Felsefe El Kitabı - Selahattin Hilav Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Felsefe El Kitabı kimin eseri? Felsefe El Kitabı kitabının yazarı kimdir? Felsefe El Kitabı konusu ve anafikri nedir? Felsefe El Kitabı kitabı ne anlatıyor? Felsefe El Kitabı PDF indirme linki var mı? Felsefe El Kitabı kitabının yazarı Selahattin Hilav kimdir? İşte Felsefe El Kitabı kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Selahattin Hilav
Yayın Evi: Yapı Kredi Yayınları
İSBN: 9789750816086
Sayfa Sayısı: 264
Felsefe El Kitabı Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
"Felsefe, yeni gerçeklere açık olan, onları irdeleyen ve eleştiren; her konuyu kökünden ele alarak aydınlığa kavuşturmak isteyen derinlemesine düşüncenin çabasıdır. Başka bir deyişle, varlığın tümü gibi, felsefenin bulguları ve açıklamaları da sürekli olarak ortaya çıkan, değişikliğe uğrayan, bir bölümü ortadan kalkan ve bir bölümü bir başka biçimde varlığını sürdüren şeylerdir. Ama bütün bu değişmenin altında, süregelen ve kalan bir şey de vardır. Bu kalan şey, son sözü söylediklerini ileri süren çeşitli felsefe sistemlerini yaratarak ilerleyen ve sürekli bir eleştiriyle, kendi kendini daha fazla açıklığa ve bilince kavuşturan insan düşüncesidir; bilgileri, yaratıları, umutları, özlemleri üzerinde sürekli olarak derinleşen insanoğlunun düşünsel çabasıdır."
Felsefe El Kitabı Alıntıları - Sözleri
- Pratik doğrulanmaya dayanmayan ileri sürüşlerin değeri yoktur. Pratikten ayrı düşmüş kuram; kötü konulmuş ve çözülmesi olanaksız sorunlar, sırlar ve mistisizm içinde kaybolup gider. ... “Filozoflar şimdiye kadar, dünyayı çeşitli biçimlerde yorumlamakla yetindiler, oysa önemli olan, dünyayı değişikliğe uğratmaktır.”
- Felsefe , kendini bilinçli hale getiren düşüncedir. G.W.F. Hegel
- Rastlantı diye bir şey yoktur. Biz, nedenlerini bilmediğimiz şeylere rastlantı deriz.
- Prodikos, tanrıların varlığının ancak insanın ruhsal yaşantısı bakımdan açıklanabileceğini; yani dinin, insanlar tarafından pratik amaçlar göz önünde tutularak “ortaya konmuş olduğunu” ileri sürdü. Aynı düşünceyi geliştiren Kritias, tanrıların ve dinin, zeki kralların ve prenslerin, uyruklarına baş eğdirmek için ortaya attıkları uydurmalardan başka bir şey olmadığını söyledi.
- Marksçılığa göre, sosyalist üretime geçildikten sonra, ekonomik yasaların insana değil de insanın ekonomik yasalara egemen olması sağlandığı zaman, yabancılaşma ortadan kalkacaktır. Böylece insanoğlu, yabancılaşmayı aşarak, varlığını bütün genişliği ve derinliği ile geliştirip gerçekleştirecek, bütün maddesel ve manevi güçlerine ve bu güçlerin ürünlerine yeniden sahip olacaktır.
- Rastlantı diye bir şey yoktur. Biz, nedenlerini bilmediğimiz şeylere rastlantı deriz.
