Fatih Sultan Mehemmed Han - Halil İnalcık Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Fatih Sultan Mehemmed Han kimin eseri? Fatih Sultan Mehemmed Han kitabının yazarı kimdir? Fatih Sultan Mehemmed Han konusu ve anafikri nedir? Fatih Sultan Mehemmed Han kitabı ne anlatıyor? Fatih Sultan Mehemmed Han PDF indirme linki var mı? Fatih Sultan Mehemmed Han kitabının yazarı Halil İnalcık kimdir? İşte Fatih Sultan Mehemmed Han kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Halil İnalcık
Editör: Tayfun Ulaş
Yayın Evi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
İSBN: 9786257999120
Sayfa Sayısı: 848
Fatih Sultan Mehemmed Han Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Fatih Sultan Mehmed üzerine yaptığı çalışmalarını 1950’lerde yayımlamaya başlayan Halil İnalcık’ın yaklaşık altmış yıllık birikiminin yer aldığı bu kitap, Fatih ve devri hakkında monografik bir eser. Fatih Sultan Mehemmed Han, İnalcık’ın daha önce muhtelif dillerde yayımlanmış makalelerinin yanı sıra yeni yazılarını da içeriyor.
Kitabın birinci bölümünde, Osmanlı ve Bizans (1302-1453) ilişkileri ve İstanbul’un fethi ele alınırken, fetih sonrası idare ve kurumlara dair yeni düzenlemeler, dönemin arşiv belgeleri ve kanunnameler ışığında inceleniyor. Ayrıca Fatih dönemi mâliye idaresi ve imparatorlukta rayiç olan meskukat üzerinde durulurken, birinci elden kaynaklar detaylı bir şekilde tahlil ediliyor. İkinci bölümde ise, İnalcık’ın ilk defa bu eserde yayımlanacak olan yazıları da yer alıyor. Halil İnalcık’ın “Fatih Sultan Mehmed” hakkında kaleme aldığı bu kapsamlı çalışma, zengin bibliyografyasıyla da araştırmacılar için eşsiz bir kaynak niteliğindedir.
Fatih Sultan Mehemmed Han Alıntıları - Sözleri
- Ne akdı Rûm’a bir ulu derya senin gibi
- Fatih'in kazandığı yeni durum, Osmanlı padişahlarının bundan sonraki gerçek mutlak padişah tipini yaratmıştır. Ondan sonradır ki, padişahlar veziriazamlarını kolaylıkla yerinden atıp başını cellada teslim edebilen sonsuz yetkili hükümdarlar haline gelmişlerdir.
- Gerçekten birçok imparator adayları sırf İstanbul'u ele geçiremedikleri için imparatorluklarını tanıtamamışlardır.
- İstanbul'un fethi haberi bütün Avrupa'da korku ve heyecan uyandırdı.
- Hristiyan Batı'da İslam, Türk adıyla birleştiriliyor, Türkler Hristiyan milletleri yok etmeye gelen gökten inen bir felaket Tanrı'nın Hristiyanları cezalandırmak için gönderdiği Deccal gibi betimleniyordu.
- Fâtih, mükemmel beş lisan konuşabilir ve anlar. Bunlar Türkçe, Farsça, Arapça, Rumca ve Latincedir. Kendi dîvân şiirlerinde Farsçayı tercih eder.
- Her şeyden önce işaret etmeliyiz ki, Türk devletinde bir memleketin siyasî geleneğinin miras alınarak devam ettirilmesi, ortadan kaldırılan hanedanların geleneksel hak ve yetkilerinin benimsenmesi bir esas olarak görünmektedir. Fethedilen memleketlerin halkı gözünde egemenliği yasallaştırmak için de akla uygun bir politikaydı. Roma’nın imparator anlayışı, Büyük Konstantin'in, Tanrı'nın hizmetçisi rolünü benimsemesiyle tamamlanmış ve Bizans'ta imparator, devletin tek sahibi, iradesi kanun olan, dünya hâkimi, insanüstü, kutsal hükümdar kimliğine ulaşmıştır. Basileuslar Batı'da kendilerinden başka bir hükümdarı asla tanımadılar. Diğer taraftan İstanbul, Roma İmparatorluğu'nun uzun yüzyıllar boyu tek merkezi sayılıyordu. Özellikle Doğu Avrupa milletleri Konstantin'in şehrine bu gözle bakmaktaydılar. İstanbul, imparatorluğun simgesiydi. Bizanslı yazar Cecaumenus'un Stategikon adlı eserinde bu prensip şöyle ifade edilmiştir: “Başkent olan İstanbul'un sahibi olmak, imparatorluğa sahip olmanın şartıdır.” Gerçekten birçok imparator adayları sırf İstanbul'u ele geçiremedikleri için imparatorluklarını tanıtamamışlardır . Diğer taraftan İstanbul, Patrikliğin, Ortodoks Hıristiyan dünyasının merkezi sıfatıyla da özellikle Balkanlar'ın Ortodoks halkı gözünde bir dinîmerkez olarak tanınmıştır. İstanbul'un alınmasının ardından Fatih, kendisini Roma imparatorlarının mirasçısı saymış mıdır? Bazılarının, özelde Iorga’nın savunduğu gibi, Fâtih kendisini sadece Doğu Roma tahtında eski Bizans imparatorlarının bir halefi olarak mı görmüştür? Osmanlı sultanının her şeyden önce bir gázi sultanı olduğu, bütün fetihlerini ve devletini bu esas üzerine dayandırdığı gerçeğini tamamen bir tarafa bırakmış görünen bu iddiayı olduğu gibi kabul etmek mümkün değildir. Fakat yukarıda işaret ettiğimiz gibi, Fâtih'in eski Roma geleneğini benimsemiş görünmesinin esas fetih ve egemenlik amaçları için ne kadar faydalı, hatta zorunlu olduğunu anlamış olması da gözden uzak tutulmamalıdır. Dünya egemenliği için Fâtih’in, Roma’nın dünya üzerinde tek meşru otorite hakkında Hıristiyan âleminde henüz gücünü kaybetmemiş olan fikirden en yüksek derecede faydalanmak isteyeceği doğaldır. Herhalde biz onun Roma geleneğine gereği kadar hâkim olduğunu biliyoruz. Onu ziyaret etmiş olan çağdaş İtalyan Jacopo Languschi ve Fâtih'in Rum tarihçisi Kritovoulos, onun Roma tarihlerini kendisine okutarak merakla takip ettiğini, Roma tarihine ve imparatorlara büyük bir ilgi gösterdiğini kaydetmişlerdir. 1466'da Rum bilgini Georgios Trapezuntios ona “Romalılar ve dünyanın imparatoru” unvanını veriyor ve ekliyordu: “Kimse şüphe etmez ki, sen Romalılar imparatorusun. İmparatorluk merkezini hukuken elinde tutan kimse imparatordur, Roma İmparatorluğu'nun merkezi de İstanbul'dur.” Çağdaş Batılı yazarlar ve sanatçılar da ona aynı görüşle bakmışlar, o şekilde hitap etmişlerdir. Fâtih'in, kendisinin hoşuna gitmek isteyen bu kimselerdeki bu görüşü onayladığı sonucunu çıkarmak yanlış olmaz. 1481'de kendisi için basılmış olan madalyada şu unvanları görürüz: “Sultani Mohammeth Othomani uguli Bizantii imperatoris Sultanus Mohamet Othomanus Turcorum imperator.” ...
