Edebiyat Nedir? - Jean-Paul Sartre Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap

Edebiyat Nedir? kimin eseri? Edebiyat Nedir? kitabının yazarı kimdir? Edebiyat Nedir? konusu ve anafikri nedir? Edebiyat Nedir? kitabı ne anlatıyor? Edebiyat Nedir? kitabının yazarı Jean-Paul Sartre kimdir? İşte Edebiyat Nedir? kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi

Yazar: Jean-Paul Sartre

Çevirmen: Orçun Türkay

Orijinal Adı: Quest-ce que la littérature?

Yayın Evi: Can Yayınları

İSBN: 9789750705625

Sayfa Sayısı: 160

Edebiyat Nedir? Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Edebiyat Nedir? XX. yüzyılın en etkili düşünür ve yazarlarından Jean-Paul Sartre’ın 1940’ların sonlarındaki kültleşmiş kitaplarından. Kuram ve eylem adamı niteliklerini birleştiren, yazar aydın kimliğiyle yaygın bir etki uyandıran Sartre, döneminde tartışmalara yol açan bu kitabında edebiyat kavramını “yazar”, “yazarın görevi” ve “okurun konumu” üzerinden üç ayrı kategoride ele alıyor. Yazarı, çağının dünyasına sırt çevirmeyen, yaşadığı dönemin gerçeklerinden, çıkmazlarından esinlenerek tavrını ve eylemini belirleyen aydın olarak görüyor. Bireyin kökten özgürlüğünü savunan varoluşçuluğun bu büyük sözcüsü, okurlarını özgürleşme sürecine taşıması gereken aydının görevini “yazarken değiştirmek, yazarken özgürleştirmek” diye tanımlıyor. Edebiyata “güdümlülük” kavramı açısından yaklaşırken Aydınlanma Çağı’nın aydınını övüyor, XIX. yüzyılın burjuva ahlakını dayatan yazarlara ateş püskürüyor. Sartre’ın edebiyatı olduğu kadar yazarı da sorgulayan bu kült metni, “Her insan herkes karşısında her şeyden sorumludur,” diyen Dostoyevski’nin sözlerini doğruluyor.

Sartre’ın bu zihin açıcı kitabı, yeni çevirisiyle tekrar okurlarla buluşuyor.

Edebiyat Nedir? Alıntıları - Sözleri

  • Şiddet, okuma yazma bilmez.
  • Şiddet, okuma yazma bilmez.
  • "Kriz, hayatımı ikiye böldü. Gençlikten olgunluk çağına geçtim.... "
  • Tımarhaneden kaçmak için anahtara gereksinim duyan hasta, sonunda kendisinin anahtar olduğuna inanmaya başlar.
  • Güzellik bir resimde ilk göze çarpan şeydir, bir kitapta ise saklıdır...
  • Özgürlük tutkuda yabancılaşır.
  • Susmak demek dilsiz olmak değil, konuşmayı reddetmek, dolayısıyla yine konuşmak demektir.
  • Ama insan kendini, başkalarını beklediği gibi beklemez...
  • Kendi özgürlüğümüzü hissettiğimiz oranda başkasının özgürlüğüne saygı duyarız; başkası bizden ne kadar çok şey beklerse, bizde başkasından o kadar çok şey bekleriz.
  • Bir acı çığlığı, kendisini doğuran acının belirtisidir. Ama acılı bir şarkı hem acının kendisidir, hem de acıdan başka bir şey.
  • İnsanın kendi içine dalması iyi bir şey değil.
  • "Böylece gizleri bulan bir varlık olduğumuzu, ama aynı zamanda bulup ortaya çıkardığımız şeye oranla daha önemsiz kaldığımızı biliriz."

