Felatun Bey ile Rakım Efendi - Ahmet Mithat Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Felatun Bey ile Rakım Efendi kimin eseri? Felatun Bey ile Rakım Efendi kitabının yazarı kimdir? Felatun Bey ile Rakım Efendi konusu ve anafikri nedir? Felatun Bey ile Rakım Efendi kitabı ne anlatıyor? Felatun Bey ile Rakım Efendi kitabının yazarı Ahmet Mithat kimdir? İşte Felatun Bey ile Rakım Efendi kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Ahmet Mithat
Yayın Evi: Dergah Yayınları
İSBN: 9789759954611
Sayfa Sayısı: 200
Felatun Bey ile Rakım Efendi Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Felatun Bey ile Rakım Efendi, Ahmet Mithat Efendi’nin yaşadığı toplumdaki modernleşme macerasını gözlemlemesinin bir ürünüdür. Yazar halkın yönelişlerini tespit etmekle yetinmemiş aynı zamanda Rakım Efendi karakteri üzerinden örnek bir modernleşme hikayesi ortaya koymuştur. Dönemin sosyo-kültürel şartlarına ayna tutan bu kitap, alafrangalık meselesi başta olmak üzere; mürebbiyelik, cariyelik, Doğu-Batı karşıtlığını ele alması bakımından Türk roman tarihine damgasını vurmuş, kendisinden sonra yazılan çeşitli romanlara etki etmiş önemli bir eserdir.
Felatun Bey ile Rakım Efendi Alıntıları - Sözleri
- Gözlerimin ışığının bu kadar parlak olmasının sebebi, senin yüzünün parlaklığının bana yansımasıdır..
- Ben seni ne kadar görsem, görmeye doyamam...
- Gözlerimin ışığının bu kadar parlak olmasının sebebi, senin yüzünün parlaklığının bana yansımasıdır.
- "Dünyanın hali acayiptir."
- "Şiir insanı yakmadıktan sonra ne işe yarar?"
- Sen bana dünya varından daha kıymetlisin. Onların milyonlarca altınları yine onların olsun, sen bana yetersin..
- "Her başlangıçta, her siftahta bir bereket olduğu işi bilenlerce inanılan bir şeydir."
- "Lisanının harfleri üzerine kafa yormamış, bir şarkının açılışında yanlışı meydana çıkmış olan adam genç olmuş, güzel olmuş ne fayda."
- "Fakat hani bazı adamlar vardır ki kendi bildikleri şeyleri nasıl öğrenmiş olduklarını bilmezler. Özellikle memleketimizde bilenlerin çoğu bildiklerini nasıl öğrenmiş olduklarını bilmezler."
- Ben bir insanın hürriyetinin bedeli olan parayı nasıl yiyebilirim.
- "Dünyanın hali acayiptir."
- "İşte ömründe yirmi lirayı görmemiş ve insan olmak için ne lazımsa elde etmek için çalışmaktan geri durmamış olduğu halde ilk defa bu parayı kazanmış olan kişi bizim Râkım Efendi'dir."
- "Her ne kadar eski zaman insanları, arkasından sövüp sayacağı bir insanın yüzüne karşı böyle nezaket göstermeyi mertlik davalarına uygun bulamazlarsa da alafranga olanlar, mertlik adeta ahmaklıktan ibarettir diye hükmederler."
- "Ah insan kısmı böyledir! Bilhassa genç kısmı böyledir. İnsan başkalarının yaşadığı tecrübelere güvenemez, güvenmek için ise hazır denenmiş olanları bizzat denemek ister ve halbuki bu tecrübeden, pişmanlıktan başka bir şey hâsıl olmaz."
- "Bir kere Türklerdeki şu misafirperverlik Avrupa'da bulunmaz."