- Kendiliğinden teslim olan şehirlere Osmanlılar bir ahdname vererek halkın can ve mal güvenliği ve dinlerini serbestçe icra etmeleri hususunda Tanrı önünde yeminle garanti verir ve bu söze dinî bir sadakat gösterirlerdi. Selanik bu biçimde ahdname ile teslim alındı.
- Fatih'in yorulmak bilmez bir enerjiyle gerçekleştirmeye çalıştığı eseri anlamlandırabilmek için ondan önce Osmanlı Devleti'nin durumunu kısaca hatırlatmak gerekmektedir. Fatih'ten Önce Yıldırım Bâyezid, gerçek bir imparatorluk kurmayı denemişti. 0, 14 yüzyıl sonlarına doğru Tuna'dan Fırat Nehri'ne kadar Anadolu Rumeli'nde hemen hemen bütün küçük devletlerin varlıklarma son vererek bu geniş alanda tek bir egemenlik kurmayı başarmıştı. Avrupa devletlerinin ortak Haçlı ordusunu yenmiş, Orta Asya'da ve İran'da kurulmuş olan Büyük Timur İmparatorluğu ile Doğu Anadolu üzerinde rekabet haline gelmiş, bunun sonucunda Memlüklu saltanatı ve Altın Orda devleti kendisiyle aynı tarafa geçmişti. Bu şekilde dünya siyâsetinde başlıca güçlerden biri haline gelen Bavezid'in devleti, İstanbuľu, Bizans İmparatorluğu'nun merkezini de ele geçirmek için son çabalarını harcamaktaydı. Fakat Ankara'da 1402'de uğradığı yenilgi sonucunda onun kurduğu imparatorluk parçalanmıştır. II. Mehmed, tahta çıkıncaya kadar Osmanlı Devleti daha çok pasif bir siyâset izlemek zorunluluğu duymuş, küçük devletlerin Batı dünyasıyla birleşmesi olasılığına karşı fetih siyâsetinde sürekli ölçülü davranmıştır. II. Murad'ın 1443 İzladi, 1444 Varna, 1448 Kosova savaşları kuzeyden gelen işgal ordularını durdurmak için yapılmış savunma savaşlarıydı. 1432’de Osmanlı başkentini ziyaret etmiş olan B. de la Broquière, II. Murad'ın barışseverliğinden biraz hayretle bahsetmektedir. Bu ölçülü politikanın başlıca etkenleri şunlardır: 1) Boğazlar’a İtalyan deniz devletleri egemendir. Onlar Anadolu ve Rumeli arasındaki ulaşımı her an kesebilecek güçtedirler. 1416'da Venedik'in Osmanlı donanmasını Gelibolu'da yakmış olduğu unutulmamıştır, 1444'te Batılılar bu deniz yolunu kesmeye girişeceklerdir. 2) Bâyezid'in trajik ölümünden sonra mücadele yalnız onun oğulları arasında değil, torunlari arasında da devam etmiştir. İstanbul'da Bizans imparatorunun elinde taht iddiasında olanlar, Düzme Mustafa, ondan sonra Orhan taht için sürekli bir tehdit oluşturmuşlardır. İşte bu şartlar altındadır ki Osmanlı siyâsetini yöneten Çandarlı Halil Paşa, bir fetih politikasından dikkatle kaçınmaktaydı, özellikle Batı dünyasının bir Haçlı ordusu halinde birleşerek saldırması en büyük endişeyi oluşturmaktaydı.
- Osman Alp (Gâzî) tekfurlara karşı tarihten (1284) ve Bizans sınırında önemli Bilecik şehrini aldıktan sonra Bizans'ın İznik bölgesine yakın Melangeia'da bir uc akın merkezi olan Yenişehir'i kurmuş; buradan doğrudan doğruya İznik'e karşi akınlara başlamıştı. 1299-1301 tarihleri arasında İznik'e karşı bu akınlar Konstantinopolis'te büyük bir kaygıyla takip ediliyordu. Osmanlı tehdidi karşısında İznik'ten İlhanlı Mogol hânından yardım için temasa geçildiğini biliyoruz. Bu dönemde Bizans, Batı Anadolu'da 1300'lerde başlayan genel Türkmen baskısı karşısında Mogol yardımının en etkili bir baskı sağlayacağına inanıyor ve Bizanslı prensesler Mogol hanlarına eş olarak . Mogol Valisi Demirtaş Noyan’ın isyanı (1322) bir llhanlı ordusunun batı uc'larında Bizans'a karşı saldırılarını önlemeve imkan bırakmadı. Osman Gâzî'nin İznik kuşatması gibi cüretli bir saldırısı karşısında Bizans imparatorunun ordu göndererek kuşatmayı kaldırma girişimi Bapheus (Koyunhisar) zaferi ile Osmanlı lehine önemli bir gelişme sağlamıştır."
- Fâtih'in çağdaşları Sagundino, Bosna Kralı ve Papa, onun Doğu Roma'yı fethettikten sonra Batı Roma'yı da ele geçirme arzusununda olduğunu tekrar ederler. İstanbul'un alınmasını izleyen yıl J. Languschi Fâtih'in ağzından şu sözleri aktarmaktadır: "Dünyada bir tek iman ve bir tek saltanat olmalıdır." Bu son sözde Fâtih'in asıl amacı ifadesini bulmuştur.
- Haçlılardan İzmir'i alan Timur'un şimdi İstanbul üzerine yürümesinden korkuluyordu.
- Küçük Mustata idam edilince (20 Şubat 1423) II. Murad kumandası altındaki Osmanlı ordusu hemen Anadolu beyleri üzerine yürüdü. İsfendiyar yenildi ve Osmanlı padişahının tabiliğini kabul etti. Karaman Beyi ise Antalya kuşatmasında bir top gullesiyle hayanını kaybetti. ...
- Özetle denilebilir ki, Fâtih yerel feodal egemenlikler yerine, her yerde merkezî bir imparatorluğun kişilerden bağımsız ve birleştirici yönetimini getirmekteydi.
- ..işlemeyen derviş zaviyelerinin vakıflarını kaldırarak onların toprağını devlet malı haline getirdi. Bu önlemi, dervişler ve din adamları arasında kendisine karşı son derecede sert ve geniş propagandaya neden olmuştur. Ölümünde Cem Sultan yerine devlet adamları ve asker, II. Bayezid’i tahta oturtmuşlardı ve Sultan Bayezid, devletçe müsadere edilen zaviyelerin pek çoğunu geri vermiş ve kendisi bir veli, şeriatı ihya eden sultan olarak selamlanmıştır.
