diorex
ARTUKBEY

Fahrenheit 451 - Ray Bradbury Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Fahrenheit 451 kimin eseri? Fahrenheit 451 kitabının yazarı kimdir? Fahrenheit 451 konusu ve anafikri nedir? Fahrenheit 451 kitabı ne anlatıyor? Fahrenheit 451 kitabının yazarı Ray Bradbury kimdir? İşte Fahrenheit 451 kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 18.02.2022 18:00
Fahrenheit 451 - Ray Bradbury Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Ray Bradbury

Çevirmen: Dost Körpe

Orijinal Adı: Fahrenheit 451

Yayın Evi: İthaki Yayınları

İSBN: 9786053757818

Sayfa Sayısı: 208

Fahrenheit 451 Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

“Yazılmış en iyi bilimkurgu romanı. İlk okuduğumda, yarattığı dünyayla kâbuslar görmeme sebep olmuştu.” -Margaret Atwood

“Öyle bir eser ki, hakkında ne söylesem eksik kalır.” -Neil Gaiman

Hugo En İyi Roman Ödülü

Prometheus Şeref Kürsüsü Ödülü

Ray Bradbury sadece bilimkurgunun değil fantastik edebiyatın ve korkunun da yirminci yüzyıldaki ustalarından biri. Bilimkurgunun “iyi edebiyat” da olabileceğini kanıtlayan belki de ilk yazar. Yayımlandığı anda klasikleşen, distopya edebiyatının dört temel kitabından biri olan Fahrenheit 451 ise bir yirminci yüzyıl başyapıtı.

Guy Montag bir itfaiyeciydi. Televizyonun hüküm sürdüğü bu dünyada kitaplar ise yok olmak üzereydi zira itfaiyeciler yangın söndürmek yerine ortalığı ateşe veriyordu. Montag’ın işi ise yasadışı olanların en tehlikelisini yakmaktı: Kitapları.

Montag yaptığı işi tek bir gün dahi sorgulamamıştı ve tüm gününü televizyonla kaplı odalarda geçiren eşi Mildred’la beraber yaşıyordu. Ancak yeni komşusu Clarisse’le tanışmasıyla tüm hayatı değişti. Kitapların değerini kavramaya başlayan Montag artık tüm bildiklerini sorgulayacaktı.

İnsanların uğruna canlarını feda etmeyi göze aldığı bu kitapların içinde ne vardı? Gerçeklerin farkına vardıktan sonra bu karanlık toplumda artık yaşanabilir miydi?

Fahrenheit 451, yeryüzünde tek bir kitap kalacak olsa, o kitap olmaya aday.

“Mutlu olmamız için gerekli her şeye sahibiz, ama mutlu değiliz. Bir şey eksik. Etrafa bakındım. Ortadan kaybolduğunu kesinlikle bildiğim tek şey, on-on iki yıldır yaktığım kitaplardı.”

Fahrenheit 451 Alıntıları - Sözleri

  • Kimsenin kimseye ayıracak vakti yok artık.
  • Kitaplar aptal, salak olduğumuzu bize hatırlatmak için var.
  • ..dışımız serseri, içimiz kütüphane.
  • Bir kitabı kapağına göre yargılama.
  • Kitaplar aptal, salak olduğumuzu bize hatırlatmak için var.
  • İnsanlar neden insanlara acı vermek istiyor?
  • Bir kadının yanan bir evde kalmasına yol açtıklarına göre, kitaplarda bir şeyler olmalı...
  • Mutlu olmamız için gerekli her şeye sahibiz, ama mutlu değiliz.
  • Sonu iyi olan her şey iyidir.

