diorex
ARTUKBEY

Düşüş - Albert Camus Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Düşüş kimin eseri? Düşüş kitabının yazarı kimdir? Düşüş konusu ve anafikri nedir? Düşüş kitabı ne anlatıyor? Düşüş kitabının yazarı Albert Camus kimdir? İşte Düşüş kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 02.03.2022 20:00
Düşüş - Albert Camus Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Albert Camus

Çevirmen: Hüseyin Demirhan

Orijinal Adı: La Chute

Yayın Evi: Can Yayınları

İSBN: 9789750725036

Sayfa Sayısı: 104

Düşüş Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

XX. yüzyıl düşünce ve edebiyat dünyasının kuşkusuz en etkili adlarından biri olan Albert Camus, gerek Başkaldıran İnsan ve Sisifos Söyleni gibi felsefi kitaplarında, gerek Yabancı, Veba, Sürgün ve Krallık gibi edebî yapıtlarında, insanın çağdaş dünya karşısındaki duruşunu sorgular. Ölümüne yakın, 1956’da yayımladığı Düşüş, modern insanın, kendi bencillik ve çaresizliklerini adım adım görmek zorunda kalışının romanıdır.

Parisli saygın bir avukat, soylu davaların savunucusu ve çapkın bir erkek olan Jean-Baptiste Clamence, Amsterdam’da köhne bir barda geçmişini anımsar. Kendisiyle yüzleşirken geçmişteki kesinlikler belirsizliklere, başarılar başarısızlıklara dönüşür. Clamence’ın itiraflarında, elini taşın altına koymadan yaşayanların, pek çoğumuzun öyküsü vardır. Onun “düşüş”ü hepimize ulaşır. Camus’nün, burjuva ahlak anlayışını zekice alaya aldığı Düşüş, başarılı tekniğiyle de öne çıkan bir roman.

Düşüş Alıntıları - Sözleri

  • Mutlu olmak için başkalarıyla fazla ilgilenmemek gerekir.
  • “Temiz bir yaşama razı mısınız? Herkes gibi?” Evet diyorsunuz doğal olarak. "Nasıl hayır diyebilir insan? “
  • Tüm insanlar hakkınızda iyi konuştu mu,  vay halinize...”
  • Toplumumuzda tutku yerine geçen açgözlülük her zaman güldürmüştür beni.
  • Canı sıkılıyordu, hepsi bu, insanların çoğu gibi canı sıkılıyordu.
  • "fazla iyisiniz .bu yüzden bardağımı sizinkinin yanına koyacağım."
  • Bir adam tanıdım, kafasız bir kadına yaşamının yirmi yılını verdi, her şeyi feda etti ona, dostlarını, emeğini, dürüstlüğünü bile, ama bir akşam, kadını hiç sevmemiş olduğunu anladı.
  • Doğruluk duygusu, haklı olmanın verdiği doyum, kendini değerlendirmenin sevinci, bayım, bizi ayakta tutan ya da ilerleten güçlü zembereklerdir.
  • Ben de okumuş yazmış bir insanım, yine de, yalnızca yüzünüze bakarak içimi döküyorum...
  • Haklısınız, suskunluğu sağır edici..
  • Bu noktada toplum, kabul etmek gerekir ki, kendi doğasının içten yalınlığını bir ölçüde bozdu.
  • Bir fırtına! Yüreğim kol yenlerimdeydi sanki.

Düşüş İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Albert CamuSpotu :): Kitabı okumadan önce ilk ilgimi çeken kısım kahramanımızın Albert Camus'un kendisi olduğu yönünde olan yazılardır... "Size hizmetlerimi sunabilir miyim bayım, canınızı sıkmadan?" diyerek başlayan Düşüş, yalnızlığın, bencilliğin ve ikiyüzlülüğün tezahürü gibi bir eser. İnsanları ve düşünceleri çok iyi analiz eden Albert camus okurken adeta bir Camuspotu yayınlıyor gibi hissediyorsunuz. Düşüş'te sayfa sayısı az gibi gözükse de, Kitabı okurken monologların sizi yoracağını söyleyebilirim. Başlangıcından itibaren her parça da düşüşü hissedeceksiniz. Dinamik bir giriş yapan yazar sonrasında adeta kelimelerin yer çekimine maruz kalmış bir nesne gibi, düşüncelerin ve hikayenin düşüşüne cahitlik edeceksiniz. Kitabın bitişiyle bitirmek istiyorum düşüş'ü "Artık çok geç, her zaman hep geç olacak..." Siz değerli kitap severler geç olmadan okuyun, okutun.... Keyifli okumalar :) (Berceste)