Fatih Sultan Mehemmed Han İncelemesi - Şahsi Yorumlar
O, İki Karanın Sultanı, İki Denizin Hakanı, Kayser-i Rum: İncelemeye başlamadan önce geçen günlerde bir zavallı çıkmış Türkiye'nin gurur kaynağı, hocaların hocası, Prof. Dr. Halil İnalcık'a dil uzatıyor. Amacı açık; Osmanlı Devleti'ni tarihî gerçeklerine aykırı yüceltmek, Türkiye Cumhuriyeti ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e saldırarak mevki kapmak. -Ne bereketli topraklarımız varmış, bu kadar hain ne ara yetişti?- Elbette hiç kimse dokunulmaz değildir. Bilgi ve donanımın yetiyorsa bilimsel bir eleştiri yaz, delillerini sun! Bakalım o zaman kim haklı çıkacak görelim, ama amaç farklı. Yazıklar olsun! Halil İnalcık hoca Türkiye Cumhuriyeti'nin yetiştirmiş olduğu gerçek bir Osmanlı Tarihçisi akademisyendir. Bu böyle biline! Kitaba geçersek kitap, beni içerik olarak pek tatmin etmedi, çünkü hocaların hocası tam teşekküllü bir biyografi hazırlamak yerine Fatih Sultan Mehmet'in saltanat süresince başından geçen önemli olaylara yer vermiş. Bunlara ek olarak Osmanlı Devleti'nin kuruluş aşamasını ve Osman Devleti'nin bürokratik yapısını anlatıyor. Tabi bunları anlatırken Halil Hoca yine boş durmamış, bol bol dönem kaynağına kitapta yer vermiş. Zaten aslında bu kitap Halil İnalcık'ın çeşitli makalelerin bir araya gelmesinden oluşuyor. Bu arada "kitabı Halil hoca yazmış, bu okunur kesin" mantığıyla hareket ederek incelemeden almıştım. Belki kitap bu yüzden beklentimin altında kalmışta olabilir. Ama tabi bu sebeple kitap okunmaz demiyorum. Eğer Fatih ile ilgili daha önce bir okumada yapmadıysanız bu kitaptan mutlaka onunla ilgili yeni şeyler öğreneceksinizdir. Öncelikle Fatih'in, II. Murad ve Çandarlı Halil ile olan ilişkisine değinmek istiyorum. II. Murad, büyük oğlu öldükten sonra zevk ve safaya düştü. Ayyaşlık derecesinde içtiği, şarap ve saz meclislerinden pek hoşlandığı bütün kaynakların ağız birliği ettikleri bir gerçektir. II. Murad'ın tahttan çekilmesi, memlekette bir ikilik ve neticede derin bir otorite bunalımı yaratmıştır. Kendisinin hayatta olması sebebiyle uzakta olsa bile nüfuzu etkili oluyor, oğlunun gerçekten saltanat sürmesine imkan bırakmıyor ve başlıca Çandarlı buna aracılık ediyordu. Şu bir gerçek ki, Fatih ile Çandarlı arasında rekabet vardı. bu rekabet Fatih'in tahtta ilk çıktığı andan itibaren kendisini gösteriyor. Yunan kaynaklarının hepsi Çandarlıyı Bizans'a karşı dost göstermektedir. Rüşvet rivayetlerinin, onun bu siyasetine karşı koyanlara böyle bir siyasetin gerçek sebeplerini tamamıyla anlamayan halk ve gaziler çevresi tarafından yayılmış ve oradan Bizans kaynaklarına aksetmiş olduğunu söylüyor İnalcık. Çok zengin olan Çandarlı'nın, Bizans'taki mali menfaatleri bu barışçı siyasetin başka bir nedeni olabilir. Ben Çandarlı'nın hain olduğunu düşünmüyorum, çünkü adam zaten zengin, yani Bizans'ın vereceği rüşvet ile padişaha karşı döneceğini sanmıyorum. Aralarındaki asıl sorun iktidardaki güç rekabetiydi. Aynı zamanda aralarının açık olmasında Çandarlı, bir Haçlı Birliğinden çekindiği için barışçıl bir politika takip ederken, Fatih'in gaza geleneğine uygun hareket etmesi ve onun etrafında Mehmed'i bu fikirlerle dolduranların olması da önemli bir etken. Kritovoulos Tarihinde: "Sultan Mehmed hazretlerine çoğu işte muhalefette bulunuyordu". Böylece, İstanbul kuşatması fikrine karşı Çardarlı'nın karşı çıkması, rakipleri tarafından Sultan Mehmed'e saltanatını baltalama şeklinde yansıtılmış ve genç Mehmed'in zihninde İstanbul fethi, her şeyin bağlı bulunduğu bir büyük fikir olarak yerleşmiştir. Babasının ölümünden on beş gün sonra II. Mehmed, bütün Osmanlı ülkelerinin pâdişahı sıfatıyla Edirne'de ikinci defa tahta çıktı (18 Şubat 145 1-H. 16 Muharrem 855). Yeni pâdişahın ilk işi, bir müddeiyi bertaraf etmek düşüncesiyle henüz bir meme çocuğu olan İsfendiyaroğlu'nun kızından kardeşi Küçük Ahmed'i ortadan kaldırmak oldu. Fatih'in bu uygulamaya koyduğu kardeş öldürme kanunu giderek saltanat kurumunu kardeş mezbahası haline getirmiştir. Hâlâ zamanımızda bile, bazı ilim mensuplarının bu faciaları haklı göstermek için ileri sürdükleri sebepler insanı, insanlık namına, ilim adına utandıracak kadar çirkindir. Güya bu kanunun konulma sebebi, şehzade isyanlarının önüne geçmek, memleket ve milleti zarardan korumak imiş! Yani nerede ise, kardeş katilliği vatan ve milletseverlik icabı sayılacak! Burada Fatih'in yaptığı kendi saltanatını, iktidarını korumak ve hanedanını devam ettirmekten başka bir şey değil. Yoksa milleti veya devleti düşündüğünden değil. Fatih'in İstanbul Fethi üzerinde pek durmayacağım, çünkü zaten her şey ortada. Fâtih, 1451'de tahta oturduğu andan bu yana, fethi başarmak için gece gündüz çalışıp her türlü diplomatik, askeri, teknolojik ve idari önlemi düşünmüş ve almış; 20 Nisan deniz bozgunu fethi tehlikeye düşürdüğü zaman da azim ve kararından sarsılmamıştır. İstanbul fethi, yalnızca Fatih Sultan Mehmed'in eseridir. Bu tarihi gerçektir. Bazıları İstanbul Feth'ini "işgal" olarak görüyormuş, ona incelemenin sonunda değineceğim. İstanbul fethiyle beraber Fatih -Halil İnalcığın tabiriyle- üçüncü bir geleneği de benimsemiştir. Gerek Türk gerekse Bizans geleneğine göre, hanlığın veya İmparatorluğun merkezine fiilen sahip olan kişi, imparatorluğunda haklı sahibidir. Fatih, İstanbul’u aldıktan sonra kendisini Roma İmparatorluğu’nun tek meşru varisi saydı. "Kayser-i Rum" unvanı zaten Roma İmparatoru demektir. Fatih’in Rum ve İtalyan nedimlerine eski tarihleri okutarak bu kavram hakkında fikir edindiğini biliyoruz. 