Dünya Ağrısı - Ayfer Tunç Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Dünya Ağrısı kimin eseri? Dünya Ağrısı kitabının yazarı kimdir? Dünya Ağrısı konusu ve anafikri nedir? Dünya Ağrısı kitabı ne anlatıyor? Dünya Ağrısı PDF indirme linki var mı? Dünya Ağrısı kitabının yazarı Ayfer Tunç kimdir? İşte Dünya Ağrısı kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Ayfer Tunç
Yayın Evi: Can Yayınları
İSBN: 9789750719288
Sayfa Sayısı: 336
Dünya Ağrısı Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
"Hayat, kayaç katmanları gibi parçalarına ayrılan değersiz bir kütledir."
Türkçe edebiyatın sözünü sakınmayan kalemi Ayfer Tunç, yazarlık hayatının 25. yılında sarsıcı bir romanla karşımızda.
Hayatı "yolcu" olarak yaşamak isterken baba mirası otelin işletmecisi, ailesinin "reisi" olmak zorunda kalan Mürşit, her geçen gün tamahkarlaşan bir şehirde, gerçek dostluğu İstanbul'da bıraktığı hayaletlerden kaçarak Mürşit'in oteline sığınan Madenci'de buluyor. İki arkadaşın dünya algısı, okuyucuya Türkiye tarihindeki utanç sayfalarının bir özetini sunuyor.
Arka planı toplumsal facialar, kitlesel cinnet hikâyeleriyle örülen Dünya Ağrısı'nda, geçmişle hesaplaşma cesaretini gösteren insanları yaşadıkları toplumdan ayıran sınır imleniyor.
Dünya Ağrısı kelimelerle sıkılmış bir yumruk.
Böyle bir şehirde sır saklamanın imkânsız olduğunun farkında değil. Öğrenecek elbet, bir gün şehir dediği şeyin birbirini gözleyen sayısız gözden ibaret olduğunu o da anlayacak. Ama buna çoktan alışmış olacak ya da daha fenası başkalarını gözleyen sayısız gözden biri haline gelecek. Babamın oğlu o olmalıydı diye düşünüyor, ben, oğlum gibi bir oğul olsaydım babam mutlu ölürdü; oğlum babamın istediği gibi bir oğul olduğu için ben mutsuz öleceğim.
Dünya Ağrısı Alıntıları - Sözleri
- Bu memleketin her yerinde kadınlar çabuk yaşlanıyor..
- Ben bu dünyayı anlayamadım..
- Körüm ama mutluyum..
- " Hafızası insanın düşmanıdır, " dedi... " Unuttum, kurtuldum sanırsın ama öyle bir şey yok."
Dünya Ağrısı İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Ahh Yalan Dünya..: İnsanız.. İnsanız tabii durmadan ağrıyoruz. Başımız ağrıyor iç bi' hap, kulağımız damlat damlayı, bacağımız ağrıyor konsun buzlar, kalbimiz sıkışıyor çekilsin Ekg' ler.. Boynumuz, belimiz, dişimiz. Düşüyor kalkıyoruz yaralar bereler, pansumanlar, tamponlar.. Eee İnsanız dediysek birkaç kilo etten bilmem kaç parça kemikten miyiz sadece ? Ya ruhumuz.. Sahi ruhumuz acıyınca ne yapıyoruz biz ??? Kimimiz 'Dertlerin kalkınca şaha bir selâm gönder Allah'a.. " diyor sığınıyor Yaradana. Dualar.. dualar.. Sonsuz bir teslimiyet sabır dolu bekleyiş. Kimimiz ' Vur kadehi ustam bu gece de sarhoşuz.." diyor ruhunu kendinin bile bilmediği dipsiz boşluğa yolluyor öyle huzur buluyor. Kimimiz tutunuyor bir Sezen şarkısına gırtlaklar yırtılana kadar ver yansınlar.. " Hayat dediğin dünya üzerinde bir arayış. İnsan ne aradığını da bilmiyor işin kötüsü.." dedi Tunç. Hakikaten ne arıyoruz biz ? Ne gidebiliyoruz ne kalabiliyoruz.. Ama işimiz bu.. YAŞAMAK.. Bir gölgelik değil mi dünya? Soluklandık.. Kalıcı mıyız? Gideceğiz.. Boş gerisi.. BOŞ.. Aman Allah'ım ne okudum ben yine böyle. Vicdan dedim yine, insanı kemiren yiyip bitiren vicdan.. Sonra kendini doğurduğunun sahibi sanan sadece yol gösterici olduklarını kabul etmeyen ebeveynlerin, hükmetmeye çalıştıkları hayatları daha başlamadan bitirişlerine kahrettim. Hayatın gerçeklerini küfrettim. Görmezden duymazdan geldiklerimize isyan ettim. Döndüm sahip olduklarıma şükrettim. Geçtim aynanın karşısına iyi bir insan olmaya çabaladığım için kendime teşekkür ettim. Her kitabında ciğerimi dağla, yüreğimi sızım sızım sızlat, böl beni parçalara ayır, yerden yere vur dağıt.. Eyyy Ayfer Tunç ! Sen bana ne yaparsan yap, ben sen fatura bile yazsan okuyacağım... (emine)