Fahrenheit 451 İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Son zamanlara okuduğum en etkileyici kitap olduğunu söylersem, kesinlikle abartmış olmam. Kitabın türü korku değil; korkuyorsunuz. Kitabın türü dram değil; ağlıyorsunuz. Kitabı okuduğum an etkilendim ama bundan daha fazlası olacak. Hepsi birbirinden farklı olan her bir kitabı elime aldığımda aklıma bu hikâye tekrar tekrar gelecek ve yine ürpereceğim. Üstelik bu hissin bana özgü olduğunu hiç sanmıyorum. Her kim kitaplara değer veriyorsa, bu cümlelerimin altına imzasını atacaktır. Evvela kitabın adını açıklayayım. Fahrenheit 451 nedir? - “Kitap kâğıtlarının tutuştuğu ısı derecesidir." İşte şimdi ilginizi çekmeye başladı öyle değil mi? Yaptığım araştırmalara göre, kitabın yayınlandığı yıl: 1952. Hikâyeye konu olan yıl ise: ikibinçok! Günümüzden daha ileri bir tarih üzerinden yazılmış. O yıllarda bu kitap “Bilim-Kurgu” türünde basılmış. Bilirsiniz ki bu tabir özetle, geçmişin ya da geleceğin o günün olası olmayan teknoloji ve bilim şartları gereğince kurgulanması halidir. İtiraf etmeliyim ki, bu kitabı 1952 yılında okusaydım, saçma bulabilirdim. Fakat 2018 yılında okudum. İşte türü korku olmayan bir kitaptan bu kadar korkmama neden olan şey tam da budur. Ve eminim ki; 2019’da okuyan biri benden daha çok korkacak. 2020’de okuyan ondan da fazla... Ve belki de 2021’de kimse bu kitabı okuyamayacak. İşte bu en korkuncu olacak. Yanmayan evlerin, kapsüllerin, mekanik tazıların, adına böcek denilen son sürat araçların ve itfaiyecilerin hala görev yaptıkları bir zaman yolculuğuna çıkın. -Neyse ki 1952’ye oranla bizim yolumuz oldukça kısa. Günümüz teknolojisi ile hayal etmek daha kolay olacak.- Fakat aklınıza bir konu takıldı öyle değil mi? Mademki yanmayan evler var, o halde itfaiyeciler neden var? Hemen söyleyeyim. Bu hikâyede itfaiyeciler yangın söndürmek için değil, yangın çıkartmak için var. Devletin bir kolu olan itfaiyeciler, toplumun huzuru ve mutluluğu için gece-gündüz çalışıyorlar. Gece-gündüz demeden ülkede ellerine geçen tüm kitapları yakıyorlar! Evet, yanlış okumadınız. İtfaiyeciler, kitap yakmak için var. İtfaiyeciler asla kötü insanlar değiller. Sakın böyle bir önyargıda bulunmayınız. İnsanlık için, vatandaş için, halk için alevlerle dans eden vatansever nefer onlar. Kişiler şiir okuyup üzülerek intihara kalkışmasınlar diye… Roman okuyup hayal güçlerini kullanmasınlar diye… Deneme okuyup düşünmek zorunda kalmasınlar diye… Bilgi kitapları okuyup, gereksiz bilgilerle kendilerini yıpratmasınlar diye… Azıcık aş, ağrısız baş olsun diye… Kafalarına hiçbir şey takılmasın ve eğlenceye daha fazla vakit ayırabilsinler, böylece hep mutlu olsunlar diye... Ülkede savaş olsa dahi, üzülmesinler, yokmuş gibi davranabilsinler, huzurları asla kaçmasın diye… Tüm iyi niyetleriyle