamaya ihtiyaç duyar. Felsefe yapmayı öğrenebilmek içinse felsefe tarihine ihtiyaç duyulur. Bunun da en önemli nedeni, büyük filozofların iki bin beş yüz yıldan beri ele aldığı konu ve soruları, hâlâ onların bize sağladığı ipuçları veya argümanlar üzerinden sorguluyor olmamızdır.

"Adaletin, mutluluğun, aşkın ne olduğu", "kimin, nasıl yönetmesi gerektiği", "siyasal bir sistemin hangi temel etik ve politik ilkeler üzerine inşa edileceği", "gerçekten var olanın ne olduğu", "bizim başkalarına karşı ne tür yükümlülüklerimizin bulunduğu" gibi soruları soranlar ilk bizler değiliz. Bu sorular, Sokrates, Platon ve Aristoteles tarafından da sorulmuş ve felsefe tarihi boyunca daha pek çok filozofun ilgi odağında yer almıştır.

İşte bundan dolayıdır ki felsefe ve felsefe tarihi, entelektüel dünyamızı zenginleştirecek, yolumuzu bulmada bize yardımcı olacak fikirlerle ve çıkartabileceğimiz derslerle doludur. Çağdaş İspanyol düşünürü George Santayana "Geçmişi hatırlayamayanlar onu tekrarlamaya mecburdurlar" sözüyle tam da bunu kastediyordu.

Ahmet Cevizci'nin Felsefe Tarihi, Antik Yunan'dan Hıristiyan ve İslam felsefesine, modernizmden postmodernizme kadar, işte bu iki bin beş yüz yıllık düşünce tarihini ayrıntılı, sistemli ve anlaşılır bir biçimde sunuyor.

Felsefe Tarihi Alıntıları - Sözleri

  • İbn Miskeveyh, Tanrının sıfatları konusuna, “O nedir?” sorusuyla değil de “O ne değildir?” sorusuyla yaklaşmak gerektiğini düşünüyordu. Aksi takdirde Tanrı hakkında insani terimlerle konuşmak ve dolayısıyla, antropomorfizme düşmek tehlikesiyle karşı karşıya kalınacağını dile getiren İbn Miskeveyh, İslam felsefesinde negatif teolojinin ilk örneklerinden birini ortaya koymuştu. Ona göre, Tanrının her türlü olumlu özelliğin yaratıcısı olarak bütün sınırlı nitelendirmelerin ötesinde olduğunu kabul etmek gerekiyordu.
  • Varlık varlığa nereden gelmiştir?
  • Mutluluk ya da kemalin teorik özünü vurgulayan Fârâbî’ye göre, aklın işlevi birey için en yüksek tatmini yaratmaktır.
  • İnsan ruhu ölümsüzdür. Bir zaman gelir, bizim ölüm adını verdiğimiz sona erişir, başka bir zaman gelir, yeniden doğar fakat hiçbir zaman büsbütün yok olup gitmez.
  • Sokrates, öyle sanılır ki, biraz da bedenin insanın hayatının verili kısmı olduğunu, dolayısıyla bedene abartılı bir özen göstermenin gerekli olmadığını, insanın tüm çabasını ruhunu ve dolayısıyla aklıyla ahlaki karakterini geliştirmek için çaba sarf etmesi gerektiğini göstermek amacıyla yaz kış ince bir entari ve çıplak ayakla dolaşmıştır.
  • Herakleitos “Her şeyin akış içerisinde olduğu” teziyle ün kazanmıştı.
  • Şeylerin sürekli akışı, her şeyin akmakta oluşu, evrenle ilgili en önemli hakikat olmak durumundadır. Herakleitos’a göre, evrende kalıcılık ve durağanlık yoktur; her şey değişmekte, yakarak ve yıkarak yaşamaktadır.
  • ...eklektik yapısı ağır basan etik anlayışında Kindî, klasik İslam ahlakı yanında, Sokratik ve Aristotelesçi etik anlayışından ama özellikle de Stoacı etikten unsurlara da yer verir. O, Stoacı felsefeden, en çok da dünya ve dünya nimetleri karşısında bağımsızlığa, kişilerin ahlaki failler olarak önemine vurgu yapmış olan Epiktetos’tan etkilenmişe benzer...Etkilendiği Sokratik anlayışa ama çok daha önemlisi İslam akaidine uygun olarak insanın bir beden ve bir ruhtan meydana geldiğini, bunlardan gerçekten var olanın ruh olduğunu öne sürer. O, insanın başına gelen bütün mutsuzlukların beden ya da cisme bağlanmaktan, sözde iyi olduğunu düşündüğü maddi şeylere bağlanmaktan kaynaklandığını öne sürer. Çünkü bu maddi iyilere bağlanmak insanın içsel dengesine, gerçek özerkliğine zarar verirken, onu yoldan çıkarıp acı ve üzüntülere sevk eder. Onun bakış açısından maddi şeylere, gelip geçici iyilere bağlanmak bireyin ruhsal dengesini bozarken, onu söz konusu sözde iyileri kaybetmenin yol açacağı korku, tedirginlik, endişe ve üzüntülere gark eder. Kindi’ye göre gerçek mutluluk, insanı insan yapan şeyin ne olduğunu, onun için neyin gerçekten iyi olduğunu bilmekten ve onu bozan, dengesini yitirmesine yol açan şeylerden uzak durmak, dünyevi ve maddi iyilere karşı aldırmazlık içinde olmaktan geçer.
  • ...insandaki ilahi öz olan akıl, insana ruhunu maddeye olan bağımlılığından, maddeye meftunluğunun yol açtığı uyuşukluk halinden kurtulması için Yaratıcı tarafından verilmiş olan ilahi varlık ya da güçtür. ...Aksi durumda, yani ruhun akıllı parçasının akıldışı parçayı denetim altına alması yerine, akıldışı parçanın baskın çıkması durumunda, bundan Râzî’ye göre, her türlü kötülük ve erdemsizlik çıkar. Ruhu temelde mekân, madde ve zamandan oluşan bu dünyaya ait bir unsur haline getirip, bu dünyaya mahkûm eden, söz konusu kötülük ya da şeytani edimlerin başında hırs, tamah, öfke, yalan, oburluk, sarhoşluk, cinsel dürtü, dünyevi şeref düşkünlüğü ve ölüm korkusu gelmektedir.
  • Her yaratık...Tanrının bir ifadesi, tezahürü, sureti veya benzeri olarak, Tanrının bir sonucu, damgası ya da ayak izidir.
  • "İnsanlar olaylar yüzünden değil, o olaylar hakkındaki düşünceleri yüzünden rahatsız olurlar."
  • Sosyal ve politik koşullardan bağımsız bir düşünce ya da felsefe olamaz.
  • İbn Sînâ bütün bir varlık alanının yaratıcı ilkesi olan Tanrının saf akıl olduğunu; zihinler, bedenler ve tüm diğer cisimlerin, kendisiyle zorunlu bir ilişki içinde olduğu bu ilkeden *sudur ettiğini öne sürmekteydi. Tam olarak anlaşıldığı takdirde rasyonel bir yapı sergilediği kolaylıkla anlaşılabilecek olan bu zorunluluk, İbn Sînâ’ya göre, bütün var olanların birbirlerinden ve son çözümlemede de Tanrıdan türetilmesine veya mantıksal bir düzen içerisinde çıkarsanmasına imkân sağlar. *Sudur teorisi:ezelî ve ebedî olarak var olması zorunlu olan ilksel varlık ile bu varlığın özünü teşkil eden unsurun kaynağından taşması sonucunda soyuttan somuta doğru çeşitli varlık katmanlarından müteşekkil varlık âleminin meydana gelmesine dayalı bir teoridir.
  • ...el-Kindî (800-873), etnik anlamda ilk Arap, kültürel manada da ilk İslam filozofu olduğunda ortaklaşılan, oldukça önemli bir filozoftur. Bir diğer deyişle, İslam felsefesinin ilk oluşum veya formasyon dönemi içinde yer alan Kindî, İslam’ın ilk yaratıcı felsefe yazarı ya da filozofu olarak kabul edilir..İslam dünyasında felsefi düşünce için gerekli terminolojiyle vokabülerin oluşumunda büyük adımlar atan Kindî’nin en önemli yönlerinden birinin Yunan felsefesine girişi, İslam felsefesinin Yunan felsefesinden yararlanmasını sağlamış olması olduğu kabul edilir. Nitekim o, İslam akılcılığının ilk filozofu olarak değerlendirilirken, Aristoteles’i Müslüman çevrelere sokma ve onun İslam dünyasındaki otoritesini tesis etme onurunun Kindî’ye ait olduğu söylenir. Dahası, Kindî İslam teolojisi veya kelamdan felsefeye geçişte sağlam bir ayak olma işlevini yerine getirirken, vahyolunan hakikatlere rasyonel yöntemleri tatbik etmenin en önemli savunucularından biri olmuş ve bütün bunları kimi “dindaşlarının tabii muhalefetine” rağmen yapmayı başarmıştır.