İçim ağrıyor..: Dünyaya kendini anlatamamanın hüznü, anlaşılamamanın hüznü.. "Doktora gitmesi için ısrar ettiler. Direnmedi. Şükran'la birlikte yakındaki sağlık ocağına giderlerken hayatında ilk kez direnmediğini düşündü. Sonra birden hiçbir şey yapmadan yaşamasının baştan sona bir direniş olduğunun farkına vardı. Hiçbir şey yapmayarak, normal bir adam olmaya direnmişti. Bu direnişin bir yere varmadığını geçirdi aklından, sonunda teslim oldum dedi. Ama yine bir şey yapmayacak, yaşlı ve işe yaramaz bir hayvan gibi, nereye çekilirse oraya gidecek, gittiği yere kadar." Belki de Mürşit'i en iyi tanıtan kısım burasıydı. Topluma çok farklı bir yerden bakan bu adam normal olmayı olabilecek en sessiz şekilde reddediyordu. Normal insanların mutlu olabilecekleri şeylerden haz almıyordu. Hayatın getirdiği mecburiyetler bir pranga vurmuştu ayaklarına. Gitse gidemiyor, kalsa kalamıyor. Kitabı okuduğum süre boyunca tek istediğim Mürşit'i kollarından tutup sarsmaktı. Ne oldu, ne yaptılar sana? Bu kadar mutsuzluk neden? Sonra bir yerden sonra anlıyoruz. Aslında bence normal olan o, anormal olan biziz. Bu kirlenmiş dünyayı hala nasıl toz pembe görebiliyoruz. Şu anda bile bir yerlerde acı çeken, hayatlarını kaybeden masum çocuklar varken ve biz bunları biliyorken nasıl sıcak evlerimizde oturabiliyoruz? Birde madencimiz var tabi. Çok ayrı bir dünya ama aynı acılar. Mürşit ile birbirlerine arkadaş oluyorlar. Onları birbirlerine yaklaştıran acıları. Arka planda bozulmuş toplumun iğrenç yüzleri, vahşetleri... Sevgili Ayfer Tunç, kaleminizle bu kadar geç tanıştığım için çok üzgünüm. Kaleminiz ruh dünyama derin çizikler attı. Çok müteşekkirim. Diğer kitaplarında görüşmek üzere.. (enime)
Dünya Ağrısı PDF indirme linki var mı?
Ayfer Tunç - Dünya Ağrısı kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Dünya Ağrısı PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Ayfer Tunç Kimdir?
Ayfer Tunç 1964'te Adapazarı'nda doğdu. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni bitirdi. Üniversite yıllarında çeşitli edebiyat ve kültür dergilerine yazılar yazmaya başladı.
1989 yılında Cumhuriyet gazetesinin düzenlediği Yunus Nadi Öykü Armağanı'na katıldı, Saklı adlı yapıtıyla birincilik ödülü aldı. 1999-2004 arasında Yapı Kredi Yayınları'nda yayın yönetmeni olarak görev yaptı. 2001 yılında yayımlanan ve okurdan büyük bir ilgi gören Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek-70'li Yıllarda Hayatımız adlı yapıtı, 2003 yılında yedi Balkan ülkesinin katılımıyla düzenlenen Uluslararası Balkanika Ödülü'nü kazandı ve altı Balkan diline çevrilmesine karar verildi. Tunç'un 2003 yılında Sait Faik Abasıyanık'ın öykülerinden hareketle yazdığı Havada Bulut adlı senaryosu filme çekildi ve TRT'de gösterildi. Tunç'un Saklı, Mağara Arkadaşları, Aziz Bey Hadisesi ve Taş-Kağıt-Makas adlı dört öykü kitabı, Ömür Diyorlar Buna adlı bir e-kitabı, Kapak Kızı adlı bir romanı, İkiyüzlü Cinsellik adlı (Oya Ayman'la birlikte yazdığı) bir inceleme kitabı ve Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek adlı bir yaşantı kitabı var.