görevlerini yapan her biri vatansever, milliyetçi birer kahraman asker onlar. Distopik bir kurgu olduğunu düşünüyorsunuz öyle değil mi? Kesinlikle öyle. Ama detayları ayrımsamakta yarar var. İlk etapta yukardaki cümleleri okuduğunuzda aklınıza baskıcı, otoriter/ totaliter bir devlet sistemi geliyor. Ve ister-istemez insan korkmaya başlıyor. Kitabı okurken de aynı böyle oluyorsunuz. Fakat ben yazımın en başında sadece korkudan değil başka bir türden daha bahsetmiştim. Neydi o? Dram mı? Elbette dram! Kitabı okudukça, eğer korkuyu iliklerinize kadar hissedebilmişseniz, bu durumun “devlet baskısı” değil, “halk arzusu” olduğunu görmeye başlıyorsunuz. Ve o hissettiğiniz korku bu görüyle beraber yerini drama bırakıyor. Sonunda kendinizi çaresiz ve gözü-yaşlı yakalıyorsunuz. Teşbih etmek gerekirse; kundaktaki bebeğini bırakıp gitmek zorunda kalan bir anne/baba olmaktan korkarken, ölüm döşeğinde olan bebeği karşısındaki çaresiz anne/baba oluyorsunuz. Bu kitabı okuduktan sonra istemsizce kitaplığınıza uzun süre uzaktan bakarak duygusallaşıyorsunuz. Abartıyor muyum? Öyle mi? Gerçekten mi? İnsanlığın yüzde kaçı kitap okumak için vakit ayırıyor? Soruyu yanıtlamadan evvel doğru okuduğunuzdan emin olunuz. Boş vakitlerinde kitap okuyanları sormuyorum. Kitap okumak için vakit ayıranları soruyorum. “Kitap okumak” birçok insan için “boş vakitler” takısıyla kullanılan bir eylem değil mi? O zaman şuna bir bakalım: “Nihayetinde film izlemek, kitap okumaktan daha kısa sürüyor. Eğer güzel bir eserse, biraz beklerim. Nasıl olsa filmi çekilir, ben de izlerim. Böylece kitabı öğrenmiş olurum. Ya da okuyan biri onun özetini çıkarır. Ben de özeti okurum. Böylece kitap hakkında şurada burada sohbet ederken konuşarak entelektüelliğimi ortaya koyabilirim. Hem belki teknoloji biraz daha ilerler ve özetin de özeti çıkar. Sonunda kocaman bir ansiklopedi 20 kelimeye sığar. Ben de o 20 kelimeyle bilge bilge gezerim. Üstelik bir sürü vakit yanıma kâr kalır ve ben kalan vaktimde gönlümce eğlenirim.“ Nasıl plan? Yarın devlet kitap yasağı çıkarsa, kaçımız devleti baskıcı, otoriter/ totaliter olarak suçlayabilecek yüze sahibiz? Gücü de boş verelim. Ben yüzü soruyorum yüzü. Bu kitabı okuduğunuzda, itfaiyecilerin yaktığı kitaplar sizi korkutuyor. Halkın yaşam biçimi ise ağlatıyor. Ve korkuyla dramdan sonra işin içine son olarak üçüncü tür giriyor. Trajedi! Trajedi ne biliyor musunuz? Tüm bunlara rağmen halk sadece mutlu! İşte bu noktada trajedi başlıyor. Sonra ne mi oluyor? Okuyun ve görün. Herkesin vakit çok geç olmadan bu kitabı okumasını tavsiye ediyorum. Bir gün evde yalnız başımayken 110’u aramam gerekirse, hangi mobilyaya sarılacağımı ve o mobilyanın içinde neler olduğunu artık sadece ben değil, siz de biliyorsunuz. Bu kitap: Hepimizin yemesi gereken bir tokat! (FD)