Felsefe Tarihi İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Felsefeye giriş yapmak için ben de çoğu kişi gibi Sophie'nin Dünyası ve Nigel Warburton'un Felsefenin Kısa Tarihi kitaplarını okumuştum; fakat bu kitabı okuduktan sonra bu saydığım kitapların felsefeyle ilgili sadece kısa kısa bilgiler verdiğini öğrenmiş oldum ve az hacimli kitapların felsefeyi hakkıyla öğrenmeye yetmeyeceğini gördüm. Felsefeyi benim gibi derinlemesine öğrenme hevesi olan kişiler ve yukarıda bahsettiğim kitapları okuyup az çok bir temeli olanlar için eşsiz bir eser. Kitap Ernst Renan' ın meşhur "yunan mucizesi" sözünü irdeleyerek başlıyor ve ve bunun pek de gökten inen bir mucize olmadığını, Mezopotamya ve Hint gibi uygarlıkların da felsefenin oluşumunda etkili olduğunu söylüyor. Fakat her felsefe tarihçisi gibi Ahmet Cevizci hoca da kaçınılmaz olarak Thales ile başlıyor kitaba ve bin yıllar sürecek olan destansı bir yolculuğun kıvılcımını çakan ilk soruyu "ilk neden nedir" sorusunu soruyor. Thales buna su diyor ve macera başlıyor. Halefleri Anaksimandros ve Anaksimenes ilk nedeni başka şeylerde görüyorlar. Daha sonra Pisagor, Emphedokles, Anksagoras, Ksenophanes, Demokritos ve ayrıca iki karşıt Herakleitos ve Parmenides'ten bahsediliyor. Tabi bu filozofların her biri farklı farklı görüşler ileri sürse de hepsinin en büyük ortak noktası çalışma alanlarının ontoloji yani varlık felsefesi olması. Sonra felsefenin ilgi alanı Sofistlerle birlikte gökyüzünden yavaş yavaş yeryüzüne yani insana dönüyor.Sokrates'le birlikte de bu yöneliş taçlanıyor. Daha sonra da Platon ile idealar dünyası ve Aristoteles ile de madde ve form ikilisi başlıyor. Büyük Iskender'in de katkılarıyla felsefe yavaş yavaş yunandan helene kayıyor. Sonra da Roma'ya geçiyor bu durum. Burada da Epikuros, Stocılar, Cicero, Seneca gibi isimler var. Bunların da ortak uğraşı, belki de çağın getirisinin sonucu, ahlak felsefesi oluyor. Kimi mutluluğu haz da buluyor kimi de ruh dinginliginde. Daha sonra da bana göre ilkçağ felsefesi ve ortaçağ felsefesi arsında bir kırılma noktası olan Plotinos ve Yeni Platonculuk başlıyor. Plotinos bana göre o kadar güzel ve kapsamlı bir sistem kurmuş ki, Ortaçağ filozoflarını çoğu ve belki de günümüz teologlarının bir kısmı ondan beslenmekten çekinmemişler. Sonra da Ortaçağ felsefesi başlıyor zaten; başta patristik felsefe( augustinus, boethious gibi) sonra da Skolastik felsefe( Aquinas, Petrus Abelardus gibi) hüküm sürüyor. Patristikler genelde Platon'dan Skolastikler ise Aristoteles'ten besleniyorlar. Bunların en büyük uğraşı teoloji ve bir bakıma akıl ile iman arasında bir bağlantı kurmak ya da bunlardan ilk önce hangisini dinlemeliyiz sorusunu sormak Sonra Rönesans başlıyor; ortaçağın münzevi kendini teolojiye adayan sakin yaşamı ilgi çekiciliğini yitiriyor yerini hümanizm ve macerasever hayat tarzına bırakıyor. Bacon'un bilgi güçtürü ve Hobbes'in insan insanın kurduduru var. Tabi bir de Machiavelli'nin amaç için araç mübahtırı. 17. yüzyılda devreye üç büyük isim olan Descartes, Spinoza ile Leibniz ve onların rasyonalizmi giriyor. Bunlara göre bilgiye ulaşmada en önemli alet duyular değil akıldır. Bunların karşısında da üç büyük empirist yer alıyor. Locke, Hume, Berkeley; bunlar da tam tersini savunuyor. Fakat Immanuel Kant kritik felsefesiyle bu tartışmaya çok kapsayıcı bir boyut katıyor. Daha sonra Fransız Ansiklopedicileri ve bana göre felsefe tarihinin en özgün filozoflarından biri olan Jean Jacques Rousseu ile 18. yüzyıl felsefesini kapatıp 19. yüzyıl felsefesine giriş yapıyoruz. 19. Yüzyılda yok yok. Bir yandan Alman idealistleri: Fichte, Schelling, Hegel, diğer yanda Feurbach ve Marx; varolusculuğun üç öncülü: Kierkegard, Schopenhaur, Nietzsche... Ve sonunda 20. yüzyıl felsefesi:bu felsefenin en büyük ayrımı da analitik felsefe ve kıta felsefesi arasında oluyor. Analitikçiler Ingiliz- Amerikan ekolünden gelirken Kıtacılar Alman Fransız ekolünü temsil ediyor. Bu yüzyıl da filozof kaynıyor adeta: Frege, Rusell, Wittgenstein;Amerikan Pragmatistleri: Pierce,James, Dewey; varoluşçular: Jaspers, Sartre, Camus, fenomenologlar: Husserl ve Heiddeger; daha sonra Frankfurt Okulu... Ayrıca Sauserre, Foucault, Derrida; Lyotard ve meta anlatısı ile Baudrillard'ın simularklar ve simülasyonu... Kısaca bu kitapta olmayan filozof ve felsefe sistemi yok gibi; daha buraya yazmadıgım bir çok filozof ve felsefi sistemi barındırıyor bu kitap. Öğretici, doyurucu, ufuk açıcı. Yukarıda da degindigim gibi felsefeyi kapsamlı ve sistematik bir sekilde öğrenmek isteyen herkesin mutlaka okuması gereken bir kitap. (şinasi türmüş)