Felatun Bey ile Rakım Efendi İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Söze şuradan başlayayım; kitap, okumakta zorlanmayacağınız bir anlatıma sahip. Sohbet havasında ve samimi, mizahi. Realizmi mizahla harmanlayıp anlatmış yazarımız. Fakat ben beklediğimden çok daha az sevdim bu kitabı maalesef ki. Öncelikle konusu alaturka ve alafranga kavramlarını ele alıyor ve hem Batıyı hem de Anadolu'yu eleştiriyor. Fakat bu eleştirinin çok da tarafsız olduğunu söyleyemem. Felâtun Bey batıya özenen bir kararkterken ona zıt olarak Rakım Efendi yani alaturkaya, gelenek-göreneğe bağlı olan biridir. Felâtun Bey; edepsiz, alafranga düşkünü, boş gezenin boş kalfası ve rahattır. Rakım efendi ise; terbiyeli, çalışkan, alaturkaya bağlıdır. Kısacası kitap yanlış batılılaşmaya bir örnek olarak yazılmıştır ki bu zaten isminden de anlaşılabilir. (Bey-Efendi farkı) Ahmet Mithat, ne kadar iki karakterin de sütten çıkmış ak kaşık olmadığını söyleyip tarafsız gibi görünse de, yine de Felâtun Bey'e daha bir karşı. Yani en azından bana göre öyle. Rakım Efendi ise Ahmet Mithat'a göre biraz kusurlu olsa da, her yönden iyi ve terbiyeli olarak anlatılmış. Fakat işte ben buna tam olarak karşıyım. Çünkü Rakım Efendi'nin bazı tavırları, düşünceleri o kadar yobaz ve yanlış ki -dönemini yansıtan bir eser olduğunun farkındayım fakat yine de bu çok sinir bozucu- zaman zaman Felâtun Bey bana daha yakın geliyor. Örnek vermem gerekirse; Râkım Efendi'nin daha Canan'ı ilk gördüğü andan itibaren beğenip sevmesi ama çekingenliğinden dolayı mıdır nedir ona kardeş gibi davranması fakat zaman geçtikçe hislerini saklamaya dayanamaması ve bunları yaparken de gizli bir Jozefino ile aşk yaşaması ve ondan bir türlü vazgeçememesi gayet iğrenç ve ahlaksızcaydı (bana göre). Ve Canan'a bir öyle bir böyle davranması da gayet kötüydü. Canan'a gelince; o esir olarak satın alındığı için bir mal gibi bahsediliyor. Kim sorsa, "Beyim, bilir. Ben onun esiriyim, odalığım," gibi şeyler söylüyor ve onun bu durumu bu kadar kabullenmesi beni sinir ediyor. En azından başlarda bir sinir, kendisini baksa iğrenç bir mahluktan satın alan kişiye bir tiksinti gösterebilirdi. Ben böyle beklemiştim fakat bunun tam aksine "kader"i neyse ona razı oldu. (Ki bu bana göre çok saçma) Ayrıca İngiliz kızları Joan ve Margrit de beni çok sinir etti. Bu iki kızın Canan'a karşı olan tavrı ve Canan'ın hiç de hoş olmayan hayatına karşı olan kıskançlıkları, hayranlıkları ya da imrenmeleri de diyebiliriz, okurken beni çok rahatsız etti. Eğer yazarın amacı buysa bunu başardığını, hatta gayet iyi bir derecede başardığını ve bu olayı, karakterleri gerçek kıldığını söyleyebilirim. Ve büyük kız olan Joan'ın saçma aşk macerası da gayet iğrençti. Biri için kendini bu denli harap edip, saçma bir depresyona sürüklenmesi oldukça acınası idi. Ki kendini soktuğu depresyon hele ki Rakım Efendi denen için olunca bu durum daha bir acınası oldu. Fakat tabi ki bunlar benim düşüncem. Kitabı sevmememin sebebi, bu tarzı -yani ülkelerin ya da kültürlerin çok taraflı bir biçimde karşılaştırılmasından bahsediyorum- sevmemem, benimsememdir. Ayrıca yazar Ahmet Mithat ile de düşüncelerimiz çok uyuşmuyor. (Fakat bu onun iyi bir yazar olduğu gerçeğini değiştirmez.) Son olarak kitabı okurken tam bir Ezop vibe'ı aldım. (Felâtun Bey ile Rakım Efendi'nin daha önce yayımlandığını biliyorum.) Ağustos böceği ile karınca kitabını bu kitaba biraz benzettim doğrusu fakat karakterler açısından. Kısacası kitap güzel, yazar güzel fakat ben çok beğenemedim. (Duygu Ergün)
Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın selefi olarak Ahmet Mithat Efendi’nin Pîr’liğini yaptığı bu gelenek, bilmem övgüye ihtiyaç duyar mıdır? Zira ehli için işaret, malumatın kendisidir. Öyleyse biz de, mübalağa etmekten edebiyata sığınarak; tarif ve tavsiyemize başlayalım. “İstedik ki tetkikimizin dili, eserin lisanını aksettirsin. Böylece kıraat ehli, eserin yapısına dair malumatı da edinsin.” ... Eser, tek bir hikayeye koskoca bir medeniyetin zihniyet hikayesini sığdırmayı başarmış. Zira yakın dönemin en büyük iki ismi Rakım ve Felatun efendiler, temsil ettikleri şuurun bedenlenmiş versiyonlarıdır. Biri alaturka anlayışın, diğeri ise alafranga anlayışın hüluludur. Dolayısıyla biri miras yedi, öbürü ise yetimdir. Öyle ya yetim olacak olan alafrangın vücudu Felatun Bey olacak değil ya, elbette alaturkanın bedeni Rakım efendi’dir. ... Ahmet Mithat Efendi, Alafrang mahallesinin piri Felatun Bey’e, Felatun ismini, Greklerin Kadim Şeyhi Platon’un doğu medeniyetindeki yorumu olan Eflatun’dan taksa gerektir. Zira Platon, Eflatun ismini alarak doğunun da sultanı olma ünvanını kazanmış, böylece bir çok şeyh ve özellikle felasife ehli icazetini kendisinin manevi varlığından almışlardır. Ahmet Mithat’ın alafrank zihniyetinin pirî Felatun Bey’e Eflatun ismini tam anlamıyla layık görmemesinin nedeni; eflatunluk iddiasında bulunup felatunluk yapması olsa gerektir. Zira bu zihniyet, marjinal olanı hakikat zannetmek marifetine matuftur. Oysa kadim zihniyet, marjinal olanı dönüştürerek özümseyecek kadar kimlik ve karakter sahibi idi. Hal sebepten Felatun Bey eserde geçmişini unutmuş, geleceğiyle barışmayı arzu eden bir karaktere can verir. Fakat barış sağlayacak taraflardan biri eksik olduğundan bunu bir türlü başaramaz. (Biliniz bakalım hangisi eksiktir?) Lafı çok uzattık. Lafın bir kısmında da Rakım Efendi’ye yer vermez isek vallahi pek lüzumsuz bir iş yapmış oluruz. Rakım Efendi, hayatı gibi karakterini de hayattan kazıyarak kazanmış, tekamülü ile cümle medeni mahlukatın kendisine nazar etmesine neden olmuş alaturka bir hayvan-ı natıktır. Dönemdaş alaturk zihinlerden farkı ise komplekslerin sırtını yere çalabilmiş olmasıdır. Öyle ya kendisi hikmet diyarında yağlı bir pehlivandır. Evet Rakım efendi, hem kadim olana hem de uygar olana vahdet şarabı içirebilmiş; rahmetli Eflatun Bey’in ideal adam olarak kavramlaştırdığı türün temsilcilerindendir. O, iyinin ve kötünün terazisini şaz zihniyetlerden yahut köhnemiş eski hikmetlerden seçmediği içün adam olabilmenin ehliyeti kendisine taktir olunmuştur. ... Aşk’ın kemale olan mahkumiyeti, aşkın bu eserde de Rakım Efendi’nin gönlünden sudur etmesine neden olmuş. Böylece Rakım Bey, ideal adam olmaklığın bütün gereklerini yerine getirmiş olmaktadır. Rakım Efendinin Rakım ismi, rakamla aynı asıldan üreyerek rakamlarla ifade edilen yükseklik anlamında husule gelmiş olsa gerektir. Zira aşk’ı ve olgunluğu böylesine yüksek bir perdeden okuyan bir alaturka beyfendisine ancak böyle bir isim yakıştırılabilirdi. Velhasıl Rakım efendi, mecnuni tarikattan olup aşkı ruha dönüktür. Felatun Bey ise furuda mektebinden diploma aldığı için aşkını şehvetine esir ederek bedene döndürmüştür. Doğal olarak her ikisinin hikayesi de üzerinde bulunduğu usûl üzerine devam etmiş ve vusülüne erişmiştir. Lafı burada bitirelim. Dahası haddi aşmak olur. ... Bizler gibi aciz yaratıklar için adeta mürşid-i kamil sayılacak bu eser, doğu ve batının düşmanlığından tutun dostluğuna kadar her türlü fark ve birlikteliğine nazar ettirebilecek olup nihayetinde kendisi edebiyatı fikre dost kılma maharetine de sahip olduğundan muazzam bir haz sebebi olacaktır. Öyleyse yönünüzü bu tarafa muhakkak dönünüz efenim. Bu muhabbeti gönlünüze esirgemeyiniz. Muhakkak kendisine diz kırınız. Muhabbet ile kalmanızı muhabbeten diliyoruz efenim... (Muhammet İkbal)
Kitabın gayet güzel ve edebi açıdan da harika bir kitap olması dışında kitap boyunca rakım efendi yi dürüst edepli terbiyeli biri olarak tanıtıp Canan ı odalık ettikten sonra son sayfada yozefino yu hamile bırakmasına şaşırdığımı bildirmek isterim (Tevfik Fetih Erkin)
Felatun Bey ile Rakım Efendi PDF indirme linki var mı?