yan(may)an kitapları okuyalım!..: "Bir kitap bizi alıp diğer kitapların üzerine çıkarmıyorsa o kitabın neresi iyidir." yazar/irvin-d-yalom "Ne de olsa ben geleceklerin önleyicisiyim, öngörücüsü değilim." yazar/ray-bradbury Önceleri bilim kurgu eserlerin kitap ya da film, dizi fark etmeksizin geleceği öngördüğü ve gerçekleşmeden sunduğunu düşünürdüm. Şu anda da bu düşüncem çok değişmedi ancak genişledi. Artık bilim kurgu eserlerin geleceği öngörmekle kalmayıp geleceği değiştirebilmek için uyarı niteliğinde eserler olduğunu anladım. Tam da Yazarımızın dediği gibi "öngörü değil önleyici..." Fahrenheit 451 kitabının isminin tam olarak nasıl oluştuğuna değineyim ilkin, kitap/son-yaya--90291 kitabını yazdıktan sonra fahrenheit 451 'de bu yürüyen bireyi Clarisse olarak çıkarır karşımıza, kitap şekillendikçe "itfaiyeci" olarak devam eder hatta son minvalde "Gece Yarısından Çok Sonra" olarak isim vermiş. Ama içine sinmediği (iyi ki) için bir gün İtfaiye Teşkilatının şefini arayarak "kitap kağıdının kaç derecede tutuşup yandığını" sorar. "451 fahrenheit" cevabını alır ve kendisi bunu " kitap/fahrenheit-451--1687 " olarak tersine çevirip kitabın ismine karar verir. Kitabın henüz girişindeyken bizi yangın alevleri sarmalıyor, kitaplar yakılıyor. Bu sahne gözümüze korkunç ya da abes gelebilir ancak Fahrenheit 451’in bahsettiği dünyada kitap okumak bir suç unsuru ve doğal olarak okuyucu olan suçlular suç materyallerinin yakılmasıyla cezalandırılıyor. Peki bu kitapları yakan kimler? Cevap veriyorum: Devlet; itfaiyecileri kullanarak kitapları yakıyor. Evet, itfaiyeciler söndürmek yerine yakıyor. Evler artık yangına dayanıklı hale gelmiştir ve insanların düşünme, sorgulama yetisi elinden alınıyor ve de kitaplar yakılıyor... Tamam, bu gerçek dünyada, günümüz Türkiye’sinde olan bir olgu değil. Fakat romanımızda geçen bazı cümleler toplumun kendisinin süreç içerisinde kitap okumayı bıraktığını, kitap okumayı tamamen bırakmadan önce benim deyimim ile içerisi hem duygusal hem de bilgisel açıdan boş, süslü püslü, cicili bicili birkaç şey okumakla yetinilmiş. Güçlü, bir şeyler anlatan, aktaran ve hissettiren eserleri okuyan insan sayısı gitgide yok düzeyine inmiş. Sonra ise okuma eylemi tamamen kesilmiş. Ardından bir de kitap okumak büyük bir suç unsuru haline gelince, çoğu zaten okumayan toplumun içerisinde çıkan tek tük aykırı ayrık otlarını da biçebilmek için itfaiyeciler tutulmuş. Geçmişimize baktığımızda Türk halkının genel olarak okumaya alışık olmadığı görülebilir. Matbaanın Türk kültürüne gelişinin bile uzun bir süreç aldığı gözlemlenebilir. Konuya dair ayrıntılı açıklama "Eşekli Kütüphaneci" incelememde belirtmiştim zaten, buraya bağlantısını ekleyemiyorum ne yazık ki... :// Günümüzde hem gazete hem de kurgu ve kurgu dışı alanlardaki kitap, dergi okuyucu oranı gittikçe azalıyor. Bunun en büyük sebebinin insanların yorulmadan sadece eğlenmek istedikleri olduğunu söylersek sanırsam ki yanılmam... En son ne zaman bir gazetenin tüm eklerine ilgi duydunuz?! En son ne zaman bulmaca çözdünüz?! En son ne zaman büyük bir zevkle bir kitap okudunuz?! Ve en son ne zaman bunun bir daha asla olmayacağını düşündünüz?! Kitapla beraber bunu çokca sorguluyorum aslında, bir daha kitap okuyamamak ve onların yakılmasını eğlence haline getiren insanlara şahit olmak... Eğlence!.. İnsanların eğlenceye düşkünlüğü konusu altında Fahrenheit 451'in dünyasına baktığımızda duvarlara monte edilmiş televizyonlardaki eğlence programlarını, saatlerce konuşup birbirini çekiştiren "oturma odası aileleri"ni görüyoruz. Günümüz Türkiye'sinde eğlence programlarının, uygulamalarının insanları avlayıp saatlerce kendileri ile ilgilenmesini sağlamaları bir yana; Fahrenheit 451'de oturma odası aileleri sayesinde varlığını anladığımız görüntülü konuşmanın, daha da genellersek, fiziksel olarak yanımızda olmayan insanlarla vakit geçirebileceğimiz sanal alanların günümüz