- Marx’a göre felsefeler, mutlağı ve değişmeyen doğruları ararken, değişeni, dinamik olanı, somut varlığı görememişlerdir. Yani varlığı, bütün yanları içinde, çelişkileri ve değişmeleriyle, kısacası tam anlamıyla diyalektik bir gözle görememişlerdir. Buna karşılık Marx ve Engels’in düşüncesi, tarihin ve toplumun temelinde, insanoğlunun etkinliğini yani “prakisis”ini görerek, eski felsefelerin soyut ve yetersiz anlayışını aşmaya yönelmiştir
- Thrasymakhos, yasa ve adalet denilen şeyin aslında, güçlüye ve egemen olana yararlı olduğunu; güçsüze de zarar verdiğini ileri sürdü. Kallikles ise bütün yasaların, güçsüzler tarafından, kendilerini korumak ve güçlülerin elini kolunu bağlamak amacıyla ortaya konduğunu savundu. Antiphon ise, insanların koyduğu hukuk kuralları ile doğal hukuk arasında karşıtlık bulunduğunu; doğal hukuk kurallarının daha değerli olduğunu ileri sürer ve insanların aslında eşit olduklarını; sınıf,soyluluk, yönetici ve yönetilen ayrımlarının, kurulu düzeni sürdürmek için yapay olarak “konmuş” ayrımlar olduğunu ve ayrıcalıkların bunlardan kaynaklandığını söyler.
- Felsefe, kendini bilinçli hale getiren düşüncedir.
- Her şey akar. Aynı ırmağa iki kez giremezsin, çünkü her girişinde, üzerinden yeni sular geçer.
- Metafizik konular deyince, duyularımızı ve algılarımızı aşan konular, anlaşıldı.
- İnsanoğlu bir doğa yaratığıydı, ama edilgin (pasif) bir yaratık değildi. Duyduğu gereksinimleri karşılamak ve gidermek için, çalışması ( emek harcaması) gerekiyordu. Ama insanoğlu , emek aracılığı ile doğayı değişikliğe uğratırken, kendini de değişikliğe uğratıyordu, kendini de oluşturuyor ve geliştiriyordu. İnsan, doğanın bir bölümünü ondan çekip alarak işliyor, biçimlendiriyor, ona bir başka biçim kazandırıyordu. Örneğin, bir taş parçasından, bir araç yapıyordu, ama bu aracın kullanılması, onu yapan insan elinin gelişmesini etkiliyordu, eli daha gelişmiş duruma getiriyordu.İnsanın, gereksinimlerini gidermek için giriştiği her çalışma (iş) hem doğayı, hem de kendi biyolojik, toplumsal ve zihinsel varlığını değişikliğe uğratıyordu. Çalışma, yani ekonomik etkinlik, maddesel bir etkinlikti ve tarihin, toplumun, insanın gelişmesinin ve ilerlemesinin temeliydi.
- Hatta Çin ve İran dinlerinde, varlıkları ve olayları karşıtlıklarla ve birbirleriyle çatışan gerçeklerle açıklama eğilimi de görülüyor. Yani eski doğu düşüncesinde, diyalektik görüşe benzer ilkel bir düşünüşe rastlandığı bile söylenebilir. Her ne olursa olsun, burada dikkatimizi çeken nokta, felsefesel düşünceyle oranla din düşüncesinin ağır basmasıdır. Başak bir deyişle, eski doğu düşüncesinde felsefe, dinden tamamen sıyrılarak bağımsızlığını elde edememiş ve kendini yalnız akla ve mantığa dayanan özgür bir araştırma olarak koyamamıştır.
- Hiçbir şeyde aşırı olma.