Ahmet Mithat - Felatun Bey ile Rakım Efendi kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Felatun Bey ile Rakım Efendi PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Ahmet Mithat Kimdir?
Ahmet Mithat (d. 1844; Tophane, İstanbul - ö. 28 Aralık 1912, İstanbul), Türk yazar, gazeteci ve yayıncı. Tanzimat dönemi yazarlarındandır. Türk edebiyatının gerçek anlamda ilk popüler yazarıdır. 1878'de çıkarmaya başladığı ve yayın hayatını 1921'e kadar sürdürmüş olan Tercüman-ı Hakikat gazetesi Osmanlı basın tarihinin en uzun ömürlü ve etkili yayınlarından biri olmuştur.
Yaşamı
1844 yılında İstanbulun Tophane semtinde dünyaya geldi. Babası Bezci Süleyman Ağa, annesi bekar çamaşırı diken Nefise Hanım idi.[1] Annesinin ilk evliliğinden olma Hafız İbrahim adlı bir ağabeyi ve Halime, Şerife, İsmet ve Şerife adlı kardeşleri vardır.
6-7 yaşlarında iken babasını kaybetti ve ailesi büyük geçim zorluğuna düştü. Ailesi ile beraber ağabeyi Hafız Ağanın kaza müdürü olarak görev yaptığı Vidine gitti ve bir mahalle mektebinde öğrenim görmeye başladı. Ertesi yıl İstanbula dönerek öğrenimine Tophane Sıbyan Mektebinde devam etti. 1857-1861 yıllarında Mısır Çarşısında bir aktar dükkânında çırak olarak çalıştı.
1861de ağabeyinin yeniden Vidin Kasabasına atanmasıyla Vidine, Mithat Paşanın ağabeyini yanına aldırması üzerine Niş kasabasına gitti ve 1864 yılında üç yıllık Niş Rüştiyesini bitirdi.
Memuriyet Yaşamı
Mithat Paşanın Tuna Valisi olarak atanıp ağabeyini vilayet merkezi Rusçuka getirtmesinden sonra kendisi de Rusçukta bir devlet dairesine memur olarak atandı. Memuriyetini sürdürürken bir yandan da Arapça, Farsça ve Fransızcasını ilerlettiği için kendisini takdir eden Mithat Paşa ona kendi ismini verdi. Böylece asıl adı olan Ahmet'in yanına Mithat da eklenerek, bu şekilde anılmaya başladı.
Bu dönemde memuriyet görevlerine ilave olarak Teşkilat Kanunu gereği çıkartılan Tuna Gazetesinin yazıişlerinde yardımcılık yapmaktaydı.
1866da ağabeyinin yanında tercümanlık göreviyle gittiği Sofya'da ailesinin isteği üzerine evlendirildi. Kısa süre sonra Rusçuka dönerek çeşitli işlerde çalıştı. 1868de Tuna Gazetesinde yazar olarak göreve başladı, gazetenin başyazarı oldu. Bu dönemde tanıştığı Muhacirin Komisyonu (Göçmen Komisyonu) başkanlığını yapmakta olan Şakir Beyin evinde uzun süre konuk olan Ahmet Mithat, onun zengin kitaplığından yararlandı, Şakir Beyin Romanyalı bir müzisyen olan eşi sayesinde ilk defa Batı sanatı ile tanıştı.