Türkiye'sinde kapladığı alan o kadar çok ki yanımızda olan insandan daha çok yanımızda olmayan, ancak telefonda olan insana vakit ayırıyoruz. Fahrenheit 451'de üniversitelerin de hali yaman. Hepsi kapatılıyor, akademisyenler işsiz kalıyor. Hatta öyle ki bazı entelektüeller berduş olarak trenlerde, orada, burada yaşamaya çalışıp bir de önemli kitapları ezberleyerek, kitapların yeniden basılabileceği döneme kadar aktarıcılık görevi üstlenerek, bireysel ölçüde yapabileceklerini yapıp sorumluluklarını yerine getirerek bir parça kitapları okumaya çalışıyorlar. ¶¶Hepimizin fotoğrafik hafızası vardır, fakat bütün bir ömrü, gerçekten orada olan şeylerin nasıl önünü tıkayacağımızı öğrenmeye harcarız. Burada aramızda olan Simmons bu konu üstünde yirmi yıldır çalışıyor ve artık bir kere okuduğumuz bir şeyi yeniden hatırlayabilmek için bir yöntemimiz var. Montag bir gün Platon’un Devlet’ini okumak ister misin?” “Elbette!” “Ben Platon’un Devlet’iyim. Marcus Aurelius’u okumak ister misin? Bay Simmons, Marcus’tur.” “Nasılsınız?” dedi Bay Simmons. “Merhaba,” dedi Montag. “Şu günahkar politik kitap Gulliver’ın Gezileri’nin yazarı Jonathan Swift ile tanışmanı istiyorum! Şu diğer arkadaş da Charles Darwin ve şu da Schopenhauer ve şu Einstein ve burada, dirseğimin dibinde olan da Bay Albert Schweitzer, oldukça da iyi yürekli bir filozoftur. İşte hepimiz buradayız, Montag. Aristophanes, Mahatma Gandi, Gautama Buddha, Konfüçyüs, Thomas Love Peacock, Thomas Jefferson ve Bay Lincoln. İstediğini seç. Bizler ayrıca Matta, Markos, Luka ve Yuhanna’yız.” Herkes sessizce güldü. “Olamaz,” dedi Montag. “Ama öyle,” diye Granger gülümseyerek yanıtladı. “Biz de kitap yaktık. Kitapları okuruz, sonra, bulunmalarından korkarak, yakarız. Mikro filme çekmek işe yaramıyor, çünkü durmadan seyahat ediyoruz; filmleri gömüp sonra dönmek istemiyoruz. Her zaman bulunmaları olasılığı var. En iyisi onları, kimsenin şüphelenip bulamayacağı yaşlı kafalarda saklamak. ¶¶ Günümüz Türkiye'sinde çok şükür bu yok; ancak akademilerden çıkan öğrenciler ne kadar nitelikli, verilen eğitimin kalitesi ne düzeyde; sorgulanabilir... Kaçımız sevdiğimiz bir kitabın sayfa sayısı söylendiğinde onu ezberden söyleyebilir ki, kaçımız bunun kitap aşkı ile bir mecburi görev olarak adledebilir ki kendisine... Ütopik değil mi?! Olası bir şey olarak düşünürsek bir daha o kitaplara dokunup puntolara göz atamadığınızı düşünün. Dehşete kapılıyorsunuz değil mi?! Ele aldığımız konular bağlamında baktığımızda; gelecek, bir korku ütopyası vadediyor... Kitapları okumalıyız, onların hepsininin hafızamızda yer tutmasına olanak sağlayamasak da ; anlattığımız daha doğrusu anlatabildiğimiz ölçüde karşı tarafa aktarabilmeliyiz... "Söz daha ağızdan çıkarken yokluğa karıştığı için, zihnin dışında başka bir yere geri dönülemez." (alıntı) Kitap okuma yasağı yazı yasağının yanısıra başka bir yasağa daha işaret eder: Konuşmak da yasaktır. Okumanın “bir tür konuşma yöntemi” olduğunu bildiğimiz için bu yasağa çok da şaşırmamak gerekir. Üstelik konuşmanın düşündürmesi an meselesidir. Bradbury’nin romanında insanların oturup konuşacakları bir yerin -verandanın- yokluğu bu yasak yüzündendir... Bazen yazarlar henüz var olmayan bir dünya üstüne yazar. Tam anlamıyla şu an o andayım, bunu yapmalarının pek çok sebebi vardır; geriye değil ileriye bakmak iyidir. İnsanlığın seçmesini umdukları veya seçmesinden korktukları bir yolu aydınlatma ihtiyacı duyarlar. Geleceğin dünyasının günümüz dünyasından daha büyüleyici veya ilginç olduğunu düşünürler. Bizi uyarmaya ihtiyaçları vardır. Cesaretlendirmeye. Hayal etmeye. Yarından sonraki gün ve ondan sonraki tüm yarınlar üstüne yazmanın sebepleri, yazan insanlar kadar çok ve çeşitlidir. Kitaplar bazen bize uyari nitelikleri taşıyarak gelir; sahip olduğumuz şeylerin değerli olduğunu ve değer verdiğimiz şeylerin bazen kıymetini bilmediğimizi hatırlatır.... Okur kalın... (Ayfer)