Felsefe El Kitabı İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Felsefenin ne olduğuna, ne anlama geldiğine değinmekle başlayan bu kitap, daha sonra felsefenin ilerleme sürecine dikkat çekiyor. Felsefenin seyrinde ortaya çıkan başlıca –temel- akımları da ele alıp irdeleyen bu kitap bize net bilgiler sunuyor diyebilirim. Fakat benim bu kitapta odaklandığım iki başlık olacak: 1) Felsefe tamamen toplumdan bağımsız mıdır? Kitabın bu başlık üzerinde durması ilgimi çekti. Çünkü, genellikle felsefenin özgür –başına savruk- bir düşünce sistemi olduğu yanılgısı var. Fakat bu gerçekten öyle mi? Felsefeyi tamamen toplumdan bağımsız özgül bir biçimde düşünebilir miyiz? Kitap bu konuda bu düşüncenin kendi içindeki karşıtlıkları ortaya döküyor. Felsefe bakıldığında toplumdan kopuk bağımsız bir düşünce sistemi gibi görünse de özüne bakıldığında toplumla ilintilidir. Yani toplumsal ve tarihsel koşullardan meydana gelir. Felsefe ilk aşamada toplum içinde var olur. Daha sonra boy verip gelişir ve toplumdan kopmaya hazır hale gelir. İşte bu aşamadan sonra toplumdan kopan felsefe kendi özgür bilincini oluşturur. Yani felsefe karşı dikildiği toplumun ürünüdür. Marx’ın bu durumu, ‘insanın, göbekbağını toplumdan kopartmış olması’ sözüyle dile getirdiğini de kitabın atlamamış olması bu başlığı tamamen aydınlatmaya yetiyor. Toplumdan kopan bu özgür –akılcı- düşünce sistemi toplum içine yerleşmiş dogmalara ve çeşitli değer yargılarına karşı çıkarak yani ‘hayır’ diyerek eleştirel yani felsefi düşünceyi ortaya koyuyor. Bu aşamadan sonra da toplumdan kopmuş özgür bir birey ortaya çıkıyor. Bu noktadan sonra Türk toplumunda bu felsefi düşünce sisteminin oturup oturmadığına dair bir soru yöneliyor bize. Bu da mercek altına aldığım ikinci başlık: 2)Felsefenin Türk toplumundaki yeri nedir? Kitap, Türk toplumundaki durumun biraz daha farklı olduğunu gözler önüne seriyor. Felsefenin toplumla var olduğuna değinen bu kitap aslında birey ile toplumun birlik halinde olmasından yani kaynaşmış olmasından bahsediyor. Ancak bu noktadan sonra birey toplumdan koparak özgür düşünceyi ortaya koyabilir. Fakat Türk toplumuna bakıldığında tam olarak birey toplumla birlik bütünlük halinde olamadığı gibi göbekbağını da koparamayıp birey haline gelememiştir. Bu da toplumda oluşan sınıflar arasında kesin sınırlar olmamasını beraberinde getiriyor. Yani Batıdaki gibi ‘kendisi için’ sınıflar değilde ‘kendinde’ sınıfların oluşmasını sağlıyor. Toplumun birlik ve bütünlük içinde iktidara yönelik sınıf mücadelelerine girişmemesi de toplumdan kopmuş özgür bireyi oluşturamamıştır. Özgür düşüncenin ortaya çıkamaması ideolojik olarak farklılaşmamayı da yani ideoloji sıradanlığını meydana getiriyor. Çünkü buna ihtiyaç dahi duyulmuyor. Bu durum sonucunda toplumda diğer sınıflar arasında fark yokmuşçasına değer yargılarına(dinsel) bağlı manevi bir dünya sistemi oturtuluyor. Özgür düşünce sisteminden geri kalmış Türk toplumunda ise daha sonra ‘batılılaşma’ adı altında ıslahat ya da reform denilen hareket ortaya çıkıyor. Batı kapitalizminin işte bu noktada bize darbeyi indirdiğini kitap çok net bir biçimde ortaya koyuyor. Osmanlı dönemi başlayan bu ıslahatların aslında tek amacı hem Batı tarafından sömürülmek hem de içerideki egemen zümrenin iktidarını yeni tarihsel ve ekonomik koşullara uydurmak. Bu noktada batılılaşma hareketi, batıya bağlı egemen zümrenin iktidarını pekiştirmek için ortaya attığı yegane ideolojik silah haline geliyor. Bu durum aynı şekilde yeni düzende de yani cumhuriyet sisteminde de seyrini sürdürüyor. Bu hareket gerçek köklü ıslahat hareketlerine girişilmeden ‘devrim’ yapıyormuş gibi ama devrim olmayan aldatıcı ideolojik görüşten ibaret oluyor. Mülkiyet