Bağdat yılları
Şura-yı Devlet Reisi olan Mithat Paşa 1869 yılında Bağdat Valiliği'ne tayin olduğunda Şakir Paşayı da merkez mutasarrıfı olarak Bağdatta görevlendirmesi üzerine Ahmet Mithat, onunla birlikte Bağdata gitmek istedi. Bu isteğini kabul eden Mithat Paşa kendisini bir matbaa kurmakla görevlendirdi ve çıkartılacak olan Zevra adlı gazetenin başına geçirdi.
Bağdat yolculuğu sırasında ressam Osman Hamdi Bey ile tanışmıştı. Osman Hamdi ile dostluğu sayesinde Batı kültürünü tanımaya başladı. Bağdatta bulunduğu sırada Muhammed Zuhavi ve yarı derviş bir kişi olan Şirazlı Muhammed Bakır Can Muattar ile tanışıklığı onun kültürünü genişletti, öğrenme hırsını kamçıladı.
Bağdat'ta hem gazete yönetmenliği yaparken hem de sanat okulu öğrencileri için fen bilgileri kitabı hazırladı. Kitabı Maarif Nezaretinin yarışmasında ödül kazanıp ders kitabı olarak okutuldu. Devrin Maarif Nazırı Saffet Paşa ile yazışmaları onda İstanbula dönme isteği doğurdu.
Yayıncılık ve yazarlık
Basra mutasarrıfı (valisi) olan ağabeyi Hafız İbrahimin ölümü üzerine 1871 yılında görevinden istifa eden Ahmet Mithat, İstanbul'a dönüp ailesinin geçim yükünü üstlendi. Ceride-i Askeriye ve Basiret Gazetelerinde çalıştı gibi matbaahanesini de kurup eserlerini bastı. İlk önce kendi evinin altında kurduğu matbaayı kısa süre sonra Eminönünde kiraladığı bir odaya taşıdı.[1] Edebiyatımızın ilk hikâye koleksiyonu olan Letaif-i Rivayat adlı eseri kaleme aldı. Letâif-i Rivayat, Kıssadan Hisse ve Hace-i Evvel isimli eserlerini kaleme aldı, bu eserlerin satışıyla geçimini temine çalıştı İlk sayıda kapatılan Devir ve 13. Sayıda kapatılan Bedir Gazetelerinin ardından Dağarcık adlı dergiyi çıkardı.
Bu dönemde Genç Osmanlılar ile ilişki kuran Ahmet Mithat, Ebüzziya Tevfik aracılığıyla Namık Kemal ile tanıştı. Kendi bastığı eserlerinin yanı sıra gazetelerde de yazıları yayımlandı. Namık Kemal'in yayınlamaya başladığı "İbret" gazetesinin sürekli yazarları arasına girdi. 1873 yılında kendine ait Dağarcık mecmuasında yazdığı yazılar ve Yeni Osmanlılar'la yakınlığı nedeni ile tepki çekti. Özellikle mecmuanın 4. Sayısında yayınladığı Duvardan Bir Seda adlı makalesi nedeniyle dinsizlikle suçlandı. Namık Kemalin Vatan Yahut Silistre oyununun yarattığı hava içinde Gedikpaşa Tiyatrosunda iken 6 Nisan 1873te Ebüzziya Tevfik ile birlikte Rodos'a sürüldü.
Rodos sürgünü
38 ay süren sürgün sırasında çok sayıda eser yayınladı, Rodoslu çocuklara ders verdi, Medreseyi Süleymaniye adlı bir ilkokul açtı. En üretken dönemlerinden birini yaşayan yazar, Hasan Mellah, Hüseyin Fellah ve Dünyaya Yeniden Geliş ya da İstanbulda Neler Olmuş gibi önemli eserlerini burada yazdı. İstanbulda çıkan Kırkambar dergisine yazılar gönderdi. Abdülaziz'in vefat etmesi ve V. Murat ın başa geçmesiyle çıkan genel af sonucu İstanbul'a geri dönmesine izin verildi.
Sürgün sonrası
İstanbula döndükten sonra gazetecilik, yayıncılık ve romancılığa ağırlık verdi. İstanbula dönüşünden 15 gün sonra İttihad adlı gazeteyi çıkardı. Vakit gazetesinde yazar (1877), Takvim-i Vakayi'de müdür oldu (1878). Bu dönemde yazdığı ve sürgüne kadarki hayatı ile sürgün yıllarını anlattığı Menfa adlı eserinde Yeni Osmanlılar'ı eleştirdi; Üss-i İnkılab adlı eserinde de II.Abdülhamid'in siyasetini överek yeni sultanın gözüne girdi.