Oldukça hacimli bir çalışma , bir solukta okuduğumu söyleyemem bir başucu kitabı olarak değerlendiriyorum , son üç yıldır bu kitabı ikinci okuyuşum , önceleri okumalarımı kitap bitirmeye yönelik yapardım , sonradan anladım ki , ne kadar kitap okuduğumun pek bir anlamıda yokmuş, önemli olan bir yol bulmak ve o yolda yürümek , bu düşünceye sahip olabilmek için bir çok yolda yürüdüm ve kayboldum şimdi okumalarım, felsefe , edebiyat , ve din ağırlıklı ilerliyor. Ahmet CeviZci hocamız , felsefeyi bir öykü tadında sunmayı başarmıştır. (Halit aslan)

Kadim Sorular: "Üç bin yılın hesabını göremeyen karanlıkta yolunu bulamaz; günü gününe yaşar ancak." __Goethe__ Kitabın tanıtımındaki bu sözle incelemeye başlamak istedim. Goethe'ye bir yandan hak veriyorum; öte yandan da insan üç bin yılın hesabını görse dahi yolunu bulamayabilir hatta bembeyaz bir sonsuzlukta kaybolabilir. Öncelikle şunu belirtmeliyim ve yazara hakkını teslim etmeliyim; kitap büyük bir çalışma ve birikimin eseri. Bununla beraber belki de yazara yapacağım tek eleştiri şudur: Yazar felsefenin Antik Yunan'da doğmadığını yani Antik Yunan mucizesi söylemine katılmıyor. Antik Yunan'in coğrafi konumunun sayesinde birbirinden farklı medeniyetlerle iletişim halinde olması, yönetim şekillerinin uygunluğu ve refahın yüksek olmasının felsefede gelişmelerinde etkili olduğunu söyleniyor. Gayet mantıklı tabiki bu söylem. Bununla beraber Doğu'da felsefi akımlarin olduğunu da ekliyor. Ancak yazar bu konuda bence duygusal davranmis ve orta yolcu bir söylemde bulunarak felsefenin doğuşunda öncü olma pozisyonunda Antik Yunan'in yanına Doğu'yu da monte etmek istemiş. Doğu felsefede yazarın dediği gibi öncü olsaydi sanırım bu kitabında Doğu'ya da oldukça fazla yer vermesi gerekirdi. Eğer felsefe tarihi üzerine bir kitap okumak istiyorsanız bence Ahmet Cevizci'nin bu eseri doğru adrestir. Çünkü yazar, olabildiğince açık ve anlaşılır şekilde felsefi akımları anlatmış olmakla beraber, filozoflarin görüşlerini anlatırken 'etiği, metafizigi, politik yönü...' gibi küçük konu başlıklarına ayırarak olası bir dağınıklığın önüne en baştan geçmiş. Ayrıca, anlatımında yer yer geçmişe dönük atıflar yoluyla o an anlattığı filozofun etkilendiği akımla, kişiyle bağlantısını başarılı şekilde kurarak okuyucunun felsefi akımlar ve Filozoflar arası bağlantıyı görmesini sağlamış ve bu da oldukça faydali bir yöntem olmuş. Tabiki, isim isim ve ayrı ayrı her akımı, filozofu anlatamam incelemede ki her akımı yüzde yüz anladığımi daha doğrusu anlatabilecek şekilde özümsedigimi iddia edemem. Ancak genel hatlarıyla felsefinin nasıl bir seyir izlediğini kendimce özetlemek istiyorum. İnsanlığın kadim soruları nelerdir? "Önümüzdeki sınavda hoca nereden soracak?" "Sağlık Bakanlığı atama yapmayı düşünüyor mu?" "Ocakta yemeğin altı yanıyor muydu?" gibi sorular değil tabiki. - Neden yokluk yerine varlık var? - Varlık denilen şey nedir? - Varlık var mıdır gerçekten? - Varlığın özü nedir? - Hayatın anlamı nedir? vb daha da uzatabilecegimiz bir listedir bu sorular. Nereden gelip nereye gittiğini merak eden insanın düşüncelerinin ürünü olan sorular ve ona tarih boyu farklı farklı cevaplar vermeye çalışan filozoflar... Aslında bu sorular üzerine düşünmek için veya yeni sorular sormak için 'filozof' olmaya gerek yok. İhtiyacınız olan şey sonsuz bir merak duygusu sadece. Antik Yunan felsefisi varlığın özü ile daha çok ilgilenmiş ve onlar varlığın hiclikten gelmiş olabileceğine ihtimal dahi vermemişler. Varlığın özü olarak töz, arkhe, ateş, su, atom gibi birbirinden farklı şeyler öne sürmüşler. Yunanlılarda diğer önemli nokta Tanrıyı felsefenin içine büyük oranda sokmadıklarini görüyoruz. Açıklamaya göklerde değil yerde aramışlar diyebiliriz. Antik Yunan'da felsefenin temel taşı saf meraktır. Yani, bir fayda sağlamak için veya bir şeyi kanıtlamak için felsefe yapmamıslar. Felsefenin antik Yunan'da seyrini değiştiren iki etken isim verilebilir sanırım: Sokrates ve Platon. Hatta Aristoteles ile beraber bunu üç yapabiliriz. Sokrates kendisi yazılı eser bırakmamis ki buna da karşı çıkmış sanırım. Öğrencisi Platon tarafından yazılanlar neticesinde Sokrates hakkında bilgi sahibi olabiliyoruz. Sokrates ile beraber Yunan felsefesinin seyrinin değiştiğini görüyoruz. Zaten sınıflamada bile kendini belli ediyor bu durum: Presokratikler, Sokratikler vb... Sokrates'in fikirlerinin üzerine felsefesini oturtan Platon ile beraber sistematik felsefe başlıyor. Bunun öncesinde Antik Yunan'da temel bir tartışma konusu olan varlığın veya maddenin değişmez olup olmadığıdır. Herakliatos'un başını çektiği grup varlığın ve maddenin değişmekte olduğunu iddia etse de başlarda Parmenides ve Elia Okulunun varlık vardır ve değişmez öğretisi daha baskın gelir. Yazarın da vurguladığı nokta; Elia Okulundan sonra felsefe Elia okulunun fikirlerine katilmak veya katilmasa da ondan tam bağımsız olamamakla beraber kendi fikirlerini az veya çok ona yaslanarak oluşturmak olarak seyretmis. Platon'a geri dönecek olursak, Sokrates'in toplumunu değiştirme çabasının devamını Platon getirmiş diyebiliriz. Bu durumda bir etken