Edebiyat Nedir? İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Jean-Paul Sartre 20.yüzyılın en önemli aydınlarından biridir.Kaleme aldığı oyun,roman ve deneme yazılarıyla Varoluşçuluk düşüncesin en önemli temsilcilerinden olmuştur.Edebiyat Nedir isimli eseri de 1940’lı yılların kültleşmiş kitaplarından biri olmayı başarmıştır. Kitap;Yazmak Nedir,Niçin Yazıyoruz ve Kimin İçin Yazıyoruz başlıklarıyla üç bölüm olarak ele alınmış.Sartre ilk bölümde dilin özelliklerini kendi kavramlarıyla açıklamış. Dilin ifade edebilme kabiliyeti bakımından eksiklik olduğunun altını çizmiştir.Dil hiçbir zaman “anlaşılamayacak olmaktır” tezinden hareketle,kullanılan dilin her zaman yetersiz ve kısır olduğunu ifade etmiştir. “Tıpkı müzikteki duraklamanın anlamını çevresindeki notalardan alması gibi,sessilik bile sözcüklere göre belirlenir.Bu sessizlik dilin bir anıdır;Susmak dilsizleşmek değil,konuşmaktan kaçınmaktır,yani gene bir tür konuşmadır.”derken dilin tüm olanaklarıyla kullanılmasının imkansızlığından bahsetmektedir. Akabinde şiir ve düzyazıyı keskin çizgilerle ayırarak, düzyazı yazarının anlaşılmak gibi bir derdinin olduğunu,ancak şairin böyle bir derdinin olmadığını savunur.”Ozanlar dili kullanmayı reddeden kişilerdir”diyerek şairlerin yaptığı işi ima ile küçümser,onların işinin cümle kurmaktan ziyade düzyazının yıkıntıları üzerinden sözcükleri imgelere,nesne cümlelere dönüştürmekten ibaret olduğunu savunur.Düzyazı yazarının okuyucuyu özgürlüğe davet ettiğini,estetiğin doruk noktalarına ancak düzyazı ile ulaşılabileceğini net bir şekilde belirtir.Bu noktada şairin imgelerini tamamiyle gözardı etmekten kaçınmadığını savunur.Düzyazı ile okuyucunun kendi imgelerini ve nesnelerini tanımlayabileceğini belirtirken şairin imge ve nesneleşmiş cümleleri ile bu özgürlüğün elde edilemeyeceği düşüncesine kimler katılır bilemem ama,açıkçası ben aynı fikirde olmadığımı belirtmeliyim.Ancak şairin Sartre’nin ifadesiyle “ ozan sözcüklerin berisindedir”veya “Ozanlar,dili kullanmayı reddeden kişlerdir”düşüncesine katılmamak mümkün değil.Yazarın imlemlerle ifade ettiğini,şair,ressam,heykeltıraş,müzisyen gibi sanatçıların imler yerine nesneleri seçmiş olduğunu ifade ediyor.Siz nedersiniz gerçekten de öyle değil midir? İkinci bölümde niçin yazıyoruz sorusunun cevaplarını irdelemiş Sartre.O’na göre”Yazınsal nesne,ancak devinim içinde var olan garip bir topaçtır”Bu topaçın dönebilmesi ,yani yazının anlam kazanabilmesi için okuma edimine ihtiyaç vardır diyor özetle.Okuma kesildiği an,yazılanların kağıt üzerindeki lekelerden öteye gidemeyeceğini belirtiyor.Yazarın kendisi için yazamayacağını ve kendi yazdığını da okuyamayacağını (anlamı olmayacağını)savunuyor.Eğer yazar tek başına yaşasaydı ne kadar çok ,ne kadar güzel yazarsa yazsın eserinin bir nesne olarak ortaya çıkmasının mümkün olmayacağının altını çiziyor.Özetle sanatın başkası için yapılacağını ve onun aracılığı ile var olabileceğini savunur.Burada edebiyat çevrelerinde tartışıladuran “Sanat sanat(yazan) için mi,sanat toplum içinmi”tartışmalarındaki safını da belirlemiş oluyor aslında. Üçüncü bölümde;”İlk bakışta kuşkuya yer yok:Evrensel okuyucu için yazıyoruz”diyerek başlar paragraf.Yazarın dile getirilmesi zor olan düşüncelere özgürlük kazandırmak gibi bir görevinin yanı sıra kendi özgürlüğünü de elde etme çabası uğruna yazma eyleminde bulunduğundan söz eder.Yazarın kendi varoluşundan beslenmesi gerektiğini,gücü elinde bulunduran iktidarların kalemşörlüğüne soyunmaması gerektiğinin altını çizerken kültür eleştirmeni Julien Benda’ya ”Eğer yazar,Benda’nın isteğine uyarak saçmalamayı seçtiyse,hem Stalin komünizminin,hem anamalcı demokrasilerin sahip çıktığı şu ölümsüz özgürlükten tumturaklıca söz edebilir”sözleriyle burjuvazinin sözcülüğünü yaptığı gerekçesiyle Benda ve bu çizgideki tüm yazarlara gönderme yapar.. Sartre’ye göre; yazar,anlatabildiklerinden daha fazlasını bilir,hiçbirzaman anlatmak istediklerini tam olarak anlatamaz,çünkü dil eksiklidir der daha önce belirttiğim gibi...Bu eksikliliğin kaynağınında her yazarın içinde yaşadığı toplumun kültürel tarihinden besleniyor olması yatar.Özetle;bir Türk’e ‘Bandırma Vapuruyla başladı mücadelemiz’ dediğinizde birçok şey anlatabilecekken,bu cümle bir Kanada vatandaşına hiçbirşey anlatmaz ve bu bakımdan ,eğer dil eksiksiz kullanılacaksa yazılan her metnin tüm dünyadaki insanların anlayabileceği düzeyde etraflıca yazılması gerektiğinin altını çizer.O’na göre bu hiçbirzaman mümkün olamayacaktır.Bu noktadan hareketle yazar ,konusunu seçerken okuyucusunu da seçmiştir veya okuyucuyu belirleyen şey yazarın belli bir dünya görüşünü seçmiş olmasıdır. Eski Yunan’da yetkinlik kazanarak başlayan ,12.yy dan itibaren yoğunlaşarak süren yazma ve okuma ediminin bu süreçte genellikle toplumun seçkin,kentsoylu,okuma yazma bilen belli bir kesiminin tekelinde olduğunu, dolayısıyle yazılanların tüm topluma ulaşmadığını belirtir.Ve yazılanlar bu seçkin zümre tarafından bir çeşit sıkı denetimden geçer.Kısaca;okuyucu uzmandır ve yazarı eleştirebilecek,sorgulayabilecek bilgi birikimine sahiptir,çoğu zaman kendisi de yazardır.Bu durum çoğunlukla yazarları o günün rağbet gören öğretilerinin üzerine yazıp çizmeye itmiştir. Özellikle 19.yy dan sonra okuma yazma oranını artmasıyla okuyucu daha edilgen bir hal alır,kendisine yeni düşünceler ya da yeni bir sanat biçimi benimsetilmesini bekler.Bu durum ise yazarın daha özgür bir duruşla yazabilmesi için bir anahtardır aslında.Bu fikirden hareketle o dönemlerde yazılmış eserlerin yeni fikirler açısından kısıtlı ,ancak estetik açıdan çok daha önde olduğu sonucunu çıkarmak sanırım hiç de yanlış olmayacaktır.Bugün ise üretmenin daha kolay olduğu ancak estetikten uzak eserlerin çok daha kolay sunulabildiğini söyler özetle.Bu noktadan hareketle; Edebi yönden değeri olmayan birçok kitabın pazarlama uzmanlarının dehasıyla çok satması aslında bir çıkmazdır diyebilir miyiz, ne dersiniz?.Bu bağlamda okuyucu olarak doğru sonuçlar elde edebilmek için tüm kitaplara kuşkuyla yaklaşmalı,ama daha önce kişisel olarak okuma biçimimizi geliştirmeliyiz. Bu kitabı okurken kesinlikle sindire sindire,not alarak okumanızı öneriyorum.Gerçekten de okuma yazma üzerine çok kıymetli bilgiler bulacaksınız.Keyifli okumalar. (Z.Korkmaz)