Tercüman-ı Hakikat Gazetesi
27 Haziran 1878'de Osmanlı sarayının desteği ile Tercüman-ı Hakikat gazetesini yayımlamaya başladı; gazete, Osmanlı basın tarihinin en uzun ömürlü ve etkili yayınlarından birisi oldu. Başlangıçta gazetenin tüm yazılarını kendisi yazıyordu. Zamanla gazetenin yazarları arasına giren Ahmet Cevdet, Hüseyin Rahmi, Ahmet Rasim gibi isimler, bu gazetenin sütunlarında meşhur oldular. 1879da Matbaayı Amireye müdür olarak tayin edildi.
Şair Fitnat Hanım ile aşkı
Rodos sürgününden döndükten sonra Kabataşta yeni bir eve taşınan Ahmet Mithat Efendi, burada şair Fıtnat Hanım ile komşu olmuştu. Annesi Nefise Hanımın kardeşinin kızı olan Fıtnat Hanım ile aralarında doğan aşk, mektuplarla sürdürüldü. Mektuplaşmaları 1944 yılında kitaplaştı.
Beykoza Yerleşmesi
1880 yılında Beykoz bir çiftlik satın aldı. Ona ait araziden kaynayan suya Sırmakeş adını verdi ve şişeleyerek içme suyu satışı başlattı. Beykoz kıyısında bir yalı satın alarak sanat ve edebiyat çevrelerinden pek çok kişiyi bu yalıda ağırladı.
1884te büyük kızı Medihayı Muallim Naci ile evlendirdi. Damadı Muallim Naci, 1883te Tercüman-ı Hakikatin edebiyat sayfasının yönetimini üstlendi. Ne var ki Ahmet Mithad eski edebiyat alışkanlıklarını savunan damadı ile görüş ayrılığına düştüğü için 2 yıl sonra onu gazeteden kovdu.
1888de Gümüş İmtiyaz Madalyası, 1889da Bâlâ Rütbesi ve ikinci dereceden Mecidî aldı. 1888de Türkiye temsilcisi olarak Stockholmdaki VIII. Müsteşrikler Kongresi (Doğu Bilimleri Kongresi)ne katıldı. Dönünce gözlemlerinden yola çıkarak Avrupada Bir Cevelan kitabını yayımladı.
1908e kadar Tercüman-ı Hakikatte roman, hikaye ve makaleler yazmayı sürdürdü.
Emekliliği
Yazar, II. Meşrutiyet döneminde yaş haddi nedeniyle emekliye ayrıldı. Yazıları eskisi gibi rağbet görmediği için yazı hayatından da çekildi[1]; Bakanlar Kurulunun özel kararıyla Darülfünunda genel tarih, felsefe tarihi; Darülmuallimatta tarih ve eğitimbilim dersleri; Medreset-ül-Vaizinde dinler tarihi dersleri verdi; ayrıca Darüşşafakada gönüllü olarak öğretmenlik yaptı. 28 Aralık 1912 tarihinde Darüşşafakada nöbetçi olduğu bir sırada kalp durmasından hayatını kaybetti. Fatih Camii Mezarlığına defnedildi.
Eserleri hakkında
Ölümüne dek ikiyüzden fazla eser yayımlayan Ahmet Mithat, Türk edebiyatının gerçek anlamda ilk popüler yazarıdır. En büyük arzusu kitap okuyan bir toplum yaratmak idi. Çoğunluğa hitap etmek, dertlerine tercüman olmak kaygısıyla çok sayıda eser verdi kırk beygir gücünde yazı makinesi olarak tanındı.
Eserlerinde Avrupa'nın bilim, sanayi ve çalışkanlığını överken Osmanlı toplumunun ahlaki değerlerinin korunması gerektiğini vurguladı. Genç yazarlara destek verdi, dilde sadeleşmeyi savundu, devlete ve dine itaatsizliği, tembelliği, müsrifliği, özentiliği eleştirdi. Ürünlerini daha çok öykü ve roman türünde vermiştir. Romancılığı ve öykücülüğü, halk öykücülüğünden Batı tarzı öykü ve romancılığına geçiş olarak kabul edilebilir. Ayrıca tiyatro alanında da çalışmalar yapmış, Açıkbaş, Ahz-i Sar, Ziba adlı kitaplarıyla dram ve operet türlerinde ürünler vermiştir.