Düştüm!: YouTube kitap kanalımda Albert Camus'nün hayatı, bütün kitapları ve kronolojik okuma sırası hakkında bilgi edinebilirsiniz: https://youtu.be/-_X3xWwwAoA “Elli katlı bir binadan düşen adamın hikayesini biliyor musun? Adam her katta kendini rahatlatmak için şunu tekrar edermiş: Buraya kadar her şey yolunda. Buraya kadar her şey yolunda. Buraya kadar her şey yolunda. ... Önemli olan düşüş değil, yere çarpıştır.” [Mathieu Kassovitz, La Haine, 1995] Ben bu kitaba düştüm arkadaşlar. Ama kitapla beraber ben de aşağı düştüm. Yoksa zaten bu zamana kadar aşağıda mıydım da kendimi size yukarıda göstermeye çalışıyordum? Hayatını kaybetmiş olma bilinci için öncelikle onu bulmuş olmak gerekiyorsa, düşmüş olma bilinci için de öncelikle yukarıda olmak gerekmez mi? Buraya kadar her şey yolunda. Şu an sen de bu yazıyı okuyan bir insan olarak hangi cihazdan girersen gir ekranı sürekli kaydırarak aşağı düşüyorsun benim kelimelerimle beraber. Mükemmelliklerimizle, yeteneklerimizle, bedenlerimizle, harika zekalarımızla ve kendimizden son derece memnun oluşlarımızla birlikte gün geçtikçe aşağı düşüyoruz. Bugüne kadar bunlar bizi hep yukarıda tutan şeylerdi, onları da beraberimizde yok oluşumuza sürüklüyoruz. Düşmeye devam edelim. Buraya kadar her şey yolunda. Kafka'nın Dava ve Dostoyevski'nin Yeraltından Notlar kitaplarını okuduktan sonra bu kitapların genlerinden hibrit bir gen yaratılmak istenseydi bu kitabın adı Camus'nün Düşüş kitabı olurdu. Çünkü suçlar, yargılar, sorgular ve sorgulanmalar Kafka'nın konusu iken, gurur, ceza, acı, kendinle yüzleşme ve kişilik bölünmesi gibi konular da Dostoyevski'nin ilgi alanlarıydı. Kafka bireysel-insanda sıkışmış kalmış bir insanken Dostoyevski, Hz. İsa'nın bütün evren adına acı çekme felsefesiyle birlikte evrensel olan insana ulaşmayı arzulamıştı. Ama konumuz şimdilik bu değil. Sen ekranı aşağı kaydırarak düşüşünü sürdürmeye devam et. Güneşin yerinde, her şeyin de yolunda olduğu düşünceleriyle kendini avut. Buraya kadar her şey yolunda. Ülkemiz günden güne düşüyor ve bu düşüşün farkında olmayarak her geçen gün kendisine "Buraya kadar her şey yolunda" demeye devam ediyor. Camus'nün kendisi için umut ve bireysel başkaldırı metaforu olarak kullandığı "güneş" ve "ışık" gibi benzetmeler, bizim için iklim krizinin başlangıçları aslında. Sadece bireysel olarak değil, toplumsal ve küresel olarak da düşüyoruz. Çocukluğumda hep dünyadaki sular neden aşağı düşmüyor diye sorardım. Peki acılar düşer mi diye soruyorum şimdi de... Dünya bir gün uzaydan aşağı düşseydi dünyadaki masum insanların ölümleri sırasında attığı çığlıklarını başka gezegenlerin kütle çekim alanlarına duyurabilir miydik? Buraya kadar her şey yolunda. Bu, düşen bir incelemenin hikayesi. Hepimizin her şeyde en azından aşağı yukarı olmayı başardığı bir hayatta insanlarla olan ilişkilerimiz de bir asansörün çalışma mekanizmasına benziyor. Asansörün yere çarpmasını engelleyen güven dediğimiz halatlar olmasaydı insanlarla kurduğumuz ilişkilerin de bir anlamı kalmazdı. Peki biz kendimize güveniyor muyuz? Bizim için seçimler yapan insanların seçimlerine güveniyor muyuz? Bir gün dünyanın boş bir ceviz gibi zifiri karanlığa uçsuz bucaksız düşmeyeceğine güveniyor muyuz? Sen güvenmeye devam et. Buraya kadar her şey yolunda. Yaşamayı unutmamak için birilerinin bize yaşadığımızı hatırlatması gerekiyor. "Sen yaşıyorsun, kendine gel!" deyip bir silkelemesi ve düşüşümüz sırasında bize eşlik etmesi gerekiyor. Yunan mitolojisindeki Ikarus da kanatlarını taktıktan sonra yükselip güneşin kanatlarını yakmasını engelleyememiş ve düşmüştü. Bu dünyada bugüne kadar kim düşmemiştir ki? Mezarlıkların hepsi bir düşüş başarısı değil midir? Hayatını yer üstünde türlü avutmalarla geçiren acizlerin, yer altında ağızlarının ve gözlerinin kapatılıp bir gün yükselecekleri umuduyla bekledikleri yerin adıdır düşüş. Düşüş, bekleyişlerin başkaldırısıdır. Düşmeye devam edelim. Buraya kadar her şey yolunda. Nereye kadar düşebiliriz? Başarılarımızın aslında başarısızlık olduğunu fark ettiğimiz ana kadar mı? Meslek seçimlerimizin aslında yanlış olduğunu anladığımız o kırılma noktasına kadar mı? Ingmar Bergman'ın Yaban Çilekleri filminde geçmişini hatırlayıp da pişmanlıklarını kendi yüzüne vuran adamın farkındalık çitlerinden atlamasına kadar mı? Bak işte, atlıyor insanlar kariyer, para, mutluluk, güzellik çitlerinden, yemyeşil, mutlu ve aydınlık çayırlarda otluyorlar. Bunu mu istiyorsun? Yoksa bilinçli mutsuzlukların senin düşüşünü yavaşlatmasını mı? Buraya kadar her şey yolunda. Artık düşüşünüzü yavaşlatabilmeme imkan yok. İncelemenin sonuna geldiniz ve burası sizin çarpış noktanız. Ölüm anınızda da böyle olacak. Nasıl geldiğini anlamayacaksınız bile. Ölüm, insanın hayatındaki en etkili çarpış noktasıdır. Hele ki yaşanmışlıklarımızın çarpım tablomuzdaki sayılar olduğunu düşününce bu ölüm daha bir değer kazanır. Çünkü Camus'nün de dediği gibi "İnsanlar gösterdiğiniz nedenlere, içtenliğinize ve acılarınızın ağırlığına ancak siz öldüğünüzde inanırlar." O zaman biz öldüğümüzde insanların bize inanmalarını bekleyene kadar düşmeye devam edelim. Buraya kadar her şey yolunda. Bir silkelenmeli, kendimize gelmeli, şimdiki anın canlı farkındalığını kaçırmamalı, dünyanın acılarını hafıza adlı bahçemizde saklamaya devam etmeli -bahçıvan kim?-, yerin en dibine doğru düşerken bile benlik bilincimizi sağlamaktan vazgeçmemeli, ne olursa olsun bireysel, toplumsal ve küresel olarak düşüyor olsak bile unutmayalı... BAM! Önemli olan düşüş değil, yere çarpıştır. (Oğuz Aktürk)