Ayfer Tunç Kitapları - Eserleri
- Suzan Defter
- Aziz Bey Hadisesi
- Yeşil Peri Gecesi
- Kapak Kızı
- Dünya Ağrısı
- Osman
- Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi
- Aşıklar Delidir ya da Yazı Tura
- Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek
- Evvelotel - Saklı
- Ömür Diyorlar Buna
- Kırmızı Azap
- Mağara Arkadaşları
- Taş - Kağıt - Makas
- Memleket Hikayeleri
- Saklı
- Harflere Bölünmüş Zaman
- İkiyüzlü Cinsellik
Ayfer Tunç Alıntıları - Sözleri
- Çocukluğumun bütün anıları gülümseyen fotoğraflar oldular artık. Hiç yaşanmamış kadar uzak.. (Evvelotel - Saklı)
- ...... Her rüzgârda incecik sallanan, ıslak gözleri hep uzaklarda bir yerlere takılı duran, suskun kadın. (Evvelotel - Saklı)
- Bekledim onu, hep bekledim... Gelmedi. (Ömür Diyorlar Buna)
- Kendini her zaman olduğu gibi koca şehirde, koca ülkede, koca dünyada yapayalnız hissetti. (Kırmızı Azap)
- Türk halkı nelere inanmamıştı ki? Futbolda sekiz sıfır yenilir ve ezilmediğine inanırdı. İhtilallerin memleketin menfaati için yapıldığına inanırdı. Dünyanın sadece Türk olduğu için kendisine düşman olduğuna inanırdı. Hep bir şeylere sonuna kadar inanırdı. (Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek)
- Öykü edebiyatın gayri meşru çocuğudur. Nüfusa kaydedilmiştir, edebiyat ailesinin asil üyesidir. Ama şiir ve romanla aynı evde oturmaz. O kendi küçük evinin odalarında oturup pencereden bakar. Kenar mahallelerin dar sokaklarında yürür. Kendine ait dünyasına başkalarını sokmayı pek sevmez. Oysa şiir ailenin haylaz, havai ve biraz da hayırsız çocuğudur. Duyguludur, zaman zaman hırçındır, kavga etmeyi sever. Ağır konuşur, ağır aşk yaşar. Meraklıdır, romanın da öykünün de işine burnunu sokar. Sevimlidir, girdiği yerden çıkmaz, kimse ona git diyemez. Roman ise ailenin ağırbaşlı, ciddi, ne yaptığını bilen çocuğudur. Öykünün hakkını korur, nüfusa kayıtlı olduğundan hareketle onu ailenin üyesi sayar. Roman öyküyü gizlice sever, çünkü kendi çocukluğunu görür öyküde. Ama şiire de, öyküye de akıl vermeye kalkar. Hırslıdır. Tartışmaları o açar, gündemi o değiştirir. Akıllıdır ne de olsa, şiir kadar duygularına yenilmez. Öyküyle şiir çok iyi geçinirler. Birbirlerine daha çok benzerler. Şiir öykünün gayri meşru oluşuna aldırmaz; bütün sevecenliği ve sevimliliğiyle öykünün hayatına sızar, orada derin izler bırakır. Oysa roman, şiirin bu girdiği yere sızma ve yayılma eğilimini kaldıramaz. Yatağından şiiri kovmaya çalışır, bazen başarır, bazen başaramaz. Roman bilgiçtir, arada bir küstahlaşır, kendini ailenin sözcüsü, temsilcisi olarak görür, gösterir, başarır. Şiir romanın bu tutkusuyla dalga geçer. Havaidir. Roman çalışır, kazanır. Şiir çalışmaz, kazanır. Öykü çalışmaz, kazanmaz. Deneme ise ailenin nüfusa bile kaydedilmemiş gayri meşru çocuğudur. Çokları onun aileden olmadığını sanır. Ciddidir, boş konuşmaz, hoşsohbettir ama biraz sesi kısıktır. Aileden olmak olmamak hiç umurunda değildir. Uzak durur, beni de aranıza alın, ben de sizdenim demez. Ailenin canı cehennemedir. Duygusal olduğu halde, öyle görünmeyi sevmez. Pek varlıklı da değildir. Nüfusa kayıtlı olmadığı için payına miras düşmez. Deneme çok çalışır, ama kazanamaz. Oyun ailenin zengin kuzenidir. Sahneyle, oyunculukla, rejiyle