Fransızcadan yaptığı roman çevirileri, Batı yazınının ilk çeviri örneklerini oluşturur. Romanları, Namık Kemal, Şemseddin Sami ve Samipaşazade Sezai ile birlikte onu ilk Türk romancılar kuşağının bir üyesi yaptı.
Gazeteciliğin dışında tarih, coğrafya ve felsefeye ilgi duymuş; çoğunlukla Batı kaynaklarından yararlanarak kaleme aldığı bu eserleri hem kitap oylumunda, hem de fasikül olarak çıkarmıştır.
Ahmet Mithat Kitapları - Eserleri
- Felatun Bey ile Rakım Efendi
- Dolaptan Temaşa
- Çingene
- Şeytankaya Tılsımı
- Henüz 17 Yaşında
- Dürdane Hanım
- Esrâr-ı Cinâyât
- Müşahedat
- Çengi
- Jöntürk
- Ölüm Allah’ın Emri
- Hüseyin Fellah
- Felsefe-i Zenan
- Hasan Mellah
- Letaif-i Rivayat
- Kıssadan Hisse
- Beşir Fuad
- Musullu Süleyman
- Bahtiyarlık
- Fatma Aliye
- Acaib-i Alem
- Ben Neyim?
- Cellat
- Yeniçeriler
- Esaret
- Paris'te Bir Türk
- Avrupa'da Bir Cevelan
- Schopenhauer'in Hikmet-i Cedidesi
- Demir Bey
- Beliyat-ı Mudhike
- Ahbar-ı Asara Tamim-i Enzar
- Diplomalı Kız
- Cinli Han - Taaffüf - Gönüllü
- Durub-ı Emsal-i Osmaniye: Şinasi Hikemiyatının Ahkamı
- Karnaval
- Daniş Çelebi ve Çengi Sümbül
- Peder Olmak Sanatı
- Kafkas
- Ana Babanın Evlat Üzerindeki Hukuk ve Vezaifi
- Altın Aşıkları
- Beliyat-ı Mudhike ve Karı Koca Masalı
- Menfa
- Aleksandr Stradella
- Karnaval - Vah
- Berlin'de Üç Gün
- Üss-i İnkılap
- Hikmet-i Peder
- Avrupa Adab-ı Muaşereti Yahut Alafranga
- Vah
- Sevda'yı Sa'y ü Amel
- Denizci Hasan
- Arnavutlar Solyotlar
- Rikalda yahut Amerika’da Vahşet Alemi
- Amiral Byng
- Sait Beyefendi Hazretlerine Cevap
- Evlilik
- Karı Koca Masalı
- Musahabat-ı Leyliye
- Kadınların Felsefesi - Felsefe-i Zenan
- Cinli Han
- Sayyadane Bir Cevelan
- Yeryüzünde Bir Melek
- Zeyl-i Hasan Mellah Yahut Sır İçinde Esrar
- Edebiyat Yazıları 1
- Çerkes Özdenleri
- Paris’te Otuz Bin Budist
- Arnavutlar Solyotlar / Demir Bey Yahut İnkişaf -ı Esrar / Fenni Bir Roman Yahut Amerika Doktorları
- Çocuk Melekat-ı Uzviye ve Ruhiyesi
- Fatma Aliye Hanım
- Süleyman Muslî
- Karı Koca Masalı ve Ahmet Mithat Bibliyografyası
- Alayın Kraliçesi - Alayın Kraliçesi’ne Zeyl
- Üss-i İnkilap 2 / II.Abdülhamid Han'ın Cülüsundan Birinci Seneye Kadar
- Ahmet Midhat Efendi Bütün Eserleri
- Kamere Âşık
- Ahmet Metin ve Şirzat
- Gönüllü
- Muhaberat ve Muhaverat
- Çalışma Sevdası
- Hace-i Evvel
- Felsefe Metinleri
- Obur ve Kambur
- Haydut Montari
- Müdafaa - 1.Cilt
- İstibşar
- İlhamlar ve Ayartmalar
- Edebiyat Yazıları 2
- Zübdetü'l-Hakayık 93 Harbi'nin Arka Planı
- İktisat Metinleri
- Fazıl ve Feylesof Kızım
- Her Peygamber’in Müjdesi Son Peygamber
Ahmet Mithat Alıntıları - Sözleri