Ahlak nedir? Ya da ahlaklı olmak? Ahlaklı olan bir insanın davranışlarının sonucunda “iyiyi bulmak” mıdır önemli olan yoksa “iyi niyetlerle yapılması” mı? Kitap tam olarak bu ikilemin üzerinde dönüyor. Albert Camus’un okuduğum 3. kitabı ve yine karşımızda kadınlara karşı duygu beslemeyen ve sadece cinsellik üzerine ilişki kuran bir karakterimiz var. Bunun üzerinde özellikle durma sebebim, yazarın da karakterde bu özelliğinin üzerinde özellikle durması. Ama 3. kez okuyunca şunu söyleyebilirim ki artık biraz bayat geldi bu konu. Bayat gelmesinin yanında Albert Camus hakkında oldukça düşündürtüyor. Yazarın bu konularda oldukça arayış içinde olduğunu hissettiriyor. Yine hayatta kendine yol bulamamış bir karakterimiz var. Kitap monolog halinde yazılmış ve baştan sona da bu şekilde ilerliyor. Bundan bir nebze sıkıldım ama bu kitaptan kaynaklı değil bu tarzın bana uymamasından kaynaklanıyor. Kitabın konusuna gelecek olursak, önce sürekli kendini öven bir insanla karşılıyoruz. Karakter kendini övdükçe cümlelerin altındaki boşluğu kendi de fark ediyor. Övgüler eleştirilere, kendini beğenmişlik neredeyse kendine acımaya kadar iniyor. Yine zamanını doğru değerlendirememiş bir insanı okuyoruz ve yine düşünüyoruz; biz nasıl kullanıyoruz kendi zamanımızı? Her gün milyonlarca insan, milyonlarca harekette bulunuyor. Peki bunlardan iyi olanların altında gerçekten iyi niyet mi var? Yoksa bizi iyi sonucuna götüren niyetlerin iyi olup olmaması önemli değil mi? Ahlak felsefesinde oldukça tartışılan bir konunun ortasında buluyoruz kendimizi. Ve soruyoruz kendimize, biz hangisiyiz? Düşündürücü ve oldukça geliştirici bir kitap olduğunu düşünüyorum ve herkesin bu kitapta kendi yolunu bulması ya da çizmesini gerektiğine inanıyorum. (Büşş)