kardeştir. Aristokrat takılır, soy ağacında kökleri çok geriye gider. Aslında tiyatro ailesine mensuptur. Edebiyat ailesinin sıkıntıları onu pek ilgilendirmez, başka bir deltada yaşar. Oyunun ailesi zengindir, ailece çalışıp kazanırlar, sonra ailece bölüşürlerken kavga çıkar. Senaryo ailenin ahbabıdır. Çok cazibelidir. Romanı pek sever, ama roman uzak durmaya çalışır ondan. Ne zaman senaryoyla dostluk etmeye kalksa kazık yiyen roman olmuştur. Anı, ailenin bunak büyükbabasıdır, çok bilir, çok konuşur, yarısı palavradır. Biyografi ailenin yurtdışında yaşayan üyesidir. Bencildir, fazla uğramaz memleketine. Otobiyografi bu ülkede daha doğmamış çocuktur, adı hazırdır, kendi yoktur ortada. Hayat aslında tek bir uzun öyküdür. Her defasında değiştirilerek yazılsa da, finali yoktur. (Harflere Bölünmüş Zaman)
- Kelimelerin iyi geldiği, yarım kalmış insanlarız biz. (Aşıklar Delidir ya da Yazı Tura)
- Geçmiş, her anlattığımızda kılık değiştiren bir uydurmadır. (Memleket Hikayeleri)
- "Müzikten konuşurken geçip giden güzel saatlerimiz..." (Saklı)
- Birini bir zamanlar sevmiş olmak insanın içinde iz bırakıyordu. İnsan o kişiyi artık sevmese bile iz kalan yer acıyordu. (Yeşil Peri Gecesi)
- Gülüşü kurgulanmış gibiydi. (Suzan Defter)
- Anadolu halkı, yüz yıl sonra “Kendi okulunu kendin yap”, kampanyasına şaşılası bir coşkuyla destek verecek, bir Allah’ın kulu çıkıp “Okulumuzu da kendimiz yapacaksak devlet niye vergi alıyor?” diye sormayacaktı. (Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi)
- Kaçamıyordu insan hayattan. Hiçbir biçimde kaçamıyordu. Mekanlar, eşyalar, şehirler, sokaklar değişiyor ve insan kendinden, hayattan kaçamıyordu. Ya da ben yapamıyordum. (Mağara Arkadaşları)
- "Artık her şey, her yer değişiyordu. Çağa uygun düşen bir yoksulluk olacaktı bahar." (Saklı)
- “En fazla bir yıl sürer yirminci asırlarda ölüm acısı.” (Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi)
- Sevmenin insanı böylesine var edebileceğine inanmazdım, yaşadım;sevmenin yokluğu fikrinin bile insanı yok edebileceğine de. Onu da yaşadım... (Kırmızı Azap)
- Yaş ilerleyince anlıyordu insan. Mutluluk öyle gökten zembille inmiyor, itina istiyordu (Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi)
- “Eriyorum, çürüyorum, hayatım bataklık gibi dibe çekiyor beni desem sana, o manasız soruyu bile sormazsın: Neden? Hemen teşhisi koyarsın: Rahat batıyor sana!” (Suzan Defter)
- Viski yorgunluğu alır derler. Kasttettikleri günün yorgunluğudur. İstediğin kadar iç, hayatın yorgunluğu baki kalır. (Yeşil Peri Gecesi)
- “Neden yazıyorum?” Yazarların birçoğu neden yazdığını bilmez. Ya da neden yazdığını bilerek başlamaz yazmaya. Yazının evrenine girildiğinde sorular belirginleşir, önceleri pek de tatmin edici olmayan, oynak cevapların bir kısmı yerli yerine oturur. Birçok soru cevaplansa da, cevaplandığı sanılsa da, “neden yazıyorum?” sorusu lezzetli bir iç huzursuzluğu sorusu olarak kalmayı sürdürür. Çünkü yazmanın bütün sırrı aslında bu sorunun içindedir ve bence yazarlar bu soruya kesin bir cevap bulup defteri kapatmak istemezler. Yazı, yazarın da eremediği bir sırdır; sır aydınlanırsa yazar ışığa yakalanmış bir tavşana dönüşür, kıpırdayamaz. Ben böyle olduğunu düşünüyorum; oysa Sait