Sanırım ilk kez bir kitaptan bu kadar çok alıntı yaptım. Aslında kitabın tamamı alıntılanabilecek bir kaliteye sahip. Benim için yazım anlamında Oğuz Atay'ın ''Günlük'' eseri, bu kitaptan önce okumuş olduğum Berna Moran'ın ''Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış'' araştırması, Balzac'ın ''Gizli Başyapıt'' öyküsü çok değerli. Fakat hiçbiri bu kitap kadar etkilemedi beni doğrusu. O eserlerde tarihi bir bakış, içsel bir sunuş veya üretenin iç dünyasının yanında verdiği sınırlı bilgi vardı. Bu eserde ise dipten uca gelerek kökten bir bilgi var. Kesinlikle tekrar tekrar okuyacağım, bazen açıp yeniden karıştıracağım bir başucu kitabı oldu benim için. Peki neden ve ne anlatıyor? Kitap, yazmak nedir, niçin yazıyoruz ve kimin için yazıyoruz başlıklarıyla üç bölüme ayrılıyor. Eserin çağının dünyasına, toplumuna ait olduğunun bilincine vararak, basit bir seyirci konumunda kalmayı reddeden, düşüncesini ya da sanatını bir davanın hizmetine sunan aydın ya da sanatçının edimini ya da tavrını ele alıyor ve ancak okuyucuda bulduğu karşılık kadar var olduğunu savunuyor. Yine bu konuyla bağıntılı olarak ''Sanat için sanat'' diyenlere de fazlasıyla eleştiri getiriyor. Yazma ve sunma eyleminin kişinin kendini önemli hissetmesi ve kendini özgürleştirmesi yolu olduğunu söylüyor. Bunun dışında kitabın sadece yazmak üzerine olmadığını da söyleyebilirim. Çünkü Müzik, Resim ve Heykeli de aynı sınıfa koyarak geniş, kapsamlı bir biçimde ve anlaşılır örneklerle sanatı ele alıyor. Edebiyatın özeti niteliğinde bir eser... (Aykut Günaydın)