biçiminin devrimsel bir sürece girmemesi de gerçek bir değişimi kesinlikle engelliyor. Egemen sınıfın varlığını bile isteye ortadan kaldırmak istemeyeceği aşikardır. Bu durumda hakkını dişe diş bir mücadeleyle koparıp alma amacıyla sınıf mücadelesine girişen bir halk kitleleri yoksa devrim de yok demektir. Egemen sınıfın yapacağı değişiklik sadece ıslahat ya da reform adı altında nitel olmayan değişikliklerden ibaret olur. Bu değişiklik de sadece onların iktidarlarının yeni koşullara uydururak devamlılığını sağlar. Gerekirse yeni bir sınıf yaratarak iktidarlarını bölüşmek pahasına güven altına alabilirler. Nitekim siyasal alanda tepeden inme –buyrukla ve zorla- bu devrim gibi görünen batılılaşma hareketi halkın özüne de yaşamına da asla işleyemez. Ayrıca ıslahat hareketlerine ön ayak olan siyasal iktidarın düşünce yaşamını da yasaklarla ve buyruklarla yönettiğini de asla unutmamalıyız. Bu tutumun akılsal düşünceye yönelmek istediğini iddia eden iktidarların özünü de ortaya koyduğunu değinmeden geçmiyor kitap. Kitap kısacası bizi bazı gerçeklerle yüzleştiriyor diyebilirim. Ve kitabın araya serpiştirdiği bir alıntıyla incelemeyi sonlandırmak istiyorum: Sartre’nin, Marksçılığı, ancak bu çağın kapanmasıyla yerini bir başka felsefeye bırakacağı düşüncesi, marksizmin en azından bu çağda aşılamayacağı gerçeğini bu durumla birlikte daha da belirgin hale getiriyor. (öyküyevski)
Bu eser YKY'den 8. Baskı olarak geçti elime. Dili muazzam sade ve akıcı. Hilav bu kitabı yazmasındaki muradı neydi bilmiyorum ama felsefe öğrenmek isteyenler için bire bir eser. Nitekim diğer felsefeye giriş kitapları gibi derin, açıklamasız, terminolojiye dayalı kuru bir anlatım yok. Elbette bir felsefe kitabı terminolojisiz olmaz ama bunu da gayet başarılı bir şekilde açıklayarak vermiş. Felsefeye yeni başlayacaklar için bir ön bilgilenme kitabı olarak kesinlikle tavsiye edilebilecek bir eser. Eksikleri yok mu? Elbette var. Her filozofa istenilen şekilde değinmiyor. Özel stratejiler belirlemiş onlar üzerinden anlatımı sürdürüyor ancak çok da derine girse bahsettiğimiz felsefeye giriş kitaplarından farkı kalmaz. Bence felsefeye ilgi duyan ya da felsefeyi merak eden arkadaşların ilk okuyacağı eserlerden biri olmalı. (UO)
Kitabımız, " felsefe" sözcüğünün kaynağı ve anlamının ne olduğu ile başlıyor. 5 bölüm ve 100 sorudan oluşan eser, ilkçağ felsefesiyle başlayıp, tarihten günümüze tüm düşünce akımlarını, tarihin en ünlü filozoflarının kuramlarını, kısacası insanoğlunun düşünsel çabasının tarihçesini kısa fakat öz bir biçimde ele alıyor. • Felsefe ilk olarak nerede ve nasıl başladı? • Eski Yunan'dan önce felsefesel düşünce var mıydı? • Felsefe ne gibi bölümlere ayrılır? • Felsefe ile din arasındaki bağdaşlık nedir yahut aradaki bağdaşmazlık nereden ileri geliyor? • Bilimler ve felsefe arasında ne tür ilişki vardır? Bunlar gibi sorular ve cevaplarıyla, yer yer ders kitabı şekline bürünerek de olsa genel olarak anlaşılır bir anlatıma sahip diyebilirim. Son kısmında bulunan "Küçük Felsefe Sözcüğü" bölümü, kuramları daha iyi anlamaya yardımcı oluyor. Başlangıç için doğru bir kitap olabilir kanısındayım. (Melek)
Felsefe El Kitabı PDF indirme linki var mı?
Selahattin Hilav - Felsefe El Kitabı kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Felsefe El Kitabı PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Selahattin Hilav Kimdir?
Selahattin Hilav, 1928 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümün'den mezun olduktan sonra, Fransa'da Sarnbonne ve İşçi üniversiteleri'nde okudu. Ardından felsefe çalışmalarını kesintisiz sürdürdü. Babası İran Kürt'lerinden Istanbul'a göç etmiş ve sonradan Hilav soyadını almış olan Muhammed Mihri Bey'dir.