de yazara göre, dönemin politik, sosyal durumudur. Çünkü gelişen savaşlar,değişen sosyopolitik düzen neticesinde eskiden saf merak ile çevrelerini, kendilerini anlamaya çalışan filozoflar ister istemez değişen ve çoğunlukla bozulan sosyopolitik düzenin düzeltilmesi için felsefe yapmaya başlamışlar. Bunların başında gelen Platon, varlıklar meşhur idealar dünyası ile aslında kendisi de farkında olmadan Ortadoğu Dinlerinin mihenk taşı, temeli olmuştur. Platon, varlıkların anlasilabilmesi için Thales'in başını çektiği felsefecilerin 'varlığın özüne doğanın içinden cevap bulmak' fikrini 'varlığın özüne öte taraftan cevap bulmak' şeklinde değiştirmiştir. Öte taraftan kastım; görünmeyen doğanın dışı olan yani metafiziktir. Platon'a göre masa'nin masa olabilmesi için masa ideasinin olması lazım. Keza iyi için de kötü için de bu aynı şekilde geçerlidir. Bu arada kıtabin ilerleyen bölümlerinde iyi ideasinin Tanrılaştırıldığını görüyoruz. Platon politik olarak da yine idealar düzenine gider; ona göre devleti bilge bir filozof yönetmelidir. Platon ve diğerlerinin one sürdüğü, destekledikleri varlık hiyerarsisi birçok filozofun etkilendiği temel bir yapı olacak. Keza Aristo'nun ilk muharrik ve ideal orta fikirleri de aynı şekilde kendisinden sonra gelenleri etkileyecek. Öte yandan şehir devletlerinin yerini merkezi devletlere bıraktığı zaman Epikurusculer gibi felsefeyi politik dışı ve toplumcu düşünmekten ziyade bireysel düşünen felsefi akımlar da gelişiyor. Epikuros daha çok insanların bireysel olarak nasıl mutlu olacaklarına yönelik ve buna bağlı olarak kadim korkumuz ölüm korkusundan nasıl siyrilabiliriz gibi konularda felsefe yapmış. "Ben varken ölüm yok, ölüm geldiğinde ben yokum, haliyle ölümden korkmaya da gerek yok" sözü meşhurdur. Antik Çağın felsefesinin temelini merak teşkil ederken, Ortaçağ felsefesinin temelini ise Tanrı kavramını mantıklı olarak temellendirmek ve onun varlığına mantiki argumanlar oluşturmak teşkil etmiştir. Yeni Platonculardan Plotinus Ortaçağa gelmeden, Platon'un fikirlerinden Tanrıyı hem her şeyin kaynağı ve hem de insanların kendisine donecekleri yer olarak gösteren felsefi bir öğreti geliştirmistir. Hristiyan düşünürler de başta onun fikirleri olmak üzere bu tarz fikirlerden bir teoloji kurmuşlar. Ortaçağin diğer ayağı İslam Felsefesi bu çağda Hristiyan dünyadan çok daha aktif olmakla beraber felsefelerinin temeli Hristiyan dünya ile aynıdır. Özellikle Aristo'nun ilk muharrik fikrini birçok islami filozofun dillendirdigini ve aslına bakarsanız şu an dahi dillendirildigini görmekteyiz. Keza varlıklar hiyerarsisi fikrinde hiyerarsinin tepesinde Tanrı'nin bulundugunu, onun altında duruma göre melek, insan ve hayvan diye gittiğini görüyoruz. Tanrıya akla dayanarak getirilmek istenen argumanlara zamanla İslam dünyasında Gazali, Hristiyan dünyasında Tertuinos ve Ockham gibi insanların tepki gösterdiğini görüyoruz. Tertuinos "Saçma olduğunu bile bile inanıyorum" demiştir. Ockham ise Tanrıya akla dayanarak kanıt getirilmeye çalışılmasinin beyhude olduğunu, getirilen kanıtlarin bir değeri olmadığını söylemiştir. Ortaçağ'dan sonra İslam dünyasına bir daha rastlamiyoruz felsefe tarihinde. Dolaylı yoldan, yani çeviriler neticesinde Avrupa'nın Aristo vb filozoflarla tanışmasini sağlıyorlar ancak doğrudan bir katkılarının olmadığını görüyoruz. Rönesans ve devamında teknolojik gelişmelerin ve keşiflerin de etkisiyle felsefe büyük bir dönüşüm geçiriyor. Ortaçağ'dan çıkarken ülkemizin önemli felsefecilerinden Ahmet Arslan'ın izlediğim bir videosundaki sözünü animasadigim ölçüde yazmak istiyorum: "Ortadoğu dinlerini kazin, altından Platon çıkar." birebir bu şekilde olmayabilir ancak sözün mantığı buydu. Galileo'nun bilime öncülük etmesi ve matematiğin doğanın dili olduğunu dile getirmesi, devamında Descartes'in başını çektiği 17. yy filozoflarin da katkısıyla varlık hiyerasisinde Tanrı yerini yavaş yavaş insana bırakmaya hazırlanıyor. Bilimsel gelişmelerin kilisenin otoritesini sarsmasi, matbaa sayesinde insanların kitaplara daha kolay ulaşması, coğrafi kesiflerle refahın ve kültürel gelişimin artması gibi etmenler neticesinde felsefede insan temelli bir doğrultuya kaymaya başlamıştır. Bilime duyulan güvenin zirve yapmasında tabiki Newton'un katkısı çok büyük. Kilise ve din otoritesini kaybetmekle kalmayıp David Hume'la başlayan ve sonraları özellik Fransız aydınlanmasi filozoflarinin keskin saldırılarina da maruz kalmıştır. Bu saldırıların ve bilimsel gelişmelerin insanlığa katkıları neticesinde halk nezdinde de kilise ve dine karşı soğukluk baş gösterir. Bu durumun yaratacağı etkiye karşı Voltaire, Berkeley gibi insanlar din ile bilimi uyusturmaya, mecazi olarak baristirmaya calismislardir. Ancak ok yaydan çıkmıştır ve kırılma keskinlesir. Modern dünyada artık materyalizm, humanizm gibi akımlar neticesinde varlıklar hiyerasis yerle bir olmuştur. Tanrı bu hiyerarsiden insanlar tarafından kovulmustur ve artık insan her şeydir. Ancak bu durum güllük gulistanlik bir tablo ortaya çıkarmaz. Nietzsche'nin malumun ilanı olan "Tanrı öldü!" seslenisi aslında bir uyariydi