Kitabın Yazarı Albert Camus Kimdir?

Varoluşçuluk ile ilgilenmiştir ve absürdizm akımının öncülerinden biri olarak tanınır; fakat Camus kendini herhangi bir akımın filozofu olarak görmediğinden, kendini bir "varoluşçu" ya da "absürdist" olarak tanımlamaz. 1957'de Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanarak, Rudyard Kipling'den sonra bu ödülü kazanan en genç yazar olmuştur.Ödülü aldıktan 3 yıl sonra bir trafik kazasında hayatını kaybetmiştir.

Hayatı

Çocukluğu ve gençliği

20. yüzyılın en güçlü Cezayirli yazarlarından biri olan Albert Camus, 1913'te Cezayir'in Mondovi kasabasında doğdu. Yoksul bir aileden gelen Camus'nün babası bir Alsaslı, annesi ise İspanyol'du. I. Dünya Savaşı sırasında, 1914'te babasını kaybetti. Annesi evlerde hizmetçilik yaparak oğlunu okutmaya çalıştı. Ancak Camus, daha bağımsız bir hayat sürebilmek için evinden ayrıldı. 1923'te liseye, ardından da Cezayir Üniversitesi'ne kabul edildi. Üniversite eğitimi sırasında sağlığı bozuldu ve 1930'da vereme yakalandı. Hastalığı yüzünden üniversite takımının kaleciliğini bırakmak zorunda kaldı. Bundan sonra çeşitli işlerde çalışmaya başlayan Camus, felsefe eğitimini ancak 1936'da tamamlayabildi.

1934'te Fransız Komünist Partisi'ne katıldı. Bu hareketinin kaynağı, Marksist-Leninist öğretisine (doktrinine) desteğinden ziyade, İspanya'da daha sonra iç savaşla sonuçlanacak politik duruma duyduğu kaygıydı. Ancak üç yıl sonra, Troçkist suçlamasıyla partiden atıldı. Camus 1934'te Simone Hie'yle evlendi. Simone bir morfin bağımlısıydı ve Camus'yle evlilikleri, Simone'nun sadakatsizliğine bağlı olarak son buldu. 1935'te "İşçinin Tiyatrosu"nu (Théâtre du Travail) kurdu fakat bu tiyatro 1939'da kapandı. Aynı yıl, verem hastası olduğundan Fransa ordusuna kabul edilmedi.