1466’da G. Trapezuntios Fatih’e şöyle hitap ediyordu: “Kimse şüphe etmez ki, sen Romalılar İmparatoru’sun. İmparatorluk merkezini hukuken elinde tutan kimse İmparator’dur ve Roma İmparatorluğu’nun merkezi de İstanbul’dur.” Aynı tarihte J. Languschi’ye göre “(Fatih’in) iddiasınca dünyada bir tek imparatorluk, bir tek imam ve bir tek hükümdarlık olmalı imiş. Bu birliği kurmak için de dünyada İstanbul’dan daha layık bir yer yok imiş. Bu şehir sayesinde Hıristiyan dünyasını hükmü altına alabilirmiş.” Tüm bunlar Fatih'in cihanşumul bir devlet anlayışı içerisinde olduğunun göstergesidir. Yalnız Fatih'in bu imparatorluk kurumunu devam ettirip, son vermemesi daha sonraki dönemlerde bir miras sorununu ortaya çıkardı. Bu sorun günümüzde bile karşımıza çıkmaktadır. O da İstanbul'un hâlâ Avrupalılar tarafından unutulamadığını. Fatih Sultan Mehmet döneminin çok önemli padişahlarından biri olmasına rağmen birçok kitle tarafından sevilmezdi. Elbette bunun birçok nedeni vardır fakat başta gelen nedenlerden birisi şüphe yok ki din ile devlet işlerini kesin olarak birbirinden ayırmasıdır. Din ve devlet işlerini birbirinden ayırmasının en bariz örneği İstanbul'un fetihten sonraki ilk toplantıda görülmüştür. Toplantıda Akşemseddin'in ''fetih günü beyaz çarşaflı evliyalar yardım etti askerimize'' demesi üzerine, Fatih hiddetlenip ''öyle bir şey olmadı bu şehri benim kılıcım aldı" diye cevap vermiştir. Şimdi, bir kesim akademisyen'in Fatih'in karalanacağını düşündüklerinden, genelde kimsenin bahsetmek istemediği bir konuyu dile getirmek istiyorum. Osmanlının Türklükten uzaklaşması Fatih'le başlamıştır! Büyük Fatih büyük Türk düşmanı, desek yalan ya da abartı olmaz. Çünkü Türk Aristokrasisinin tasfiyesi ve tüm devlet kademelerine devşirmelerin yerleştirilmesi Fatih döneminde başladı. Ayrıca devlet aşırı merkezileştirilerek Anadolu'daki Türk beylerinin gücü kırıldı. Fatih bunları imparatorluk geleneğini yerleştirmek ve otoritesini güçlendirmek için yaptı ve başarılı da oldu. Ancak yüzyıl sonra devşirme olayının ne kadar sıkıntılı olduğu ortaya çıktı. Osmanlı'yı asıl batıran yozlaşmış, ahlaksız ve rüşvetçi bürokratlar ve devlet adamlarıydı. Kanuni ve Yavuz gibi padişahların döneminde korkudan fazla ileri gidemeselerde III. Murad ile birlikte padişahların silikliğinden yararlanarak devleti adeta maymun ettiler. Bir tek IV. Murad biraz hizaya soktu, onun ölümünden sonra aynen devam ettiler. Bu konuda Mükrimin Halil Yinanç'ın görüşlerini de göz önüne almakta fayda var: “Fatih, İstanbul’u aldıktan sonra yönetimde önemli değişikler oldu. Çandarlı hanedanı vezaretten kovuldu ve Hıristiyan dönmesi olan bir kul bu makama getirildi. Yavaş yavaş Türk’ün beyleri atalarından tevarüs ettikleri mansıplardan kovulmaya ve mevkilerini padişahların kölelerine terk etmeye başladılar. [...] Fatih, İstanbul’u fethettikten sonra Anadoluyu beyleriyle müştereken devleti idare eden bir millet reisi, bir Türk hakanı değildir. Aksine bila kayd-ü şart bütün kuvvetleri nefsinde cem eden, yalnız başına saltanatı idare eyleyen zorba bir Roma imparatorudur. İlk önce istibdadı ve mutlakîyeti tesis eden Fatih, Türk’ün kölelerini Türk ile bir tutarken, yöneticilik mevkilerine kendi şahsına daha fazla sadık olanları, her türlü emrine kayıtsız şartsız itaat edenleri getirmiş. Bunlar ancak köle ve devşirme ve ecnebi makûlesi insanlar olabilirlerdi. Bu devşirmeler iktidar mevkiine gelir gelmez, Türk unsurunu, Anadolu halkını ezmeye, devlet kurumlarına hakim olarak adeta kendilerini Müslüman eden milletten intikam almaya başladılar. [...] İstanbul’u fethederek Anadolu’ya bağlayan Fatih, bu başarısıyla ne kadar büyük ise, Türk idare tarzını bozmaya başlamış ve fethedilen ülkeler ahalisine ve özellikle kölelere siyasî haklar vermiş olmasıyla o kadar da küçülmüştür." Fatih döneminde Leali adında Türkmen bir şair vardı. Alişir Nevai ve Abdurrahman Cami (Molla Cami) ile ünsiyeti vardı. Farsçayı da onlar sayesinde bayağı ilerletmişti ve güzel şiirler yazıyordu. Birisi getirip onu Fatih'e takdim etti. Fatih çok memnun kaldı ve Hristiyanlardan alınma bir küçük kiliseyi tekkeye çevirerek ona bağışladı. Ayrıca devlet hazinesinden bir maaş bağladı. Ama çok geçmeden birisi gelip Fatih'in kulağına Leali'nin Türkmen olduğunu söyledi. Öfkeden küplere binen Fatih hemen Leali'nin elinden o tekkeyi alıp maaşını da kesti. Hatta Prof. Dr. Cemal Kafadar, Fatih Sultan Mehmet'in “binden ziyade” vakıf köyü ve mezrayı devletleştirdiğini ve tımara dönüştürdüğünü, Tursun Bey ve Aşıkpaşaza'nin bunu yazdığını söylüyor. Devletleştirilen bu yerlerin Derviş Türkmenlere ait Tekke ve Zaviyeler olduğunu belirtiyor. Hülasa, Fatih kadim Türk federe örgütlenme sistemini bitirip merkezi yönetime geçmiştir. Bu devletin ömrünü uzatsada Türkleri iktisadi ve kültürel olarak zayıflatmıştır. Devlet merkezinin Roma kalıntıları ve Mısır ulema kalıntılarının eline geçmesi Türklerin Osmanlı Devleti içinde acı ve sefil bir şekilde asırlarca yaşamasına neden olmuştur. "Fatih tartışmasız bir Türk’tür, ama Türklüğünü, Oğuzluğunu yani sonraki adı ile Türkmenliğini bilmeyen bir Türk’tür." (gonderi/75778619) Bir diğer değerlendirmek istediğim konuysa, Fatih Sultan Mehmed ve oğlu Sofu II. Bayezid arasındaki ilişki. II. Bayezid dönemi, her anlamda Fatih döneminin zıddıdır. Özellikle Fatih Sultan Mehmed Han'ın askerî ihtiyaçları karşılamak için zaviye vakıflarını devlet hazinesine aktarması kendisine karşı büyük bir karşıt cephesi oluşturmuştur. Fatih ölünce vezirler ve ordu Sultan Cem yerine daha uzlaşımcı olan II. Bayezid'i tahta çıkardılar. Sultan Mehmed Han'ın militarizminin aksine Bayezid, barışçı ve koyu bir şeriatçıydı. Fatih'in kurduğu entelektüel ve ilerici sistemin aksine bir çok işi şeriatçı kafaların eline düşürmüş oldu. Günümüz İslamcıları Fatih Sultan Mehmed Han'ı "Atam" diye yere göğe sığdırmazlar. Halbuki aynı Fatih bu dönemde yaşasa yine en baş düşmanları o dönemde olduğu gibi şeriatçılar olacaktı. Hatta bu konuyla ilgili önemli bir olayı da aktarayım. Fatih Sultan Mehmed, Osmanlı İmparatorluğu aleyhine faaliyet gösteren ve siyasi