insanlığa. Varlık hiyerarsisinin dağılmasınin neticesinde insanları saracak nihilizmin yıkıcı etkilerine karşı Nietzsche bu şekilde uyarmisti insanları. İnsanlığı nihilizm beklerken bilimi yeni din gibi gören kesim ise bilimsel yöntemini geliştirmiş ve insanlığa tek yolun bilim olduğunu bağırıyor adeta. Comte, K.Popper bunların başında geliyor diyebiliriz. Tabi inanç alanında felsefenin bu etkileri olurken siyaset alanında da özellikle Fransız aydınlanmasinin etkisiyle insan hakları, demokrasi, eşitlik sesleri yüksek sesle dillendirilmeye ve bizzat kralın kafasının ucurulmasiyla hat safhaya geçiyor. İngiliz aydınlanmasinin bu söylemlere daha temkinli yaklaştigini görüyoruz. Bilim, bilimle beraber yükselen materyalizmin kadim insanlık sorularına yeterli cevabı vermemesi neticesinde tekrar yeni metafizikci akımlar ve bilime eleştiri getiren akımlar ortaya çıkıyor. Hegel ve onun diyalektigi Kant'i, Kant da birçok kişiyi etkileyecektir. Daha yakin zamandan Heidegger gibi fenomenologlar ve son noktada postmodernistler, aşağı yukarı ortak zeminlerini teşkil eden insanın kadim sorularına bilimin tek başına cevap veremecegi ve insanın ve hayatın sadece maddi yönünün olmadığıdir diyebiliriz. Nitekim bilime getirilen bir eleştiri de onun ne kadar metafizige karşı olsa da kendi temellerinin de birer metafizik olduğudur. Bu yolu takip ederseniz çıkacağıniz nokta kadim sorulardan: Varlık nedir, varlık var mıdır? olacaktır. Bu noktada farklı bir yaklaşımı olan Wittgenstein, felsefede bu dönen tartışmalarin dilsel bir sorundan kaynaklandigini yani dilimizin yetersiz oluşunun bir tezahuru olduğunu söylemiştir. İnsan dilinin kendisine çizdiği sınırlarda yaşar. Varolusculuk akımı da bu zamana kadar bir öz var ve ona bağlı varlık var anlayışını ters yüz edip, önemli olan varlıktır; öz ondan sonra gelir fikrini takip ederek, insanın dünyaya adeta firlatilmis olduğunu ve mutlak özgür olduğunu söyler. Mutlak özgürlüğe dayanamayan insanın kendisini özgür olmadığı yönünde kandirdigini ve toplumdaki rollerinden başını kaldırıp kendisine kadim soruları sormadigini ve dolayısıyla varolusunun farkında olmadan zaman geçirdiği söylenmektedir. A. Camus insanın bu durumunu Antik Yunan'da Tanrılara sürekli baş kaldıran ve Tanrılar tarafından sonsuza kadar sırtında bir taşı tepeye çıkarıp indirmekle cezalandirilan Sisifos'a benzetir. Ve çözüm olarak insanlara Sisifos'u mutlu düşünmeliyiz der. Öte yandan K. Marx tarihe başka bir açıdan bakar ve efendi-kole yani üretimin (ekonominin) merkeze alınarak degerledirilen bir tarih anlayışı ile içinde bulunulan kapitalist düzenin bir gün son bulacaginin, bunun kaçınılmaz olduğunu ve aynı zamanda gelecekte de ekonomik düzenin sosyalizm olacağını ilan eder. İçinde bulunduğu devirde kendisine gulunse de sonraki zamanlarda dünyayı kasıp kavuracak bir Marksizm akımı oluşacaktır. Felsefede sonu gelmez tartışmalara farklı bir açıdan bakan taraf ise pragmatikler olur; sorulardan daha çok pratikte bunların insana faydasının ne olduğuna mercek tutulmasi gerektiğine işaret ederler. Aslında haksız da sayılmazlar. Dünyanın bilimle daha iyi bir yer olacağı vaatleriyle başlayan maceranın nihilizm ve dünyanın daha önce hiç görmediği savaşlar ile neticelenmesine tepki olarak doğan ve günümüze en yakın akim olan Postmodernizm'dir. Tabiki bilimin faydalarını yadsimiyorlar ancak bilimin kullanılis tarzına, sınırları olmadığına ve insanlara tek yol olarak gösterilmesine, benimsetilmesine karşı eleştiri getiriyorlar. Modern Dünya felsefesini son sürat ve nispeten karışık bir şekilde özetlemek istedim. Bunun nedeni de aslında yazarın da bahsettiği gibi modern dünya felsefesinin zenginliği ve aslında birbirinden farklı görüş, tepki ve akimlarin ortaya çıkmasıdır. Bununla beraber kitapta modern dünyayı okurken adeta modern dünyamızın hızına ve karışıklığına paralel bir his oluşmasıdir. Kitapta, felsefenin yani insanların zihinsel dünyasının nasıl birbiriyle bağlantılı şekilde birikimli şekilde geliştiğini görüyoruz. Damlaya damlaya dolan bir göl gibi daha doğrusu dolmaya çalışan göl gibi... Bu çabaya dediğim gibi dolaylı yoldan ve sadece Ortaçağ'da katkı yapan İslam dünyasının geri kalmasını üzüntüyle farkına variyoruz. Çünkü Batı'nın Ortaçağ'dan sonra yaptığı büyük atılımi, gelişimi okurken aslında günümüz İslam dünyası ve haliyle bizim çok gerilerde kaldığımız daha aşikar hale geliyor insana. Bu geri kalmışlik mevzusu; Batı'nın kullandığı telefonu kullanmakla onlarla aynı teknolojiyi kullanmakla çözülecek şeyler değil malesef. Siyasi, sosyal, ekonomik, bilimsel dünyamızın ve en çok, en önemlisi de zihinsel dünyamızın geri kalmışlığıdır. Halbuki Ortaçağ'da Batı karanlığa gömülürken, İslam dünyasının gelişmiş olduğunu görüyoruz. Normal şartlarda İslam dünyasının başını alıp gidecegini ve Batı'nın asla onu yakalamayacagini düşünürüz. Tam tersi oluyor. İşte bunun temelinde felsefik- zihinsel geri kalmak vardır. Elimden geldiğince kitabi genel hatlarıyla anlatmak istedim. Bu konuya ilgisi olanlara kitabı tavsiye ediyorum. Bu arada kadim sorular hala geçerliliğini koruyor. :)) Keyifli okumalar (Kaan)