1940'ta piyanist ve matematikçi Francine Faure ile evlendi ve 5 Eylül 1945'te Catherine ve Jean adlarında ikiz çocukları oldu. Aynı yıl Paris-Soir dergisi için çalışmaya başladı. Daha henüz "Sahte Savaş" olarak adlandırılan II. Dünya Savaşı'nın ilk zamanlarında bir pasifist olarak kaldı. Ancak bu tutumu Paris'in Alman ordusu tarafından işgali ve 1941'de, komünist gazeteci Gabriel Péri'nin gözleri önünde idam edilmesiyle değişti ve onun da başkaldırmasına neden oldu. Paris-Soir ekibiyle Bordeaux'ya gitti ve aynı yıl ilk kitapları olan "Yabancı" ve "Sisifos Söylencesi"ni tamamladı. Camus, Bordeaux'yu 1942'de terkedip Cezayir'in Oran şehrine gitti ve ardından Paris'e döndü.

Edebiyat kariyeri

Camus II. Dünya Savaşı sırasında Naziler'e karşı oluşmuş Fransız Direnişi'ne katıldı ve bu direnişin bir parçası olarak "Combat" adında bir gazete yayımlamaya başladı. 1943'te gazetenin editörü oldu; fakat 1947'de "Combat" ticari bir gazete olunca buradan ayrıldı. Jean-Paul Sartre ile tanışması burada gerçekleşmiştir.

Savaştan sonra, Sartre ve Beauvoir gibi kişilerin buluştuğu Boulevard Saint-Germain'deki Café de Flore'u ziyaret etmeye başladı. Bu yıllarda, aynı zamanda Amerika'yı turlayarak Fransız varoluşçuluğu hakkında dersler verdi. Politik olarak sol görüşlere yatkın olmasına rağmen komünizme karşı çıkması, ona komünist partilerde arkadaş kazandırmadığı gibi Sartre'dan da uzaklaştırdı.

Camus, 1949'da vereminin tekrarlaması yüzünden iki yıl inzivaya çekildi ve "Başkaldıran İnsan"ı yayımladı. Bu kitap, Fransa'daki birçok sol görüşe sahip arkadaşı ve özellikle de Sartre tarafından hoş karşılanmadı ve Sartre'la bütünüyle yollarını ayırdı. Kitabının tatsız yorumlarla karşılanması Camus'yü kitap yazmaktan tiyatro oyunları çevirmeye itti.

Camus, 1950'lerde kendini insan haklarına adadı. 1952'de Birleşmiş Milletler, Francisco Franco diktatörlüğündeki İspanya'yı üye olarak kabul edince UNESCO'daki çalışmalarını durdurdu ve kurumdan ayrıldı. Ayaklanmalarda insandışı bir sertlik kullanan Sovyet metodlarını eleştirdi. Pasifistliğini koruyan Camus, İdam cezasına karşı savaşını sürdürdü.

Cezayir Bağımsızlık Savaşı 1954'te başladığında, Camus kendini ahlakî bir ikilem içinde buldu. Bunun nedeni, Cezayir doğumlu Fransızları tasvir ederken kullandığı sıfat olan "siyah ayak"tı. Ancak, sonunda, savaşta Fransa hükümetini savunuyordu. Kuzey Afrika'da başlayan isyanın, aslında Mısır önderliğindeki yeni-Arap emperyalizminin ve batıya saldıran Sovyetler Birliği'nin işleri olduğunu düşünüyordu. Cezayir'in özerk, hatta bir federasyon olmasını savunuyor; fakat bütünüyle bağımsızlığını desteklemiyordu. Öte yandan, Araplar'la "siyah ayak"ların beraber yaşayabileceğini düşünüyordu. Bu kriz sırasında ölüm cezasına çarptırılan Cezayirlilerin kurtulması için gizlice çalıştı.

Camus, 1955 ve 1956 yıllarında Fransız "L'Express" dergisinde yazdı. Bunların ardından 1957 yılında Camus Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazandı. Nobel ödülünü aldıktan sonra büsbütün genişleyen ünü, onu XX. yüzyıl dünya edebiyatının başköşesine yerleştirdi. Genel yaklaşım bu ödülün bir önceki yıl yayımlanan "Düşüş" için değil, idam cezasına karşı yazdığı "Réflexions Sur la Guillotine" makalesi için verildiğidir. Stockholm Üniversitesi'nde yaptığı bir konuşma esnasında Cezayir konusundaki hareketsizliğini savundu. Fakat daha sonra Cezayir'de yaşayan annesinin başına ne geleceği konusunda meraklandığını bildirdi. Çelişkili sayılan bu durum Fransız sol entelektüelleri tarafından tepkiyle karşılandı.