iktidarını tehlikeye atan binlerce tarikat üyesi ve elebaşları birçok hocayı Edirne’de devasa bir çukur kazdırıp, topluca hepsini yaktırmıştır. Edirne’nin hemen dışındaki geniş çayırlarda, 1450’li yılların sonlarına doğru günlerce uğraşılıp büyük, çok büyük ve binlerce kişiyi alabilecek geniş bir çukur kazıldı. Kazma işi sona erdikten sonra, çukuru bir ormanın hacminden daha fazla miktarda odunla ve çalı-çırpı ile doldurup odunları ateşe verdiler. Çukurdan çıkan ateş cehennemi hatırlatır gibiydi. Alevler göklere yükseldiğinde, askerler, elleri kolları bağlı binlerce kişiyi çukurun etrafına sürüklediler. Tarikat üyeleri yanarken hep bir ağızdan getirildi tekbirler ve art arda sıralanan lanetler okundu. Askerler, çukurun başına sürükledikleri elleri kolları bağlı binlerce kişiyi bir anda alevlere atmaya başladılar. Diri diri ateşe fırlatılanların feryatları tekbirlere ve lanetlere karışıyor, kavrulanların miktarı arttıkça çukura odun takviyesi yapılıyordu. Etrafı genzi yakan ve dayanılmaz bir yanık et kokusu sarmış, duman her tarafı bürümüştü. Ama, saatler boyu devam eden idamlar dinmeden, hiç kimse meydanı terk etmedi, son kişinin de kömürleşmesine kadar orada kaldılar ve diri diri kavrulanların ruhlarına lanet okuduktan sonra dağıldılar. İnanmayanlar için ve ayrıntılı bilgi için buraya kaynağıda bırakayım: Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi III. Cilt 2. Kısım: XVI. Yüzyıl Ortalarından XVI. Yüzyıl Sonuna Kadar , Ankara:Türk Tarih Kurumu 1995 (6. Baskı) Şeyhülislamlar kısmı, Fahreddin-i Acemi. s. 450. -Osmanlı zamanında yazılmış 1. El, el yazması tarihi Kaynak: Tacü’t Tevarih. II. Bayezid - Fatih ilişkisine dönecek olursak, Bayezid, babası zamanında İtalyan sanatkârları tarafından Yeni Saray'ın duvarlarına yapılmış freskoları söktürüp pazarda sattırdı. Amasya'da beraberinde gelen ulemanın etkisi altında Şeriatın her alanda uygulayıcısı ve dikkatli bir takipçisi olarak kanun ve nizamlarda, idarede, Fatih devrinde çok genişleyen örfi devlet kanunları alanını daralttı. Yani babasının yaptıklarını, yenilikçi düşünceyi yıkan evlat gibi evlat! II. Bayezid'in tek vasfı, Fatih'in oğlu olması ve Selim'in babası olması. Başka bir numarası yok. Sadece hanedanı devam ettirmiş, o kadar. Fatih'in aydın yönü üzerinde de durmak istiyorum. Az önce yukarıda belirttiğim gibi Fatih, bilinenin aksine YOBAZ BİRİ DEĞİLDİR! Fatih, askeri ve siyasi alandaki üstün yeteneklerinin yanı sıra, zamanındaki taassuptan sıyrılacak kadar da açık fikirliydi. Bunun en güzel örneği, İtalyan ressamı Bellini'ye resmini yaptırması ve sarayının duvarlarını fresklerle süsletmesidir. Şeriatça yasaklanmış olmasına rağmen, Fatih'in böyle bir girişimde bulunmaya cesaret edebilmiş olması zihniyeti hakkında önemli bir ipucu vermektedir. Eğer İstanbul'u almamış olsaydı belkide bu yaptıkları yüzünden lanetlenirdi! 18. yüzyılın sonlarına kadar ki Osmanlı padişahlarının en taassuptan kurtulmuş olanı Fatih'tir. Fatih'in Türkçenin dışında Yunanca, Slavca, Arapça, Farsça ve Latince bildiği söylenir. Bu dil bilgisi Batı kültürüyle temasını kolaylaştırmıştır. Latin ve Yunan bilginlerin sarayında bulunmuş, onların vasıtasıyla Batı'yı anlamaya çalışmıştır. Ciriaco d'Ancona, Angelo Vadio ve Stefano Emiliano gibi hümanistlerin Fatih'in sarayında bulundukları, Fatih'in onlardan Roma tarihini ve Batı kültürünü öğrendiği bilinmektedir. Fatih, medrese öğrencilerinin yararlanması için kütüphane de yaptırmış, buraya günde 6 akçe ile bir kütüphaneci tayin etmiş, müderris ve öğrencilerin emanet alacakları kitapların listesini tutması için bir de katip koymuştur. Ancak, İstanbul'un fethinden hemen sonra ilk medrese eğitimi Ayasofya'da başlamıştır. Buranın baş müderrisliğine Molla Hüsrev tayin edilmiştir. Ali Kuşçu da Ayasofya'da müderrislik yapmıştır. Fatih, İstanbul'u bir kültür merkezi haline getirmek için meşhur bilginleri İstanbul'a davet etmiş, bu hususta hiçbir fedakârlıktan kaçınmamıştır. Ali Kuşçu, Alâuddin Tusi ve İdris–i Bitlisi onun gayretleriyle İstanbul'a gelmişlerdir. Fatih, Osmanlı Devleti'nde kültürün gelişmesi için bilim adamlarını himaye etmiş, onların bilgilerinden istifade etmeyi prensip edinmiştir. Bu amaçla onları zaman zaman bir araya toplamış, fikirlerini tartışmalarına fırsat vermiş, kendisi de zaman buldukça bu tartışmalara bizzat katılmıştır. Bilimin evrenselliğini bildiği, bilim adamları arasında din ayırımı yapmamış olmasından anlaşılmaktadır. Her ne kadar Halil İnalcık katılmasa da bence Fatih, tam bir Rönesans padişahı idi. Bu büyük dehanın gücü bile sınırlıydı, çünkü Fatih Sultan Mehmed, bilimsel etkinliklerin yerleşip kökleşmesi için küçümsenemeyecek girişimlerde bulunmuş olmasına rağmen, İslam ve Osmanlı Uygarlığı'nı biçimlendiren tasavvufla ve nakli bilimlerle bağlantılı yaklaşımların direncini kıramadığı ve aklı bilimlere temele koyan rasyonel yaklaşımlardan oluşan yeni bir uygarlık yapısının temellerini atamadığı için, 17. yüzyıldan itibaren başlayacak olan gerilemenin önüne geçilememiştir. Gelelim asıl en sinir bozucu konuya. Bazı ahmaklar, İstanbul fethini işgal olarak yorumluyor! Bu kadarına da pes dedirtiyor insanı. Birileri, ama üst makamlardan birileri "Fatih İstanbul'u fethetmedi, işgal etti" diyerek Fatih'i işgalci olarak görmüş! Bunlar daha işgal ile fetih arasındaki farkı bilmiyorlar. Fatih bileğinin gücüyle geldi, kuşattı ve çarpışarak İstanbul'u fethetti. Ama Latinler Haçlı seferine giderken müttefikmiş gibi gelip birden şehri işgal ettiler. Bunların bu işgal felsefesiyle, Ari halk teorisini savunanların "Ural-Altay etekleri sizin atayurdunuzdur, orada yaşayın, ama oradan dışarı çıkarsanız işgalci sayılırsınız" şeklindeki iddiaları arasında hiçbir fark yoktur. Ağzımı bozmak istemiyorum. Madem Fatih'i işgalci olarak görüyorsunuz, bu kafaya göre Türkler Anadolu'yu baştan sonra