Felsefe Tarihi PDF indirme linki var mı?

Ahmet Cevizci - Felsefe Tarihi kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Felsefe Tarihi PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Ahmet Cevizci Kimdir?

Felsefeci, akademisyen, felsefe profesörü (D. 1959, Bursa – Ö. 2014, Bursa). İlk ve ortaöğrenimini Bursa’da tamamladıktan sonra, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümünden (1982) mezun oldu. Aynı fakültede, 1984 yılında yüksek lisans, 1992 yılında da doktora derecesini aldı. Fransız hükümetinden kazandığı bir bursla 1989-91 yılları arasında Sorbonne Üniversitesinde doktora düzeyinde araştırmalar yaptı. 1996 yılında doçent oldu. Uzmanlık alanı İlkçağ Felsefesi, özellikle de Platon’dur. Aynı zamanda bilgi felsefesiyle ilgilendi. Avrupalı düşünürlerle Müslüman düşünürleri kronolojik sıraya göre tanıttığı felsefe tarihi ile ilgili eserleri ülkemizde bu konuda yapılan en kapsamlı çalışmalardan oldu.

Uludağ Üniversitesi Fen- Edebiyat Fakültesi Felsefe Tarihi Anabilim Dalı Başkanı olarak görev yaparken odasında geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi.

ESERLERİ (Felsefe):

Felsefe Tarihi I-İlkçağ Felsefesi Tarihi (1998),

Felsefe Terimleri Sözlüğü (1999),

Paradigma Felsefe Sözlüğü (4. bas., 2000),

Metafiziğe Giriş (Çeviri, 2001),

Etiğe Giriş (2002),

Felsefe Tarihi II-Ortaçağ Felsefesi Tarihi (2. bas., 2001),

Felsefe Tarihi III-On Yedinci Yüzyıl Felsefesi Tarihi (2001),

Felsefe Tarihi IV-Aydınlanma Felsefesi Tarihi (2002),

Felsefe Tarihi V-Ondokuzuncu Yüzyıl Felsefesi Tarihi.

Ahmet Cevizci Kitapları - Eserleri

  • Felsefeye Giriş
  • Felsefe Tarihi
  • Felsefenin Kısa Tarihi
  • İlkçağ Felsefesi
  • Eğitim Felsefesi
  • Felsefe Sözlüğü
  • Bilgi Felsefesi
  • Etik Ahlak Felsefesi
  • Sokrates
  • Ortaçağ Felsefesi Tarihi
  • Ortaçağ Felsefesi
  • Metafiziğe Giriş
  • Aydınlanma Felsefesi
  • İlk Çağ Felsefesi Tarihi
  • Uygulamalı Etik
  • 17. Yüzyıl Felsefesi
  • Platon
  • Onyedinci Yüzyıl Felsefesi Tarihi
  • Paradigma Felsefe Sözlüğü
  • İdealar Kuramı
  • Felsefe Tarihine Giriş
  • Felsefe
  • Felsefe
  • Fikir Mimarları-8 Sokrates
  • Say Büyük Felsefe Sözlüğü
  • Etiğe Giriş
  • Paradigma Felsefe Sözlüğü
  • Bir Bakışta Felsefe
  • Eğitim Sözlüğü