Ölümü

 Camus, 4 Ocak 1960'ta, Sens yakınlarındaki küçük Villeblevin kasabasında "Le Grand Fossard" isimli bir yerde geçirdiği trafik kazası sonucu hayatını kaybetti. Daha sonra mantosunun cebinde bir tren bileti bulunmuştur. Büyük bir olasılıkla, Camus gideceği yere trenle gitmeyi planlamıştı; fakat arkadaşıyla birlikte arabayla dönmeyi tercih etti. İronik biçimde, Camus daha önce en absürt ölüm şeklinin ne olduğu sorulduğunda, araba kazasında ölmeyi bunlardan biri olarak nitelendirmişti. Kazanın gerçekleştiği Facel Vega marka otomobilin sürücüsü ve yayımcı dostu da Camus'yle birlikte hayatını kaybetti. Camus Lourmarin Mezarlığı, Lourmarin, Vaucluse, Provence-Alpes-Côte d'Azur'de gömülmüştür.

 Camus'nün ölümünden sonra telif hakları Camus'nün çocukları olan, Catherine ve Jean Camus'ye devredildi. Ölümünden sonra 1970'te "Mutlu Ölüm", 1995'te de öldüğünde hala bitmemiş olan "İlk Adam" yayımlandı.

Camus'ye göre "saçma"

Camus'nün felsefeye en büyük katkısı, insanların ne berraklık ne de anlam sunan dünyada bunları aramalarının sonucu olarak oluşan "absürt" fikridir. Filozof bu felsefesini "Sisifos Söylencesi"nde açıklayıp "Yabancı" ve "Veba" gibi romanlarında da işlemiştir.

Genelde varoluşçulukla birlikte ele alınan "Absürdizm" (Saçma, uyumsuzluk felsefesi) ile birçok yazar ilgilenmiş ve bu felsefi düşünce akımını kendine göre yorumlamıştır, Camus "saçma"`nın kurucusu değildir fakat bu düşünce akımında önemli bir yer tutar.

Camus, makalelerinde okuyanı dualizmle tanıştırır. Mutluluk ve keder, yaşam ve ölüm, karanlık ve aydınlık.. Hayatın çeşitli biçimlerde geçtiğini ve insanın ölümlü olduğu gerçeği de budur. Sisifos Söyleni`de bu dualizm bir çelişki halini alır: Bir yanda yaşayarak hayatlarımıza değer vermekte öte yandan eninde sonunda yok olacağımız gerçeğini de bilmekteyiz. Bu çelişkiyle yaşamak "Absürt"`ün ta kendisidir. Eğer hayatımızın anlamsız ve boşuna olduğunu biliyorsak, kendimizi öldürmeli miyiz? Bu trajedik kısır döngü nasıl aşılabilir? Camus saçma kavramını burada kurar: yaşamın beyhudeliğinin bilincinde olan insan. Fakat Camus intihardan yana değildir, yaşamın anlamsızlığının yok edilemeyeceğinin bilincindedir fakat bununla savaşmaktan kaçınmaz.

Varoluşçuluk ve absürdizm hakkındaki görüşleri

Bazı eleştirmenler Camus`yü kategorize etmeye çalışarak onun bir varoluşçu ya da absürdist olduğunu söyler. Eleştirmenlerin mi ya da Camus`nün kendi ifadesinin mi doğru olup olmadığı tartışılmakla birlikte, Camus etiketlenmeyi sevmediğini belirterek varoluşçu olduğu tanımına karşı çıkar: "Hayır, ben bir varoluşçu değilim. Sartre ile isimlerimizin yan yana anılmasına hep şaştık. Sartre ve ben kitaplarımızı birbirimizle gerçekten tanışmadan önce yayımladık. Birbirimizi tanıdığımızda ise ne kadar farklı olduğumuzu anladık. Sartre bir varoluşçudur, benim yayımladığım tek fikir kitabı Sisifos Söylencesi`dir ve sözde varoluşçu filozoflara karşı doğrultulmuştur.Camus felsefesini en iyi anlatan sözlerinden biri de; 'hayat hiç bir şey değildir, itina ile yaşayınız.'dir. Hayatın bir anlam aramaya çalışmayacak kadar kısa olduğunu, nihayetinde bir anlamı olmadığı, anlamı olsa bile olmasının hiç bir şey değiştirmeyeceğidir. Bu yüzden insanın yapabileceği en iyi şey hayatını yaşamak olacaktır. Camus hayatın anlamsız olduğunu söylemiştir, fakat anlamsız bir şeyi anlamlı yaşamanın da bir sakıncası yoktur. Bu yüzden Camus'un felsefesi pesimizm veya aşırı bir melankoli değildir.