Kitabın Yazarı Ray Bradbury Kimdir?

Raymond Douglas Bradbury, 22 Ağustos 1920 tarihinde, Waukegan, Illinois, ABD.’de dünyaya geldi. İsveç göçmeni bir anne ve telefon hatları çekerek geçimini sağlayan bir babanın oğlu olan Bradbury, gençlik yıllarının çoğunu Waukegan’da bulunan Carnegie Kütüphanesi’nde geçirdi.

Kütüphaneleri çok seven yazar, her gün saatlerini orada geçirirken, bir yandan da ileriki yıllarda yazacağı romanların temellerini atıyordu. 1934 yılında, henüz 13 yaşındayken, ailesinin Los Angeles’a taşınması nedeniyle Waukegan’dan kopan Bradbury, Los Angeles Lisesi’ne kayıt oldu ve 1938 yılında bu okulu başarıyla bitirdi. Çok iyi bir öğrenci olmasına rağmen üniversiteye kayıt olmayan Bradbury, bunun yerine gazete satmayı tercih etti.

..."Beni kütüphane yetiştirdi. Kolej ya da üniversite gibi kavramlara inanmıyorum. Kütüphaneleri seviyorum çünkü çoğu öğrenci üniversiteleri karşılayacak maddi olanaklara sahip değil. Liseden mezun olduğumda depresyonun kenarındaydım ve hiç param yoktu; ben de 10 yıl boyunca haftanın 3 günü kütüphaneye giderek kendimi geliştirdim."...

Flash Gordon ve Buck Rogers gibi erken dönem bilimkurgu kahramanlarından büyük oranda etkilenen Bradbury, 1938 yılından itibaren yazdığı öyküleri fanzinlere satarak para kazanmaya başlamıştı. Los Angeles Bilimkurgu Cemiyeti’ne katılan yazar, Robert A. Heinlein, Fredric Brown ve Jack Williamson gibi ustalarda orada tanıştı.

1938 yılında Imagination! Adlı fan dergisinde Hollerbochen’s Dilemma adını taşıyan ilk öyküsünü yayınlamayı başaran Bradbury, 1939 yılında ise Futuria Fantasia adını taşına bir dergiyi yayınlamaya başladı. Sadece 4 sayı çıkan ve her biri 100’er kopya olarak hazırlanan Futuria Fantasia kısa ömürlü olduysa da, yazarın önünü açması açısından faydası tartışılmazdı.

Bradbury 1941 yılında Pendulum adlı kısa hikayesini Super Science Stories dergisine 15 dolar karşılığında satmayı başardı; bu yazarın edebi yeteneği sayesinde kazandığı ilk paraydı. İki yıl içerisinde tam zamanlı bir yazarak olarak çalışmaya başlayıp bütün diğer işlerini bırakan Bradbury, 1947 yılında ise kısa hikayelerin toplamından oluşan ilk romanı olan Dark Carnival’ı piyacasa çıkarttı.