Felsefeci, çevirmen ve denemeci olarak tanındı. Yazko Felsefe Dergisi'nde yöneticilik yaptı. Felsefe yazılarının yanı sıra edebiyat üzerine yazılar da yayımladı. Türkiye'de felsefenin ve birçok kuramsal konunun anlaşılmasında ve öğrenilmesinde açıklayıcı yazılarıyla öncülük etti. Selahattin Hilav, 12 Mayıs 2005 tarihinde yine İstanbul'da öldü.
Aydınlanmacı felsefe'nin ve Marksizm'in Türkiye'de kuramsal olarak anlaşılmasında önemli katkıları oldu. Yabancılaşma kavramı başta olmak üzere, Asya tipi üretim tarzı, şeyleşme gibi pek çok marksist kavramın bu şekilde Türkçeye girmesini sağladı. Öte yandan varoluşçuluk'un hem edebiyat hem de felsefi olarak Türkiye'ye girmesine katkıda bulundu.Sartre'ın Bulantı'sını, Arthur Schopenhauer'un Aşkın Metafiziği'ni, Foucault'nun Bu Bir Pipo Değildir'ini çevirdi.
Selahattin Hilav Kitapları - Eserleri
- Felsefe El Kitabı
- Diyalektik Düşüncenin Tarihi
- 100 Soruda Felsefe El Kitabı
- 100 Soruda Felsefe
- Edebiyat Yazıları
- Felsefe Yazıları
- Entelektüeller ve Eylem
- Gerçeküstücülük
- Gerçeküstücülük - Surrealisme
Selahattin Hilav Alıntıları - Sözleri
- Thrasymakhos, yasa ve adalet denilen şeyin aslında, güçlüye ve egemen olana yararlı olduğunu; güçsüze de zarar verdiğini ileri sürdü. (100 Soruda Felsefe El Kitabı)
- Hiçbir şeyde aşırı olma. (Felsefe El Kitabı)
- filozof «bilgeliği seven», bilgiyi arayan ve ona ulaşmak İsteyen kişidir. (100 Soruda Felsefe El Kitabı)
- Metafizik konular deyince, duyularımızı ve algılarımızı aşan konular, anlaşıldı. (Felsefe El Kitabı)
- Felsefe, kendini bilinçli hale getiren düşüncedir. (Felsefe El Kitabı)
- Osmanlıcada «hikmet» felsefeden daha geniş kapsamlıydı ve «gizil ve bilinmeyen nokta», «neden», «ahlaka İlişkin kısa söz» anlamına geliyordu.Bu açıdan, «hakim» yani «hikmet sahibi» de varlığın ve yaşamın gizil nedenlerini kavramış «bilge kişi» anlamına geliyordu (100 Soruda Felsefe El Kitabı)
- Marksçılığa göre, sosyalist üretime geçildikten sonra, ekonomik yasaların insana değil de insanın ekonomik yasalara egemen olması sağlandığı zaman, yabancılaşma ortadan kalkacaktır. Böylece insanoğlu, yabancılaşmayı aşarak, varlığını bütün genişliği ve derinliği ile geliştirip gerçekleştirecek, bütün maddesel ve manevi güçlerine ve bu güçlerin ürünlerine yeniden sahip olacaktır. (Felsefe El Kitabı)
- philasophia» nın, bilgi ve bilgeliğe duyulan «sevgi» ya da «dostluk» olmasıdır. «Philasophos» yani filozof, şu ya da bu koşula, duruma, ya da kişiye bağlı olarak değişiklik göstermeyen, yani şuna ya da buna «göre» olmayan «mutlak» doğruları ve kesin bilgileri bildiğini İleri süren bir kimse değildir. Bunun tam tersine, bilgiyi ve bllgellğf arayan, seven, ele geçirmek İsteyen kimsedir. (100 Soruda Felsefe El Kitabı)
- «Felsefe» sözcüğü, eski Yunancadan Arapçaya ve bu dilden Türkçeye geçmiştir. Sözcüğün Yunanca aslı «philosophia> dır ve İki ayrı sözcükten oluşur: «Phila», «sevgi» anlamına gelir; «sophia» İse, «bilgelik» ya da genel olarak «bilgi» demektir, öyleyse, «philasophia», bilgi ve bilgelik sevgisi, aşkı anlamına geliyor. «Philosoptıos» (filozof) da, «bilgeliği seven», «bilgiyi arayan ve ona ulaşmak İsteyen kişidir. (100 Soruda Felsefe El Kitabı)