Ahmet Cevizci Alıntıları - Sözleri

  • Sofistler, MÖ 5. yüzyılın ünlü physis-nomos veya doğa-uzlaşım karşıtlığında çok büyük ölçüde nomos'un savunucusu olmuşlardır. Buna göre, onlar Tanrıların phusis'te ya da gerçeklikte mi, yoksa nomos yoluyla mı var oldukları konusunda, Tanrıların bir uzlaşım eseri olarak var olduklarını söylemişlerdir. İnsan ırkı arasındaki bölünmelerin doğadan mı geldiği, yoksa nomosla ilgili bir mesele mi olduğu söz konusu olduğunda, Sofistler yine insanlar arasındaki bölünmelerin doğal olmadığını iddia etmişlerdir. Eşitlik meselesinde ya da bir insanın başka insanları (kölelik) veya bir milletin başka milletleri yönetmesinin (imparatorluk) doğal ve kaçınılmaz mı yoksa nomos'un sonucu mu olduğu konusunda , Sofistler tavırlarını yine nomostan yana koymuşlardır. Onların bu yaklaşımlarının politik örgütlenme ve hukuk veya siyaset felsefesi alanındaki karşılığı uzlaşımcılık olmak durumundadır. Sofistlere göre, toplum temelini bir sözleşmeden, bireylerin ortak iradelerinden alır. Başka bir deyişle, insanların kendilerini vahşi yaratıklardan korumak, tek başlarına karşılayamadıkları ihtiyaçlarını karşılayıp, daha iyi bir yaşam düzeyine ulaşmak için, topluluklar halinde bir araya gelmek zorunda kaldıklarını söyleyen Sofistler, yasaların tanrısal bir kökeni olmadığını, insan elinden çıkma ürünler olduğunu iddia etmişlerdir. Buna göre, yasalar ya sayıca çok olan zayıfları kontrol altında tutmak için güçlüler ya da güçlüleri kontrol altında tutmak için zayıflar tarafından yapılır. Yasalardan başka, ahlaki öğütler ve ahlak da, doğal ya da tanrısal kökenli olmayıp, insan eseridir. Sofistlere göre, insanların, toplum oluşuncaya kadar, ne ahlakları, ne ahlaki ölçütleri, ne de yasaları olmuştu; bununla birlikte, orman yasaları egemen olursa, toplum içinde yaşamanın imkansız olacağı kısa süre içinde anlaşılmış ve dolayısıyla insanlar, güçlülerin, yalnızca güçsüzlerin varlığında ve onlarla birlikte güçlü olmalarından dolayı, güçsüzlere saldırmama, tecavüz etmeme ve onları soymama sözü verdikleri yasaların zorunlu olduğunun bilincine varmışlardır. Ahlak da insan eylemlerinden doğmuş olup, insanlar tarafından kutsanır ve onaylanır. Yoksa insanlardaki temel itici güç, ben sevgisi, bencilliktir. İnsanlar doğuştan iyi ve erdemli değillerdir. İnsanlar erdemli oluyorlarsa, bu toplumsal ve entelektüel koşullanmanın ürünüdür. Erdem öğretilebilir, erdemli davranış geliştirilebilir. Bununla birlikte, Sofistler, zaman zaman uzlaşıma dayanan yasaların her zaman en iyi yasalar olmayabileceğini savunurken, zaman zaman da doğal hukukla pozitif hukuk arasındaki boşluğu daha da genişletmişler ve bu ikisinin birbirlerine karşıtmış gibi görünmelerine neden olmuşlardır. (Say Büyük Felsefe Sözlüğü)
  • kavram [Os. mefhum; İng. concept; Fr. concept; Al. begriff]. Bir şeyin, bir nesnenin zihindeki ve zihne ait tasarımı; soyut düşünme faaliyetinde kullanılan ve belli bir somutluk ya da soyutluk derecesi sergileyen bir düşünce, fikir ya da ide. Soyutlama yoluyla elde edilen zihinsel tasavvur olarak kavram, ortak özellikleri paylaşan bir nesneler kompleksinin veya söz konusu nesnelerin paylaştığı ortak özellik ya da niteliklerin psikolojik ya da zihinsel tasarımına karşılık gelir. Başka bir deyişle, bir terimin anlan ve dolayısıyla düşüncenin, bir terimin konuşma ya da söylemin en küçük birimi olması gibi, en küçük ve en temel birimi olan kavram, bir sınıfın üyeleri ya da sınıfın kendisi için kullanılan isim; betimleyici bir özellik ya da bağlantıya gönderimde bulunan bir terim olmak durumundadır. Tıpkı tümce oluşturmak için terimlerin bir araya getirilmesi gibi, kavramlar da, önermeler oluşturmak ya da tam ve eksiksiz düşünceler meydana getirmek için bir araya getirilir. Bir kavram kazanmak, onu ifade eden terimin anlamını öğrenmektir. Buna göre, kavram düşünübilebilen, ve zihne bir şeyi başka bir şeyden ayırmaya olanak veren şey ya da tasanrımı, nesnelerin ya da olayların ortak özelliklerini kapsayan ve ortak bir ad altında toplayan genel tasavvuru, kendisini gösteren terimle anlatılmak istenen genel fikri, kimi sözcüklerle dile getirilen ve deneyim kökenli olduğu öne sürülen , çeşitli soyutluk diüzeylerindeki zihinsel içerikleri ifade etmektedir. Kavram, bir şeyin tekil izlenimine, o şeyin imgesine değil de, o şeyin tasarımını gösteren şeye karşılık gelir. Buna göre, insan bir şeyin tekliğini, onu başka her şeyden ayıran biricikliğini tasarlayabildikten başka, tek ve biricik olanlara ortak olan özellikler yardımıyla, aynı tek ve biricik olanlar için geçerli olan bir genellik de tasarlayabilir. Kavram denilince de anlaşılması gereken işte bu ikinci tasarımdır. Kavram, bir sözcüğe yüklenmiş, bir sözcükte toplanmış bir bilgiyi ifade eder. Buna gore, epistemolojik açıdandan kavram, işaret ettigi şey ya da nesne hakkındaki bilgimiz arttıkça, hacmi durmadan genişleyen bir depo niteliğindedir. Bu bakımdan kavram, dilde hiçbir zaman tam olarak ifadesini bulamayan bir potansiyaliteye sahiptir. Öte yandan, kavram, tek başına olduğu, yani bir önerme içerisinde özne ve yüklem olarak yer almadığı sürece, doğru ya da yanlış, olumlu ya da olumsuz olamaz. Buna göre, doğruluk ve yanlışlık, kavramların değil de, önermelerin bir özelliğidir. Kavramın tek başına yerine getireceği hiçbir işlevi yoktur; onun işlevi, ancak ve ancak önerme içerisinde belli olur. Öte yandan, bilimlerde kavram, bir teoriden daha aşağı bir soyutlama düzeyinde bulunmakla birlikte, teoriler kullanılan kavramlardan meydana geldiği için, teorinin çok temelli bir parçasını oluşturur. (Paradigma Felsefe Sözlüğü)
  • Gerçek mutluluk, insan aklının maddenin egemenliğinden kurtularak, varlığa ilişkin bilgiyle ve ilahî hakikatle aydınlanmasıdır. (Felsefeye Giriş)
  • "Sorgulanmamış hayat, yaşanmaya değmez." (Sokrates)
  • "Eğitimin pahalı olduğunu düşünüyorsanız, cehaletin bedelini hesaplayın." (Sokrates)
  • Özgürlüğün en önemli emaresi olan boş zaman yoluyla ancak insan nihai hedef olan mutluluğa erişebilir. (Eğitim Felsefesi)
  • Sokrates, öyle sanılır ki, biraz da bedenin insanın hayatının verili kısmı olduğunu, dolayısıyla bedene abartılı bir özen göstermenin gerekli olmadığını, insanın tüm çabasını ruhunu ve dolayısıyla aklıyla ahlaki karakterini geliştirmek için çaba sarf etmesi gerektiğini göstermek amacıyla yaz kış ince bir entari ve çıplak ayakla dolaşmıştır. (Felsefe Tarihi)
  • ...insandaki ilahi öz olan akıl, insana ruhunu maddeye olan bağımlılığından, maddeye meftunluğunun yol açtığı uyuşukluk halinden kurtulması için Yaratıcı tarafından verilmiş olan ilahi varlık ya da güçtür. ...Aksi durumda, yani ruhun akıllı parçasının akıldışı parçayı denetim altına alması yerine, akıldışı parçanın baskın çıkması durumunda, bundan Râzî’ye göre, her türlü kötülük ve erdemsizlik çıkar. Ruhu temelde mekân, madde ve zamandan oluşan bu dünyaya ait bir unsur haline getirip, bu dünyaya mahkûm eden, söz konusu kötülük ya da şeytani edimlerin başında hırs, tamah, öfke, yalan, oburluk, sarhoşluk, cinsel dürtü, dünyevi şeref düşkünlüğü ve ölüm korkusu gelmektedir. (Felsefe Tarihi)
  • “Nereye kadar bilebiliriz?” (Bilgi Felsefesi)
  • Kötülüğün yolu yakındır kolay ulaşılır ona. İyiliğin önüne ise alınteri ve vicdanı koymuştur (Platon)