Sartre'nin ikinci dünya savaşı yazarı olması, aslında yeni bir devri başlatan yazarlar arasında olmasını da sağlamıştır. Sartre Kentsoylu bir Fransız yazardır, ama kitabında Kentsoylu sınıfın artık asalaklaştığını söyleyerek gönül rahatlığıyla bu sınıfın içinde kalamam demiştir. Bu durum sartre'nin yaşadığı dönemin bilincine vardığını ve edebiyatın gerektirdiği yerde durduğunu gösterir. Çünkü Sartre'ye göre edebiyat özgürlüktür ve ezilen sınıfın yanında olmak gerekir. Sartre aynı zamanda 17. Yy'den başlayarak 20. Yüzyıla kadar bir edebiyat, kültür ve toplum incelenmesi yaparak, eleştirmen nasıl olunuru göstermektedir. Beni en çok etkileyen ise gerçeküstücülere getirmiş olduğu eleştirilerdir. Sartre yazmak nedir ve ne için yazılırdan başlayarak, kitabı baştan sona gerçek bir edebiyat kültü haline getirir. Aynı zamanda kitapta pek çok büyük yazardan bahsedilerek, aslında bize nereden okumaya başlamamız gerektiğini de çaktırmadan gösterir. Benim şahsen sartre'nin yönlendirmesi sonucu bir sonraki durağım, Schopenhauer'in 'İsteme ve Tasavvur Olarak Dünya' adlı eseri olacak. Herkese iyi okumalar. (Kanunibeg)

Kitabın Yazarı Jean-Paul Sartre Kimdir?

Jean-Paul Sartre (tam adı: Jean-Paul Charles Aymard Sartre) (21 Haziran 1905, Paris - 15 Nisan 1980, Paris), ünlü Fransız yazarve düşünür. Felsefi içerikli romanlarının yanı sıra her yönüyle kendine özgü olarak geliştirdiği Varoluşçu felsefesiyle de yer etmiş; bunların yanında varoluşçu Marksizm şekillendirmesi ve siyasetteki etkinlikleriyle 20. yüzyıl'a damgasını vuran düşünürlerden biri olmuştur. Sartre, bir anlatıcı, denemeci, romancı, filozof ve eylemci olarak yalnızca Fransız aydınlarının temsilcisi olmakla kalmamış, özgün bir entelektüel tanımlamasının da temsilcisi olmuştur.

Babasını ufak yaşta yitiren Sartre, annesinin ailesinin yanında büyüdü. Olgunluk sınavını Louis le Grand Lisesi'nde verdi. Daha sonraki eğitimini Ecole Normale Supérieure'de, İsviçre'deki Fribourg Üniversitesi'nde ve Berlin'deki Fransız Enstitüsü'nde sürdürdü. Çeşitli liselerde öğretmenlik yaptı ve 1928'de Simone de Beauvoir'la tanıştı.

1939 yılında II. Dünya Savaşı başlayınca Fransız ordusuna meteorolog olarak hizmet vermeye başladı. 1940 yılında Almanlar tarafından yakalanıp 9 aylığına hapse atılmasının sonrasında Direniş hareketine katıldı. Sinekler adlı ünlü oyunu bu koşullarda yazıldı ve sahnelendi. Aynı sekilde, Varlık ve Hiçlik adlı kendi felsefesini açıkladığı ünlü yapıtı da bu sırada yazıldı (1943).

1945 yılında öğretmenliği bıraktı ve "Les Temps Modernes" adlı edebi-politik dergiyi çıkarmaya başladı. Kitaplarının neredeyse tümü edebi ve politik sorunları işleyen kuramsal metinler olarak şekillendi. Sartre, savaş sonrası dönemde ise özellikle politik etkinlikleriyle öne çıkmaya başladı. Soğuk savaş dönemi boyunca birçok eleştirisine rağmen Sovyetler Birliği'ni desteklemiş, Fransa'nın Cezayir'e karşı yürüttüğü savaşa karşı çıkmıştır. Çıkardığı dergi, bu bağlamda yoğun bir etkinlik göstermiştir.