Bir absürdist olup olmadığı hakkında da şunları söyler:

"Absürt kelimesinin kötü bir geçmişi var ve bunun beni rahatsız ettiğini itiraf ediyorum. Absürt`ü Sisifos Söylencesi`de ele alırken, bir metod arıyordum doktrin değil. Sistemli bir şüphe pratiği yapıyordum. Daha sonra bir şeyler inşa edebileceği düşüncesiyle "tabula rasa" yöntemini kullanmaya çalışıyordum. Eğer hiçbir şeyin bir anlamı olmadığı varsayarsak, dünyanın absürt olduğu sonucuna ulaşmalıyız. Fakat gerçekten hiçbir şeyin hiçbir anlamı yok muydu? Bu noktada kalabileceğimize hiçbir zaman inanmadım."

Camus ve futbol

Camus`yle birlikte anılan ve sık sık gönderme yapılan konulardan biri de kaleciliğidir. Bir süre Cezayir Üniversitesi genç takım kaleciliği yapmıştır ve maç raporlarına göre tutkuyla oynayan cesur bir kalecidir. Bir seferinde arkadaşı Charles Poncet "tiyatroyu mu yoksa futbolu mu" tercih edeceğini sorduğunda, "Tereddütsüz futbol" cevabını vermiştir. Tüberküloza yakalanınca futbolu bırakmak zorunda kalmıştır. 1950'li yıllarda bir spor dergisine futbol hakkında bir yazı yazması rica edilince şöyle demiştir:

 « Ahlak ve insanın yükümlülükleri hakkında güvenebileceğim ne biliyorsam onu futbola borçluyum.»

 

Camus, dini ve politik insanların aklımızı karışık ahlaki sistemlerle karıştırmaya çalıştığını böylece aslında basit olan şeylerin olduğundan daha komplike göründüğünü söyler. İnsanlar, politikacılar ve filozofların alanı yerine futbolun basit ahlakına bakmakla daha iyi edebilir.

 

Albert Camus Kitapları - Eserleri

  • Veba
  • Düşüş
  • Yabancı
  • Yaz
  • Sürgün ve Krallık
  • Başkaldıran İnsan

  • Sisifos Söyleni
  • Mutlu Ölüm
  • Tersi ve Yüzü
  • Yolculuk Günlükleri
  • Düğün - Bir Alman Dosta Mektuplar
  • İlk Adam
  • Defterler 3

  • Defterler 2
  • Defterler 1
  • Denemeler
  • Yanlışlık
  • Sıkıyönetim
  • Caligula
  • Asturya'da İsyan

  • Adiller
  • Ecinniler
  • Sanatçı ve Çağı
  • Yabancı (Çizgi Roman)
  • Büyüyen Taş
  • Hə ilə Yox Arasında
  • Yazışmalar 1946 - 1959

  • Ölüm Cezası Üstüne Düşünceler
  • Sartre Camus Çatışması
  • Düğün ve Yaz
  • Seçilmiş Əsərləri
  • Bir Alman Dosta Mektuplar
  • İlk Adam
  • The Guest