Faik, “Haritada Bir Nokta” adlı öyküsünü neden yazdığını söyleyerek bitiriyor: “Yazmasam deli olacaktım.” Ama bence bu cümle, o sır dolu sorunun cevabı değil, yazı serüveninin son aşamasında kendiliğinden vardığı bir sonuçtur; hayat karşısında tutunmanın yolunu, Sait Faik’in kendi “çaresiz çare”sini işaret eder bize. “Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi?” Sait Faik’in ölümünden iki yıl önce yazdığı “Haritada Bir Nokta”, imgeler arası ilişkiler açısından çok zengin bir öykü olmanın yanı sıra, yazının evrenine ilişkin soruları, insanla, varolmakla, toplumsallıkla da ilişkilendirerek kurcalayan bir metindir. Öykünün kurgusu ile huzursuz soruları arasındaki ilişki muhteşemdir. Şu soru: “Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi?” sorusu, “neden yazıyorum?” sorusundan hiç aşağı kalmadığı gibi, neden yazıyorum sorusunun bir önceki cevabıdır. Sait Faik bu öyküde, önce neden yazdığı sorusuna bir cevap bulmuş, yazı yazmanın bir hırs olduğuna karar vermiş ve adaya çekilmiş bir adamı / kendini anlatır bize. Ama adada insan vardır, insanın olduğu yerde kötülük vardır, kötülük onu tütüncüye koşturur, kâğıt kalem aldırır, kalemi yontturur, öptürür ve yazdırır. Sorunun cevabı değişmiştir: “Yazmasam deli olacaktım”. Yazı artık bir ilaçtır. İyi de, yazı yazmanın bir hırs olduğuna neden karar vermiştir Sait Faik? Ne olmuştur? Ne gibi kötülükler görmüş ya da etmiştir ki, vazgeçmiştir yazmaktan? “Kaybettiğim her şeyi; insanlığı, cesareti, sıhhati, safveti, dostluğu, alın terini, sessizliği yeniden bulacak; belki yeniden bir adam olmasam bile bir temiz hayatın içinde hayran, meyus ve mahcup ölümü bekleyecektim. Aklıma ara sıra esen yazı yazmak arzusunu, arzusu değil kötü huyunu, bu tek kötü huyu muvaffakiyetler, şöhretler düşünmeden, “düşünürsem Allah canımı alsın!” düşüncesiyle yeniden bulabilirsem, kalemsiz kâğıtsız dağlara fırlayacak, balığa çıkacaktım. Yazmayacaktım.” Sait Faik, bedenine girip çıktığı anlatıcı aracılığıyla, bu öyküyü bir tür günah çıkarma metnine dönüştürür. Öyle bir altmetin akar ki öyküde, Sait Faik’in yazar olmanın bütün nimetini ve külfetini tattığını, ünlü yazarlara vadedilen mevkilere ulaştığını hissederiz. Ama bundan bir parça haz duymuş olduğu için kendinden utanmış gibidir. Yazmaktan değil, şöhretten alınan hazzın yazmanın has anlamını kirlettiğini; onun, mevkilere bir an için bile olsa kanmış olabileceğini, yazmanın varlığının özü olan yanından uzaklaşmış olmaktan korktuğunu düşünürüz. Biz de onunla birlikte yazmanın bir hırstan başka bir şey olmadığına inanırız. Yazdıklarında kendini gizlemeyen, tersine, kendini ancak yazdıklarında açan bir yazar olan Sait Faik, has yazar türündendir. Onun her türlü edebi mevkii reddettiğini, baş köşeye geçip ahkâm kesmekten hoşlanmadığını, gerek yazdıklarından, gerek onu anlatanların anılarından biliyoruz. O, mevkileri reddederek varolmuş bir yazardır. Bu reddedişte de bir altını çizme, bundan övünme payı çıkarma yoktur üstelik. İşi sadece yazıyladır. Edebiyatı en doğal haliyle yaşamış ve yazmış, kendi yarattığı büyüleyici alana bir üstünlük, bir ayrıcalık atfetmemiş, okura veya insana yukardan bakmamış, kendi imgesini yeniden imal etme ihtiyacı duymamıştır. (Harflere Bölünmüş Zaman)