Sartre, hep sol politik görüşe yakın olmuştur. 1956 yılında Macaristan'ın Sovyetler Birliği tarafından işgal edilmesine kadar Fransız Komünist Partisi'ni (PCF) desteklemiş, ardından desteğini çekmiştir. Ardından Fransız Komünist Partisi'nin Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nden daha bağımsız politikalar izleyebilmesine dolaylı katkısı olmuştur. 1960'ların sonlarında Sartre, kurulu komünist partileri reddettiği için Maocuları destekledi. Sartre daha sonra Maocularla ittifak halinde olduğunu reddetmiş ve Mayıs olaylarından sonra "Eger biri tüm kitaplarımı yeniden okursa, benim hiç değişmediğimi, hep anarşist olarak kaldığımı anlayacaktır." demiştir. Bundan sonra kendisinin anarşist olarak tanıtılmasını uygun karşılamıştır.

Sartre, 1964 yılında kendisine verilmek istenen Nobel Edebiyat Ödülünü geri çevirmiştir. Bunun hem yapıtlarına hem de politik konumuna zarar verecegini düşünmüştür. "121'ler Manifestosu" olarak bilinen bildirgeyi imzalamış ve 1961-1962 yılındaki büyük gösterilere katılmıştır. Ayrıca, 1966-67 yılları arasında Vietnam Savaşı'nda meydana gelen katliamları sorgulamak üzere kurulmuş olan Russell Mahkemesi'nin de başkanlığını yapmıştır. Politik etkinlikleri giderek yoğunlaşmış ve kendi iç-dönüşümleriyle birlikte şekillenmiştir. 1968olayları Sartre'ın kendi fikirlerini ve geleneksel entelektüel konumlarını da sorguladığı bir dönem olmuştur. Sovyetler'in Prag'a müdahalesinin ve Fransa'daki öğrenci hareketlerinin üzerine, teorik politik alanı yeniden değerlendirmeye başlamış, 1973'te Liberation'u kurmuştur.

1974 yılında Sartre'ın gözleri büyük oranda görmez oldu. Bu nedenle politik etkinlikleri yavaşladı, ancak her zaman yine de Batı'nın Doğu üzerindeki baskılarına karşı etkinliklerde bulundu ve insan hakları konusunda her zaman duyarlı oldu. Bu tutumuyla, Aydınların yeri ve rolükonusunda hem teorik hem de pratik bir örnek oluşturdu.

Öte yandan siyasal aktifliğinin onun edebi ve felsefi yönünü gölgelediği söylenemez. Sartre her şeyden önce kendisinden iyi bir edebiyatçı ve yetkin bir filozof olarak söz ettirmeyi başardı. 15 Nisan 1980'de Paris'te öldüğünde geride felsefe ve edebiyat açısından büyük değerde metinler bıraktı. Kendi varoluşçu felsefesini işlediği yapıtları başlıca; Özgürlügün Yolları, Bulantı, Gizli Oturum, Kirli Eller, Sözcükler, Duvarolarak belirtilebilir.

Sartre'ın Varoluşçuluğu:

Varoluşçuluk, esas olarak 17. yüzyıldan beri var olmakla birlikte, gerçek ününü Sartre ile birlikte kazanmıştır. 20.yüzyılda, Martin Heidegger gibi kendine özgü ve yetkin varoluşçu filozoflar söz konusu olmakla birlikte, bir felsefe olarak varoluşçuluk asıl etkisini Albert Camus ve özellikle de Sartre ile birlikte göstermiştir. Sartre, varoluşçu felsefenin hem felsefi hem de siyasal alandaki taşıyıcısı, uygulayıcısı olmakla bir entelektüel ve filozof olarak ayrı bir yer edinmiştir.

Varoluşçuluğun, geriye doğru gidildiğinde Blaise Pascal'a kadar uzayan bir geçmişe sahip olduğu görülür; bu elbette belli bir şekilde anlaşılan varoluşçuluk anlamında bir felsefe eğilimidir, bunun yanı sıra varoluşçuluğun argümanlarının bir kısmı, nüve halinde ya da perspektif düzleminde de olsa çok daha öncelerde, örneğin Sokrates felsefesinde, kutsal metinlerde vb. de bulunmaktadır. Ama felsefe tarihi incelemelerinde bir felsefe eğilimi olarak Varoluşçuluğu Pascal ile birlikte ele alıp değerlendirmek yaygın bir tutumdur.