  • Jonas
  • The Plague

Albert Camus Alıntıları - Sözleri

  • Mutlu muydu, yoksa içinden ağlamak mı gelirdi, bilemezdi o zaman. En azından, barışık olurdu böyle anlarda, neyi beklediğini pek bilmeden, usul usul beklemekten başka yapacağı yoktu. (Sürgün ve Krallık)
  • Nasıl mutlu ölünür? Yani bizzat ölümün bile mutlu olacağı ölçüde mutlu nasıl yaşanır? (Mutlu Ölüm)
  • Bundan böyle korkmak yok, kurtuluş korkmamakta! Gücü yeten ayağa! Neden eğersiniz başınızı? (Sıkıyönetim)
  • Kısas doğanın ve duyunun bir emridir, yasanın düzeni değildir. Yasa, tanımı dolayısıyla doğa ile aynı kurallara uya­maz. Eğer cinayet, insan öldürmek, insan yapısının bir parçasıysa, yasa bu doğayı taklit etmek veya kopya etmek için değil, onu düzeltmek için yapıl­mıştır. Oysa kısas, salt doğal bir itinin onaylanıp, yasal bir güce eriştirilmesidir. Hepimiz, çoğu zaman utanarak bu itiyi duymuşuzdur ve gücünü biliriz; o bize ilkel ormanların derinliklerinden gelmektedir. (Ölüm Cezası Üstüne Düşünceler)
  • "...içimden inanca sarılmak geliyor bazı geceler." (Yanlışlık)
  • Bir adam tanıdım, kafasız bir kadına yaşamının yirmi yılını verdi, her şeyi feda etti ona, dostlarını, emeğini, dürüstlüğünü bile, ama bir akşam, kadını hiç sevmemiş olduğunu anladı. (Düşüş)

  • Mutlu olmak değil artık dileğim, yalnızca bilinçli olmak. (Tersi ve Yüzü)
  • Axı bütün dərslərini hazırlayandan və böyüdüyünü boynuna alandan sonra irəlidə yalnız qocalıq qalır. Yaradıcılıq adına saxtakarlıqla məşğul olan istedadın özünü həyatda arsız və mahiyyətsiz kimi biruzə verməyə qadir olması gün kimi aydındır. İncəsənətin ali məqsədi hakimləri ifşa etmək, istənilən ittihamın üzərindən qalın bir xətt çəkmək və hər şeyə - insana və həyata haqq qazandırmaqdı. Bizim kimi qul cəmiyyətlərinə gerçəyi görməsi üçün iztirab və köləlik lazımdır, - günahları da elə bundadır, - halbuki həqiqət həm də xoşbəxtlikdir, yetər ki, ürək ona layiq olsun. ...istənilən halda qulun həqiqəti ağanın yalanından yaxşıdır. Biz, əlbəttə ki, faciəli dönəmdə yaşayırıq. Lakin çoxları faciəli olanı çarəsizliklə səhv salır. Faciəli olana, - Lourens söyləyirdi, - fəlakətin möhkəm təpiyi dəyməlidir. Hər şeyin öz zamanı var - yaşamaq və bu yaşamı təcəssüm etdirmək zamanı. (Hə ilə Yox Arasında)
  • Əsas məsələ dəqiq ifadə işlətməkdə deyil, düzgün danışıb fikir yaratmaqdadır. (Seçilmiş Əsərləri)
  • "Yalnızca sanatı, çocukları ve ölümü seviyorum." (Defterler 2)
  • Öyle yollar vardır ki, bağışlanamaz. Ben ülkemi aynı zamanda adaleti de severek sevebilmek isterim. (Düğün - Bir Alman Dosta Mektuplar)
  • Niye tasalanmalı şimdiden? Bekleyelim. Gittiği gibi dönecek belki de (Caligula)
  • Hepiniz o beş para etmez aşkınız uğruna yaptıklarınızı haklı çıkarmaya çalışıyorsunuz.. (Adiller)

  • Yaşamı öven her şey, aynı zamanda onun anlamsızlığını artırır (Düğün - Bir Alman Dosta Mektuplar)
  • Nefes almaya mahkûm oldum şu lanet yalnızlıkta, hatırlamak işkencedir artık bana. (Yanlışlık)
  • Çünkü insan yoksulluğu seçmez... Ama bir ömür boyu muhafaza eder... (İlk Adam)
  • Gerçekte, ben de sizin gibi düşündüğümü sanıyor, size nasıl karşı koyacağımı bilemiyordum. Yalnız içimde dayanılmaz bir doğruluk duygusu vardı ve bu duygu en beklenmedik tutkular kadar aklı aşıyordu. Nerde ayrılıyorduk? Siz umutsuzluğu rahatça kabul ediyordunuz, bense etmiyordum.. (Denemeler)
  • "Tecrübeyle öğreniyor insan, bakmaktan hiç fayda gelmiyor." (Yanlışlık)
  • Devrim yaparken yelpaze sallanmaz! (Asturya'da İsyan)
  • İnsan eninde sonunda her şeye alışır. (Yabancı)

Yorum Yaz