400’ün üzerinde kısa hikaye ve novella yazan, 50’nin üzerinde antoloji kitabında öyküleri yayınlanan, 20’den fazla tiyatro oyunu, onlarca çocuk edebiyatı, kurgu-dışı hikaye ve t.v. senaryosu kaleme almış olan Bradbury, çağımızın en üretken yazarlarından birisidir. Hayranları tarafından bir bilimkurgu yazarı olarak tanımlansa da bu tanımlamaya katılmayan Bradbury, bu konuda şu açıklamayı yapmıştır;

..."Öncelikle, ben bilimkurgu yazmıyorum. Yazdığım tek bilimkurgu kitabı var; o da Fahrenheit 451. Çünkü o kitap gerçeğe dayanılarak yazıldı. Bilimkurgu gerçeğin tasviridir, fantazi ise değildir. Fahrenheit 451 dışında bilimkurgu alanında verdiğim eser yoktur."...

1947 yılında Marguerite McClure ile evlenen Bradbury, bu evlilikten 4 kız çocuğu sahibi oldu. Los Angelas’da yaşayan yazar, hikayelerini kaleme almaya devam etti. Onlarca eseri çizgiroman, tv dizisi ve sinema filmi olarak uyarlanmış olan yazarın üzerine bir de belgesel çalışması yapılmıştır; Ray Bradbury; Story of a Writer.

Ray Bradbury, 5 Haziran 2012 tarihinde 92 yaşında Los Angeles, Kaliforniya, ABD'de ölmüştür.

Ray Bradbury Kitapları - Eserleri

  • Fahrenheit 451
  • Eve Dönüş
  • Şimdi ve Daima
  • Uğursuz Bir Şey Geliyor Bu Yana
  • Deliler Mezarlığı
  • Sonbahar Ülkesi

  • Yakma Zevki
  • Yazın Sanatı ve Yaratıcı Yazarlık
  • Karahindiba Şarabı
  • Ateş ve Buz
  • Fahrenheit 451
  • Güneşin Altın Elmaları
  • Son Yaya

  • Cadılar Bayramı Ağacı
  • Ertelenen Aşk
  • Resimli Adam
  • Mars Yıllıkları
  • Dünyalıların Gelişi
  • The Velt
  • A Medicine for Melancholy and Other Stories

  • Gök Gürültüsünün Sesi
  • Papa ile Papağan
  • Death Is a Lonely Business
  • Topraktan Dönenler

Ray Bradbury Alıntıları - Sözleri

  • "Sıkıntı şu ki, insanların bize sadece bir noktaya kadar inanmasını sağlamalıyız! Eğer bize haddinden fazla inanırlarsa; çekiçlerini dövmeye, kazıklarını bilemeye, çarmıhlarını kurmaya ve aynalarını asmaya başlarlar. İki ucu boklu değnek. Savaştığımızı belli etmeden nasıl savaşacağız? Fazla net olmadan nasıl aşikâr olacağız? Gereğince gömüldüğümüzü fakat ölü olmadığımızı mı söyleyeceğiz?" (Topraktan Dönenler)
  • ”Neşelen, yeğenim. Aslında senin için her şey çok daha renkli. Bizim dünyamız ölü bir dünya. Her yer mezar taşı grisi. Hayat yaşayanlara güzeldir, her bir anı altın kadar değerli!” (Eve Dönüş)
  • İnce buzda paten yapmak en iyisidir, hafifçe. Durursaniz, dikkatinizin ağırlığı kabuğu kirabilir. Kabuğun içine batarsiniz, öylesine derin, öylesine uzak derinliklerde bogulursunuz ki, bütün geçmiş orada mezar taşı mermerlerine kazılı durmaktadır. Buzlu su damarlarınıza şırınga edilecektir. Aynanın kenarında mıhlanmışsanız, orada, bakışlarınızı Zaman'ın duzeltmelerinden ayıramadan, sonsuza dek orada kalırsınız. (Uğursuz Bir Şey Geliyor Bu Yana)
  • Bu gece neredesin? Tuzlu bir denizin kenarında, çamur çukurlarının,buharın ve sessizliğin yanında. Güneş batıyor burada. (Eve Dönüş)
  • Gün batımı kaybolduğu için sevilir. Çiçekler solduğu için sevilir. Bahçedeki köpekler ve mutfaktaki kediler, yakında gitmeleri gerektiği için sevilir. Başka sebepler de vardır tabii, ama sabah sefalarının ve öğleden sonra gülücüklerinin kalbinde bir veda vaadi yatar. Yaşlı bir köpeğin gri burnunda hoşça kal yazar. Eski dostların yorgun yüzlerinden, dönüşü olmayan uzun yolculuklar okunur. (Topraktan Dönenler)
  • Kurtları kovabilirlerdi ama anıları hayır, hayaletleri hayır. (Cadılar Bayramı Ağacı)