Daha sonraları, Soren Kierkegaard varoluşçuluğun anlaşılmasına tam olarak belli bir şekil verir. Buna göre dünyadaki insanın varoluşu bir problematiktir ve felsefenin soruşturulması bunun üzerine yürütülmelidir. İsa, modern varoluşçuluğun kurucusu olarak kabul edilir. Varoluşçuluk öyle ki hem edebiyat alanında hem de felsefe alanında etkili olmuş ve çeşitli şekillerde temsilcilerini bulmuştur. Friedrich Nietzsche, Martin Heidegger, Albert Camus, Dostoyevski varoluşçuluk dendiğinde akla gelen ve modern varoluşçuluğun temsilcileri olarak incelenen isimlerdir.

Sartre'ın, varoluşçuluğunda ilk olarak görülen, insanın önceden-tanımlanmamış bir varlık olarak ele alınmasıdır. İnsan kendi yaşamını ya da tanımını kendi kararlarıyla verecektir. İnsanın içinde bulunduğu koşullar içinde yaptığı tercihleri onun kim olacağını ve ne olacağını belirler. Bu, "varoluş özden önce gelir" sözünün anlamıdır. İnsan önceden-zaten-belirlenmiş bir öze sahip değildir, daha çok o özünü kendi eyleyişleriyle gerçekleştirecek, yani varoluşunu şekillendirerek özünü ortaya koyacaktır. Kahraman ya da alçak olmak, insanın kendi yaptıklarıyla ilgili bir sonuçtur. Bu anlamda varoluşçu felsefede insanın etik bir varlık olarak şekillendirildiği, ama bunun da siyasalı yadsımayan bir etik olduğu görülür. İnsan belirli bir bütünlüğün içine doğmuştur, burada belirli bağımlılıkları vardır ve yaşamı boyunca bu bağımlılıklar içinde bazı kararlar vermek zorundadır. İşte bu kararlar insanın varoluşunun gerçekleştirilmesidir. Bu anlamda Sartre varoluşçuluğu genelde sanıldığının aksine ve varoluşçu edebi metinlerde görülen karamsarlığa rağmen iyimser bir felsefe olarak değerlendirir. Bu felsefede özgürlük ve bağımlılık arasında tuhaf bir ilişki kurulur, öyle ki, Sartre; insan kendi özgürlüğüne mahkum edilmiştir der. Sartre'a göre insan kendi kararlarıyla ve tercihleriyle özgürlügünü gerçekleştirmek zorundadır.

Öte yandan varoluşçuluk belirtildiği gibi iyimser bir felsefedir ve özünde hümanisttir. Hümanizm Sartre'ın felsefesinde önemli bir yöndür. 20. yüzyılın ikinci yarısı özellikle Hümanizmin kuramsal ve felsefi olarak reddedilmesi ve eleştirilmesi olarak ortaya çıkmış olmasına ve bunların çoğunluğunun Fransa kaynaklı olmalarına rağmen, Sartre ısrarla, kendi felsefi konumunu ifade etmek için özgül bir şekilde anladığı anlamda hümanizmi vurgular. Sartre Varoluşçuluk Hümanizmdir der ve bu isimde felsefi bir çalışması vardır.

Bulantı

Bulantı, Sartre'ın aynı adlı kitabı olmasının yanı sıra, terim olarak da Sarte'ın varoluşçu felsefesini ifade etmektedir. Dünyanın kendinde varlığı ("kendinde şey"), insana bulantı duygusu verir; çünkü gerçeklik, yani varlıklar ne iseler o olarak orada öylece ve anlamsız bir şekilde dururlar. Bilinç ise, "kendi-için-şey"dir, ve o hiçlikle ortaya konur. Sartre, felsefi olarak "Varlık ve Hiçlik" kitabında bu noktaları açıklar. Daha sonra da Bulantı romanında edebi bir metin olarak konuyu somut biçimde değerlendirir.

Bulantı romanının kahramanı Antoine Roquentin'dir. İlk kez yerde gördüğü bir taş parçasını eğilip almak istediğinde bunu yapamadığını fark eder; çünkü bu anda varoluşun saçmalığına karşı bir bulantı duymaya başlar, varlıkların varoluşuna, doluluğuna karşı duyulan bir bulantı. Bu dünyanın özündeki kendinde anlamsız varlığı karşısında duyulan bir bulantı'dır. Sartre'a göre hissedilen bu bulantı hissi, kişinin varlıkların kendiliğinden varoluşlarının doğurduğu anlamsızlıktan sıyrılmasını sağlar ve onu bilinçli bir varlık olma konumuna getirir.

Varoluşçu Marksizm

Sartre'a göre Marksizm esas itibariyle varoluşçu bir mantıkla değerlendirilebilir ve değerlendirilmelidir. Marksizm, yapısalcılık gibi kuramcı eğilimlerin iddialarının aksine özünde Hümanisttir; "Marksizm hümanizmdir", der Sartre.