işgal etmiş sayılırlar. Hem atalarının fethettiği topraklarda yaşayacak, hem bu toprakların nimetlerinden faydalanacaksınız, hem de onları işgalci barbarlar olarak göreceksiniz. Sizin gibilere laf söylemeye bile değmez. Eğer birazcık şeref ve gururunuz varsa atalarınızın işgal ettiği topraklardan defolur gidersiniz. Nankörlük etmeye gerek yok! İnceleme başında dediğim gibi bu topraklar dünya yaratıldığından beri bu kadar haini sinesinde hiç barındırmamıştı. Fatih Sultan Mehmed'i çok iyi okuyup araştırmak gerekir. Her ne kadar kendisine Türklere karşı olumsuz bakış açısı yüzünden kırgın olsam da bizlere büyük örnek bir dehâdır. Türk milletinin yetiştirmiş olduğu Atatürk'ten sonra en büyük dehâdır. Konusu açılmışken Atatürk'ün Fatih için görüşünü de aktarayım: "Bir gün İstanbul’un fethinden konuşulurken söz Fatih Sultan Mehmet’e gelir. Atatürk ortaya: “Tarih acaba benim mi yoksa İkinci Mehmet’in mi yaptığımız işleri daha mühim bulacaktır” diye bir soru atar. Orada bulunanların neredeyse hepsi: “Siz!..” derler. Bunun üzerine Atatürk “Niçin?” diye bir soru daha sorar. Cevap sırası gelenler, “Atatürk’ün Fatih’ten çok büyük olduğunu kanıtlamak için” akla hayale gelmeyecek kanıtlar toplamaya ve Atatürk’e övgüler dizme konusunda adeta birbiriyle yarışmaya başlarlar. Hatta bazıları: “Sizin yanınızda Fatih kim olurmuş?” der. Ancak bütün bu cevaplar Atatürk’ü tatmin etmez. Sonunda söz orada bulunanlardan en genç olana gelir. Bu genç: “Efendim!” der ve şöyle devam eder: “Tarih bir sınav salonuna benzer, karşısına gelenlere birtakım özel sorunlar verir. Sonuçta verdiği sorunları çözüşüne ve bundaki yeteneğine göre bir numara verir. Aşağı yukarı tarihin sınavına çıkanların hepsi ayrı şartlar içinde ayrı sorunlar karşısında kalmışlardır. Bunları en iyi halledenler de tereddütsüz on numara almışlardır… Fatih karşısına çıkan sorunları en iyi şekilde çözerek on numara almıştır. Siz de önünüze çıkan sorunları halletmiş ve on numarayı kazanmış bir tarih büyüğüsünüz.” Bu sözleri büyük bir dikkatle dinleyen Atatürk: “Bravo!” diyerek genci kutladıktan sonra biraz önce Fatih’i küçümseyenlerden birine dönerek: “Sen haltetmişsin!..” der ve şunları söyler: “Ben Fatih’ten büyük olabilir miyim! Çok kereler Fatih’in karşılaştığı meseleleri düşündüğüm zaman ben de aynı çözüm yollarını bulmuşumdur. Yalnız, Fatih, benim karşısında kaldığım sorunları nasıl hallederdi? Bunu çok merak ederim.. İkinci Mehmet büyük adamdır büyük…” Atatürk, biraz uzaklara dalıp düşündükten sonra “Tarihimize nasıl bakmalı?” sorusuna cevap verircesine şunları söylemiştir: “İmkan olsa da her Türk ailesinin tarihi tespit edilebilse. Asırlar içinde her ailenin bir, iki, üç büyük adam verdiği tespit edilebilir. Mesela Timur soyundan Hasan Baykara, Osmanoğulları’ndan Fatih, Osman , hatta Dördüncü Murat, Selçukoğulları’ndan Ertuğrul, Kılıç Arslan filan o dönemin tarih anlayışı içinde hatıraları bize kadar ulaşmış Türklerdir. Yalnız şunu da unutmamalıdır ki, hiçbir adamın memleketine hizmet etmiş olmasına karşılık, sülalesini bir memleketin başına sarmağa da hakkı yoktur. Onun içindir ki Türk’ün karakterine bey’zadelik geleneği yerleşmemiştir. Türk, Türk olduğu için asildir. Bu Anadolu’nun en ücra köşesindeki Mehmetçik, vaktiyle dünyanın yarısını titretmiş bir sınır beyinin nesli olabilir. Ama bundan dolayı hiçbir iddiası yoktur. Çoğumuz büyük babamızın babasını hatırlamayız. Bütün soy gururumuzu Türk olmanın içinde buluruz. İşte onun içindir ki cumhuriyet Türk’ün en tabii yönetim şeklidir. Amma ben Fatih’in devrinde yaşasaydım reyimi (oyumu) tereddütsüz ona verir ve onu reisicumhur (cumhurbaşkanı) seçerdim.” Kaynak : Atatürk'ün Bilinmeyen Hatıraları - Ahmet Halit Yaşaroğlu Bazıları boş bir şekilde Atatürk ve Fatih'i kıyaslamaya çalışıyor. Hükümdarları veya devlet adamlarını veya sanatçıları veya bilim insanlarını veya her kimse işte çağdaşları ile kıyaslamak gerekir yani Fatih Sultan Mehmed'i kendisinde çok önce yaşamış Türk devletlerine hanlık yapmış hükümdarlar ile kıyaslamak objektif bakışdan uzakdır, zira zaman şartlar kişiler teknoloji, siyasi, ekonomik, askeri, toplumsal, psikolojik, kültürel hatta coğrafi şartlar ve etkenler dahi farklılık gösterir... Maalesef bu şekilde kıyaslar günümüzde çok var. Son olarak, Osmanlı padişahları denildiği zaman Fatih ve diğerleri olmak üzere ayırırım, çünkü Fatih Sultan Mehmed, İstanbul'u fetihle kalmadı. Türk Hakan ve İslami Sultan ünvanlarından sonra "Kayser–i Rum" sıfatıyla eski mutlak merkeziyetçi Doğu Roma İmparatorluğu'nu canlandırdı. Doğu Roma'nın vergi veren köylü statüsünü, vergi kanunlarını "Raiyyet Kanunnamesi" ile ve Osmanlı–Türk devlet nizamını "Fatih Kanunnamesi" ile düzenledi, Osmanlı İmparatorluk düzeni yüzyıllar boyunca bu temel üzerinde ayakta kaldı. Osmanlı İmparatorluğu'nun her bakımdan gerçek kurucusu İstanbul Fatihi Sultan Mehmed'dir. (Derviş Bey)
Kitap 827 sayfa hacimce büyük okurken biraz zorlanıyorsun. İlk 100 sayfası Osmanlı'nın Fatih devrine kadar Bizans ile münasebetlerini anlatıyor. Fatih ve Fetih bölümünde yabancı tarihçilerin gözlemleri var gayet zenginleştirilmiş. Sonraki bölümde Fatih devrinin devamı anlatılıp Bürokrasiye geçilmiş. Burda maliye bölümü dikkat çekici. Kitabın en sonunda Araştırma ve İncelemeler var kesinlikle kitabı yapıt olmasını sağlayan bu bölüm. (Kerim Sarıkaya)
Kitap Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan başlıyor. Fatih Sultan Mehmet'in gerçek bir kurucu olduğunu görüyoruz. Fatih Sultan Mehmet sonrası 2.Bayezid döneminde karşı devrim olduğuna değiniyor. Halil İnalcık hocamızın bu eseri okunması gereken eserdir. İngilizce dilinde yazılan makaleleri de kitapta yer verilmiş. Dili akıcı ve güzeldir. Fatih Kanunnamesi ile makaleleri de okunması gerekiyor. (Eren Mace)
Fatih Sultan Mehemmed Han PDF indirme linki var mı?