  • "Hayvan koleksiyonu ile hayvanat bahçesi arasındaki fark ne?" (Deliler Mezarlığı)
  • "Güneşin doğmasına çok uzun bir yol vardır, şafak da epey uzaktır, o yüzden hayatının bütün aptalca şeylerini toplarsın, o denli iyi tanıdığın ve şimdi o denli ölü olan kişilerle yapılmış olan aptal hoş şeyleri." (Uğursuz Bir Şey Geliyor Bu Yana)
  • Onlar sadece kendilerine göre alışıldık olan bir akıl hastalığına tahammül gösteriyorlardı... (Mars Yıllıkları)
  • "Bir ses bir defa çıkarıldı mı bir daha asla kaybolmaz," diye açıkladı Small. "Hepsi elektrik bulutları halinde saklanmıştır, yerlerini tespit edebilirsek, unutulup gitmiş savaşların gürültüsüne, uzun yaz mevsimlerinin insana miskinlik veren tınısına, tabiatın sonbaharın geldiğini haber veren o hüzünlü sesine bir dokunuşla yeniden erişebiliriz." (Şimdi ve Daima)
  • “Çünkü sen onları gerçekten bir kez bile okumadan, Bay Poe'nun bütün kitaplarını yaktın. Onları yakmak ihtiyacında olan insanların sözü üzerine tümünü yaktın. Eğer onları okumuş olsaydın, biraz önce bu kata indiğimizde ne yapmayı planladığımı hemen anlardın. Cahillik öldürücüdür Bay Garrett.” (Mars Yıllıkları)
  • Ve bu şekilde koştular. Yıldız ışığında üç hayvan gibi. Siyah bir su samuru. Bir kedi. Bir tavşan. Ben, diye düşündü Will, ben tavşanım. Ve rengi beyazdı ve çok korkuyordu. (Uğursuz Bir Şey Geliyor Bu Yana)
  • "Büyüyünce ne olacaksın Bob?" "Yazar..." "Kararlısın demek... Ama, unutma ki yazar olmak kolay iş değil... Çok uğraşmak gerek..." "Biliyorum. Ama şansımı deneyeceğim. Çok okuyorum." (Ertelenen Aşk)

  • "Ne yapabilirim? Berbat ve boş bir hayatı telafi etmek için yapabileceğim bir şey var mı şimdi?" (Resimli Adam)
  • Temmuz sıcağına yürek ferahlatan bir serinlik, kış soğuna insanların iliklerini ısıtan bir sıcaklı veriyordu sanki... (Ertelenen Aşk)
  • "Şunu açıkca söyleyeyim. İnsanlar her gün psikolojik açıdan ölüyor. Bazı parçaları yoruluyor. Ve bu yorgun parça tüm kişiyi öldürmeye çalışıyor". (Sonbahar Ülkesi)
  • Bütün bunlar kocaman bir yanlışlık (Ertelenen Aşk)
  • "İnsanlar hep yarın yaşamaktan söz ediyordu, yarın ölmekten değil." (Ateş ve Buz)
  • En azından maskeyi görmen gerekir ki darben ardındaki yüze ulaşsın. (Topraktan Dönenler)
  • Eğer şevk, zevk, sevgi, eğlence olmadan yazıyorsan yarım bir yazarsındır. Yani bir gözün piyasada, bir kulağın avangart zümrelerdeyken kendin olamıyorsun demektir. Hatta kendini bile tanımıyorsun. Çünkü bir yazarın hissetmesi gereken en önemli şey heyecandır. Duygu ve heves dolu olmalıdır. Böyle bir enerjisi yoksa gitsin şeftali toplasın ya da çukur kazsın daha iyi. Allah bilir sağlığı için daha iyi olacaktır. (Yazın Sanatı ve Yaratıcı Yazarlık)

Yorum Yaz