Diyalektik Aklın Eleştirisi'nde Sartre, varoluşçulukla Marksizmi karşılaştırarak değerlendirir ve Marksizmin, "çağımızın aşılmaz bir felsefi ufku olduğu" saptamasını yapar. Sartre'a göre; bir Descartes ve Locke dönemi, bir Kant ve Hegel dönemi, ve son olarak bir Marx dönemi söz konusudur. Bu temsilcilerin hepsi, bütün bir kültürün tarihsel ufkunu temsil ederler ve Marx bunların en yetkinleşmiş halidir. Tarihsel bir perspektif olarak Marksizmi kesin bir şekilde önerir ve "insanlık tarihinin tek geçerli yorumu"nun Marksizm ya daDiyalektik Materyalizm olduğunu söyler. "Hiç olmazsa zamanımız için" der Sartre, "marksizm aşılamazdır".

Sartre ve Aydın tavrı:

Sartre, bir aydın ya da entelektüel olarak her zaman çok özel bir konumda durmuş, her zaman bu aydın konumu üzerinden tartışmalar yürütülemesine vesile olmuştur. Hem savunduğu hem de uyguladığı aydın tavrı, Sartre'ı entelektüeller arasında özel bir konumda tutar. Öyle ki, Sartre, hem tamamen özgürlükçü ve bağımsız bir konumda bulunup hem de sıkı bağlanımları gerektiren pek çok politik tavrı, tereddüte ya da çelişkilere düşmeksizin sergileyebilmiş ve zamanının bütün sorunları konusunda neredeyse aktif bir tavır sergileyebilmiştir.

Bu bakımdan Sartre için, "çağının tanığı ve vicdanı" diye söz edilmesi yanlış olmaz. Sartre'ı Sartre yapan yalnızca felsefi çalışmalarının yetkinliği ve özgül varoluşçu kuramının ilgi çekiciliği değil, aynı zamanda sergilediği aktif aydın tavrıdır. Sartre, bu noktada kuram ve eylem adamı niteliklerini birleştirmiş durumdadır.

Sartre'ın anladığı ve savunduğu anlamda aydın, ister eylem alanında ister yazı masasında olsun, esasta aydını aydın yapan nitelik, yaşadığı zamanın dünyasına sırt çevirmeyen, bu dönemin gerçekliklerinden ve çelişkilerinden kaçınmayan, aksine tutumunu ve eylemini bu gerçeklikler ve çıkmazlardan hareketle oluşturup belirleyen tavırdır.

Bu anlamda Sartre'ın bir bütün yaşam doğrultusu bu bakışın doğrulanmasıdır. Dolayısıyla da, Sartre'ın sergilediği aydın tavrı ve kişiliği, varoluşçuluğun edebiyattaki yetkin temsilcisi olarak kabul edilen Dostoyevski'nin sözünü onaylar niteliktedir; "Her insan herkes karşısında her şeyden sorumludur." Bu söz Sartre'ın anladığı ve örneğini sergilediği anlamda aydının tavrının da iyi bir açıklanmasıdır.

Jean-Paul Sartre Kitapları - Eserleri

  • Bulantı
  • Duvar
  • Akıl Çağı
  • Varoluşçuluk
  • Yıkılış
  • Yaşanmayan Zaman

  • Edebiyat Nedir?
  • Sözcükler
  • Aydınlar Üzerine
  • Varlık ve Hiçlik
  • İş İşten Geçti
  • Sartre Sartre'ı Anlatıyor
  • Baudelaire

  • İmgelem
  • Sanat, Felsefe ve Politika Üstüne Konuşmalar
  • Toplu Oyunlar
  • Toplu Oyunlar 2
  • Kirli Eller
  • Öznellik Nedir?
  • Ego'nun Aşkınlığı

  • Denemeler
  • Saygılı Yosma
  • Yöntem Araştırmaları
  • Hepimiz Katiliz
  • Materyalizm ve Devrim
  • Altona Mahpusları
  • Özgür Olmak

  • Şimdi Umut: 1980 Söyleşileri
  • Tuhaf Savaşın Güncesi
  • Çark
  • Gizli Oturum
  • Mezarsız Ölüler
  • Sinekler
  • Heyecanlar Üzerine Bir Kuram Taslağı

  • Şeytan ve Yüce Tanrı
  • Bir Şefin Çocukluğu
  • Altona Men - Without Shadows - The Flies
  • Komünistler Devrimden Korkuyor
  • Çağımızın Gerçekleri
  • Jean Paul Sartre Küba'yı Anlatıyor
  • Yazınsal Denemeler