- Ben, kendi öz varlığında, bir yönelimli oluş ve değişmedir; isteyerek gerçekleştirilen evrimdir; bilinçli ve bile isteye bir ilerlemedir. Kendisine verilmiş ve kendisi olan veriyi aşma edimidir. Ben, özgür ve tarihsel bir bireydir. Ve kendini, başkalarına ve kendisine bir kendinin bilinci olarak açan (gösteren, ortaya koyan) bir Bendir... (Diyalektik Düşüncenin Tarihi)
- Rastlantı diye bir şey yoktur. Biz, nedenlerini bilmediğimiz şeylere rastlantı deriz. (Felsefe El Kitabı)
- Marx, paranın insanı nasıl yozlaştırdığını yani insanlıktan çıkardığını açıklamıştı. Para sayesinde, çirkinin güzel, budalanın zeki haline geldiğini ve yine para sayesinde, insanın kendini sevdirebildiğini ve cehaletini kültür diye yutturabildiğini göstermişti. (Diyalektik Düşüncenin Tarihi)
- "Tüm varlığımız, düşüncemizin sonucudur; düşüncelerimiz üzerinde temellenir, düşüncelerimizden yapılmıştır." (Diyalektik Düşüncenin Tarihi)
- Hatta Çin ve İran dinlerinde, varlıkları ve olayları karşıtlıklarla ve birbirleriyle çatışan gerçeklerle açıklama eğilimi de görülüyor. Yani eski doğu düşüncesinde, diyalektik görüşe benzer ilkel bir düşünüşe rastlandığı bile söylenebilir. Her ne olursa olsun, burada dikkatimizi çeken nokta, felsefesel düşünceyle oranla din düşüncesinin ağır basmasıdır. Başak bir deyişle, eski doğu düşüncesinde felsefe, dinden tamamen sıyrılarak bağımsızlığını elde edememiş ve kendini yalnız akla ve mantığa dayanan özgür bir araştırma olarak koyamamıştır. (Felsefe El Kitabı)
- Felsefe , kendini bilinçli hale getiren düşüncedir. G.W.F. Hegel (Felsefe El Kitabı)
- Prodikos, tanrıların varlığının ancak insanın ruhsal yaşantısı bakımdan açıklanabileceğini; yani dinin, insanlar tarafından pratik amaçlar göz önünde tutularak “ortaya konmuş olduğunu” ileri sürdü. Aynı düşünceyi geliştiren Kritias, tanrıların ve dinin, zeki kralların ve prenslerin, uyruklarına baş eğdirmek için ortaya attıkları uydurmalardan başka bir şey olmadığını söyledi. (Felsefe El Kitabı)
- Herakleitos derki; “Aynı nehre iki kez giremezsin”. Oysa, aynı nehre bir kere bile giremezsin çünkü nehir akmaktadır. Nehir çok hızlı akmaktadır ve yalnızca nehir değil, sen de akarsın. Aynı nehre iki kez giremezsin çünkü nehir değişir. (100 Soruda Felsefe El Kitabı)
- ... hayat ve ölüm arasında, metafizik bir çelişki, yani aşılması kabil olmayan mutlak bir çelişki değil, sadece, diyalektik bir çelişki vardır. Bu, hayatın, kendi içinde ölüm koşullarını ve ölümün de kendi içinde hayat koşullarını taşıması demektir. (Diyalektik Düşüncenin Tarihi)
- ... herhangi bir şey, kendini tanımlamak istediği zaman, kendi karşıtına muhtaçtır. (Diyalektik Düşüncenin Tarihi)
- Bu cuma günü ölen ve pazar günü dirilen Tanrıdır Bu göklere pilotlardan daha iyi çıkan İsadır (G.Apllinaire) (Gerçeküstücülük)