- "Tevekkeli her akşam yarım litre rakı içmeksiniz gözlerime uyku girmiyor. Benim rüyalarımı teşkil edecek vukuat neden ibaret olur? Bir kızın aşkıyla suzan olarak kalbimde eser-i aşk yok ki rüyamda muaşakalarla mütelezziz olayım. Tüccar değilim ki rüyamda kendimi zengin mağazalar içinde bulayım. Her kimin işi neyse rüyası o olur. Kah rüyamda o gayretli çilingirle uğraşırım kah katil İtalyan'la boğaz boğaza gelirim. Yarım litre rakı tesiriyle dahi uyuyamayarak uykudan uyandığım ve sabaha kadar uyanık bulunduğum geceler pek çoktur. " (Cellat)
- Gerçi şu “konak yavrusu” tabiri bugünkü günde âdeta unutulmuş bir tabir hükmüne girdi. “Konak” kalmadı ki yavrusu olsun. (Jöntürk)
- Fakat dert ne kadar müthiş olursa devası da o kadar güç olur. (Ahmet Metin ve Şirzat)
- Zira ben Kağıthane'yi tam manasıyla anlatmaya mecbur olursam bir cilt yazarım. (Çingene)
- Herkes bir ümide hizmet eder. (Dolaptan Temaşa)
- Söylediğiniz sözleri öyle sert söylüyorsunuz ki kurşun gibi ciğerime işliyor. (Çengi)
- Parlak bir elmasın üzerine ne kadar toz konsa yine elmastır. (Cellat)
- Bize derlerdi vakt-i mazide Senden ednaya bak da şükreyle Şimdi aks-i kaziyedir alem Senden âlâya bak da şükreyle (Kıssadan Hisse)
- Bizi birbirimize birleştirse birleştirse ölüm birleştirecekti.. (Ölüm Allah’ın Emri)
- Birçok ahvale göre insan adeta çocukluktan çıkamaz. Büyür, ihtiyar da olur, fakat tab'ında hala çocukluk baki kalır. (Diplomalı Kız)
- Bir de zarif Çerkez süvarisine dikkat ediniz.Hayvanı eşkin yürüttüğü zaman üzerinde o kadar doğru durur ki insan yaya yürüdüğü zaman bile bu kadar doğru durarak bu derece latif bir hırama muktedir olamaz. (Kafkas)
- “(D)ünyada saadet denilen şey bir nevi hülyadan ibarettir. Hatta dünya dediğin şey bile bir rüyadır.” (Felsefe-i Zenan)
- İnsan, sevdiği bir kızın aşkından bütün bütün vazgeçebilir mi? (Denizci Hasan)
- "Kimseye bir ziyanı olmayan meraka hürmet etmeye herkes terbiyeten mecburdur." (Ana Babanın Evlat Üzerindeki Hukuk ve Vezaifi)
- Aşk denilen şey hissiyat-ı fikriye ve kalbiyenin bir nokta üzerinde ya'ni ma'şuk hakkında içtima' etmesinden ibaret olmakla beraber evvel be-evvel (her şeyden önce) hissiyat-ı mezkureyi o nokta üzerine celb ve da'vet eyleyecek bir vasıta ve vesileye ihtiyac-ı zaruri vardır. (Sevda'yı Sa'y ü Amel)
- İnsanoğlu gerçek mutluluğu tatmak için yaratılmamıştır.Biri geçtikçe diğeri gelen üzüntüler içinde ezilmek için yaratılmıştır. (Hüseyin Fellah)
- ... âdem evladının istidad-ı mahsusu medeniyetten ziyade bedeviyettedir. (Rikalda yahut Amerika’da Vahşet Alemi)
- "Düşündüm taşındım, sana hediye olarak yine senden başkasını bulamadım." (Fatma Aliye Hanım)
- Alemin çarkının ekseni evliliktir ve evlenmenin alemde en büyük bir saadet olduğunu inkar edemem. (Evlilik)
- "Çocuklarımız ciğerparelerimizdir." (Ana Babanın Evlat Üzerindeki Hukuk ve Vezaifi)