  • Platon, Atinalıların çok önemli bir çoğunluğunun ruhlarına, entelektüel yetenekleri ve melekeleri önemli ölçüde dışta kalacak şekilde, iştihanın egemen olduğunu, bu yüzden onların doğru ahlaki kararlar alamadıklarını, arzularının objelerinin gerçek olduğuna inanan bu insanların yanlış hesap yaptıklarını savunur. Bununla birlikte, bu egemenliği veya zorba iktidarını ortadan kaldırıp, insanları ahlaklı ve mutlu bir hayatın yoluna sokmak mümkündür. Platon söz konusu hakimiyeti ortadan kaldırmanın, onların ruhlarında bir ahenk yaratmanın yolunun eğitimden geçtiğini düşünür. Bir diğer ifadeyle, insanların büyük bir çoğunluğu filozof olmasa da, dengeli, ölçülü, iyi düzenlenmiş bir hayat sürebilmeye muktedirdir. Bu da ancak, filozofların yönettiği adil bir politik düzende verilecek sağlam bir eğitim yoluyla olur. Çünkü bu şekilde, gereği gibi eğitildikleri takdirde, onların iştihaları hak ettikleri yerde ve düzeyde dururken, akıl yürütme güçleri doğru kanaat ve fikirlerle donatılır. Bu insanların, alacakları eğitim sayesinde ölçülülük, basiret ve psikolojik ahengin önemini görmeleri sağlandığı takdirde, onların akılları ruhlarını, tarafgir veya hizipçi bir biçimde değil de, ruhun bütünlüğünün esenliğine hizmet edecek şekilde yönetebilmeyi öğrenirler. Onların ruhsal ahengin önemine kanaat getirdikleri zaman iştihayı yerinde tutmaya ve onun ruhun diğer parçalarına tecavüz etmesini önlemeye çalışacaklardır. Onlar, iştihayı tatmin etmek için verilecek her ödülün, yapacakları her tecavüzün, işleyecekleri her suçun uzun vadede kendilerine mutsuzluk olarak döneceğini bileceklerdir. Başka bir deyişle, uzun ve kapsamlı bir eğitimin ardından insanların gerçek çıkarlarını tanıyıp öğreneceklerini savunan Platon'a göre, halka şirin görünmek veya halk dalkavukluğu yapmak yerine, bireylerin ya da uyrukların gerçek çıkarları için çalışacak yöneticilerin ilk ve en önemli görevi, moral eğitim ve doğru bir koşullama olmak durumundadır. Onlar yönettikleri insanların ruhlarını şekillendireceklerdir. Böylesi bir şekillendirme, Platon'un siyaset felsefesinde ortaya koyacağı "en iyi rejimin", ideal devletin en önemli işlevini meydana getirir. (Platon)
  • Hegel'in anladığı şekliyle akıl, insana, beşeri özneye yüklenen bir yetenek değil, bir bütün olarak gerçeklik, gerçekliğin toplamıdır. (Felsefe)
  • Whitehead, "benlikle ben olmayan, düşünceyle eşya arasında bir boşluk ve ayrılık bulunmadığını" öne sürer. Bunun nedeni ise dünyadaki hiçbir şeyin başka her şeyden tecrit edilmiş ya da yalıtılmış olarak var olmamasıdır. Dünyadaki her şey bir başka şeye bağlanmış olup ancak başka şeylerle olan ilişkileriyle anlaşılabilir; bundan dolayı, kendi başına var olan, statik bir varlık yoktur. Dünyada, yalnızca olaylardan meydana gelen sınırsız bir ağın varlığından söz edilebilir. Dahası, bu ağdaki her olay biriciktir ve onun kendine özgü bir yapısı vardır. Yine Whitehead'a göre, var olan her şey bir başka şeyle birlikte vardır. O, var olan her şeyin, başka şeylerin varoluşuna karşı duyarlı olduğunu söyler. Yani her varlık, başka şeylerle olan aktif ilişkilerinden meydana gelir. O, varlığın duyular aracılığıyla gerçekleşen algıda gözlemlenen nesnelerin toplamıyla sürekli bir değişme sürecinden daha fazla hiçbir şey olmadığını savunur. (Felsefe)
  • “Sokrates insanları "ruhlarına özen göstermeye" çağırmıştır. (İlk Çağ Felsefesi Tarihi)
  • Çünkü bir öğretmen, konusunda ne kadar bilgili olursa olsun, sahip olduğu bilgileri öğrencilerine aktarma, onu ele aldığı konularda iyi bir biçimde yetiştirme imkanından yoksun olduğu takdirde, sahip olduğu derin, uzmanlık bilgisi, hiçbir anlam ifade etmez. (Uygulamalı Etik)
  • D'Alembert bunun ardından, ahlaktan ancak bir toplum içinde başkalarıyla ilişkiye girdiğimiz zaman söz edebileceğimizi, dolayısıyla ahlaki değerlerin başkalarından yalıtılmış olarak yaşayan bireyler tarafından değil de sosyal grubun davranışı yoluyla geliştirildiğini, bu yüzden ahlaklılığın hiçbir zaman kişisel bir mesele olamayacağını çok daha büyük bir kuvvetle söyler. (Felsefenin Kısa Tarihi)
  • Aristoteles'te eğitim, beden eğitimiyle başlayıp müzik eğitimiyle devam eder ve bilim ya da felsefe eğitimiyle son bulur. (Eğitim Felsefesi)
  • İnsanın söz konusu nedenselliğe tâbi olan bir boyutu vardır. Buna göre, bilimin, bilimsel araştırmanın konusu olan varlık olarak insan, biyolojinin ve psikolojinin yasalarına tabi olan organik bir fenomendir. O, bu haliyle hiçbir şekilde özgür değildir; fenomenal boyutuyla doğal bir varlık olarak insan doğal nedensellik yasalarına bağlı olup, kendi dışındaki nedenler tarafından belirlenir. Fakat ahlaki seçimlerin öznesi, ahlakın konusu, ahlaki değerlemenin nesnesi olarak insan, pratik aklın buyruklarına uymak ya da uymamak bakımından özgür olan numenal bir varlık, bir kendinde şeydir. îşte akıl tarafından yönetilebilme yeteneğine, dış nedenlere tâbi olan iradenin heteronomisine karşıt olarak, akla, akim buyruklarına itaat eden failin özerklik ya da otonomisine, Kant özgürlük adını verir. “Eğer bütün akıl sahibi varlıklara özgürlük yüklemek için yeterli nedenimiz yoksa/ istememize özgürlük yüklemek yetmez. Çünkü ahlaklılık, sırf akıl sahibi varlıklar olarak bizler için yasa görevi gördüğünden, bütün akıl sahibi varlıklar için de geçerli olmalıdır; ve ahlaklılığı sadece özgürlüğün özelliğinden türetmek gerektiğinden, özgürlüğü de bütün akıl sahibi varlıkların istemesinin özelliği olarak kanıtlamak gerekmektedir. Onu, insanın doğal yapışırım bazı sözüm ona deneylerinden ortaya koymak yetmez; o, genel olarak akıl sahibi ve bir istemeyle donatılmış varlıkların etkinliğine özgü bir şey olarak kanıtlanmalıdır. Şimdi diyorum ki, ancak ve ancak özgürlük idesi altında eylemde bulunabilen her varlık, tam bundan dolayı, pratik açıdan gerçekten özgürdür; yani özgürlüğü kopanlmazcasına bağlı bütün yasalar, onun için de geçerlidir. Şimdi, istemesi olan her akıl sahibi varlığa, zorunlu olarak yalnızca onun altında eylemde bulunduğu özgürlük idesini yüklememiz gerektiğini ileri sürüyorum. Çünkü böyle bir varlıkta biz, pratik olan, yani nesneleri bakımından nedenselliğe sahip olan bir akıl düşünüyoruz. Şimdi, yargılarında başka herhangi bir şey tarafından yöneltilmeyi kabul eden bir akıl düşünmek olanaksızdır; çünkü bu durumda özne, yargı gücünün belirlenmesini akima değil, dürtülerine yüklerdi. Akıl, ilkelerinin yapıcısı olarak, kendini yabana etkilemelerden bağımsız görmelidir; dolayısıyla o, pratik akıl ya da akıl sahibi bir varlığın istemesi olarak, kendisi tarafından özgür olarak görülmelidir; yani, böyle bir varlığın istemesi, ancak özgürlük idesi altında ona özgü bir isteme olabilir, bundan dolayı da pratik bakımdan bütün akıl sahibi varlıklara yüklenmelidir.” -KANT (Etik Ahlak Felsefesi)
  • Çocuk ahlaklı olmaya böyle başlar; ahlaki eylemleri önce gerekçeleri bilmeden, ebeveynlerinin rehberliğiyle ve alışkanlıkla yerine getirir. Sonra hakiki gerekçeleri bilerek, neden ahlaklı olmak gerektiği sorusuna yanıt vererek ilkeli eylemlere yönelir. (Eğitim Felsefesi)
  • "Şimdiye kadar tam bir yokluğun bulunduğu zamanın varlığı gibi açık bir çelişkiyi kabul edecek kadar düşüncesiz birinden söz edildiğini işitmedim. "Salt yokluğun", bütün varlıkların tam inkârının herhangi bir reel varlığı ortaya koyabileceğini düşünmek akıl almazlıkların en büyüğüdür" (Onyedinci Yüzyıl Felsefesi Tarihi)

Yorum Yaz