Halil İnalcık - Fatih Sultan Mehemmed Han kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Fatih Sultan Mehemmed Han PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Halil İnalcık Kimdir?
İnalcık, aslen Kırım Tatarı'dır. Balıkesir Muallim Mektebi'ni tamamladı. 1935 yılında Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi Yeni Çağ Tarihi bölümünde yükseköğrenimine başladı. 1942 yılında "Tanzimat ve Bulgar Meselesi" adlı doktora tezini verdi. Uzun yıllar aynı Fakültede Osmanlı ve Avrupa tarihi üzerine dersler verdikten sonra 1972 yılında Chicago Üniversitesi Tarih Bölümü'ne "Osmanlı Tarihi Üniversite Profesörü" olarak davet edildi.
1973 yılında meşhur kitabı The Ottoman Empire The Classical Age 1300-1600 yayımlandı. Yurtiçi ve dışında çeşitli üniversitelerden fahri doktora payeleri aldı. 1993 yılında Bilkent Üniversitesi'ne davet edildi ve burada Tarih bölümünü kurdu. Yazdığı makale ve kitaplarla Osmanlı İmparatorluğu tarihi üzerinde tartışılmaz bir otorite haline gelen Prof. Dr. Halil İnalcık Bilkent Üniversitesi Osmanlı Tarihi Bölümü'nde yüksek lisans ve doktora ögrencilerine seminerler verdi.
Hayatı ve tarihçiliğini anlattığı Tarihçilerin Kutbu Halil İnalcık Kitabı adlı söyleşi kitabı Türkiye İş Bankası Kültür Yayınlarından 2005 yılında yayımlanmıştır.
Halil İnalcık Kitapları - Eserleri
- Devlet-i Aliyye - Klasik Dönem (1302-1606)
- Osmanlı Tarihinde Efsaneler ve Gerçekler
- Devlet-i Aliyye - Tagayyür ve Fesâd (1603-1656)
- Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600)
- Atatürk ve Demokratik Türkiye
- Osmanlı'da Devlet, Hukuk ve Adalet
- Şâir ve Patron
- Devlet-i Aliyye - Köprülüler Devri
- Devlet-i Aliyye - Âyânlar, Tanzimat, Meşrutiyet
- Osmanlılar
- Kuruluş ve İmparatorluk Sürecinde Osmanlı
- Rönesans Avrupası
- Osmanlı Tarihinde İslamiyet ve Devlet
- Osmanlı ve Modern Türkiye
- Osmanlı ve Avrupa
- İmparatorluktan Cumhuriyete
- Kuruluş Dönemi Osmanlı Sultanları (1302-1481)
- Kuruluş - Osmanlı Tarihini Yeniden Yazmak
- Tarihçilerin Kutbu
- Fatih Sultan Mehemmed Han
- Halil İnalcık'ın Merceğinden Osmanlı
- Has-Bağçede Ayş u Tarab
- Halil İnalcık’ın Merceğinden Tarih Bilinci
- Osmanlılar ve Haçlılar
- Tarihe Düşülen Notlar
- Tanzimat ve Bulgar Meselesi
- Osmanlı İmparatorluğu
- Tanzimat
- Türklük Müslümanlık ve Osmanlı Mirası
- Doğu Batı-Makaleler 1
- Osmanlı İmparatorluğu: Toplum ve Ekonomi
- Osmanlı İmparatorluğu'nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi - Cilt 1
- Akademik Ders Notları
- Söyleşiler ve Konuşmalar
- Adalet Kitabı
- Fatih Devri Üzerinde Tetkikler ve Vesikalar 1
- Osmanlı Hakimiyetinde Ortadoğu ve Balkanlar
- Kırım Hanlığı Tarihi Üzerine Araştırmalar 1441-1700
- Doğu Batı-Makaleler 2
- Osmanlı İdare ve Ekonomi Tarihi
- The Ottoman Empire and Europe
- İstanbul Tarihi Araştırmaları
- Osmanlı İmparatorluğunun Ekonomik ve Sosyal Tarihi - Cilt 2
- Devlet-i ‘Aliyye
- Gazavât-ı Sultân Murâd b. Mehemmed Hân
- Halil İnalcık Seti
- Türkiye Tekstil Tarihi Üzerine Araştırmalar
- Bursa Araştırmaları
- Kemal Atatürk Değişim ve Uluslaşma Süreci
- The Ottoman Empire
- Fatih Devri Üzerinde Tetkikler ve Vesikalar 1
- The Survey of Istanbul 1455
- Osmanlı İmparatorluğu (2CİLT)
- Tarih ve Akademi
- Osmanistik Bilimi’ne Katkılar
Halil İnalcık Alıntıları - Sözleri
- Bahar geldi, bahar geldi Sevinelim sevinelim Dallarda hep bülbüller çağlar Gelincikler, papatyalar Uçuşur nazlı kelebekler Sevinelim sevinelim Neşe ile bu baharı yad edelim. (Tarihçilerin Kutbu)
- Leibnitz'in planı şu şekilde hazırlanmıştı: Osmanlı tehdidi karşında geleneksel Avrupa Hıristiyan birliğinin sağlanması, Doğu'da savaşın devamı. (Osmanlılar)
- In Mustafa Nuri Pasha's view, during the third stage (that is, broadly speaking, the 16th century), the love of luxury increased, moral qualities were lost, and the first signs of decline appeared. But if the real decline set is after the repulse before Vienna in 1683, the stage from 1595 to 1683 must be counted as belonging to the period of maturity. (The Ottoman Empire)
- Cizye artışları ve tahsilatının, on altıncı yüzyıl sonlarından itibaren Hıristiyan nüfusun Osmanlı rejimin den soğumasının temel nedenleri arasında yer aldığını; daha sonraki yüzyıllarda Balkanların çeşitli bölgelerinde görülen kitlesel ihtida(dininden dönerek Müslüman olma.)olaylarının da ardında cizye artışlarının yattığını rahatlıkla söyleyebiliriz. (Osmanlı İmparatorluğu'nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi - Cilt 1)
- "Fatih ,tahta ciktiğinda henüz memede olan kardesi Ahmed'i "nizâm-ı âlem " uğruna bogdurmustur ." (Devlet-i Aliyye - Klasik Dönem (1302-1606))
- İstanbul’un fethinden sonra Akşemseddin, fethin evliyanın eseri olduğunu söylediği zaman Fatih, “Bu şehir kılıcımla alınmıştır.” Yanıtını vermiştir. (Osmanlı Tarihinde İslamiyet ve Devlet)
- "Hükümdarın gücü askeri güce ,askeri güç hazineye , hazine reayanın ödediği vergilere ,vergilerin artışı adalete bağlıdır .Bu nedenle akıllı hükümdar ,kendi egemenliğini korumak ve gücünü arttırmak istiyorsa ,reayaya adaletle muammele etmeli ,zulümden kaçınmalıdır :"Adalet mülkün temelidir." ." (Osmanlı Tarihinde İslamiyet ve Devlet)