  • Yabancının Açıklaması
  • Estetik Üstüne Denemeler
  • In Camera and Other Plays
  • Briefe an Simone de Beauvoir 1
  • Sahibin uşaqlığı
  • Seçilmiş Əsərləri
  • The Age of Reason

  • Yöntem Araştırmaları

Jean-Paul Sartre Alıntıları - Sözleri

  • Emek, hayatın yeniden üretilmesi yoluyla nesnelleşmeyse, emek yoluyla nesnelleşen nedir? İhtiyaçla tehdit edilen nedir? Jouissance'la (haz, keyif) birlikte ihtiyacı ortadan kaldıran nedir? Cevap elbette ki pratik biyolojik organizmadır ya da diğer bir deyişle, bu terim bizi öznellik açısından ilgilendirdiği ölçüde, psikosomatik birliktir. Sonuç olarak, burada içselliğiyle dolaysız bilgiden kaçan bir birliği kavrıyoruz. (Öznellik Nedir?)
  • Özgürlük, metafizik değil, pratik özgürlük, proteinle koşullanmıştır. İnsanlar, açlıktan kurtulduğu, uğraşlarını ona yakışan koşullar altında yapabildikleri gün, yaşam insanca olacaktır. (Sanat, Felsefe ve Politika Üstüne Konuşmalar)
  • Dokunmayın bana. Birinin bana dokunmasından nef­ret ederim. Acımanızı da kendinize saklayın. Haydi! (Gizli Oturum)
  • Aşk, aşktan daha fazla bir şeydir. (Denemeler)
  • Ben de herkes gibi değiştim: bir sürerlilik içinde. (Sanat, Felsefe ve Politika Üstüne Konuşmalar)
  • Bize ihanet eden, kendi sözlerimiz, kendi eylemlerimiz, kendi alçaklıklarımızdır. (Altona Mahpusları)

  • Köksüzlerin ağırlığı olmaz. (Sinekler)
  • "O halde bu, proletaryanın hiçten yola çıkarak icat ettiği ya da 'yarattığı' bir şey değil, daha ziyade bütünlüğü içindeki evrim sürecinin zorunlu sonucudur; bu yeni öğe, ancak proletarya onu bilincine yükseltip pratik kıldığında somut bir gerçeklik halini almaya dair soyut bir imkân olmayı yine de bırakmaz. (Öznellik Nedir?)
  • İnsan dönüp kendi geçmişine bir anlam yakıştırarak onu bir çeşit değişikliğe uğratabilir. Yani kendi kişisel tasarısına göre, geçmişini farklı bir biçimde sahiplenir. Bir başka deyişle geçmiş, insanın özgürlük anlayışına göre kimlik kazanır.. (Ego'nun Aşkınlığı)
  • "Yeniden kendimi hissedebilmek istiyorum. İçten ve yoğun bir duygu beni kurtaracak." (Jean Paul Sartre Küba'yı Anlatıyor)
  • "Eskiden beklemek umurumda değildi. Şimdiyse ya­pamıyorum artık." (Kirli Eller)
  • Cehennem, başkalarıdır. (Toplu Oyunlar)
  • “Neden iki ayrı kişi olduğumuzu anlamıyorum. Kendim kalarak, sana dönüşmeyi isterdim.” (Toplu Oyunlar)

  • Gerçekten savaşsaydım, pek fena olmazdı. Fakat, savaşmıyorum işte. Silah altına alınmışım, o kadar. (Tuhaf Savaşın Güncesi)
  • "Bizi hiçbir zaman sevmediler!.." (Yıkılış)
  • Öncelikle en başında boşluk korkutmuştu sanatçıyı. Kuş uçmaz kervan geçmez, bu ıpıssız mekanda kendi boşluğunu kavramaya çalışırken, bir aşağı bir yukarı, aylarca gezinmişti. Sadece kendi korkunç yalnızlığı eşlik etmişti ona... (Estetik Üstüne Denemeler)
  • " Belli bir grubun emrindeki bilim, bir ideolojiye dönüşür. '' (Aydınlar Üzerine)
  • "İnsan özgür olmaya mahkûmdur." (Varoluşçuluk)
  • Söyleyebildiğim zaman söyleyeceğim. (Tuhaf Savaşın Güncesi)
  • Biz rüzgar ektik, o ise fırtınadır. Şiddetin çocuğu, şiddetten her an kendi insanlığını ya­ratıyor. Biz onun sırtından insandık, o da bizim sırtımızdan ken­disini insanlaştırıyor. Yeni bir insana doğru hem de daha ni­teliklisinden. (Hepimiz Katiliz)