- Ulug-kent beyi der ki " halk mutlu olmalıdır, halkın mutlu olması için karnının doyması lâzımdır " ( b. 5353-55 ). Zira " Kara budunun kaygısı hep karnıdır...Onların yiyecek ve içeceklerini eksik etme " ( b. 4330, 4327 ). (Osmanlı Hakimiyetinde Ortadoğu ve Balkanlar)
- Alp Arslan'ın Malazgird meydan muharebesine başlamadan evvel beyazlar giyinmesi ve atının kuyruğunu bağlaması,eski Şâmanî ananelerinin devamını kat'iyetle göstermektedir. (Adalet Kitabı)
- Bugün bilim toplumunda hükümet adamları, siyasiler, herhangi bir meseleyi ele almadan önce, bir hüküm vermeden önce tarihe bakarlar, bu meselenin evveliyatını araştırırlar. Bu ileri devletlerde siyasete yardım eden, siyasileri aydınlatan ve atacakları adımda en emin yürümelerini temin eden bir kurumdur. (Halil İnalcık’ın Merceğinden Tarih Bilinci)
- Osmanlı Devleti,kocası ölen kadının erkek evladı yoksa,elinden tarla arazisini alır ve başka bir köylüye aktarır. Eğer dul kadın, oğulları çalışma çağına gelinceye kadar,ırgatla idare edebilirse, onu "bive"adıyla işletmenin sahibi tanıyabilir. (Osmanlı İmparatorluğu)
- Savurganlık ve irrasyonellik maalesef halkımız arasında da caridir. Türkiye'de devlet, sonsuz tüketim imkanlarına kavuşan bir azınlık, hatta sıradan halk, kredi kartı zihniyeti ile yaşamaktadır. Hiç kimse giderlerini kaynaklarına göre ayarlamıyor, harcamalarını bitmez tükenmez sandığı kredi kartına göre yapıyor, böylece devlet de, birey de borç, faiz, kısır döngüsü içine düşmüş bulunuyor. (Söyleşiler ve Konuşmalar)
- Tüm hayatımı arşivlerde, kütüphanelerde milletimin belgelere dayanan doğru bir tarihini anlatmak için harcadım. Buy benim için yerine getirilmesi gerekli bir şükran borcu idi. (Halil İnalcık’ın Merceğinden Tarih Bilinci)
- "İnsan akıl ile yükselir, bilgi ile büyür. Her ikisi ile insan itibar görür." Yusuf Hâs Hâcib (Osmanlı'da Devlet, Hukuk ve Adalet)
- Yaşamını yalnız bir bilgi dalına adayan kişi, ilahi gerçeğin uzağına düşer. (Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600))
- Herhangi bir tarih döneminin yorumunda, kurum ve davranışları, günümüz üslup ve kavramlarına indirgeyerek anlatmak, ileri modern kurum tarihçilik gibi algılanır olmuştur. Meselâ; gazâ (ganimet akını), sipahi timarı (fief sahibi atli), ayanlık (feodal düzen) gibi. Modernist yazarlara göre mesela gaza, gazi, fetih gibi tarihi terimlerin kullanılması ulusalcılık, bağnazlıktır. Unutuluyor ki tarih, müşahhasın, (actual/somut olanın) bilgisidir. Osmanlı savaşçısı, savaşırken İslam'ın belli bir inanç ve zihniyetiyle savaşmaktadır; o gelişigüzel bir akıncı değil bir gazidir, aldığı ganimet onun için, dinin kutsallık verdiği bir kazançtır Cami yaptırmaya niyet eden sultanlar, gazâ seferi düzenler ve ganimet malıyla camisini yapardı; reâyâ vergisinin haram içerdiğine inanilirdi. Tarihçi, bu inancı, bu ruh haletini, bu zihniyeti görmezlikden gelirse, tarihî müşahhas olanı göz ardı etmiş olur; o zaman yaptığı şey tarih değildir. (Doğu Batı-Makaleler 2)
- Herhalde ilk Kırım Hanı sayılan Hacı Giray'dan evvel, atalarının 15. yüzyıl başlarında Kırım'da hâkim oldukları muhakkaktır. (Kırım Hanlığı Tarihi Üzerine Araştırmalar 1441-1700)
- Osmanlılar, kendilerini Allah'ı kılıcı saymakta idiler ve bu görüş Palamas'a ait kayıtların ortaya koyduğu cici, yalnız arasında değil, Bizanslılar arasında da yayılmıştı. İleride Martin Luther de, Osmanlılar hakkında aynı şeyi düşünecek, Allah'ın onları, Hıristiyanları günahlarından dolayı cezalandırmak için gönderdiğini söyleyecektir. (Devlet-i Aliyye - Klasik Dönem (1302-1606))
- Azerbaycan'ın işgal ettikten sonra Şâhruh, I.Mehmed'i uyararak Kara Yusuf'un oğlu İskender'in Osmanlı topraklarına sığınması halinde ona yardım etmemesini istedi (Aralık 1420). Uyarıya cevabında I.Mehmed tam bir teslimiyet ifade etti. Bu sırada Osmanlılar, büyük endişe ile doğu cephesindeki gelişmeleri izliyordu. Akkoyunlu Kara Osman'ın İskender tarafından mağlup edilmesi üzerine (Nisan 1421) Şâhruh, Doğu Anadolu'ya girmiş ve İskender'e karşı ezici bir zafer kazanmıştı (Temmuz 1421). Bu ortamda I.Mehmed, Şâhruh tarafından tehdit edilen Memlükler'le dostane ilişkilerini sürdürmeye çalışıyordu. (Kuruluş Dönemi Osmanlı Sultanları (1302-1481))
- Kosova savaşı Osmanlı kuvvetlerinin kesin galibiyetiyle sonuçlandı. Başlangıçta Osmanlı sol kolu çöktü, fakat sağ koldaki Yıldırım Bayezid'in büyük gayreti sayesinde zafer kazanıldı. Gazânâme'ye göre I.Murad, birkaç hasekisiyle gelip cesetler arasında dolaşırken, kendisini cesetler arasına saklamış bulunan Miloş Kobilovic tarafından hançerle yaralandı ve az sonra öldü. İç organları çıkarıldıktan sonra şehid düştüğü yerde gömüldü; daha sonra, Yıldırım Bayezid'in tahta çıktığı sırada idam ettiği oğlu Yakub Bey'in cesediyle Bursa'ya götürülüp Çekirge'deki türbesine defnedildi. Yaralandığı ve öldüğü yere Hudâvendigâr Meşhedi denilen bir türbe yapıldı. (Yakub Bey : I.Murad'ın oğlu) (Kuruluş Dönemi Osmanlı Sultanları (1302-1481))